| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Geçici Bütçe Kanunu Tasarısı (1/317) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 10 .12.2015 |
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ona da amin... Hepsine "amin" zaten sizde bu aralar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar; öncelikle bu geçici bütçenin memleketimize, halkımıza, yurdumuza hayırlı olmasını diliyorum.
Şimdi, bu bütçe konuşmasına ben demokrasi konuşmasıyla başlamak istiyorum ki demokrasiyi çok iyi anlamazsak bütçeyi anlamakta zorlanıyoruz, sonra da gereksiz tartışmalar, yazışmalar, atışmalar oluyor.
Demokrasinin üç tane temel kurumu var. Biri, yasama yani biz; üyesiyiz ya, milletvekiliyiz ya. Diğeri yürütme, masanın şu yanımda genelde erkek ağırlıklı duran kısmı ifade ediyor. Bir de yargı var; burada kısmen Sayıştay bir yerde oturuyor ama hani bir yargı organı var. Bu üçünün arasında da ayrılık olması gerekiyor yani çok iyi geçinebilirler ama birbirine karışmamaları lazım ki bir demokrasi olsun. Yani bizim ülkemizde olduğu gibi yürütme, hem yasamayı hem yargıyı ele geçirirse o da faşizm oluyor. O olmuyor, o kötü bir şey oluyor. Bir demokrasi için yasamanın, yürütmenin, yargının birbirinden ayrı olması lazım. Bu ne demek? Mesela, buradaki iktidar ve muhalefet milletvekillerinin birlikte bütçe üzerinden denetim yapması demek ama eğer yasama, yürütmenin tahakkümü altına girerse iktidar muhalifleri sürekli susuyor, konuşmuyorlar. Bunu sadece muhalefet kendi gücüyle yapmaya çalışıyor; bu da yürütmeye geniş imkânlar yaratıyor. Yürütme, çünkü yürütme şöyle bir şey yapıyor: Millet bize yetki veriyor, diyor ki: Seni seçtim milletvekili, hepinizi seçtim; sizin adınız yasama. Önce, kural koyun yani yasa çıkaralım, mesela bütçeyi çıkaralım, sonra da o yürütme o kurala göre yürütsün -Yani "yürütsün" derken, işlemleri yürütsün tabii, yanlış anlaşılmasın. Adı "yürütme" de bazen yanlış anlaşılıyor o anlamda söylüyorum- sonra gelsin ve size bir hesap versin. Buna da denetim fonksiyonu diyoruz.
Şimdi, bizim önce yasama fonksiyonuna bakıyoruz arkadaşlar. Ben geçen sene şunu gördüm: Bir şube müdürü -Ben bürokrasi kökenliyim- bir kanun yazar, daire başkanı görür, genel müdür yardımcısı beğenir, genel müdüre gösterirler, müsteşar ayaküstü imzalar Meclise gelir. O şube müdürünün yazdığını ilahi bir vahiy gibi ya burada harfini değiştiremez ne muhalefet ne iktidar. Bürokrasi bu kadar güçlüdür aslında, bir şube müdürü yasama organı hâline gelmiş olur; oysa böyle mi olmalı? Hayır. Millet bize yasa yapalım diye yetki verdi size değil ama fiilen siz kullanıyorsunuz. İşte bu, kötü bir şey. Bu demokrasi yani böyle hani gülümseyerek karşılıyoruz da bu ülke sizin de ülkeniz. Tabii, ben şeye söylüyorum Bakana söylüyorum arkadaşlar.
BAŞKAN - Tabii, bürokrat arkadaşlar cevap veremezler zaten.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Yo, yo Bakana söylüyorum.
BAŞKAN - Evet, Sayın Bakana yönelik olarak...
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Yürütmenin başına söylüyorum ben, Naci Bey'e söylüyorum. Naci Bey, arkadaşları tanıdığım için onlara bakıyorum, siz kendi üzerinize alın ha!
Şimdi şöyle: Bizim yasama fonksiyonumuz böyle kör edilmiş oluyor.
Bir de denetim fonksiyonumuz var bizim. Şimdi, denetim fonksiyonunu nasıl yapacağım milletvekili olarak? Bana Anayasa ve İç Tüzük belirli yetkiler vermiş. Mesela, diyor ki: "Soru önergesi soracaksın." Bu ne demek? Ben Sayın Bakan veya Sayın Bakan gibi bakanlara kendi görev alanlarıyla ilgili soru soracağım ve ben hep şunu gördüm: Ben bunlara zor soru sorduğumda hiç cevap vermiyorlar. Mesela ben bunlara diyorum ki: "Şu işlemde şöyle bir şey olmuş mudur? "AK PARTİ Hükûmeti olarak biz şöyle yamanız..." böyle beylik şeyler. Ya arkadaş, ben onu sormuyorum sana. Yani böyle şey... Tabii, onu da bir bürokrat yazıyor, bakan izin veriyor o bürokratın bizimle dalga geçmesine. Çünkü benim soru sorma hakkımın iyi olup olmadığı, bu hakkımın olup olmadığı sizin saklamak istediğiniz şeylerde ortaya çıkar. Bu böyle bir şeydir. Şimdiye kadar ben enerjide, ulaştırmada ne zaman zor soru sorduysam... Zor sorunun anlamı şudur: O cevapla Hükûmetin gizlemek istediği bir şey açığa çıkacağı için ben cevap alamıyorum. Keza Meclis araştırma önergelerinde öyle. Neyin araştırılmasını istediysek araştırmadılar. İşte, en acısı ne oldu? Soma dedik; ya araştırın. Başına baret bile taktı çocuk, çıktı... 302 madenci gitti. Belki bu araştırma önergelerinin, hepsini demiyorum, bir kısmı kabul edilseydi memlekete hizmeti olurdu. Bunlar da kör edildi ama en önemli bir şey var: Şimdi, bu bütçe hakkıyla ilgili bir şey.
Şimdi, bütçede bana diyor ya "Denetim yap." Ben nasıl yapacağım? Ben yasama üyesiyim. Bizler adına, dünyanın bütün yasama organları adına yürütmeyi denetlemesi için bağımsız bir kurum kuruyorlar. "Supreme Audit" diyorlar buna, süper "audit" tarafsız "audit" bağımsız denetim yani Sayıştay.
Bu Sayıştayın raporları geliyor mu? Gelmiyor. Niye? Çünkü "Duman oluruz gelirse." öyle dedi. "Gelirse duman oluruz." dedi. Niye duman oluyor? Çünkü Sayıştayın görmesini istemediği ve bizim de bilmemizi istemedikleri işlemler yaptılar çünkü insan böyle duman olur.
Burada iki yaklaşım var; sizi de şey yapayım. Diyor ki: "İş yapmamıza mevzuat engel." Ya arkadaş, yürütme ve yasama elinde, mevzuatı değiştir; hayır, öyle bir şey yok. Mevzuat kalacak, mevzuat sadece muhalif iş adamlarına, muhalif gazetecilere, muhalif düşünenlere, trafikte muhalif sürücülere, onlara uygulanacak, bu mevzuat onlara engel gösterilecek ama öbür tarafta tam bir anarşi "anarchy" iktidarsız, yani kuralın olmadığı, her şeyin yapılabileceği anlamına gelen bir düzen kurmak için mevzuat tutuluyor. Türkiye'deki hukuk ile mevzuat muhaliflere yönelik tutulmaktadır. Mesela, kamu ihale mevzuatı böyledir. Tarafsız bir iş adamı gitsin başvursun, ihale almaya çalışsın Kamu İhale Genel Tebliği'nin küsuruncu maddesi ona engel çıkar ama sevilen bir iş adamı gitse kanun bile uygulanmıyor. Böyle bir duruma geldik. Ha, bu, sonsuza kadar gitmeyecek. Üzülüyorum ki kendi yaptığınızın faturasını siz ödemeyeceksiniz, hep beraber ödeyeceğiz çünkü aynı ülkenin yurttaşlarıyız. Yani sizin bu yaptığınızın faturasını ödemeye başladık, daha ağırları da gelecek.
Şimdi, bu denetim meselesi, Sayıştay meselesinde kaldık. Sayıştay raporu gelmiyor. İşte, Sayıştay burada oturuyor. Ya, Sayıştay Başkan Vekilinin Hükûmetin yanında ne işi var? Allah aşkına, oraya oturur mu tarafsız, bağımsız olan? Oturma düzeni olarak bir tarafsızlık, bağımsızlık görüyor musunuz? Tarafsız ve de bağımsız... Çok özür dilerim, aynı zamanda bütçeniz olduğunu da biliyorum ama Sayıştay Başkan Vekili Hükûmetin yanına oturmaz, siz buraya oturursunuz. Bu, sizin görüntü anlamında tarafsız ve bağımsız olduğunuzu gösterir. Avrupa Birliğinden bir parlamenter geldiğinde sizin şuraya oturmanız bizim Hükûmet kalitemiz açısından o kadar önemli ki. Rica ediyorum, bundan sonraki Sayıştay başkanları en azından görüntü olarak buraya otursunlar. Çünkü siz onları denetliyorsunuz; aranızda tarafsız ve bağımsız bir ilişki olacak, onlar size hiç karışamayacak. Rapor Okuma Komitesiyle bütün raporlarınızı kuş ediyorlar ya, hani bir Sayıştay denetçisi -aslan gibi, namuslu adamlar var- gidiyor yazıyor böyle bir rapor, Sayıştaydan çıkıyor şöyle bir rapor "Her şey çok güzeldir." diye. Ha, bunu da söyleyeyim, aradan otuz yıl geçse bile bu devlet öyle bir şeydir ki bunlar unutulmaz ve onu kuş edenler de bulunur muhakkak. Bütün bürokratlara sesleniyorum. Onu kuş edenler muhakkak devlette bulunur. Mesela, ben hayatım boyunca kömür yolsuzluğunu unutmayacağım. İşte, ben bir devlet görevlisi olduğum dönemden başlayarak hiç unutmayacağım, aklıma mıh gibi yazdım. Ölürüm çocuğuma bırakırım, başka bir şeye bırakırım, siyasetçiye bırakırım. Hayatım boyunca unutmayacağım o yetimin hakkının nasıl yağmalandığını.
Devam ediyorum... Şimdi, Sayıştayın durumu -geldik arkadaşlar- yazık, günah. Sayıştay bunu söyleseydi başınız bu kadar belaya da girmezdi. Bakın, bir anda eski ortağınız, eski paraleliniz, sonra birden dik kesiştiniz, size neler etti. Eğer Sayıştayın önünü açsaydınız, Kamu İhale Kanunu'na bu kadar müdahale etmeseydiniz, bunlar olurken yapabilseydiniz başınıza bunlar gelmeyecekti. Şimdi, paranoyak bir hâl var ve bu paranoyak hâl devlet yönetimini de etkiliyor arkadaşlar. Yani herhangi bir bürokrat her an için, eğer laikse "Ergenekoncu", muhafazakârsa da "paralel" diye suçlanma riskiyle karşı karşıya. Ben bürokraside biliyorum binlerce mektup yağıyor "Bu paraleldir." diye. Ya, böyle devlet yönetilmez, o insanlara da yazık. Yani bir mektupla paralel ilan edilen bir sürü insan çıktı. Ekmekleriyle oynadılar. İşte, o yukarıda bir yere...
Bakın, ben şunu söylüyorum: Biz onu çekmiş adamlarız. Benim 2011 ve 2012 yılında Mecliste bütün AKP milletvekilleri üzerime atlıyordu: "Nerede o gömülmüş silahlara ne diyorsun? Darbeci..." diye. Dedim ki, arkadaşlar yapmayın. Bakın, burada kötü bir şey var, burada hukuksuzluk var. Ergenekon, Balyoz, Oda TV, KCK zamanıydı. Yapmayın dedim ya. Deliller sahte, bir orduyu almış içeri atmışsınız. Sanki bu memlekette işgal olmuş, işgal kuvvetleri benim ordumu yağmalıyordu. O Silivri Mahkemesinin hâlini görseydiniz. Önde generaller, rütbe sırasına göre binlerce adam, onların aileleri... Acı bir tablo vardı. Bugün aynı acı tablonun başka mağdurları var. Eskinin zulmedenleri şimdi sayenizde mağdur oluyor. Buna biraz vicdan...
Bakın, biz bunların acısını çektik. Ben onların gazını yedim. Silivri'de bana saldırdılar, üstelik jandarmalar saldırdı. Biz bunların acısını çekmiş insanlar olarak söylüyoruz. Şimdi, başka haksızlıklar var. Dikkat edin, vicdanınız sızlamasın. Hukuka göre gidin, devlet hiç kimseye emanet edilemez. Devlette paralel yapı kabul edilemez. Devlet bürokrasinin başkasına hesap vermesi, öyle bir raporlama mekanizması asla kabul edilemez ama hukuk içerisinde kalan, hukuk dışına çıktığınız zaman... Bugün Ergenekon'un acısı çekiliyor, orada insanlar öldü. Şimdi, çok böyle siz pozisyonel olarak Ergenekon'a bakıyorsunuz. "Bir kumpas." dediniz, geçtiniz. Orada insanlar ciddi acılar çekti. Altı yıl içeride kalmak ne demek ya? Altı yıl kalan, beş yıl kalan, bir sürü acı çekilen, bürokrasiden sonra askerî casusluk üzerine Hazinede, Dış Ticarette bir sürü iftira atılanlar oldu. Bugün de benzer süreçler işliyor.
Geldik arkadaşlar, bu bütçe ilişkisindeki denetim ilişkisine. Şimdi, bütçeyi sadece fiilen denetlemekle zorlanmıyoruz Sayın Bakan, siz Maliyecisiniz, iyi bilirsiniz. Bütçe bize öyle geliyor ki, Allah aşkına ya, şu bütçeyi bize göndermişler, geçici bütçe. 160 milyar liraya yakın, üç sayfa bir şey. Bir kere kanun dili açısından zayıf. İkincisi, gerekçeyi yazmışlar, maddenin aynısı, hiçbir açıklama yok. Ya, yazık, bizim yine grubumuz var, çok iyi hocalarımız var, bize açıklıyor. Ben bağımsız bir milletvekili olsam, şundan hiçbir şey anlaşılmaz ya. Büyük ihtimalle iktidar milletvekilleri de heyecanla okumuştur, bir şey anlaşılmıyor.
BAŞKAN - Gerekçesi çok açıklayıcı ama...
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ya Sayın Başkan, sen hangi dünyada yaşıyorsun? Ben anlamadım arkadaş. Ben Hazine Müsteşarlığında çalıştım.
MEHMET GÜNAL (Antalya) - Onun öyle bir ihtiyacı yok ki!
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ya, hayır, oradan şey yapıyor da... Ya ben anlamadıysam sen nasıl anlayacaksın? Benim hayatım orada geçmiş. Ben bunu hazırlayan yerden gelmişim, anlamadım diyorum. Adamlar da anlamamıştır büyük ihtimal.
Sayın Bakanım... Bakanım demiyorum, Sayın Bakan, bunu sizden...
MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) - Sorun yok, "Bakanım" da diyebilirsin.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Yok, ben muhalif milletvekiliyim. Bir de sevmem öyle otoriteli ilişkileri.
Sayın Bakan, Naci Bey...
HAMZA DAĞ (İzmir) - "Sayın Bakan" diyebilirsiniz. "Bakanım demiyorum." demenize gerek yok.
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Sizin de değerlendirme yapmanıza gerek yok.
HAMZA DAĞ (İzmir) - Saygısızlık yani... Sayın vekilim... Ama "vekilim" demiyorum "Sayın Vekil..."
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Tamam, dedin, ne oldu yani? İkimiz de...
HAMZA DAĞ (İzmir) - Çok yakışıksız... Çok yakışıksız...
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ya bir şey değil...
HAMZA DAĞ (İzmir) - Doğru, size yakışıyor.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sana da yakışıyor canım kardeşim be! Sana yakışıyor asıl ya. Çünkü bunu anlayabilecek kişinin... Ben kötülük için söylemedim. Herkesi kendin gibi biliyorsun, rica ederim.
HAMZA DAĞ (İzmir) - O cümleyi kullanınca hiç kötülük için olmuyor.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ben kötülük için kullanmadım. Ben bir ilkesel değer anlamında kullandım. Ben o kadar nezaketsiz değilim. Çıktığımda "Biz meslektaşız üstat." derim, o ayrı bir şey. Bu bir siyasal pozisyondur senin anlamakta zorlandığın.
HAMZA DAĞ (İzmir) - Ya muhalefettesiniz zaten siz...
BAŞKAN - Arkadaşlar, bu işi karşılıklı götürmeyelim. Lütfen Komisyona hitap edin.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Neyse, tamam, devam edeyim. Evet, bu tip bir şeyle vakit kaybetmemize gerek yok.
Değerli arkadaşlar...
BAŞKAN - Ama ısınıyorsunuz yani güzel, Komisyon ısınıyor.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ya, hiç nezaketsizlik etmedim, haksız bir kelime söylemedim.
BAŞKAN - Hayır, sıkıntı yok.
Buyurun.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Değer katmaya çalışıyorum. Bu arkadaş desin, bir şey demiyorum.
Şimdi, bakın, burada 2 tane bütçe yaklaşımı var: Bir, program bütçe, bir analitik bütçe. 5018 sayılı Kanun'la biz analitik bütçeye geçtik. Program bütçe ile analitik bütçe arasında kabaca fark neydi? Program bütçede biz programları, yatırımları detaylı olarak görebiliyorduk. Analitik bütçede rakamları görüyoruz istatistiğe yönelik bir şey. Şimdi, biraz sonra size cevap yazacaklar, ben onu şimdiden söyleyeyim: İşte "IMF istedi, Avrupa Birliği istedi." falan filan da bunları isterken "Böyle yapın." demedi, bu istatistiki anlamda değer kazansın diye. Şimdi, bürokrat bütçenin teknik detayını biliyor, milletvekili bilsin istemeyebilir. Size söylüyorum yani bürokrat dediğim başında olduğunuz için size söylüyorum Sayın Bakan. Siz istemeyebilirsiniz. Ama biz şunu söylüyoruz: Four digit hesap istiyoruz yani dört harfli, 4 tane alt payı bileşene inen. Şimdi, bize 3 tane gönderiyorlar bunu bürokratlar. Üç gönderince ben bunu göremiyorum ve ben bunu kendim istemiyorum, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun 15'inci maddesine göre istiyorum. Oraya mal gibi ek fıkrayı koymuşlar. Fonksiyonel birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü düzeyde alt fonksiyonlara ayrılır. Dördüncü düzey niye yok, onu arkadaşlar söylesinler.
Bir de mümkünse normal bütçe dördüncü düzeyde gelirse sizler de illerinizde olan işleri görürsünüz, çok daha rahat hesap sorarsınız, hatta yatırım koydurmak istediğinizde işinize yarar. Bütün milletvekilleri için söylüyorum, sadece bir yer için söylemiyorum.
Şimdi, geldik Sayın Bakanın konuşmasına. Ben, tabii, eğlenceli ve keyifli bir bakanla çalışacağımızı düşünüyorum çünkü konuşmasında gerçekten esprili. Şöyle espriler yapıyor, işte diyor ki: "Biz gelir dağılımını iyileştirdik ve yoksulluğu azalttık."
Ya Sayın Bakan, yani demin Lale Hanım söyledi, biz inanmıyoruz. Bakın, samimiyetle, ben muhalefet milletvekili olarak Devlet İstatistik Enstitüsü rakamlarına inanmıyorum ama ona rağmen, oradaki gini katsayısı var yani orada görüyorsunuz yani iyileştirdiyseniz orada görünür. O kadar manipülasyona orada bile görünmüyor. Yoksulluğu filan azaltmadınız.
Ben size şunu soruyorum: Bu ülkede servet dağılımıyla alakalı bir ölçüm var mı? Yani bu ülkedeki yüzde 1, benim şüphelendiğim gibi gelirin yüzde 90'ına sahip mi? Ben şunu söylüyorum, bunu şuradan görüyorum ben: Mesela, servetle alakalı birkaç tane şey var. İşte, banka mevduatı...