KOMİSYON KONUŞMASI

ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, bürokrasimizin değerli temsilcileri, basınımızın güzide elemanları; hepinizi sevgiyle, sayıyla selamlıyorum.

Bu yeni dönemin Komisyonumuz için de hayırlı olmasını temenni ediyorum. Sayın Bakana da yeni görevinde başarılar diliyorum.

Şimdi, tabii, bütçe geçici olmuş, kalıcı olmuş, bir bütçeyi konuşuyorsak önce Türkiye ekonomisine bir bakmamız gerekiyor.

Bugün on üç yıllık bir iktidarın getirdiği bir geçici bütçe kanun tasarısını görüşüyoruz. Dolayısıyla, hem de bizim de siyasette yeni olmamız, Komisyonda da yeni olmamız nedeniyle, biraz da bu nedenle, on üç yıl nasıl geçti, Türkiye'nin ekonomik sorunları nedir, ne değildir, on üç yıllık iktidardan sonra bugün nasıl bir Türkiye manzarası var, buna ilişkin düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Tabii, Sayın Bakanın konuşma metninde "Bir kısım şunları yaptık, bunları yaptık." deyip 2002'ye referansları da olunca zaten benim böyle bir konuşma yapmamı da haklı kılıyor. Sayın Bakan da çünkü onları icraat olarak ortaya koymuş bulunuyor.

Şimdi, bugün baktığımızda...

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) - Bürokrat mıydınız?

ERHAN USTA (Samsun) - Ben bürokrattım tabii, yani, şimdi, siyasi sorumluluğu olanları...

Şöyle düşünelim: "Bugün Türkiye'nin, Türkiye ekonomisinin temel problemleri nedir?" diye baktığımızda, bir defa çok aşırı ölçüde dışa bağımlı bir ekonomimiz var, yani, hem mal açısından dışa bağımlı hem de finansman açısından dışa bağımlı bir ekonomiyiz biz.

Enerjide dışa bağımlılığımız malum. Bunu bir şekilde de çözemedik, çözülmesi de çok kolay değil, tabii bu nihayetinde bir doğal kaynak, buradaki bağımlılığımız belli.

Bunun dışında, tabii, teknoloji üreten bir üretim yapımız olmadığı için bir sürü sermaye malında da dışa bağımlılığımız var. Biraz da uygulanan politikalarımızın tesiriyle geçmişte ürettiğimiz birçok ara malını da bugün üretemez durumdayız, burada da ara malı açısından da ciddi ölçüde bir dışa bağımlılığımız var. Mal açısından böyle.

Finansman açısından baktığımızda, özellikle son dönemde yurt içi tasarrufların aşırı ölçüde düşmesi nedeniyle finansman açısından da büyük ölçüde yurt dışına bağımlıyız. O nedenle dışarıda olup biten bizim ekonomimizi çok etkiliyor. O nedenle, örneğin 2009'un ilk çeyreğinde bizim ekonomimiz yüzde 15 küçüldü. Niye? Çünkü küresel krizin etkisiyle sermaye girişlerinde bir yavaşlama olduğunda bizim üretimimiz anında duruyor, anında buna refleks veriyor.

Şimdi, tabii, bir yıllık, iki yıllık iktidardan sonra "Ya, bu tüm meseleleri hemen mi çözeceğiz?" şeklinde bir argüman ileri sürülebilir ama, tabii, on üç yıllık bir iktidarı değerlendirirken biraz bu gözle bakmamız lazım. Çünkü bu süre hakikaten bir siyasi partinin programını uygulaması, projelerini hayata koyması açısından çok önemli bir süre ve Türkiye'de -tahmin ediyorum- hiçbir siyasi partiye de bugüne kadar nasip olmadı.

Şimdi, hem kamuda hem özelde biraz kamu maliyesi açısından da olaya bakarsak -özellikle kamu açısından baktığımızda- aslında aşırı bir tüketimin olduğunu görüyoruz. Yani, son on yıla baktığımızda, kamu tüketimi yaklaşık olarak 3 puan millî gelire oran olarak artmış. Özel sektör, özel tarafta da var çünkü "Tasarrufumuz düşük." diyorsak, zaten bunun anlamı tüketimin yüksek olmasıdır. Ekonomide bir israfın olduğunu görüyoruz. Şimdi, kaynağımız az dolayısıyla kaynak az olunca dış kaynak ihtiyacımız var. Tabii, dış kaynak kullanmakta da bir limit var. Yani, başkasının kaynağını kullanabilmek önemlidir, o ekonomiye güven olması önemlidir, bunu önemsiyorum. Ama millî gelirin yüzde 3'ü kadar, 5'i kadar kullanabilirsiniz ve bunları da verimli alana yatırıyorsanız eğer dış kaynağı kullanmak sürdürülebilir olur. Şimdi, hem dış kaynak kullanacaksınız... Hatta bazı yıllarda millî gelirin yüzde 10'una kadar, 2011 yılında yüzde 9,5'a da çıktı cari açık. Cari açık dediğimiz şey dış kaynak arkadaşlar, hepimiz biliyoruz. Yani, millî gelirin yüzde 9,5'u kadar dış kaynak kullanacaksınız, ondan sonra gidip sadece yüzde 20'lik bir yatırım yapacaksınız ekonomide. Yani, yüzde 20'lik yatırım -ülke genelinde toplam yatırım yüzde 20- yüzde 9,5'luk cari açık. Bunun anlamı şu: Yüzde 9,5'u dış kaynak. Yani, yüzde 20'lik yatırımın yarısını kabaca dışarıdan kaynakla finanse ediyorsun, sadece yarısını kendi kaynaklarınla finanse ediyorsun. Oysa bizde tasarruf oranı yüzde 13-14 civarında -yüzde 10'a kadar düştüğü şeyler oldu- ama bizim durumumuzdaki ülkeler, gelişmekte olan ülkeler ortalamasına baktığımızda yüzde 33 tasarruf var yani kabaca onlardan bir 20 puan tasarruflarda alttayız. Bu çok önemli bir şey.

Şimdi, büyümek istiyoruz, uzun vadeli hedeflerimiz var. Büyümek için yatırım yapmak gerekiyor. Yatırım da ancak bir kaynağınız varsa olur, tasarrufunuz varsa olur. Dış tasarrufla işte bir defa yüzde 9,5 cari açık verdik, ondan sonra Türkiye üç dört yıldır yüzde 3'ün altında veya ortalama yüzde 3 civarında büyümek zorunda kaldı. Zaten o gaz-fren tartışmasının temelinde de o var. Çünkü bir daha o nispette yüksek bir cari açık veremiyorsunuz, çünkü ekonominizin kırılganlığı artıyor. Bu sefer çok daha ciddi krizlerle karşı karşıya kalıyorsunuz.

Burada hemen yeri gelmişken -sabahleyin Sayın Temizel de ifade etti- o dönemde, tabii biz bürokratken de çok karşı çıktık: "Efendim, finanse edildiği sürece cari açıkta sorun yoktur." filan şeklinde bir laf başlı başına yanlıştır. Finanse edilmeyen hiçbir cari açık olmaz zaten yani mutlaka finansmanı varsa cari açık doğuyor, yoksa zaten küt diye, büyümeniz eksilere gidiyor, cari açığınız olmuyor. "Finanse edildiği sürece cari açık vermekte sorun yoktur." gibi bir söz -bu çok ifade edildi AK PARTİ hükûmetleri tarafından, onun için ifade ediyorum- yanlıştır, finanse edilmemiş hiçbir cari açık yoktur. Önemli olan, siz cari açığı, yurt dışından kullandığınız kaynağı içeride nerelere yatırıyorsunuz? Şuraya gelmek istiyorum: Türkiye'deki diğer bir temel sorun alanı da bu. Kaynak tahsisinde çarpıklık var. Biz hem az olan kendi kaynaklarımızı hem de yurt dışından kullandığımız kaynakları büyük ölçüde üretken olmayan alanlara yatırıyoruz. Gayrimenkul, inşaat, konut, rezidans, AVM, ne dersiniz... Tabii ki bir ekonominin ihtiyaç duyduğu konut yapılacaktır, bunun önünde zaten hiç kimse duramaz. Ama bunun ötesinde, bu alanları aşırı kârlı hâle getirerek -bakın, bunlarla ilgili çalışmalar var, yani bu sektörün aşırı kârlılığına ilişkin çalışmalar var- ülkenin kaynaklarının sanayiden bu alanlara doğru kaymasına devlet eliyle, Hükûmet eliyle aracılık etmek Türkiye'nin aslında son on yılda yaptığı en büyük hatalardan bir tanesi oldu. Biz bunu çok ifade etmeye çalıştık yani inşaat kaynaklı gayrimenkul... Tabii, bu başka sorunlara da neden oluyor. İmarla ilgili düzenlemeler özellikle yolsuzlukların, usulsüzlüklerin temel kaynağıdır ve bunu yoğun halk kitleleri filan paylaşmıyor. Yani, yönetimlere yakın olan çok sınırlı bir kesimin elde ettiği bir kaynak ve tabii burayı bu şekilde cazip hâle getirdiğiniz zaman Türkiye'nin en büyük elektronikçisi bile gidiyor AVM yapıyor. Yani şimdi o AVM yaparsa elektronik teknolojisini kim üretecek bu ülkede? İşte o yüzden, 2002 yılında ihracat içerisinde yüksek teknolojili ürünlerin payı yüzde 6,2'yken 2013 yılına geldiğimizde yüzde 3,8'e düşüyor. Çünkü hiç kimse artık sanayide yatırım yapmıyor, var olan yatırımlarını da sanayinin dışına kaydırıyor. Hatta zaman zaman da ülkedeki kamu yönetimindeki yanlışlıklar nedeniyle yurt dışına kaydırıyor içerideki yatırımcılar yatırımlarını. Şimdi, dolayısıyla bu kaynak tahsisindeki çarpıklığın ve üretken olmayan alanlara yönelik aşırı kaynak yığılmasının önlenmesi gerekiyor.

Az önce ifade ettik, özel sektör tasarrufları ve ülke genelindeki tasarruflar çok düşük olduğu için özel sektör yatırımları da yetersiz. Bu da Türkiye'nin diğer bir sorunu.

Şimdi, tabii, yatırım olmayan bir ekonomide de... İmalat sanayisi açısından konuşuyorum. Arkadaşlar, imalat sanayisi bir işin olmazsa olmazıdır. Bakın, bizde yüzde 14 civarında imalat sanayisinin millî gelir içerisinde payı var. Yani, bizim gibi emsal ülkelerde bu pay bizden en az 7-8 puan daha yüksek. Yani, üretmeyen bir ekonominin gelir yaratması ve cari açığını mal açısından da kapatması diye bir imkân yok. Tabii, düşük bir yatırım olduğu zaman -az önce ifade ettik- teknoloji seviyesi de düşük oluyor.

Diğer bir sorunumuz işletmelerdeki ölçek sorunu. Bunu hem sanayide aslında hem de tarım sektöründe görüyoruz. Ciddi ölçüde bir ölçek sorunu var. Düşük ölçekli yani küçük ölçekli firmalar ile -OECD'nin çalışmaları var buna yönelik- verimlilik arasında ciddi bir korelasyon var. Yani, ölçek ne kadar düşük olursa -tabii belli sektörlerdekini de kastetmiyorum yani bilişimle ilgili sektörlerde bu ayrı ama- diğer sektörlerde, küçük ölçekli firmalarda verimliliğin daha düşük olduğu yapılan uluslararası çalışmalarda da ortaya konulmuş durumda.

Diğer bir sorun alanımız enflasyon. 2000 yılından itibaren Türkiye tabii ciddi bir dezenflasyon programı uyguluyor. Başlangıçta örtülü, daha sonradan açık olarak enflasyon hedeflemesi rejimine de geçildi fakat -sabahleyin Sayın Günal da ifade etti- biz bu enflasyonda hedeflerimizi bir türlü tutturamadık. Yani, uzun süredir hep yüzde 5 hedefimiz var ama bunun da en az 3 puan üzerinde bir enflasyonla karşılaşıyoruz. Hadi hep 8 olsa problem değil veya hep 7 olsa problem değil. Şimdi, tabii ciddi de bir istikrarsızlık var, çok oynaklık var enflasyonda. Bu da aslında kurla çok ilişkili bir husus. Merkez Bankasının çalışmaları da bunu ortaya koyuyor. Bir ara işler iyi gittiği zaman Merkez Bankasının "Kurun enflasyona geçişkenliği azaldı." şeklinde ifadeleri oldu ama son dönemde tabii, yeniden kurdaki artışların enflasyona yansımasından dolayı bu geçişliliğin güçlü olduğuna yönelik ifadeler var tekrar. Enflasyon ve fiyat istikrarsızlığı Türkiye'nin diğer önemli bir sorunu.

Kayıt dışılık yüksek. Maalesef, Türkiye'nin, yani kamunun yaptığı bir çalışma yok bakın kayıt dışılıkla ilgili. Maliye Bakanı bile -şimdiki Maliye Bakanımız değil, şimdiki Maliye Bakanımızın kullanıp kullanmayacağını göreceğiz ama- bundan önceki Maliye Bakanımız bile Schneider diye bir yabancı uzmanın, akademisyenin jenerik olarak yapılmış, bütün OECD ülkelerine yönelik olarak yapılmış bir çalışmasını "Türkiye'de kayıt dışılık şudur, budur." şeklinde kullanıyor. Yani, bu, bu ülkenin bir ayıbı, kamu bürokrasisinin de bir ayıbı. Maalesef, ne Maliye Bakanlığı ne Kalkınma Bakanlığı ne de diğer kuruluşlar -ciddi bir kayıt dışılık- Türkiye'de kayıt dışılığın ne olduğuna ilişkin bir çalışma yapamadı. Bunlar Dokuzuncu Kalkınma Planı'na da konuldu, Onuncu Kalkınma Planı'nda zannediyorum buna ilişkin de bir tedbir var. Tabii, kayıt dışılığın yüksek olduğu ayrı bir şey, bir de böyle bir çalışmanın olmaması da bizim ayrı bir ayıbımız. Ama kayıt dışılıkla ilgili... Tabii, kayıt dışılık her şeyi tahrip ediyor ekonomide. Yani, kamu yönetimini de tahrip ediyor, ekonomik yönetimi de tahrip ediyor, ciddi bir tahribat oluşturuyor. Kayıt dışılığı bir an evvel azaltmamız gerekiyor.

Diğer bir sorun alanımız bizim, kamu maliyesinde kalite sorunu. Hem kamu gelirlerinde hem de kamu harcamalarında ciddi bir aslında kalite sorunu var. Türkiye aslında şunu 2000'li yılların başından itibaren çok önemli bir şekilde başardı: Çok ciddi kamu açıklarımızı çok makul seviyelere getirdik. Ancak bunu yaparken büyük ölçüde ilk zamanlarda kaliteyi bir kenara itmemiz çok da normal olabilirdi belki, çünkü açığın yüksek olması önemliydi ancak 2000, özellikle 2005'te mesela, neredeyse toplam kamu açısından baktığımızda kamunun hiçbir açığı olmadı yani toplam kamu fazlasına dahi geçildi. Fakat sonradan genişleyici maliye politikalarıyla tekrar yüzde 2-3 bandında toplam kamuda bir açığımız var, bu da makul olabilir ama 2005-2006'dan sonra veya 2007'den sonra yapmamız gereken şey, bu kamu maliyesinin hem gelir tarafının hem de harcama tarafının kalitesine odaklanmamız gerekiyordu, Türkiye bunu maalesef başaramadı. Bu şu açıdan önemli arkadaşlar: Şimdi, yani birtakım makro hedefleriniz var, diyorsunuz ki: "Cari açığı düşüreceğim. Büyümeyi artıracağım." veya sosyal yardımlarla ilgili hedefleriniz var, başka şeyleriniz var. Şimdi, kamu maliyeniz sizin bu hedeflerinize yardım eder mahiyette olmadığı zaman, hedeflerinizle o hedefleri gerçekleştireceğiniz en önemli aracınız olan bütçe arasında ciddi bir kopukluk oluyor. Yani, o yüzden biz cari açık problemini aşamadık. Yani, on yıldır yazıyoruz, işte ben de bürokrat olarak bunları hep yazdım. On yıldır "Cari açığı düşüreceğiz." diyorsunuz, cari açığı düşürmeyi Türkiye başaramadı. Yani, şu anda yüzde 5 cari açık olması, düşük gibi görünmesi bir şey değil, yüzde 2,5-3'lük bir büyümeyle yüzde 5 cari açık hâlâ yüksek bir cari açıktır. Yani, biz o uzun vadeli hedefler açısından olması gereken yüzde 7'lik büyümeleri yakaladığımızda bu cari açık tekrar yüzde 8-10'lara gidecektir. Yani, büyümeyi düşürerek elde edilen bir başarıyı başarı olarak kabul etmemek lazım, buna hiç kimsenin onay vermemesi lazım. Dolayısıyla, kamu maliyesinin hem gelirlerine hem de harcamalarına ciddi ölçüde kalite anlamında bakılması lazım; bu da Türkiye'nin önemli bir sorunu.

Tabii, daha temel sorunlarımız da var; iş gücünün niteliksizliği, eğitimle ilgili sorunlarımız var. Ama, dedik ya başlangıçta on üç yıllık bir iktidardı, şimdi, iki yıllık bir iktidar olsa iş gücü niteliğiyle ilgili bir eleştiriyi burada çok fazla söylemek uygun olmayabilir, iki yılda ne yapacaksınız o kadar stoku? Ama, on üç yıldan sonra artık bu eleştiri haklı bir eleştiri oluyor, burayla ilgili yapılması gereken çok önemli hususlar var.

İş gücü piyasamız etkin çalışmıyor ve tabii, en önemli sıkıntılardan bir tanesi de hem kamuda hem de özel sektörde kurumsal kapasite yetersiz; bu yetersizliğin aşılması lazım. Özellikle kamuda, bakın, rekabet endeksinde Türkiye 2014'te beş basamak birden düştü ve en önemli faktör kamu kurumlarının etkinsizliğiyle ilgili faktördü. Yani, bu düzenleyici, denetleyici kuruluşlar, işte yarı otoriteler, onlar dâhil, Türkiye'de kamu kuruluşları hızla yıprandı, güven azaldı ve bu güven azalması da Türkiye'nin küresel rekabet endeksine hemen etki etti; buraları düzeltmemiz lazım. Sabahleyin de ifade edildi, bu kanun hükmünde kararnameler de bu kamu tarafında kurumsal kapasitenin bozulmasına çok ciddi katkı yaptı. Zannediyorum Hükûmet bu yanlışın farkında, o yüzden "Kamu yönetimini de ıslah edeceğiz, iyileştireceğiz." diyor. Bu da yeni bir usul tabii, bir bozuyorsun, bir şeyler yapmak da tekrar reform oluyor.

Şimdi, tabii, bu sorunların ortaya çıkardığı temel sonuçlar ne? Kırılgan bir ekonomiye sahip oluyoruz. Yani, bir yerde birisi öksürse ondan sonra Türkiye ekonomisinin hemen ateşi yükseliyor, hemen kurda, hemen faizde bu etkileri çok hızlı bir şekilde görüyoruz. Ben burayı uzatmak istemiyorum ama belki buna itiraz olursa daha sonrasında bu kırılganlığa ilişkin bir kısım çok çarpıcı göstergeler var, bunları da ifade edebiliriz.

Diğer bir sonuç nedir? Düşük ve istikrarsız büyüme. İşte bir yıl yüzde 9 büyüyorsunuz, öbür yıl yüzde 2 büyüyorsunuz, bir yıl yüzde 5 büyüyorsunuz. Yani, yüzde 9 büyüme, yüzde 2 büyüme; ortalamasını 5,5 kabul edelim, 2 tane 5,5 etmiyor. Yani, bir yüzde 9, bir yüzde 2 ekonomide ciddi sıkıntı çıkartan bir büyüme tarzıdır. Dolayısıyla, bu temel problemlerden dolayı Türkiye ekonomisinin böyle istikrarsız bir büyüme seyri var.

Tabii, bütün bunlardan sonra ortaya çıkan bir sonuç da yüksek işsizlik. Birazdan ifade edeceğim ama yeri gelmişken şimdi de söyleyebilirim. Yani, bizim planlarda neredeyse yüzde 4,4'e kadar olan işsizlik hedeflerimiz varken bugün en son 2015 için Orta Vadeli Program'daki işsizlik tahmini yüzde 10,5. Türkiye'de toplam işsizlik yani ortalama işsizlik hâlâ yüzde 10'un üzerinde, zaten gençlerdeki işsizlik oranının çok daha yüksek olduğunu, yüzde 18-19'da olduğunu hepimiz biliyoruz.

Tabii, bu temel problem alanlarının ortaya çıkardığı diğer bir sonuç da hem gelir düşük, düşük gelir daha da düşüyor. Yani, Türkiye'nin 2008 yılında yakaladığı 10.400 dolar kişi başı geliri -yaklaşık on yıldır, 2008-2018; 2018'de de yine en son Orta Vadeli Program'da 9.980 dolar kişi başı gelir hedefi olduğunu düşündüğümüzde- 2008 yılında yakalanan gelir nominal dolar olarak bakın, 2018'de hâlâ yakalanamıyor. Türkiye'nin kayıp bir on yılı var burada. Yani, 2 bin, 3 bin dolarlardan bir defa bunu belli şeylerle, o geçişle, tarımdan özellikle tarım tarafından sanayiye geçişle bir yükseltme imkânını Türkiye yakaladı. Bu değerlidir ancak ondan sonra daha olması gereken, bunun tekrar sürdürülmesiydi fakat onu sürdüremedik. Burada bir on yılın kaybını görmemiz lazım. Hele hele bunu, bir de dolarda da enflasyon olduğunu düşünürsek reele getirdiğimizde bugün yani 2018 için yaklaşık kabaca 10 bin dolar dediğimiz şey on yılda yüzde 2 enflasyondan yüzde 20 deseniz 8 bin dolardır. Yani 2008'de yakaladığımız 10.400 doları -kaba söylüyorum bunu, esas rakamları arkadaşlar yapabilir- 2008 dolar fiyatlarıyla 10.400 doları 2018'de biz reel olarak 8 bin dolar olarak hedeflemek durumundayız. Onun da daha tutup tutmayacağı meçhul.

Yüksek cari açık, az önce ifade ettik, temel sorun alanlarının ortaya çıkardığı bir sonuç.

Düşük verimlilik, bakın, Türkiye verimlilik konusunda ciddi sıkıntı içerisinde olan bir ekonomi. Kalkınma Bakanlığı bunun hesaplarını yapıyor, hem iş gücü verimliliği açısından yapılıyor hem de toplam faktör verimliliği açısından yapılıyor. Yani, son on yılda... 2007'ye kadar yine toplam faktör verimliliğinin büyümeyle katkısı iyi ama 2007 sonrasında bazı yıllarda ciddi negatifler var ama toplamda baktığınızda toplam faktör verimliliğinden büyümeye bir katkı gelmiyor. Hele hele bizim gibi yatırım ihtiyacı olan, daha doğrusu tasarruf ihtiyacı olan ve yüksek yatırım yapma... Yani, millî gelirin yüzde 28'i, 30'u kadar bizim yatırıma ihtiyacımız var, biz bu yatırımları yapamıyoruz. Böyle bir ekonomide toplam faktör verimliliği üzerinden büyümeye katkı çok daha önem arz ediyor.

Borç, diğer bir sorun alanımız, hem özel sektör açısından... Özel sektörün ciddi açık pozisyonu var ve özel sektörün dış borçları olağanüstü yükseldi. İşte son çeyrek itibarıyla, 2015-Q2 itibarıyla 405 milyar dolar dış borcumuz var. Bu çok yüksek bir dış borçtur, özellikle özel kesimin dış borcu çok yüksek. Hane halkının borçluluk oranı da hızlı arttı. Geldiği seviye olarak çok yüksek olduğu belki söylenemez ama artış trendinin çok hızlı olduğu aşikârdır, bu da zaten tasarruflardaki düşüşü açıklayan diğer bir husus.

Şimdi, bu sorun alanları ve ortaya çıkardığı sonuçlardan sonra haklı olarak Hükûmet de diyor ki: "Reform yapacağız." Hatırlarsanız 7 Haziran seçimleri öncesinde muhalefet partileri genelde Türkiye'nin reform ihtiyacına çok ciddi vurgu yaparken Hükûmet kanadından öyle çok ciddi bir reforma yönelik hususları çok fazla duyamadık işin doğrusu. 1 Kasım seçimlerinde yine Hükûmet partisi de; Adalet ve Kalkınma Partisi de reform vurgusu yaptı. Fakat, tabii, şimdi, on üç yıl iktidarda olan bir Hükûmetin hakikaten reform yapıp yapmayacağı konusunda, verdiği bu sözlerin ne kadar geçerli olup olmadığı hususunda bir fikir yürütmemiz için aslında baktığımızda elimizde yeteri kadar bilgi, belge var. Yani, şu anda ekonomiyle ilgili konuştuğumuz için söylüyorum, diğer alanları bir kenara bırakıyorum. Aslında Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde ekonomi alanında 5018 sayılı Kanun önemlidir, ciddi bir reformdur. 2003 yılının zannediyorum aralık ayında çıkmıştı ama tabii çalışmaları çok eskiden başladı, 2000 yılında, hatta 98 yılında başlayan çalışmalardı ama bu Hükûmete nasip olmuştur. Onun dışında, bilmiyorum, Sayın Bakanın bize söyleyebileceği ekonomi alanında yapılan ne tür bir reform var? Şimdi "Birinci nesil reformlar yaptık, ikinci nesiller yapacağız." deyince -ekonomiyle ilişkili kısımlar için söylüyorum- bunları hakikaten ben duymak istiyorum. Yani, biz iş gücü piyasasıyla ilgili bir reform yaptık mı, biz cari açığı düşürmek için üretimle ilgili, üretim desenimizle ilgili, reel kesimle ilgili ne tür reformlar yaptık, ben bunları duymak istiyorum. Yani, yaptığımız küçük meselelerin reform olduğunu söylemek çok fazla mümkün değil. Özellikle 2007, 2008'e kadar 57'nci Hükûmet döneminde yapılan reformlar Türkiye'yi belli bir noktaya getirdi. O esnada da çok fazla reform ihtiyacı olmadı. Ancak 2007, 2008 sonrasında ortaya çıkan reform taleplerine, ekonominin ihtiyaç duyduğu reform taleplerine cevap verilmemesi ve bu reformların yapılmaması, az önce söylediğim, 2008'de yakaladığımız 10 bin doların üzerindeki kişi başı gelirin bugün hâlâ yakalanamamasının ve bunun altında kalmasının temel açıklayıcısıdır. Ciddi reform ihtiyacı vardır fakat o reform iradesini maalesef biz bugünkü Hükûmette göremiyoruz, inşallah, yapılsın diye de tabii ki temenni ediyoruz. Bunlar yapılamadığı için aslında. Hedefler açısından fikir yürütmek açısından söylüyorum, örneğin biz Dokuzuncu Kalkınma Planı'nda yüzde 7 büyüme hedeflemişiz, yedi yıl ortalaması; gerçekleşme yüzde 3,5 yani hedefin yarısında kalmış bir durum var.

Şimdi, dolayısıyla, aslında baktığımızda Türkiye uzun vadeli hedeflerinden hızla uzaklaşıyor. "2023 hedefleri" ifadesinin bazen sözel olarak geçilip rakamlarının kullanılamamasını da anlamak mümkün çünkü ben bugün burada ifade ediyorum, bu trendle giderse hiçbir şekilde Türkiye maalesef ve maalesef 2023 hedeflerini yakalayamayacaktır. Yani, 2018'de hâlâ 9.980 dolar kişi başı gelir hedefleyen bir Türkiye ekonomisi -2018'den sonra beş yıl kalıyor 2023'e- 2023 yılında nasıl 25 bin dolara çıkaracak, böyle bir imkân var mı? Yani, her yıl üst üste -yüzde 23'tü yanlış hatırlamıyorsam-...

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Satın alma paritesine geçecekler o tarihte, birden çıkacak.

ERHAN USTA (Samsun) - Efendim, o ayrı bir garabet zaten. Yani, onu Mehmet Şimşek Bakanımız gelince... Hepsini, bütün malzemeyi de şimdi tüketmeyelim diye onları biraz da Kalkınma Bakanlığına hazırlıyorum.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) - Bu arada 2023 vizyonlarını muhalefet sahiplenmiş, teşekkür ederiz.

ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Bakanım...

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Sahiplenme değil ki o. O zaten bizim vizyonumuzdu da siz almıştınız, biz seslenmedik. Çabuk bakan oldun Sayın Bakanım, helal olsun ya.

ERHAN USTA (Samsun) - O zaman Sayın Bakan şimdi bize tabii top attı, sağ olsun.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) - Yok, yok şey yapıyorum arkadaşlar, güzel bir şey yani.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Onun müellifi bizdik yani.

ERHAN USTA (Samsun) - Kendisiyle zaten bizim çok ateşli...

BAŞKAN - Siz uzun yıllar paslaşmışsınızdır zaten.

ERHAN USTA (Samsun) - ...toplantılarımız oldu Sayın Ağbal'la, şimdi burada da olacağa benziyor. Şimdi, kendisi "2006'dan itibaren ben bu Plan ve Bütçe Komisyonuna gelirim." dedi. Ben 1989'dan beri bu Plan ve Bütçe Komisyonundayım. Bunun eski hâllerini de biliriz yani şeklinin, şemailinin farklı olduğu zamanlarını da biliriz, o günden beri geliyorum.

Türkiye 2023'e ilişkin hedeflerini ilk kez 57'nci Hükûmet döneminde Sekizinci Kalkınma Planı'nda koymuştur. Sekizinci Kalkınma Planı'nın koordinasyonunda da büyük katkısı olan bir bürokrat olarak da aynı zamanda biz o çalışmaları yaptık. "2023" kelimeleri de ifadeleri de resmî olarak, devlet belgesi olarak ve devletin hedefleri olarak ilk kez o zaman konulmuştur. 10'uncu büyük ekonomi hedefi o zaman konulmuştur, 2 trilyon dolara ilişkin hedef o zaman konulmuştur.

Şimdi, AKP bazen kendisinden öncekileri -arkadaşlarımız hiç bilmediği için- kendisinden önceyi tamamen yok sayıp...

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Milat kabul ediyorlar.

ERHAN USTA (Samsun) - ...ilk kendi kullandıklarını duyup "Bunu ilk kez biz söyledik." gibi bazen de ifadeler kullanıyor, bu yanlış bir şey. Yani, önemli değil, önemli olan bu ülkenin hedefleri.

BAŞKAN - "Siz kullanmadınız." demedi, Sayın Bakan bugün 2023 hedeflerini yeniden bu kadar sahiplenmenizden duyduğu memnuniyeti ifade etti.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Tercümana ihtiyacı yok Sayın Bakanın.

BAŞKAN - Ben öyle anladım.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, tercümana ihtiyacı yok ya.

ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Bakanın söylediği yani "bizim 2023" demek istiyor çünkü bu çok sık yapılan bir hata. Bunu da her defasında düzeltmek zorunda kalıyoruz.

Türkiye'nin devlet politikası olarak 2023 hedefleri ilk kez 2001 yılında veya 2000 yılında Sekizinci Kalkınma Planı'yla konulmuştur. Bu önemlidir. Bunun hangi parti gelirse gelsin mutlaka bir ülkenin hedefinde olması lazım, bu hedefin herkes tarafından da benimsenmesi önemli. Bunu benimsemekte problem yok. İçimizin sızladığı nokta, Türkiye bu hedeflerden hızla uzaklaşıyor.

Bakın, o gün için anlamlı olan hatta -şimdi girmeyecektim ama bir miktar girelim- Onuncu Kalkınma Planı'nı yaparken anlamlı olan bu hedefler bugün ciddi ölçüde anlamsızlaştı. Mesela, Onuncu Kalkınma Planı'nda 2018 yılı için Sayın Bakan... Türkiye'nin Onuncu Kalkınma Planı ne zaman çıktı? 2013 yılının Haziran ayında. Arkadaşlar, bakın, iki buçuk yıl oldu. İki buçuk yıl önce, bizim, 2018 yılı için -Onuncu Kalkınma Planı'nın son yılı 2018 olduğu için- 16 bin dolar kişi başı gelir hedefimiz vardı. Bu, Türkiye'nin hedefidir, nihayetinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin kabul ettiği bir metindir plan. 16 bin dolardı.

Şimdi, en son çıkan Orta Vadeli Program'da -revize edileceği söyleniyor; revizenin aşağı yönlü mü yukarı yönlü mü olacağını bilmiyoruz, geldiği zaman onu da konuşacağız- 11 Ekimde gelen Orta Vadeli Program'da bu 9.980 dolara düşürüldü. Bakın, iki buçuk yılda. Şimdi, 16 bin dolardan 25 bin dolar yine anlamlı olabilir ama 16 bin dolar olan hedefi siz 10 bin dolara düşürüyorsanız, ondan sonra hâlâ "Ben 25 bin dolar hedefini koruyacağım." diyorsanız bu inandırıcı olmaktan çıkar. Tabii, bunu göstermemek için, o 9.980 doları göstermemek için -orada aklı sıra kim yaptıysa onu, kimin aklı bilmiyorum ama çok yazık ettiler çünkü kredibıl bir dokümandır orta vadeli programlar- o satırı oradan sildiler. Sanki silince bu kayboluyor. Halbuki aşağıdaki 2-3 tane rakamı çarpıp böldüğün zaman da çok kolay olarak ulaşabileceğiniz bir rakamdı bu. Yani, böyle bir şark kurnazlığına gitmiş oldular.

Şimdi, Sayın Başkanım, usul tartışmaları esnasında ifade ettim fakat tekrar birkaç hususu gündeme getirmek istiyorum.

Şimdi, Türkiye ekonomisine ilişkin bu genel değerlendirmeden sonra, önümüzde 158 milyar TL'lik bir harcamaya izin veren bir bütçe kanun tasarısı var. Bunun gelir tarafı yok dedik. Şimdi, hadi kanun metnine bunlara ilişkin bir şey konulmadı, konulmayabilir diyelim. Ama bunun mutlaka Sayın Bakanın konuşma metninde olması gerekirdi. Hadi, oraya da koymadık. Herhâlde biz de şimdi bir soru olarak da bunu ifade edersek buna ilişkin gelirleri kendi en son yapacağı şeyde verir diye düşünüyorum çünkü bunu bilmek bizim hakkımız.

Nasıl bir dış konjonktür öngörüyoruz? Sadece dünya ekonomisine ilişkin bir büyüme tahmini var orada, sadece yüzde 3,5'luk, 2016 için. O da ilk çeyrek değil, bakın. Buna ilişkin de bize bir fikir verilmesi lazım çünkü nihayetinde üç aylık bütçe de toplamın dörtte biri, az bir şey değil ve baktığınız zaman mevsimsel olarak da sanki ilk çeyreğe daha fazla bir yüklenme olacağını görüyoruz. Dolayısıyla, dış konjonktüre ilişkin bize varsayımlarını daha detaylı olarak vermek durumundalar.

İlk çeyrek büyüme tahmini Türkiye'de nedir, onu da bilmek durumundayız. Yani, öyle ya, 158 milyar liralık harcamamız var, gelirin ne olduğunu bilmiyoruz ama kendilerinin çalışmaları vardır mutlaka. Ama burada varsaydıkları büyüme tahmini nedir, onu bilmemiz lazım. Ama daha önemlisi, nasıl bir maliye politikası çerçevesi üzerine oturtulmuş bu geçici bütçe? Yani, ödeneklere baktığınızda, faiz dışı giderlerin geçen yıl ilk çeyrekteki harcamalara göre şu anda ödenek tavandan... Tabii, hepsinin harcanması gerekmiyor, böyle bir açıklama yapılırsa bu yetersiz bir açıklama olur ama gerekmemekle birlikte izni de veriyorsunuz. Yüzde 38'lik bir artış var. Yani, Türkiye'de bir çeyrekten öbür çeyreğe yüzde 38 enflasyon mu var ki biz ödenekleri yüzde 38 artırıyoruz veya ödenekleri değil de geçen yılın harcamasına göre şimdi vereceğimiz ödenekleri yüzde 38 artırıyoruz. Faiz dışı giderler de yüzde 38; 37,9 tam rakamı faiz dışı giderlerde.

BAŞKAN - Dönemsel olarak.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Sayın Başkanım, rakamda çok tartışma istersen, benden sana tavsiye.

BAŞKAN - Dönemsel olarak bakmak lazım yani bir 25'i almak lazım orada baz olarak herhâlde, değil mi? 13,9'luk bir artış.

ERHAN USTA (Samsun) - Hayır efendim, hayır; hiç öyle bir hesap yok.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Neyse yani rakamlara girme Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Başkan da fena değildir, rahat ol sen Mehmet.

ERHAN USTA (Samsun) - Şimdi, geçen yılın harcamaları var, bakın, o zaman söyleyelim, zaten kendileri veriyorlar burada. Geçen yıl ilk üç ayda 100,5 milyar TL faiz dışı harcama yapılmış, bu yıl verdiğimiz geçici bütçe ödenek tavanı 138,6 milyar. Dolayısıyla, burası yüzde 37,9'luk bir artışa tekabül ediyor, bu çok yüksek bir artış. Yani, en son ekim itibarıyla yüzde 8,1 enflasyon olduğunu filan düşünürsek veya 8,10 diyelim, onlar çok önemli değil yani küsuratlı şeyler ödeneklerde ama hani yüzde 10 civarında ben burada bir artış beklerken yüzde 38'lik bir artış çok yüksek. Bunun bir izah edilmesi gerekiyor yani bunun altında ne var? Mesela, az önce ifade etmiştim, asgari ücretle ilgili bir varsayım mı var bunun altında veya işte milletvekillerimizden ifade edenler oldu, tabii Hükûmet partisinin bir kısım hedefleri var yani koyduğu birtakım reformlar var, onlara ilişkin parasallaştırma mı yapıldı, bunları bilmiyoruz ama bunların söylenmesi lazım.

Mesela, en önemlisi "öncelikli dönüşüm programları" deniliyor, 1.250 tane eylem diyoruz, zaten süre sıkıştı orada, iki buçuk yıl geçti, bir iki buçuk yıl kaldı. Bu iki buçuk yılın bir çeyreğini konuşuyoruz, buraya ilişkin bir parasallaştırma yapıldı mı? Yani, öncelikli dönüşüm programları kapsamında yapılacak o eylemler için buraya ne kadar ödenek konuldu, bu konuda Parlamentonun aydınlatılması lazım, bunların hiçbirisini bilmiyoruz. Dolayısıyla, burada gelir tahminlerinin ayrıca verilmesi lazım, onu birkaç defa ifade ettik yani bu gelir tahminlerini bilmek Parlamentonun hakkıdır diye düşünüyorum. Yani, bunları yoksa neye göre oylayacağız? 158 milyar da bunun karşılığında 100 milyar mı gelir olacak, 80 milyar mı olacak, 160 milyar mı? E, bizim 160 milyar gelirimiz olacaksa fazla vermeye gerek yok, bir miktar daha harcama da yapabiliriz diye düşünmek lazım. Yani, nihayetinde, sonunda onaylayacağımız şeyin ne olduğunu, bizi nereye götüreceğini de bilmek hepimizin hakkıdır diye düşünüyorum.

Ben değerlendirmelerimi burada bitirmek istiyorum. Hepinize çok teşekkür ederim.