KOMİSYON KONUŞMASI

AYTEN KORDU (Tunceli) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, sayın milletvekilleri; Enerji Bakanlığı bütçesini görüşüyoruz. Şunu söyleyebilirim: Faiz borçlarını ödemek için zam üzerine zam yapmaya devam ederken Sayın Bakan, kapatılmayan faiz borçlarını yurttaşın sırtına yükleyerek ve enerji politikaları üzerinden de borcu kapatmaya çalışan bir politik hatta bütçe hazırlandığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla, bu bütçe, doğayı, emeği ve halkları değil, sermayenin sınırsızca tüm ekolojik hayatı daha fazla kâr hırsıyla ele alarak ve endüstriyalizmin çılgınlığında ilerleyerek, adına da "kalkınma" diyerek, kazan-kazan değil sömürü-sömürü üzerine kurulu, tüm canlı ekosistemi yok eden bir anlayışla ele alınmaktadır.

Sayın vekiller, enerji meselesi yalnızca "kalkınma" diye ifade edilerek mekanik, teknik bir planlama konusu değildir. Enerji, doğrudan yaşamın bizzat kendisidir ve bu yaşamda enerji politikası tamamen gelişen dijital çağla ele alınmakta, enerji politikası da bunun üzerinden "ihtiyaç" diye sunularak ama asla kamunun faydalanamadığı, kapitalist modernitenin tüketen, bitiren, yoksullaştıran savaş politikalarıyla geliştirilmektedir. Şunu soruyoruz: Kimin için enerji? Hangi ihtiyaçlar? Kimin ihtiyaçları? Neden sürekli büyüyen enerji talebi? Kimin hayatını kolaylaştırıyor, kimin hayatını, yaşam alanlarını yok ediyor? Bu soruların artık yanıtları bizim açımızdan çok net. Bugün enerji politikaları tamamen kamu dışı, antidemokratik, yerel ihtiyaçlardan kopuk, uluslararası bir anlayış içerisinde ele alınmakta, sömürme üzerinde büyük şirketlerle iş tutan bir anlayışla şekillenmekte. Üstelik bu politikalar kalkınma ve güçlenme söylemleriyle meşrulaştırılarak emperyal çıkarlar ve küresel savaşların bir parçasına dönüşmüş durumda. Enerjinin kimin için, kimin emeğiyle ve hangi bedelle üretildiği, kimin hayatını kolaylaştırıp kimin hayatını zorlaştırdığı sorularının cevabı aslında bilinmektedir Sayın Bakan. Yurttaşın yaşamını zorlaştıran, büyük sermaye şirketlerinin kazancına kâr üstüne kâr katan, adil olmayan politikalara göre kurulmaktadır. Bugün iktidar enerji politikasını "büyüme ve yatırım" adı altında yürütmekte. Ama biz soruyoruz: Bu büyüme kimin için? Bu enerji kimlerin hayatını aydınlatıyor? Kimlerin köylerini, derelerini, dağlarını, sularını, ormanlarını yok ediyor? Tabii ki insanlığın, tabii ki kadınların, köylülerin, emekçilerin, işçilerin, çiftçilerin, herkesin. İşte, en son, ısmarlama krokilerle Muğla'daki köylülerin zeytinliklerini ve tarım alanlarını gasbeden yasalar daha birkaç ay önce bu Parlamentodan geçti. Bütçe sunumları "sürekli büyüme ve kalkınma" "sürdürülebilirlik" gibi toplumu manipüle eden söylemlerle dolu. Bizim gördüğümüz şey, doğayı paraya, suyu metaya, enerjiyi de ticaret adına dönüştüren bir sistem ve onun bütçesi. Bu sistemin adına "yeşil enerji" denilerek özünde yeşil yıkım gerçekleşmektedir. RES, GES, JES, hepsi ihtiyaç dışı, şirketlere verilen yeni sömürü alanları ve talanlara açılan yerlerdir. Şimdi buradan soruyoruz: Bu tarlalarda projesiz geliştirilen, plansız geliştirilen, bütün mera alanlarını, tarım alanlarını yok eden plansız politikalar orada arpa, buğday gibi temel besin kaynaklarımızı yenilebilir olmaktan uzak tutmuş "yenilenebilir" adı altında güneş panelleri konulmuş ve adına "yenilenebilir" diyor. Artık arpayı, buğdayı yiyemiyoruz, güneş panelleri yenilenebilir olarak, yeni sömürü alanları olarak doğa alanları açılıyor. Rüzgâr türbinleri için ormanlar kesilmekte, güneş panelleri için tarım alanları yok edilmekte, HES projeleriyle nehirler kurutulmakta; üstelik bunlar halkın ihtiyaçlarına göre değil şirketlerin kâr hesaplarına göre yapılmaktadır. Baraj, kömür madenleri, suyun akış sahasının değiştirilmesi, ormanların, tarım alanlarının GES, HES, JES gibi her türlü yakma santrallerle işgal edilmesini bir yıkım olarak halk yaşarken şirketlerin her aşamada varlıkları katlanarak artmaktadır. Aydın bölgesinde jeotermal enerji kaynakları incir bahçelerinin tamamını yok etti Sayın Bakan, oradaki köylüler hâlen bunun mağduriyetini yaşamaktadır.

Değerli milletvekilleri, bugün enerjiye olan talep gerçekten halkın ihtiyacını mı yansıtıyor? Yani mesele, enerji yetmiyor değil; mesele, bu ülkenin enerjisinin kimler tarafından, ne amaçla tüketildiğidir. Bir yandan lüks konutların, AVM'lerin ışıkları sabaha kadar yarıyor, öte yandan milyonlarca yoksul yurttaş karanlıkta kalıyor, faturasını ödeyemiyor. Toplumun artan yoksulluğu, enerjiye ulaşımını kısıtlayarak halkları enerji yoksunu yapmaktadır. Bir evin sıcaklığı artık cebindeki para kadar, ışığıysa maaşı kadar yanabiliyor. Üstelik en kirli enerji türlerini en yoksul kesimler kullanmak zorunda kalıyor. Bu yanlış politikaların bir sonucu olarak her kış kömürden kaynaklı zehirlenmelerden yüzlerce kişi yaşamını yitiriyor. Enerjiye erişemeyen halk yaşamını riske atarak ısınmaya çalışıyor yani enerji yokluğu değil adaletsizlik can alıyor. Kömür yardımlarıyla günü kurtarmak yerine enerjiye erişimi bir hak hâline getirmek gerekiyor. Bu anlamda, her haneye yeterli enerji erişimi anayasal güvence altına alınmalıdır. Öte yandan, her gün yeni bir HES, yeni bir maden, yeni bir baraj açılıyor. Peki, neden? Bir toplumun elektrik ihtiyacı ne kadardır ki her karış toprağa bir santral dikilmekte? Çiftçiler elektrik faturası nedeniyle tarımı bırakmakta ama bu iktidarın umurunda bile olmadı, emekçi yüksek faturalarla vergilere mahkûm edildi. Şimdi, Dersim'de Sekasur, Cevizlidere yani Merho alanı, Aliboğazı, Pülümür'de HES ve RES politikaları başta Pülümür olmak üzere arıcılığı, balcılığı orada baltalayacak. Yine, orada devam eden krom madeni gibi ruhsatlandırmalar boşaltılmış köylere geri dönüş yapan yurttaşlar açısından da yaşam alanlarını yeniden madenlerle işgal eden ve köylüyü yeniden göçürtme politikasının uygulandığı yerler. Üstelik Dersim'de Munzur suyuna baraj kurmak sadece bir doğa meselesi değil doğayla bir bütün Alevi inancına, kültürüne, yaşamın hafızasına bir saldırıdır. Bu, hem ekolojik yıkımı hem de kültürel asimilasyonu yıllardır devam ettirme ve uygulama biçimlerinden bir tanesidir.

Sayın milletvekilleri, enerji sisteminin bugünkü hâli yalnız doğayı değil emeği de sömürmektedir. Maden işçileri iş cinayetlerinde can verirken köylüler toprağını kaybetmekte, altın madenleri başta olmak üzere su varlıklarını bitirmekte; İvrindi, Uşak Eşme'de, Ağrı Diyadin'de tonlarca su 1 gram altın için harcanmaktadır. Kömür çıkarmak için su varlıklarının nasıl kullanıldığı ortadadır. En son İliç'te yaşadık, 9 madenci göz göre göre öldü. Zonguldak, Soma, Bartın birçok madencinin yaşamına mal oldu. Halk sağlığı geri dönülmez hastalıklarla baş başa bırakılmakta.

Sayın milletvekilleri, yine, enerji alanında ciddi sorunlardan biri de nükleer enerji santrallerinin yarattığı sorunlar her yönüyle bilinmesine rağmen topluma yeniden sürekli olarak enerji gereksiniminin zorunluluğu olarak sunulmaktadır. Akkuyu Nükleer Enerji Santrali hem inşaat aşamasında yarattığı yıkımlar, işçi kıyımlarıyla gündem olmakla birlikte enerjide kapitalist şirketlerle bağımlılığın temelini oluşturmaktadır. Bir de nadir elementler meselesi var ki ona zamanımız yetmiyor, diğer arkadaşlarım bununla ilgili söyleyeceklerdir. Anlatmaya zaman yetmez ama bir ham madde meselesi... O ışıldayan güneş panelleri, kocaman kanatlarıyla dönen rüzgâr türbinleri adına plansız, ihtiyaç dışı olarak meralara ve tarlalara yapılan bu projeler çağın yeni hegemonyası olarak adlandırılmakta, nadir elementler mevzusu da yeni sömürü alanları olarak, hem de savaş alanları olarak gündemimize girmiş durumda. Gerçek bir toplumcu enerji politikası yalnız enerji üretimini değil yaşam biçimine dönüştürmeyi hedefler, daha fazla enerji değil adil enerji ister; enerjiyi halkın denetimine, yerelin kararına, doğanın dengesine, sağlıklı bir geleceğe göre planlar; enerjiyi metalaştırmaz, kamulaştırır; üretimi merkezden değil yerelden, şirketlerden değil kamu politikası üzerinden yürütür. Bizim savunduğumuz şey, güneşi, rüzgârı, suyu, halkların ortak değerlerini, varlıklarını korumak üzerine kuruludur; kadınların, köylülerin, gençlerin, halkın karar süreçlerine katıldığı demokratik bir enerji düzenidir.

Değerli arkadaşlar, bugün "karbon azalımı" veya "yeşil dönüşüm" diyenlerin çoğu aslında daha fazla sermayeye yeni sömürü alanları açmakta oysa doğayı korumak karbonu saymakla değil kâr düzenini sorgulamakla mümkündür. Temel gereksinim hâline gelmiş enerji bir tarafta yaşamın iyileştirilmesinde kullanılırken diğer tarafta yıkımlara meydan vermeden ele alınmalıdır. Herkese en az yaşam gereksinimini karşılayacak, yaşamı iyileştirecek düzeyde enerji karşılıksız olarak kamusal alandan temin edilmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Bir dakika ek süre veriyorum.

AYTEN KORDU (Tunceli) - Biz DEM PARTİ olarak biliyoruz ki çözüm daha fazla enerji üretmekte değil enerjiyi adil paylaşmakta; demokratik bir işleyişle doğaya uyumlu, halkla birlikte planlamada yatmaktadır. Bu nedenle diyoruz ki enerji halkın hakkıdır. Enerji politikası doğanın diliyle, emeğin gücüyle, halkın iradesiyle yeniden yazılmalıdır, yeniden inşa edilmelidir. Bu yüzden bu bütçeye "hayır" diyoruz çünkü biz parti olarak talandan değil yaşamdan yana olan politikalarımızla bu konuda mücadele etmeye tüm halkımızla beraber devam edeceğiz.

Bu 2026 bütçesine de hayır diyoruz.

Halkların bütçesinin inşa edilmesi gerektiğini tekrar buradan belirtmek istiyorum.

Teşekkür ederim.