KOMİSYON KONUŞMASI

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli konuklar; bu yasa maddesiyle Türkiye'deki kömür sektörüyle ilgili önemli bir düzenleme yapılacak. Onun için ilk sözü aldım ki kömür sektörü hakkında bütün hazırunu bir bilgilendireyim.

Değerli arkadaşlar, kömür madenlerimiz ilk kez yabancıların eline Osmanlı'nın son döneminde geçiyor. Ondan sonra Kurtuluş Savaşı sonrası büyük bir millileştirme yapılıyor. Daha sonra tekrar serbest liberal politikalar uygulamaları zamanında kömür madenleri tekrar özelleşiyor. 1979 yılında da yine geniş bir millileştirilme yapılıyor, hatta o dönem yapılan millileştirmelerde darbeciler her türlü şeyde siyasileri suçlamalarına rağmen o millileştirmelerde -çok geniş bir millileştirmedir- bir tek yolsuzluk iddiası bile dönemin siyasilerine ve bu millileştirmeyi yapan Cumhuriyet Halk Partisine söylenemiyor ve 1979 yılında madenler millileştiriliyor, ağırlıklı olarak. Daha sonra 2000'li yıllara geldiğimizde bir özelleştirme furyası başlıyor ve o zaman kamuya ait madenlerin birçoğu verimsiz diye raporlar düzenlenmeye başlıyor. Bolu'da, Oltu'da, Çorum'da, bir sürü yerdeki kömür madenleri verimsizdir, yakıt enerjileri düşüktür, külü yüksektir, nemi yüksektir gibi raporlar tutuluyor ve bu madenlerimiz kapatılıyor. Daha sonra kapatılan bu madenlerle birlikte madenlerimiz yavaş yavaş özel sektöre devredilmeye başlanıyor. Bu devir yapıldığı sırada da redevans denilen, aslında bir tür kiralama sözleşmesine benzer bir terim ortaya çıkıyor.

Yalnız, özelleştirmeler yani devirler yapılırken de onlarca yolsuzluk iddiası ortaya çıkıyor. Bunların çoğu da Sayıştay raporlarında ve kamuda çalıştığım sırada benim yaptığım incelemelerde belgeli usulsüzlükler. Mesela, Şırnak'ta bir kömür madenimiz var, asfaltit madeni, Cizre'de. Bu maden öncelikle Şırnak Valiliğine devrediliyor, Şırnak İl Özel İdaresine. Şırnak İl Özel İdaresi bir şirket kuruyor Dicle Madencilik diye, buna devrediyor. Dicle Madencilik de bir sözleşmeyle bir özel şirkete -adını vermeyeyim, artık çok gereği yok bu işlerin ama- bunu devrediyor ve bir madene bir özel şirket ihalesiz olarak sahip oluyor. Hatta o kadar ihalesiz sahip oluyor ki daha sonra orada bir termik santral kurulma planları ortaya çıkınca bir şirkete bu ihalesiz olarak devraldığı madenin bir kısmını 50 milyon dolara satmaya anlaşıyor, sonradan diğer şirket vazgeçtiği için de bu satış ortadan kalkıyor.

Başka bir maden, Çorum'da ihaleye çıkıyor. İki tane maden var: Bir üstü açılmış maden yani girdiğinizde çok düşük maliyetlerle kömür üretimi yapabileceğiniz, bir de üstü kapalı maden. Bu ihaleye çıkılırken deniyor ki: "Biz bu üstü kapalı madeni millî ekonomiye kazandıracağız. Onun için biz kapalı yeri ihale ediyoruz." Şimdi, kapalı yer ihale olunca da oraya teklif veren şirket, daha çok maliyeti olacağı için de devlete vereceği payı düşük tutuyor. Ama o sırada şirketler soruyor, diyor ki: "Bakın bu kapalı alana ihaleye çıkıyorsunuz, açık yeri de verecek misiniz?" Önce Türkiye Kömür İşletmeleri şiddetle reddediyor "Bunlar ihalede yoktur." diye ve ihale sırasında da katılımcılara ihalede olmadığı söyleniyor. Ama bir yıl sonra, bir buçuk yıl sonra bu maden açık madenle birlikte ilgiliye veriliyor ve fahiş kârlar elde ediliyor. Diğer madenlerin devrinde de Elbistan'da, Soma'da redevans sözleşmelerinde benzer sorunlar var. Bu madenlerimiz, halka ait bu madenler, özel sektöre, özel şirketlere transfer ediliyor. Daha sonra, bu madenlerden, devlete ait olan bu madenlerin ürettiği kömürler satın alınmaya başlanıyor değerli arkadaşlar. Devlet önce kendi kömür madenini karşı tarafa veriyor, sonra da bu madenlerden kömür satın almaya başlıyor. Burada iki tane işlem var değil mi? Birincisi, kiralama işlemi ve devir işlemi, muhakkak rekabetçi bir ihale olması lazım; ikincisi de kömür satın alma işlemi. Bunun da ihalesi olması lazım. 4734 sayılı Kanun'a göre kamu kurumları -KİT'ler dâhil- alacağı tüm malzemeyi, malı, ilk maddeyi, hizmeti ihaleyle almak zorunda. Ama böyle bir işlem yapılmıyor. Daha doğrusu şöyle yapılıyor, bir pazarlık usulü ihale açılıyor mesela. O pazarlık usulü ihalede onlarca usulsüzlük var.

Ondan sonra, mesela Kamu İhale Kurumuna haber bile verilmiyor, Kamu İhale Kurumuna şu soruluyor, bir redevans sözleşmesi diye bir şey bulunuyor. Redevans sözleşmesi de şu demek oluyor, diyor ki: "Ben sana kömürümü vereyim ama senden kömür alırım, rüçhan hakkım var." Kömür madenini veriyor, sonra da "Benim rüçhan hakkım var." derken kömür alıyor ama her ikisinde de ihale yok. Ve bu alım işlerinde fahiş fiyatların uygulandığı, çok yüksek fiyatların uygulandığı, hatta o demin anlattığım, hukuksuz olan pazarlık usulü ihalede bile çok daha düşük fiyatların çıktığı Sayıştay raporlarıyla ortaya konuluyor. Yani devlet, kendi madenlerinden fahiş fiyatlarla kömür almak durumunda bırakılıyor. Bu Kamu İhale Kanunu'na aykırı, usule aykırı, her türlü işe aykırı.

Benim bu konuda, devlette çalışırken mesleğimden de soğumama, mesleğimden olmama, görevlerimin alınmasına sebep olan soruşturma bu soruşturmadır, ben yaptım bu soruşturmayı. Ben bir rapor hazırladım. Raporu önce Hazine Müsteşarlığına götürdüm verdim. O dönem bakan Mehmet Şimşek'ti. Mehmet Şimşek dedi ki: "Böyle bir olay olmaz. Bana bir bilgi notu hazırlayın, ben bunu Başbakana götüreyim." Hatta dedi ki: "Okumaz, bir sayfa en fazla bir buçuk sayfa." Ben de bir buçuk sayfalık bilgi notu verdim, o zaman götürüldü. Başbakan da Antalya'daydı o not verildi. "Böyle yolsuzluk olmaz." falan filan deniliyordu. Ben bilmiyordum tabii Hazine ile Enerji Bakanlığı arasındaki ilişkilerin de ne olduğunu. Raporu götürdüm. Önce raporum kabul edilmedi. Raporumun üzerine ısrarcı oldum, dedim ki: Bakın, burada ciddi bir kamu kaynağı kaybediliyor. Çok yüksek fiyatlar bu kömür şirketlerine ödeniyor. Ha, alınan kömür ne yapılıyordu? Bir kısmı fakir ailelere dağıtılıyordu, bir kısmı teshin amaçlı, bir kısmı da termik santrallere veriliyordu; milyarlarca dolarlık bir işten bahsediyorum.

Sonra, raporu yazdıktan sonra Hazine Müsteşarlığının görevi olmasına rağmen bunu savcılığa iletmediler, hatta yönetmelik değiştirdiler. Mecbur, savcılığa götürüp ben teslim ettim suç duyurusu raporunu, burada ihaleye fesat karıştırma vardır diye, hatta dönemin Bakanı hakkında da Meclise gönderilmesini istemiştim bir bürokrat olarak. Ne yazık ki ondan sonra üzerimdeki görevler alınmaya başladı Hazine Müsteşarlığında. Yaşadıklarımı anlatmıyorum, o benim bileceğim bir şey. Normalde böyle bir rapordan sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında hemen bir dava açılması gerekiyor. Bu rapor yaklaşık dört yıl bekledi arkadaşlar. Niye? O zaman Sincan Ağır Ceza Mahkemesinde Osman Kaçmaz vardı ve ona giderse dava açılacaktı. Bu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında bekletildi ve bu sırada 4734 sayılı Kanun'a bir istisna maddesi konuldu. İstisna maddesi şu demek: Eğer bir alım satım işlemi istisnaya girerse Kamu İhale Kanunu'ndan kurtuluyor. Kamu İhale Kanunu'ndan kurtulunca da o ihale yolsuzlukları hukuken kısmen ortadan kalkmış oluyor ve 4734 sayılı Kanun'un "r" maddesinde "Fakir ailelere dağıtım amacıyla alınan kömürler Kamu İhale Kanunu kapsamı dışındadır." denildi ve ilk bu yasayla işin önü açıldı. Dört sene sonra da anlaşılmaz bir bilirkişi raporu... Elbette ki o bilirkişi raporuyla bu halk hesaplaşacak, elbet hesaplaşacak yani bu işlemleri yapanlarla. O bilirkişi raporunda öyle bir anlatılmış ki değerli arkadaşlar, hani elinizde bembeyaz bir yoğurt var ya, o yoğurdun siyah olduğunu nasıl anlatmışlar, görseniz yüreğiniz sızlar ve o bilirkişi raporuna istinaden savcılık takipsizlik kararı verdi. Demin anlattığım bütün işlemler belgeli. Ve ben itiraz ettim kişisel olarak, milletvekili oldum. Ağır cezaya gitti, ağır ceza da benim itirazıma bakmadı bile ve bu kömür yolsuzluğu kısmen bu şekilde kapatılmış sanıldı ama rapor üzerinde kapatıldı, işlemler devam etti. İşlemlerin sonucunda, değerli arkadaşlar, öyle bir hâle geldi ki bu "redevans" dediğimiz sözleşmeler ucu açık sözleşmeler. Ne kadar üretirsen üret devlet o kadar alacak şekilde. Sorarlarsa da "Madenlerimizin performansını artırıyoruz." diyorlar. Sayın Genel Müdürle kişisel hiçbir şeyim yok, ben soruşturma yaptığım sırada kendisi de Genel Müdür Yardımcısıydı, kişiselleştirmem ben meseleyi ama bu kömür işinde öyle bir şey vardır ki eğer konuya çok vâkıf değilseniz alır götürür o öyküler sizi; grizu nasıl patlamış diye anlatılır, başka şeyler anlatılır ama meseleye hâkim değilseniz sizi alır götürür, tıpkı Parlamentoda milletvekillerine olacak şeyler gibi.

Değerli arkadaşlar, bu redevans sözleşmelerinde devletin alacağı malın fiyatının belli olması, bütçede ödenek, bir sürü hukuk işi kural; bunların hepsi de belirli gerekliliklerden çıkmıştır. Hiçbir hukuki kural tanınmadan bu sözleşmelere... Bu fiilen hayatta ne yaptı biliyor musunuz? Mesela Soma'da 1 milyon ton üretim vardı ya, işte, sattıkça da fahiş paralar kazanılıyordu ya -hani o kömür şirketleri, demin anlattım, kısaca anlattım, hukuki sistem dolayısıyla- işte, o dediğimiz hadi hadi düzeni, dayı başı düzeni var ya, altında bu sözleşmeler var değerli arkadaşlar. Çünkü sattıkça fazla para kazanıyor ve de o işçisini kamçılıyor satabilmek amacıyla.

Mesela Elbistan'da ne oldu biliyor musunuz? Elbistan'da bir kaza oldu, hatırlar mısınız? 11 işçiden 9'u hâlâ toprak altında. Elbistan'da maden ocağı var. Şu açık maden işletmesine göre şöyle kazılması gerekiyor. Bu teknik, çok yormayayım sizi ama böyle sıvı gidya denilen bir toprak var orada, onun gerekli susuzlaştırma şeyini yapmazsanız yani madenin o kazılacak yerinden suyu çekmezseniz, belirli bir açı vermezseniz yani şöyle yatayca kesmezseniz o madenin yıkılma riski var ama şöyle kestiğiniz zaman bayağı bir hafriyat çıkıyor size. İşletmeci şöyle kesmiş, doğrudan madenin göbeğine inmeye çalışmış ve sonuçta burada sismik hareketler başlıyor. Şöyle düşünün: Çok büyük bir alanda şurası titremeye başlıyor ve -o zaman rahmetli oldu o Genel Müdür- hemen işçiyi yukarı çeviriyor, raporlar çıkıyor. Diyor ki: "Sismik hareketler başladı, bu maden yıkılacak." O zaman da susuzlaştırma çalışmasının yapılmadığını öğreniyoruz çünkü maliyet artırıyor, bir sürü rapor var ve yıkılıyor. Elbistan'da 9 maden işçisi hâlâ toprak altında, cenazeleri bulunamadı, bir mezar taşı bile yok, Fatiha okunacak mezar taşı yok.

Benzer bir şey Soma'da oldu. Soma'da bu şekilde sabit fiyat verildiğinde bunun... Zaten bu redevans sözleşmesiyle hizmet alım sözleşmesi arasındaki şey de çok kurulamıyor. Redevans diye bir şey olmaz, eğer yapılacaksa hizmet alım sözleşmesi olur ama bu şekilde fahiş ödemeler olduğu için hizmet alımında da redevansta da, maden işçileri kırbaçlanarak çalıştırıldı. Hiçbir eğitimi olmayan köylüler madene sokuldu ve en sonunda ben o madenin başında bir hafta bekledim. 301 madenci öldü ve o 301 madenci öldükten sonra bir toplumsal infial başladı. Hepimizin vicdanı kanadı, hepimiz çok üzüldük ve işçilerin güvenliğinin artırılması için bir düzenleme yapılması için... Burada ben de vardım o sırada. O sırada bir baktım, yine, kömür madenleri sahipleri geldiler ve sadece redevanslı çalışan madenlere... Zaten diğer madenler eziliyor yani rekabet yok ortada. Bu "redevanslı madenciler" dediğiniz alacaklı bir kesim. Zaten fahiş paralar kazanılıyor çünkü maliyetin çok üzerinde ödemeler yapılıyor. Onun için zaten Soma'daki şirket Türkiye'nin en büyük şirketlerinden biri olup Maslak'ta gökdelenler dikti. Bu yüzden o Maslak'taki gökdelenlerin harcını Soma'daki maden işçilerinin kanıyla kardılar dedim ben. Bunlar buraya geldiler, oturdular ve Soma madencileri için çıkması gereken yasa bir anda işçiden döndü, işverene yönelik bir şey çıktı ve bunların fahiş kârlarının üzerine bu sefer devletin kesesinden paralar ödenmeye başlandı. Dün Enerji Bakanı söyledi, yaklaşık 700-800 milyon lira para ödenmiş. Niye para ödenmiş? Normalde kendilerinin katlanması gereken bir maliyet olmasına rağmen bu madenlere paralar ödenmiş.

Burada bir sürü alternatif var. Şimdi, bunu özel sektöre vermek üzere, diğerleriyle bu haksız rekabeti gidermek amacıyla bir düzenleme yapılıyor. Birincisi, şunu söyleyeyim arkadaşlar: Bu verdiğimiz paraların çoğu işçiye gitmiyor. Fiilen alanda sorun; "2 asgari ücret" diyorsunuz, bunların yemek ücretleri kesiliyor, servis ücretleri kesiliyor, serviste geçen zamanları kesiliyor. Örgütsüz işçi olunca zaten işsizlikle de tehdit edildiği için pazarlık yapma şansları yok bu adamların, ne deseler ona razı olmak zorundalar. Zaten herhangi bir şey dediğinizde Soma'daki işçiler gibi işten atılıyorlar. Onlarca, yüzlerce işçi işten atıldı. O dönem olduğunda, Zonguldak'ta bazı kömür madencileri var, işçisini işten atarak beni tehdit etmeye çalıştı, benim partimi, özellikle ben ve Özgür Özel üzerinden. Ben bir işçinin hakkı lehine kellemi ortaya koyacak bir adamım, ideolojik disiplinim bunu gerektiriyor. O işçiler çıktı yola, yürüdüm çünkü açtır işçi ama örgütlü bir işçi olsaydı böyle bir mevzu olmayacaktı. O zaman mesela maliyet araştırması yapılmadan doğrudan kanuna yetki verildi. Şimdi önümüze bir formül konulmuş; bunların maliyeti ne kadar, üretim maliyetleri nedir, kârlar ne kadar diye hiçbir araştırma yapılmadan doğrudan bir teşvik sağlanmış oldu. Dün Özgür Özel anlattı, bugün Soma'da işçiye giden hiçbir şey yok, can verdikleriyle kaldılar ve verdikleri can kömür patronlarına, kömür madencilerine rant olarak döndü. Oysa şunu düşünebilirdik: Madem biz 2 asgari ücret veriyoruz -bu madenlerin hepsi devlete ait madenler- kamu işletsin, madem beceremiyorlar işletmeyi. Daha önce olduğu gibi kamu işletsin bu madenleri, sendikalı, güvenceli işçilerle işletsinler bu madenleri. Çünkü maden işletmelerine baktığınızda beğenmediğiniz TTK'da, beğenmediğiniz TKİ'nin kurumsal geleneğinde hiç GELİ işçisi ölmüş müdür yani kamu işçisi? Ama özel sektöre bakın, yaprak dökülür gibi işçileri ölüyor çünkü teknolojiye yatırım yapmıyorlar, çünkü maliyet düşürmeyi sadece işçinin masraflarından kısmak olarak görüyorlar, sadece gaz maskesi almayarak masraflarını kısabileceklerini düşünüyorlar çünkü görünmeyen bir sürü maliyet olduğunu tahmin ediyorum ben. Bu maliyetlerin adını vermiyorum burada bir sürü şey var diye ama görünmeyen bir sürü maliyet olduğunu düşünüyorum.

Madem Türkiye'deki madencileri koruyacaksınız, ithal kömüre karşı... Çünkü bir şeyi söylediğinizde de "ithal kömür mafyası" diyorlar. İthal kömüre karşı tarife içi ve tarife dışı bir sürü engel var gümrük ticaret anlaşmalarını delmeden uygulayabileceğiniz. Bunu koyun yerli kömürün fiyatı artsın. Hem devlet para kazanmış olur hem de bu şekilde bir nakdi yardım yapmazsınız. Bakın, tekrarlıyorum öneriyi, diyorum ki: Şu an nakdi yardım yaparak piyasayı dengelemeye çalışıyorsunuz. Ben kapitalizmi hiç sevmem ama kapitalizmin en tehlikeli başlığıdır piyasaya dışarıdan elle müdahale etmek. Bana kalsa müdahale edilmeli, o ayrı bir şey ama böyle değil. Ama kapitalist ekonomi ahlakı içerisinden söylüyorum, en tehlikeli şey, nakit teşviklerle yardım etmeye çalışıyorsunuz. Bunu yapacağınıza ithal kömürdeki vergiyi biraz artırsanız, tarife dışı engelleri biraz daha artırsanız, dışarıdan gelen kömürün fiyatını biraz yükselttiğinizde iç piyasadaki fiyatlarını da korumuş olursunuz. Bu sayede hem bu nakdi teşvikleri vermezsiniz hem de gümrük vergilerinizden gelir almış olursunuz.

Ama size şunu söyleyeyim değerli arkadaşlar: Ne yazık ki -Türkiye'nin dürüst madencilerini ayırarak söylüyorum- Türkiye'de bir kömür mafyası vardır, bu kömür mafyası çok güçlüdür ve bu kömür mafyası şimdiye kadar Parlamentodan istediği her şeyi geçirdi. Ben de bütün gücümle bu kömür mafyasını -çünkü benim gözümde en değerli işçi maden işçisidir yerin derinliklerinde çalıştıkları için- bunu engellemek için mücadele etmeye devam edeceğim.

İlk bu bilgileri verdim, geneli üzerine tekrar konuşacağım söz alıp.

Saygılarımı sunuyorum.