| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Askerlik Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/414) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 05 .01.2016 |
ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensubu arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, tabii Sayın Bakan değişti. Az önce usule ilişkin dile getirdiğimiz bir kısım ifadeleri, bazı tespitleri, burada geneli ilgilendiren kısımlarıyla tekrarlamak durumunda kalacağım çünkü Sayın Bakanımızın da onları, oradaki görüşlerimizi işitmesinde fayda var.
Şimdi, öncelikle tabii bu tasarıda katıldığımız bir kısım hususlar var ama katılmadığımız yanları da var. Özellikle Sayıştay mevzusu geçen sefer de tartıştığımız bir konuydu, tekrar getirildi. Katıldığımız konular, bu sosyal güvenlikle ilgili olarak bir kısım hazine desteğine katılıyoruz, hatta bunun bir miktar da adaletsizlikleri giderme anlamında genişletilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Onları birazdan detaylı bir şekilde anlatacağım. Yalnız, Sayın Bakanım, tabii yine bir torba kanunu görüşüyoruz. Beşinci kanun tasarı ve teklifi burada. Dört tanesi torba. Torba olmayacak, işte torba zaruretten oluyor filan dediler ama yani zaruretten olan şey arada bir olur. Bu her zaman oluyor. Bu yanlışlığı her defasında vurgulamamız gerekiyor herhâlde. Yine vurgulayacağız. Hükûmet de şeyini değiştirmiyor, o da her defasında getiriyor nasıl olsa. Her defasında getirilince bizim de her defasında eleştirmemize arkadaşların artık rıza göstermesi lazım. Yani orada yapacak bir şey yok.
Şimdi tabii komisyonlarda görüşülmeden gelmiş olmasının büyük sıkıntı olduğunu ifade etmiştik. Bir sürü arkadaş da bunu ifade etti. Burada, biz bu eleştiriyi söylerken, Sayın Başkanın mesela biriken o albayların emekliliğiyle ilgili hususta bunun aslında parasal bir konu olduğunu, dolayısıyla Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesinin yeterli olacağı anlamında -yanlış hatırlamıyorsam- bir ifadesi oldu, yani çok da mahzurlu görmedi. Ben de dedim ki bu parasal bir konu değil. Bunun parasal olmadan önceki kısmı aslında tam da mesleği ilgilendiren ve Millî Savunma Komisyonunda tartışılması gereken bir husus çünkü subaylarımızın işte bekleme süreleri var. Ben de bunları çok bilmiyordum ama öğrendim. İşte teğmen üç yıl teğmenlikte bekliyor -bekleme süresi deniyor herhâlde ona- üsteğmen altı yıl, yüzbaşı altı yıl, binbaşı beş yıl, yarbay üç yıl, albay sekiz yıl. En son herhâlde 2008'de yapılmış böyle bir şey. Belki daha sonra da yapıldı. O zaman epey bir kısım bu şekilde emekli edilmiş. Şimdi, tabii bunlar hep pansuman, yani işin esasını çözen bir şey değil, işin esasına bakılması gereken belki başka bir husus vardır ama ben tabii konunun uzmanı olmadığım için ama bir tanesi bu en azından. Yani bunu ben uzman olmadan anlayabiliyorum. Bunu herhâlde Millî Savunma Bakanlığı da biliyordur. Bu kadar burada subayımız var, Sayın Bakanımız var ama tabii bu burada görüşülürse burası başka bir şey yapmaz, burası ancak bu maaşı verelim, vermeyelim, işte ikramiyeyi verip bunu da gönderelim şeklinde bakar meseleye. Bunların Millî Savunma Komisyonunda tartışılması lazım. Bu parasal bir konu değil. Parasal olmadan öte meslekle ilgili bir konu. Yani burada bunların bir miktar bekleme sürelerini değiştirmiş olsak biz belki bu kadar burada yığılma olmayacak. İşte sekiz yıl bekleme süresi var, eğitim alırsa veya bilmem bir kısım faaliyetlere katılırsa bu beş yıl kadar daha uzuyormuş. On üç yıl albaylıkta bekletiyorsunuz ama teğmenlikte üç yıl bekletiyorsunuz. Yani bunun nasıl bir mantığı var? Veya ne bileyim ben, hızlı kıdem olması. Ben akşamleyin bir albay emeklisi arkadaşla konuştum, "Ben yirmi dört yıl fiilî hizmetle emekli oldum." dedi, otuz iki yıl üzerinden emekli olmuş. Yani niye? İşte doktora yapıyor, doktoradan veriyorsun. "Adam üç tane master yapıyor." diyor. Allah aşkına bunun, üç tane masterın -bir tanesi diyelim ki işte haritada yapıyor, bir tanesi bilmem nerede yapıyor, bir tanesi bilmem nerede yapıyor- bu mesleğe bunun ne faydası var? Yani şimdi buraları düzenlemeden gelip sonucun üzerinden bir şey yapmaya kalkınca böyle birtakım hususlar ortaya çıkıyor. O zaman ben soruyorum: İşte bu teşvik çıkmadan önce emekli olanların ne kabahati vardı? Yani onlara vermedik biz bunu. Şimdi geriye doğru işletecek hâlimiz yok. O yüzden yerli yerinde konunun tartışılması lazım. Bu memleketin sorunlarını çözmek istiyorsak... O yüzden defalarca kanun yapmak zorunda kalıyoruz. Geçici maddeler koyuyoruz, geçici maddeler uzuyor, şöyle oluyor, böyle oluyor, böyle bir sürü mesele. Neyse bunun detaylarını bu madde geldiğinde konuşacağız. O yüzden komisyonlarda görüşülmesinin önemini vurgulamıştık Sayın Bakan.
Şimdi, genel itibarıyla baktığımızda bu kanunlarda, tasarıların bazı maddelerindeki bir sıkıntının kayıt dışılığı teşvik edici olması olduğunu ifade ettim. Kayıt dışılık şöyle: Yani ya hiç kayıtlı olmama, o ayrı bir şey ama burada özellikle, bu sosyal güvenlikle ilgili işveren yükünün bir kısmının hazinece üstlenilmesiyle ilgili hususta düşük ücretle... Yanlış hatırlamıyorsam -burada arkadaşlar var, onlar bizi uyarabilirler ama- benim eskiden hatırladığım rakamlar, bu işte çalıştığım zamanlarda yüzde 55'i, yaklaşık SSK'lıların yüzde 55'i asgari ücret üzerinden gösteriyor. Biz biliyoruz ki bunların önemli bir kısmı da aslında ücreti daha yüksek, düşük ücret üzerinden gösterilen kişiler. Şimdi bu getirdiğimiz teşvikle -bu hazinece üstlenme, bir kısmını üstleneceğiz ya, 367 kuruştu herhâlde günlük- dürüst firmaları cezalandıracağız, dürüst davranmayan, ücreti düşük gösteren firmaları ödüllendireceğiz. Bu ciddi bir adaletsizlik. Yani nereden bakarsanız bakın adaletsizlik. Anayasa'ya da aykırıdır belki. Arkadaşlardan onu iddia edenler oldu ama o olmasa bile, yani şimdi Anayasa'yı hiç bilmeyin, evrensel kurallara karşı burada bir adaletsizlik var çünkü biz biliyoruz ki biz denetleyemiyoruz ve biz biliyoruz ki bizde kayıt dışılık yüksek. Hakikaten hiç kimseye göz açtırmayacak olsak ve bu şu anda asgari ücretle gösterilenlerin hepsi gerçekten asgari ücret üzerinden ücret alıyor olsa bu konu, benim bu argümanlarım yine tartışılabilir ama bunun böyle olmadığını çok rahat biliyoruz ve dolayısıyla düzgün çalışan mükellefi cezalandıran, düzgün çalışmayan mükellefi ödüllendiren bir teşviki burada getirmeye çalışıyoruz. Bunların bu anlamda, bu kayıt dışılık anlamında düzeltilmesi lazım.
Şimdi, bu asgari ücret konusuyla yine devam edelim. Burada -bundan üç hafta önceydi yanlış hatırlamıyorsam, ayın 10'undaydı- 10 Aralık'ta Maliye Bakanı bize Geçici Bütçe Kanununu getirdi. Onunla ilgili orada tabii görüşlerimizi ifade ettik, hem usulde hem de geneliyle ilgili. Kusura bakmayın, vakit aldığını biliyorum ama bunları söyleyeceğiz, yani bunu söylemeyince olmuyor çünkü ben bunu söylediğimde ben kendime göre çok haklıydım. Ama sonunda bir oylama yapıldı, bizim söylediğimizin hiçbir hükmü kalmadı.
Bakın, bunu tutanaklardan okuyayım. Ben dedim ki Maliye Bakanına: "Geçici bütçe yasasında asgari ücret konusunda bir devlet katkısı olacak mı, olmayacak mı? Bu konuda bizim ve kamuoyunun bir fikir sahibi olması lazım. Bakın, bu uygulama 1 Ocak itibarıyla başlayacak. Şu anda bilmiyoruz. Belki Hükûmet de bilmiyor. Ama Hükûmetin bunun bir an evvel kararını verip buraya bugün bu bilgiyle gelmesi lazım." Şimdi usulden söylüyoruz. Niye? Çünkü bunun usulü ilgilendiren bir yanı var. Çünkü bir kısım ciddi olarak bir bilgi eksik olarak bir geçici bütçe yasası getiriliyor.
Yine, geneliyle ilgili söylerken ara ara başka şekilde de söylemişim. "Sabahleyin sordum cevabını alamadığım için şimdi tekrar soruyorum: Bu 1.300 lira olan asgari ücretin bu dengelere yansımış kısmı nedir? Şimdi o da yok." Hesaplarda kitaplarda da var mı, yok mu; ona ilişkin de bilgi getirilmedi.
Ondan sonra tekrar devam etmişiz: "Asgari ücretten kaynaklanan bir kısım yükün, devlet tarafından üstlenilmesine ilişkin bir varsayım var mı? Esas merak ettiğim husus bu. Yani şu anda getirmiş olduğunuz geçici bütçenin içerisinde asgari ücret artışından kaynaklanan yükün tamamı işveren üzerinde mi bırakılacak, bunların devlet tarafından bir kısmının üstlenilmesine ilişkin bir şey var mı, yok mu; onu merak ediyorum. Bunu bize söyleyin." Sanki biz bunu -çok affedersiniz- hiç karşımızda bir canlı yok... Bizim orada bir tabir vardır -kimse beni yadırgamasın, yanlış anlaşılmasın- "Duvara söyledim sanki." dersin. Sanki söylüyoruz, hiçbir çıt yok. Hiç olmazsa bu var, yok veya şu kadar var, bunu tartışıyoruz, bilmem ne şeklinde bir şey denir.
Genel Kurulda konuşmuşum, "Şimdi ben soruyorum: Asgari ücret bu bütçeye nasıl yansıtıldı? İşverenler üzerindeki bu yükün bir kısmını devlet üstlenecek mi, üstlenmeyecek mi? Bu konuda bize bilgi verilmesi gerekir." demişim.
Şimdi, bunları söyledik söyledik hiçbir şeye yaramadı. Ondan sonra ayın 30'unda Maliye Bakanlığı, daha doğrusu Çalışma Bakanlığı bir başka kanunu görüşürken İç Tüzük'e uygun olmayan bir şekilde bugün burada görüşeceğimiz, prim, maddeyi getirdi. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak yine mağduriyet olmasın, İç Tüzük'e de aykırı ama bu olsun diye olumlu görüş de verdik, bir şekilde çıkmadı; o ayrı bir husus. Ama mesela vergi torbası vardı ya orada biz bir önerge verdik...
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Sürelerin uzatımı yasasıydı.
ERHAN USTA (Samsun) - Sürelerin uzatılması daha çok vergiye ilişkin olan.
Orada da, mesela bizim önergemiz oldu. Bu kısmı burada formüle edildi ve Milliyetçi Hareket Partisinin Seçim Beyannamesi'ndeki şekliyle önergeyle çözelim diye önerge verdik. Burada tabii iktidar partisinin bir günahı yok çünkü Başkanlık Divanı verilen önergenin İç Tüzük'e uygun olmadığını... Yani Adalet ve Kalkınma Partisinin önergesi de İç Tüzük'e uygun değildi. Orada kabul edilmedi deyip, dışarıda bir sürü politika yapıldı işte tıkandı, edildi, bilmem ne filan diye. Biz öyle politika yapmadık. Bizim önergemiz hakikaten İç Tüzük'e çok uygun değil. İçerik doğru, güzel ama orada bir madde yok, yeni madde anlamına gelir türü bir şeyle reddedildi.
Yani netice itibarıyla söylemek istediğim şey Sayın Bakanım, hakikaten bu söylenenlere kulak tıkamayıp, ya bu adamlar bir şeyler belki biliyor olabilirler, bir tecrübeleri vardır mutlaka bu kadar emekleri de var, devlette çalışmışlar, on iki yılda bizimle çalışmışlar üst düzey bürokrat olarak, bir miktar arkadaşların söylediğine bir bakalım şeklinde bir anlayışın olması işlerimizi ben çok kolaylaştıracağını düşünüyorum.
Şimdi "adaletsizlik" dedik. Mesela madencilikle ilgili kanunda geçici 29'uncu maddeye bir fıkra ilave ediliyor. Orada 2010 kamuya verildi... Birtakım yükler getirilmişti malum bu facialardan sonra. Ondan sonra bu kamuda olanlar için bir kolaylaştırma sağlandı. Şimdi özel sektörde olan için de bunu yapalım. Buna katılıp katılmadığımızın detaylarını o maddeye gelince konuşuruz ama burada şimdi apaçık bir haksızlık var. Haksızlık ne? Bu yasayı çıkardıktan sonra bir kısım madenler bu yükü karşılayamadığı için kapatmış, adam ciddi zarar etmiş, bir kısmı değerinin çok altında -çünkü artık işletme zarar eder hâle gelmiş- bunu satmış. Şimdi, biz bunu zamanında düşünmeyip geliyoruz bugün bir süre sonra -geçmişte olanlara yapacak bir şeyimiz yok, adam el değiştirdiyse eski sahibine verecek onun firmasının değerini karşılayacak hâlimiz yok- bunlara bu teşviki verelim şeklinde, bu maliyetin bir kısmını üstlenelim şeklinde konuşuyoruz. Burada bir defa başlı başına bir adaletsizlik var.
Bu adaletsizlik aslında öngörüsüzlükten kaynaklanıyor. Yani bunu "etki analizi" dediğimiz... Biraz hesaba kitaba dayalı olsun yaptığımız şey. Bunun toplum üzerindeki etkisi ne olur, işveren üzerindeki etkisi ne olur, firmalar ayakta durabilir mi, kime ne etkisi olur, bunun çalışılması lazım. Buna bizim ihtiyacımız olduğu kadar diğer siyasi partilerin de, toplumun bütün kesimlerinin de buna ihtiyacı var. Bunu da en iyi yapacak olan şey, bu işlerle ilgili bakanlıklardır. 5018 sayılı Kanun bunu emrediyor zaten. Kanuni çerçevede zorunluluğu da var. Hâlâ şimdi 64'üncü Hükûmet Programı'nda yine bu konu var. Ama orada en başa dönülmüş, bunun eğitimine başlayacağız falan deniyor. Bunu benim bildiğim on beş yıldır konuşuyoruz. Etki analizi gibi böyle daha cafcaflı laflar. Yani çok eskiden beri olan bir şey. Bunun etkisi ne olacak, bunun yükü ne olacak, topluma nasıl bir yansıması olacak? Bunları yapmadan buraya geldiğimiz zaman böyle, daha sonradan, yarayı haksızlıklarla, adaletsizliklerle saracak veya ciddi iş kayıplarına neden olduktan sonra yarayı sarma gibi durumlarla karşılaşıyoruz. Bu da devlete olan güveni, kamu yönetimine olan güveni zedeliyor. Orada 1 tane bile olsa... Bakın, bu, adalet açısından önemlidir. Kaç tane olduğunu bilmiyorum. Ama firmaların kapandığını, istihdamın düştüğünü biliyoruz. Belli ki orada bir sürü firma kapandı. Ama 1 tane bile olsa o insana yazık değil mi? Bu teşviki o gün vermiş olsaydık o firma kapanmayacaktı, insanlar üretime devam edecekti. Dolayısıyla kamu vicdanı buralardan yara alıyor. Bunlara dikkat etmemiz lazım. Bunlarla ilgili çalışmalar yapılmış olsa dediğim gibi, etki analizleri veya biraz daha ileriye bakarak yapılmış olsa bu çalışmalar aslında, bu tür şeylerle karşılaşmayacağız.
Şimdi, mesela bedelli askerlik konusunda da var bence. Onun detaylarını bilmiyorum ama şu anda bir açıklama aldıktan sonra bu fikrim değişir mi bilmiyorum ama. Efendim, niye bin avroya düşürüyoruz? Bunun varlığı yokluğu ayrıca tartışılır. Benim onunla ilgili olumsuz bir fikrim yok. 6 bin avro, bu bir zaruret. İnsanlar işinden gücünden oluyor ama. Bunu 10 avro olarak uyguladık bildiğim kadarıyla. 6 bin avro da epeydir uygulanıyor. Şimdi bin avroya düşürülmesi çok mantıklı gelmiyor. Almanya için düşünürsek, oradaki insanların bir aylık ücretinden bile daha düşük bir rakam. Ha, muhtemelen orada çok yığılma var onları eleyelim falan diyeceğiz. Çok yığılma varsa, onları bir başka yöntemle elemek lazım. Böyle bin avroya düşürerek elemek olmaz.
Şimdi, mesela müracaat etmiş olanlar parasını verdiyse onlara iade yapılmaz. Ya böyle bir şey olur mu? Kendi insanımızı kendi devletimize, kendi kamu yönetimimizi niye küstürüyoruz? Bence, bu anlamda, bu adalet duygusunu tamamen zedeleyen... Bin avro... Bu kadar da olmaz. Hiç olmazsa biraz daha yüksek olsun diye ben düşünüyorum şahsen. Hani onun da ayrı bir şeyi vardı. O zaman da hep zenginden filan da... Yani ya hiç olmayacak bu, olursa da böyle... O zaman 1 avro yapalım herkes bundan yararlansın. O zaman askeri nereden bulacağız? Bunlara bu çerçevede bakmak lazım. Bu adalet duygusunu zedeleyici işleri yapmamamız lazım.
Yani, şimdi, etkilemez dedik ama hakikaten bilmemiz lazım bu söylediğimiz şeylerin ne kadar yükü gelecek sosyal güvenlikle ilgili olanın, Maden Kanunu'yla ilgili olanın, emeklilikle ilgili olanların, nerelere nasıl etkisi olacak, hiç olmazsa -bunların analizleri yok burada- bu bilgilerin, Sayın Bakanım sizler ve buradaki bürokrat arkadaşlar tarafından verilmesi, en azından bundan sonraki kısmıyla tartışmalara belki biraz daha açıklık kazandıracaktır. O anlamda bunun önemli olduğunu düşünüyorum.
Şimdi, yine, bu sosyal güvenlik işveren yükünün üstlenilmesi meselesinde, burada, tamam... SSK'lılarda bana göre yanlış yapıyoruz. Oradaki önerim şu: Ücreti ne olursa olsun bunların hepsine bu katkıyı vermemiz lazım. Yani burada düşük ücretli yüksek ücretli değil çünkü denetleyemiyoruz. Dediğim gibi, kayıt dışı yani düşük gösterdiği için insanları ödüllendirmememiz lazım. Dolayısıyla herkesin yükünü madem öyle bu nispette hafifletelim.
Zaten OECD'nin raporlarına filan da ben son üç Türkiye incelemesinde heyet başkanı olarak ben gittim. Orada bizim anamızı ağlattılar yani terlettiler bizi. Türkiye'de sosyal güvenlik primlerinin yüksekliğiyle ilgili, maliyetlerinin yüksekliği ve bunun istihdam üzerindeki olumsuz etkisi, rekabet üzerindeki olumsuz etkisiyle ilgili bir sürü eleştiri alıyoruz orada. O anlamda da baktığımızda, aslında, burada, bir miktar bunun ekonominin genelini de rahatlatacak bir şey olduğunu düşünüyorum ben.
Tabii, buradan gelecek maliyetlerin de bir başka yerde... Çok verimsiz harcamalarımız da var Sayın Bakanım. Bunlar gerekirse konuşulur. Tabii, Maliye Bakanıyla konuşmak belki daha uygun olacaktır ama. Onlardan bir kısmını keserek bunları karşılamak lazım. Zaten bütçe yapmak böyle bir şey. Bütçe yapmak bir kaynak tahsisi. Eskiden olduğu gibi aynen her şeyi devam ettirmek zorunda değiliz. Çünkü yeni programlar çıkıyor. Eski bazı şeyleri, programları iptal etmemiz lazım. Dolayısıyla kamu harcamalarında çok fazla ilave artışa gerek duymadan veya ilave vergi koymaksızın bir miktar tercihlerimizi değiştirerek ben bu maliyetlerin de bütçe içerisinde üstlenilebileceğini düşünüyorum. Zaten Hükûmetin de yani biz kamuda çalışırken plan çalışmaları esnasında buna ilişkin hesaplarımız da vardı, bunların yapılabileceğine ilişkin. Orayı çalıştırmak lazım ama tabii buna biraz dirsek çürütmek gerekiyor, çalışmak gerekiyor. Yani buna bürokratı da çalışacak, siyasetçisi de oturacak beraber çalışacak, kurumlar yan yana gelip çalışacak. Ben ciddi bir koordinasyonsuzluk görüyorum şu anda kamuda. Yani tabii bir sürü de arkadaşımız var, bilgi de alıyoruz, soruyoruz, ediyoruz; nihayetinde milletvekili olarak da soruyorum, meslek arkadaşım olması da gerekmez yani bu ülkenin bir vekiliysek eğer. Ama ciddi bir koordinasyonsuzluk var. Birçok kanunun işte ilgili kurumlara gitmeden buralara geldiğini de biliyoruz. O anlamda da bunları düşünmek gerekiyor.
Şimdi, SSK tarafında böyle, mesela burada bir de BAĞ-KUR ve muhtarlar var. Şimdi asgari ücret çok artırılınca -yani 1.647,5 liraya çıkıyor herhâlde, kabaca 1.650 diyelim- çiftçi BAĞ-KUR'lu, esnaf BAĞ-KUR'lu, onların da -çünkü taban asgari ücret değil mi- yükü arttı. O zaman onların da bir kısmını üstlenmemiz lazım. Yani bunların da nihayetinde hepsi dar gelirli insanlar. Bizim de ona ilişkin bir önergemiz olacak.
Ha, şimdi bir kısım beni tanıyan bürokrat arkadaşlar şaşırıyorlar, diyorlar ki: "Erhan Usta hep eli sıkıydı, niye böyle şeyler söylüyor?" Ama o zaman da yani eğer yapacaksak adil olmamız lazım. Yani adalet bence bunu emrediyor çünkü hiç kimseye yük olmadan, işte kendi başına, kendi hesabına çalışan bir kısım insanlar var. Yani onlara aşırı bir yük yükleyip onların da işletmelerini sürdüremez hâle getirmememiz lazım. Oradan da bir miktar onları rahatlatacak bir şeyin yapılmasının ben ülkenin gene ekonomisi açısından faydalı olduğunu düşünüyorum.
Şimdi son olarak da bu Sayıştay meselesi var. Yine madde geldiğinde biraz daha belki detaylı konuşma imkânımız olur ama yine de çok geç vakitlerde olacağı için bir miktar oradaki görüşlerimi de ifade etmek istiyorum. Şimdi, burada getirilen madde, Anayasa Mahkemesinin bana göre iptal kararındaki gerekçeleri karşılamıyor. Yani çok açık bir şekilde Anayasa Mahkemesi neyi iptal ettiğini söylüyor. Belki onun detaylarını buradan daha sonra hep beraber bir daha bir okuruz ama bu iptal gerekçeleri burada karşılanmıyor.
"Sayıştay yani burada efendim yüzde 50'nin altında yani 49." Yüzde 49 az mı? Yani Türk Hava Yollarındaki yüzde 49, Sayıştayın denetlediği yüzde 50 veya yüzde 100 olan birçok şirketten çok daha fazla bir şeyi ifade ediyor. Yüzde 1 bile olsa yani burada, bu insanların bir yerde bir hakkı varsa veya kamunun hakkı varsa -nihayetinde "kamu" dediğimiz de toplum- orada bir sıkıntı oluşmaması için onun denetlenmesi lazım ve bu denetimden de kaçmamak lazım. Yani yüzde 49, yüzde 50 mi... Yönetimle ilgili şeylerde bunu anlarım ben -hani, bir kısım kolaylıklar sağlaması, 233'ün dışına almak anlamında- ama denetim anlamında bana göre hakikaten bunun bir rasyoneli yok, yüzde 49, yüzde 50.
Yani o zaman ha Sayıştay şunu yapıyorsa, Sayıştay kötü bir denetim mi yapıyor? Sayıştayın denetimi şirkete zarar veriyorsa öbür şirketlerimize de zarar veriyor, onları da Sayıştaydan kurtaralım veya Sayıştayın denetimlerini etkinleştirelim, düzgün denetim yapmasını sağlayalım. Yani bunun çaresi yüzde 49 olduğu zaman, efendim, Sayıştay kapsamı dışına çıksın filan değil. Bu yapılan denetim düzgün bir denetim olmalı, bu denetime devletin de ihtiyacı var, bu denetime yüzde 51 ortağı olan diğer kesimlerin de ihtiyacı var veya işte kaçsa veya işte "Kamuya açık." diyoruz, binlerce, yüz binlerce, on binlerce belki insanımız oraya ortak, ona da ihtiyacı var.
Bu denetime, işte bugün Ordu'da defnettiğimiz şehit Nuh Özdemir'in evini görmüşsünüzdür yani onun, o ailenin de ihtiyacı var bu denetime ve onların hakkı var. Yani şöyle bir barakada yaşıyor, insanın içi sızlıyor. Şu, o şehidin ailesinin yaşadığı baraka. Yani niye kaçıyoruz bundan? Bunu niye burada savunmaya çalışıyoruz? Niye üst üste bu burada getiriliyor? Niye Adalet ve Kalkınma Partisinin... Ben eminim ki buradaki arkadaşların her biri herhangi bir siyasi kimlik içerisinde olmasa benim şu konuştuklarımın aynısına katıldıklarını düşünüyorum ama bunu niye şimdi parti şeyi olunca veya böyle...
HAMZA DAĞ (İzmir) - Şehitle ilgili bölüme katılıyoruz.
ERHAN USTA (Samsun) - Efendim?
HAMZA DAĞ (İzmir) - Şehitle ilgili bölüme katılıyoruz.
ERHAN USTA (Samsun) - Neyse siz...
HAMZA DAĞ (İzmir) - Bizim de vicdanımız sızlıyor.
ERHAN USTA (Samsun) - Tamam, peki. Onu demedim, kastım o değildi.
MEHMET GÜNAL (Antalya) - THY'de onun da hakkı var...
ERHAN USTA (Samsun) - Yani denetlenmesi gereğini. Yani burada herkesin hakkı var.
Dolayısıyla, eğer dürüstsek ve kurumlarımızı da iyi çalıştırıyorsak bunlardan kaçınmamamız lazım. Dediğim gibi, kurumlarımızı iyi çalıştıramadığımızı iddia ediyorsa birileri, kurumlarımızı iyi çalıştırmak da Hükûmetin görevi, devletin görevi. Yani onları o zaman yani bütün okulları kapatalım, hani işte Maarifi iyi yönetelim, ona dönüyor. Böyle bir şeyin asla kabul edilebilir bir yanı yoktur Sayın Bakanım.
O yüzden, bu maddenin kesinlikle çıkarılması lazım. Bu madde olmadığı zaman bir denetim boşluğu yok bakın. Şimdi, öyle sunulmuş ki gerekçe öyle yetersiz derken onu söylüyorum. Sanki gerekçede bu madde olmadığı zaman bir denetim boşluğu varmış gibi. Tam tersine, denetim boşluğu yok. Bu madde denetim boşluğu doğuruyor, bu madde denetim filan getirmiyor. Bağımsız denetim firmalarıyla ilgili şeyi ayrıca tartışmak gerekirse tartışırız ama onların bakış açısı hiçbir zaman kamu adına olmaz. Biz burada kamunun hakkı için bir bakış geliştirmemiz lazım. Yani bağımsız denetim firmaları, efendim raporunu gönderecek, o raporlar zaten yayınlanıyor ve "onu esas alarak" bakın, "onu da dikkate alarak da" demiyoruz, "esas alarak" "Esas almak" nedir? Bütün muhteviyatıyla ona bağlı kalacaksın, onun girmediği alana girmeyeceksin. Ya, bu denetim filan değil, bu, yasak savmak.
O yüzden ben diyorum burada, Anayasa Mahkemesi kararındaki iptal gerekçeleri karşılanmıyor diye. Bu, yasak savma. Yani çünkü hiçbir zaman bağımsız denetim firması meseleye bizim baktığımız gibi bakmaz. Nihayetinde denetleyecek firmayı da kimin seçtiği de belli. Yani bağımsız denetim firmalarının denetimleriyle ilgili kalite sorunlarının olduğunu da biliyoruz.
Yani hiç olmazsa "esas alarak" değil de "onu da dikkate alarak" desek, orada biraz daha alan açsak. Denetçi orada başka bir şey görse, ciddi bir sıkıntı görse... Onun da zaten görme imkânı da olmayacak çünkü sadece raporda ne yazdıysa o. Ama diyelim ki bir şekilde gördü, başka şekilde filan, ona yapacağı hiçbir şey yok çünkü "onu esas alarak" diyorsunuz. Bu sefer "Rapor işte amacını aşmış, bilmem ne falan." denilecek. Dolayısıyla, bu çok net bir şekilde denetimden kaçma ve denetimden kaçırma operasyonudur. Bunun vicdanen de ahlaken de efendim, kamu yönetimi açısından da devlet yönetimi açısından da doğru olmadığını düşünüyorum.
Ben teşekkür ederim.