| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/694) (Alt Komisyon metni) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 31 .03.2016 |
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri; dün bir alt komisyon kurduk ama alt komisyondan beklediğimiz faydayı aldığımız söylenemez. Alt komisyondan daha kötü bir şekilde ne yazık ki teklif önümüze geldi.
Teklifin ilk maddeleri yoksullukla mücadeleyle alakalı teknik düzenlemeler getiriyor ama bir teknik ve ayrıntı düzenlemeden önce, genel sorunu anlamak zorundayız ki doğru düzenlemeler yapabilelim. Şimdi, benim anladığım kadarıyla Sayın Bakan, getirilen eleştirel kapsamında -tahmin etmiyorum ama yani en azından geçmiş tecrübelerim o- şunu demeye hazırlanıyor: "1) Geçmişte bu kadar yardım yapılıyordu, biz bu kadar yardım yaptık. 2) "Biz, partizan bir ayrım yapmıyoruz, şöyle yapıyoruz, böyle yapıyoruz." Ama fiilen alanda gördüğümüz şeyler buna uygun değil. Bunu engellemenin yolu şudur: Sosyal yardımların Coğrafi Bilgi Sistemleri üzerinden kamuya açıklanacak şekilde kimlere, hangi köylere, hangi mahallelere yardım yapıldığının -isimlerini söylemeden, insanları küçük düşürmeden- söylenmesi, açıklanması. Zaten bir iktidar taktiği olarak bilgilerin, kamuya açıklanması gereken bilgilerin açıklanmayarak eleştirilere "Hayır, haksızlık ediyorsun." tarzı savunma getirilmesi sorunu küçültmüyor, sorunu büyütüyor. Belki savunmayı kolaylaştırıyor ama medeni bir devlette çok özel bilgiler haricinde devletteki bütün bilgilere ulaşmak lazım, buna ne yazık ki ulaşamıyoruz.
Yoksullukla mücadele bir politik meseledir. Yoksullukla mücadeleye geçmeden öncede de servet dağılımı meselesine bakmak lazım. Türkiye'de değil, dünyada bir gelir ve servet dağılımı bozulması söz konusu. Bunun kalıtsal sebeplerini yıllar önce ortaya koydular. Yani, bu Avrupa'da da böyle, Amerika'da da böyle, Asya ülkelerinde de böyle. Hatta, Avrupa'da ve Amerika'da çok ciddi eylemler oldu gelir dağılımı bozukluğu yüzünden. İşte, mesela "Occupy Wall Street", New York'taki, Londra'daki eylemlerle ciddi bir şekilde dünya düzeni sarsılmaya başlanmıştı. Ne yaptılar bunun karşılığında? İşte, dünyada fiktif savaşlar, fiktif saldırılar, kullanışlı, aptal olarak nitelendirilen terör örgütleri, 11 Eylül'de ikiz kulelere saldırı, son bunun aşaması da IŞİD terör örgütü. Bunlar dünyaya niye salınıyor? Çünkü dünyada bu düzeni kuranlar yani bu gelir ve servet dağılımı adaletsizliğinden sürekli kendilerine pay çıkaranlar -ki bunlar küresel finans şirketleridir ağırlıklı olarak- dünya insanlarının bu durumu görmemesi için bir güvenlik tehdidi yaratmaları gerekiyordu, bu güvenlik tehdidi de yaratıldı ve şu an itibarıyla dünyadaki adaletsizlik önündeki en büyük engel işte bu güvenlik tehditleridir. Fransa'daki saldırı, İstanbul'daki saldırı, başka taraflardaki saldırı, dünyadaki bu adaletsizliği kapatmak için konulmuştur. Kötü haber şu, teori şöyle diyor: "Ne yaparsalar yapsınlar bu adaletsizlik derinleşecek, bu adaletsizlik de derinleşirse bir gün gerçek adalet sağlanacak." Buna sol literatürde "devrim teorisi" diyorlar. Bu yönde ilerliyor, dünya bu yönde ilerliyor. Tabii, ideolojik bir yakınlık veya körlük içinde bakmaya gerek yok, Hegel'den başlamış bu teori bugün de bu noktalara gelmiş durumda.
Türkiye de bundan azade değil, Türkiye'de dertlerimiz katmerlenerek gidiyor. Çünkü, bir, dünyanın bu sistematiği işlerken bir de iktidar eliyle kendi zenginini yaratma meselesi üzerinden yürüyen bir şey var. Türkiye Cumhuriyeti'ndeki ilişki şu şekilde sürüyor: İktidar ile iktidar yöneticisine yakın sınıflar ve onun karşısındakiler. Muhalifler için devlet sadece kendilerinden vergi alan, kendilerine yük bindiren ve kendilerine temel kamu hizmetlerini sunmayan bir kurum hâline geliyor. Temel kamu hizmetiyle kastımız nedir? Temel sağlık hizmetleri, temel millî eğitim hizmetleri. Eskiden bu ülkede katlanmak zorunda olmadığımız birçok maliyete katlanmak zorundayız. Nedir? Kamu okullarında özellikle ağırlıklı yatırımlar imam-hatip okullarına yapıldığı için ve kamu okullarına yeterli kaynak ayrılmadığı için kamu okullarında eğitim kalitesi son derece düşmüştür. Bu durumda birçok dar gelirli bürokrat, çalışan, beyaz yakalı, mavi yakalı çocuklarını özel okullara vermek durumda kalmıştır. Bu onlar için yıllık 10 bin lira ila 30 bin lira arasında ek masraf demektir. Ortalama bir bürokrat kendisine takım elbise almamakta, pantolon almamakta çocuklarını özel okula göndermek istemektedir. Çünkü mevcut Hükûmetin eğitim sisteminden eğitim almasını, daha Atatürkçü, daha cumhuriyetçi bir eğitim almasını istemekte, buna katlanmaktadır. Bu birçok yurttaş için ek bir maliyettir. İkinci ek maliyet, sağlık meselesidir. Sağlık da anlatılan gibi durum değil. Herhangi bir üniversitenin acil servisine gittiğinizde veya hastanenin, kamu hastanesinin acil servisine gittiğinizdeki sefaleti ve perişanlığı görüyorsunuz. Hastayı yatırabilmek için -çünkü grip, nezle olduğunuzda yani ayakta tedavi göreceğiniz yerlerde tedavi kolay görünüyor ama- ağır bir hastalıkta milletvekillerine ulaşmaya çalışanlar, rektöre veya başhekime ulaşmaya çalışanlar korkunç bir tablo oldu ve bunu daha ağırlaştıran şey olarak da neyi çıkardınız? Şehir hastaneleri. Şehir hastaneleri de sağlığın özelleştirilmesi demek. Sağlığın özelleştirilmesi hastanın müşteri, doktorun pazarlamacı, hastanenin de ticarethane olması demek. Bunun da çok ağır sonuçları olacak. "Katmerli dertlerimiz" derken bunlar ağırlıklı gidiyor ve bu kapsamda da Hükûmet bir yoksulluk programında yardım ediyor. Bunda partizan tavırlar olduğunu biliyoruz, biraz sonra elbette ki ona çok akıllıca, çok mantıklıca şeyler söyleneceğini tahmin ediyorum ama veri verilebileceğini de çok tahmin etmiyorum ben. Biz verileri de İnternet sitesinden görmek isteriz "Hangi köye, hangi mahalleye, kimlere yardım yapılmış?" diye.
Yoksullukla mücadeledeki temel hata şu, 2 tane yoksullukla mücadele biçimi var: Birincisi, nakdî yardımlar; ikincisi, ayni yardımlar. Nakdî yardımlar her zaman ayni yardımlara göre üstünken, dünyadaki bütün literatür bunu ortaya koymuşken ağırlıklı ayni yardımlar yapıldı. Nasıl yapıldı? Mesela, gıda yardımı yapıldı. Niye gıda yardımı yapıldı? Çünkü gıda alım ihalelerinde büyük yolsuzluklar ve kayırmalar vardı, Kamu İhale Kurumu kayıtlarıyla sabittir. Mesela, İstanbul Milletvekiliniz Harun Karaca, gıda ihalesi bir zaman bundaydı veya partinizin MKYK üyesi Asuman Erdoğan'ın eşi Fatih Erdoğan, Ankara gıda ihalesini bu şirket almıştır. Onlarca yolsuzluk kalemi var orada. Yani, bir tanesini söyleyeyim: Ankara Büyükşehir Belediyesine 350-400 milyon liralık gıda verilirken peynirin fiyatı Carrefour, Migros fiyatında. Yani, onlarca ton peynir veriliyor, kesilen faturada süpermarket fiyatında. Öyle şartlar konuluyor ki rekabet olmasın diye. Zaten üst üste ihaleleri aldıktan sonra bu Next Level'ı aldılar TOKİ'den. Orada da bir sürü ciddi bir şeyler var. Merak edene söyleyeyim: Oradaki herhangi bir arsa yüzde 55, 60'la gidiyor yani arsa sizinse yüzde 55-60 karşılığında inşaata veriyorsunuz. TOKİ ne kadara verdi sizin partinizin MKYK üyesinin eşine? Yüzde 31'le verdi arkadaşlar. Bunun yaklaşık 1 milyar dolarlık bir proje olduğunu düşünürseniz aradaki yüzde 25 fark 250 milyon dolar demek bir tane kalemden. Hani, bunu anlatıyoruz, siz sessizce izliyorsunuz ama bunlar büyük işler ve partinizin en üst düzeylerinde yapılan işler.
Sadece bununla kalmıyor yoksul üzerinden yolsuzluk yaparak devam etmek. Kömür yardımları... Kömür yardımlarında neler olduğunu defaten anlattım. Yer demir, gök bakır, insanlar sessizce, sizden önceki dönem de sessizce izledi. İhalesiz alınanlar, fahiş fiyatla alınanlar... 1 ton kömürü 350 liraya aldı devlet. Fakir ailelere bedelsiz kömür dağıtımı diyoruz ya, o fakir aile için bedelsiz, o paranın tamamı Hazine Müsteşarlığından ödendi. "Hazine Müsteşarlığı" ne demek? Demin bahsettim ya, devlet bir taraftan vergi alıp diğer taraftakinin yöneticilerine aktaran bir mekanizma hâline getirdiniz. Bu yüzden bu ülkede demokrasinin temelleri sarsılıyor. İşte, o fakir ailelerin parası Hazine Müsteşarlığından ödendi. Raporunu ben yazdım, hayatımda böyle bir yolsuzluk müfettişlik tarihinde görmedim ki. 2000 yılında Yüce Divana giden dosyaları da ben yazmıştım, hayatımda böyle bir yolsuzluk görmedim ve yolsuzluğun en ağır sonucu -parayı pulu bir yere bırakın- ne biliyor musunuz? Soma'da 300 küsur tane işçi öldü ya, işte o yolsuzluklar yüzünden öldü. Onların o "hadi, hadi..." düzeni, o fakir ailelere dağıtılacak, termik santrallere verilecek, fahiş fiyatla para kazanılan şirketler var ya onlar o işçileri çok çalıştırıp, güvencesiz çalıştırdıkları için bir taraftan yetimin malını yerken diğer taraftan da bu işleri yaparken öldüler. Bunu da sessizce dinleyebilirsiniz. Bu vicdanları kanatan bir şey, biz bunların farkındayız. Bu yargılanmadı, niye yargılanmadı? Çünkü Enerji Bakanlığı bu yolsuzluğu yani bu fakir ailelere kömür dağıtımı yolsuzluğunu yapanların yargılanmasına izin vermedi. Bunların hepsi bir arşivde var, bunların hepsi biliyor. O 300 tane insan boşuna ölmedi, o katillerden elbet hesap sorulacak ama diyor ki: "Yoksulun sırtından doyan doyana/ Bunu gören yürek nasıl dayana/ Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana/ Bilmem söylesem mi, söylemesem mi?" Artık bizim için bu konuşmalar, bu Komisyonda konuşmak da bir zulüm hâlinde ama görevimiz bu Komisyonda konuşmak olduğu için devam ediyoruz.
Şimdi, biz 65 yaş üzerine 200 lira para ödüyoruz. Bunu nasıl ödüyoruz? Kamu maliyesinden. Kamu maliyesinin dengesini nasıl kurduk? Kuru düşük tuttuk, korkunç ithalat yaptık, bütün millî varlıklarımızı sattık, üzerine korkunç borçlandık, orada insanlar para harcadı, para harcarken de vergi ödedi, vergiyle Maliyeye aldık, Maliyeden ağırlıklı yandaş iş adamlarına gitti. Bütün yoksullara dağıtılan para Mehmet Cengiz'e giden para kadar değil. Onun için "Şuradan şuraya çıkardık." gibi gereksiz şeylere gerek yok. Sildiğiniz vergiler, "Uzlaşma" adı altında ödenmesi gereken vergilerden para 2,5 milyar lira. Maliye Bakanına söyledim, bir şey söylemedi burada. Onun için "Şuradan şuraya çıkardık."ın bir anlamı yok.
Büyük ve kötü bir düzenin içerisinde gidiyoruz. Bu düzenin gitmeyeceğini bilin. Yani süper güçlü Hükûmet, manevi duyguların ortaya... Bu düzen gitmeyecek. Bu düzen gitmediği gün bunların hepsi tek tek konuşulacak; o 300 işçiye ne olduğu konuşulacak, ona yargılama izni vermeyen konuşulacak, bu sosyal yardımlar üzerinden oy gasbetme işi konuşulacak, köyler arasında yapılan ayrımlar konuşulacak. Biz defaten sizi uyarmaya devam edeceğiz. Bu uyarılar iyi bir şey çünkü biz...
Hayırdır Başkanım, bir şey mi oldu?
BAŞKAN - Yo, yo. Bir şey yok. Ben birden kendimi Komisyon üyesi gibi düşündüm de cevap verecektim zihnimde.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Komisyon üyesi değilsiniz.
BAŞKAN - Zihnimde karşılığı oldu yani o yüzden.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Evet. O zaman Komisyon Başkanlığı Meclis Başkanlığı gibidir, Komisyon Başkanı hiçbir konuşmaya normalde müdahale etmez. Allah'tan karışmıyorsunuz da.
İBRAHİM MUSTAFA TURHAN (İzmir) - Düşünüyor, kendi kendine düşünüyor ya.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Düşünmediği veya yüksek sesle düşündüğü günleri de biliyoruz Başkanın.
MEHMET GÜNAL (Antalya) - İbrahim bir dur ya, alt komisyon değil bu.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Dün alt komisyonu da zaten Başkana yönelik kurduk.
İBRAHİM MUSTAFA TURHAN (İzmir) - Merak etmeyin, Başkanlık Divanı sağlam, bir şey olmaz. Yel kayadan bir şey almaz.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Muhakkak yel kayadan bir şey almaz da tarih bunun örnek...
MEHMET GÜNAL (Antalya) - Sel götürür ama.
HAMZA DAĞ (İzmir) - Sel olabilseniz.
BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Arkadaşlar, bu kadar ağır bir şey bizim başımıza gelse biz sizin neler yapacağınızı çünkü tahmin ediyoruz. Ben çok naif konuşmaya çalışıyorum. Düşünün ki ben mesleğimden olmuşum bu şey yüzünden. İşte Hazine Müsteşarlığının yetkilileri de.. Ben bu raporu yazdığımda üzerimden görevlerimi aldılar. Ben neler yaşadığımı biliyorum, ben daha önce de yolsuzlukla mücadele ettim, ilk kez bu Hükûmet döneminde mücadele etmiyorum. Bu kadar böyle içimdeki şeyi anlatamam size. Ben o Soma madeninin başında bir hafta kaldım ve zatürre oldum. O bir hafta boyunca o madenden çıkan duman benim yüzüme geldi. O maden işçisinin ne olduğunu bilirim ben, nasıl öldüklerimi biliyorum. Şimdi biz burada konuşuyoruz, alanda ne anlama geldiğini bilmiyoruz. Bugün Türkiye Kömür İşletmelerinin Genel Müdürü geldi şu koltuğa oturdu. O Türkiye Kömür İşletmeleri Genel Müdürünün maden işçilerinin kalanlarının hakkını temlik yolsuzluğuyla nasıl o katil şirkete verdiğini size anlattım, hiçbir şey demediniz siz. Ben bunu artık siz bir şey diyesiniz diye demiyorum, ben bunu kayıtlara geçsin diye söylüyorum ve size samimiyetle söylüyorum. Bu ihtimaldir, ne olacağını bilmem bu ülkede ama emin olun çok yüksek bir ihtimalle bunların hesabı sorulacak. Bunu anlatmaya çalışıyorum.
Şimdi, torba yasalar getiriyorsunuz, 80 milyonluk ülkenin biz milletvekilleriyiz, dün alt komisyonda gördük, en önemsiz maddenin bile nerelerde, ne kadar önemli şeyler doğurduğunu, ne kadar önemli sonuçlara vardığını. Bu yasadaki en kilit madde bu üçüncü havalimanı, mega projeler denilen ve ülkemizin geleceğini karartacak... Şimdi siz diyorsunuz ya "Mega projeler yapacağız." Samimiyetle uyarıyorum, on beş-yirmi sene sonra o projelerin garantilerinden paralar ödenmeye başladığında ne demek istediğimi anlayacaksınız. Tıpkı daha önce bu Halk Bankası meselesinde anlatmaya çalıştım, bu Reza Zarraf'ın da bir-bir buçuk yıl sonra ülkemize maliyeti ortaya çıkacak. Bütün bu maliyetler birleştiğinde artık bu küçük yardımlarla ikna etmek mümkün olmayabilir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.