| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 03 .12.2025 |
NEVROZ UYSAL ASLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve Bakanlığın buradaki değerli yetkililerini, bürokratlarını selamlıyorum.
11'inci yargı paketinin Türkiye'deki mevcut yasal hukuk krizine, infazda adalet ve eşitliğe tam bir derman olmasa da kısmi bir deva olacağını, eşitlik ve adaletle yola çıksa da eşitlik ve adalet dışı kalan bir kısımın göz ardı edildiğini ifade ettik. Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü ve burada biz 11'inci yargı paketini tartışırken hapishanelerde bulunan, toplumun en kırılgan dezavantajlı kesimi olan engelli mahpuslar hakkında tek bir düzenleme görmüyoruz, tek bir cümle bile yok. Bu sessizliğin kendisi engelli bireylere dönük ayrımcılığın boyutunu, sağlamcılık ideolojisini bizlere gösteriyor. Türkiye'nin taraf olduğu sözleşmeler Anayasa, AİHM içtihatları açık olmasına rağmen devlet, engelli bireylere karşı yaşam, sağlık ve onurunu korumakla olan yükümlülüğünü yerine getirmiyor. Toplumun her tarafında oluşan bu ayırımcılık cezaevlerinde, hapishanelerde de sistematik bir biçimde maalesef ki devam ediyor. Hepimiz biliyoruz ki engelli mahpuslar için hapishanelerde tutulmak fiilen bir işkence ve erişilemez alanlara dönüşmüş durumda. 3 Temmuz 2025'te çalışmalarına başlayan Meclis Engelli Bireylerin Sorunlarını Araştırma Komisyonu tüm milletvekillerinden engelli bireylerin yaşadığı sorunlara ilişkin görüş ve öneri talep etmişti. Ben de özellikle hapishanede bulunan engellilerin yaşadığı sorunlarla ilgili ayrıntılı bir biçimde çözüm ve sorunlara ilişkin bir not iletmiştim. Bugün burada beklerdim ki 11'inci yargı paketi tartışılırken en azından bu tespit ve önerilerimizin bir kısmı karşılığını görebilsin. Ancak maalesef ki yine yok. Ceza İnfaz Sistemi CİSST'tin bugün itibarıyla yayınladığı verilere göre toplamda 304.886 kapasiteli Türkiye'deki hapishanelerde 428.267 mahpus tutuluyor. Bu 307.091 mahpus kapalı hapishanelerde tutuluyor. Bu hapishanelerde dil ve konuşma engeli bulunan 19, görme engeli bulunan 42, işitme engeli bulunan 28, işitme ve konuşma engeli bulunan 18, ortopedik engeli bulunan 162 kişi olmak üzere 269 engelli mahpus var. Yine 65 yaş üstü 6.625 mahpus Türkiye'deki hapishanelerde tutuluyor. Yirmi yıldır ötelenen, ertelenen, görmezden gelinen erişilebilirlik mevzuatı sadece binalar, yollar, kaldırımlar, geçitler, otoparklar, asansör, yemekhane, kurumun internet siteleri, e-devlet uygulamaları gibi mevzuat ortamları değil, hapishanelerde de maalesef ki aynı durumda. Hapishanelerdeki engelliler için gerçek tablo şu ki tekerlekli sandalyesi olmayan, erişemeyen mahpuslar, protezine ulaşamayan mahpuslar, ilaç, tıbbi cihaz ve medikal cihazlara erişemeyen, ulaşamayan, ekonomik nedenlerle erişemeyen mahpuslar, erişse bile bunun kendisine tesliminin ve kullanımının uzun zaman aldığı gerçeklikler var. Görme ve işitme engeli olanlar için iletişim hakkını kullanamama, rampasız koridorlar, merdivenler, dar kapılar hâlâ hapishanelerin genel standardı. İşaret dili bilmeyen personelle ilgili iletişimsizlik süreçleri var, kronik ağrısı olup fizyoterapiye erişemeyen engelli mahpuslar var. Engellilerin toplumdaki yoksulluğu hapishanelerde de maalesef, daha büyük bir sorun olarak devam ediyor. Birçok suç bakımından, engelli olmak, yargılama sırasında adli kontrol hükümlerinin uygulanması için doğalında bir dayanak ve gerekçe yapılırken, tıpkı on birinci pakette yaptığınız gibi görünürde eşitlik ve adalet sağlarken yine, belli bir kesimi dışarıda bırakan, seçici cezalandırmayla hapishanelerde kalan engelli mahpusların çoğunun da siyasi mahpus olduğunu görüyoruz. Bunlar istisna değil, Türkiye'deki hapishane gerçeğidir. Devletin "infaz" dediği şey engelli bireyler için ceza, işkence, ihmal, sağlığa erişememe toplamının bir bütünü. Örneğin, Ersan Nazlıer, bir kolu yok; sağ eli ve sağ ayağı olmayan yüzde 90 engelli mahpus Şaban Kaygusuz gibi. Dicle Bozan protez bacak sorunu yaşamıştı, protez bacağının değişimi aylarca sürdü ve kendisi hem ekonomik olarak hem de sürecin tamamında var olan engeline engel katmak zorunda bırakıldı. Yine, sadece engelli olup hapishanede olanlar değil, hapishanedeki tedavi koşulları itibarıyla engelli hâle gelen mahpuslar var. Örneğin, Selver Yıldırım hapishaneye engelli olarak girmedi, otuz yılı aşkındır hapishanede, hapishanedeki ağır sağlık sorunları, geç müdahale, kötü muamele ve tedavilerinin engellenmesi sonucu şu an yüzde 85 görme kaybı var; bir gözü tamamen görmüyor, bir gözünde de çok ciddi oranda görme kaybı var. Yine, Önder Poyraz hakeza; hapishanedeki tedavi, ameliyat süreçleri geç işletildiği için çapraz olarak bir ayağı ve bir kolu felç ve bu süreçte hâlen tedavisiyle ilgili sorunlar yaşıyor, tahliye edilmesi Adli Tıp Kurumu tarafından reddedildiği için R tipi hapishanede tutuluyor, var olan felç boyun bölgesine doğru yayılıyor.
Bu örnekler bile tek başına, engellilik meselesinin yalnızca doğuştan gelen bir mesele değil, devletin ihmali, hapishanedeki koşullarla üretilen bir engellilik gerçeği olduğunu bize gösterir. On birinci yargı paketinde engellilere ilişkin hiçbir şey yok ama Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı 3 Aralık Dünya Engelliler Günü vesilesiyle engelli mahpuslara sınırlı da olsa bir açık görüş imkânı gibi önemli bir adımı duyurdu. Bu tekil kolaylıklar yeterli değil. Engelli mahpusların sağlık, erişilebilirlik, hijyen, rehabilitasyon gibi temel hakları infaz sistemindeki özel düzenlemelerle teminat altına alınmalıdır. Nedir bunlar? Öncelikli olarak engelliler için alternatif infaz modellerinin yapılması, ev hapsi, elektronik izleme, denetimli infaz ve farklı yöntemler; erişilebilir hapishane altyapısı ve mimarisi, bağımsız sağlık raporlarının bağlayıcılığını kabul etmek, ATK'de ısrardan vazgeçmek, işitme ve görme engelliler için erişilebilir iletişim araçları, engelli kadın mahpuslar için özel standartlar ve bakım koşulları, engelli bireylere rehabilitasyon, fizyoterapi, psikososyal destek mekanizmasının sağlanması; bunların hiçbiri pakette yok. Bu önerileri sunduk, iki buçuk ay gibi bir zaman geçti ancak engelli mahpuslar yine yok sayıldı. Bu, tek başına tekil bir hak ihlali olarak değil, maalesef ki bu mahpusların yaşam hakkına kadar dokunabilecek sorunlar üretiyor. Engellilere karşı ayrımcılığın bir başka boyuttaki yansıması, eşitlik ve adalet iddiası taşıyan bu düzenlemede engellilerin yok sayılması, bu düzenlemenin meşruiyetini tartışmalı hâle getiren hususlardan bir tanesi. Biz bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü'nde, burada engelli mahpuslara bir düzenleme yapamıyorsak bunun, adaleti güçlendiren değil, adaleti dışlayan bir paket olduğunu tekrar ifade etmek istiyorum.
Yine, Anayasa iptal kararı üzerine yapılan değişimler ve devletin kontrol ve gözetim kapasitesiyle idarenin takdir ve yetkisinin artırılmasına yönelik bir genel paketin, maddelerin getirildiğini düşünüyoruz. Her ne kadar Türkiye Yüzyılı adaletin yüzyılı, eşitlik söylemleriyle sunulmuşsa da bütünlüklü bir yargı reformu değil, çok sayıda kanunla serpiştirilen ceza artırımlarıyla, idari yetki genişlemeleriyle, hak arama yollarındaki sınırlama ve belirsizliklerle, savunma ve kanunun var olan gerçek sorunları, sosyoekonomik sorunları değil de disiplinle ilgili meselelerle sınırlı bir ele alış biçimiyle, yine, Anayasa Mahkemesinin 153'üncü maddesine dair teknik düzenlemelerle dolu, dağınık bir yargı paketiyle karşı karşıyayız. Bu teklifin yargıya güven krizine, hukuki güvenliğe, siyasi davalardaki keyfî, politik, ideolojik yaklaşımlara ve cezasızlık algısına çözüm üretmediğini bir kez daha ifade ettik, defalarca söyledik. Özellikle, onuncu yargı paketindeki DEM PARTİ'yi suçlayıcı yaklaşımlarınızdan sonra ifade etmiştik ki bizler infazda eşitliği savunuyoruz, gerçek anlamda cezada, infazda adaleti savunuyoruz, bunun yasal çerçevesini oluşturmaya da hazırız. Beklettiniz, beklettiniz, ertelettiniz, onuncu yargı paketinde farklı bir muameleye gittiniz, mayısta, haziranda getirmeyip o umudu büyüterek farklı versiyonları bugüne kadar getirdiniz. Yine, kendi istediğiniz zamanda, kendi istediğiniz bir takvimde, kendi istediğiniz bir çerçevede bunu getirerek toplumsal rıza üretmeye çalışıyorsunuz.
Covid-19'da getirilen bir düzenlemeyle bir kısım adaletsizlik ve eşitsizlik düzeltilirken bir kısım adaletsizlik ve eşitsizlikte ısrar ve yeniden üreten bir hâl gerçekleştirilmeye başlanıyor. Biz yeni mağduriyetler doğurmasını değil gerçekten bir eşitliğin olmasını talep ediyoruz çünkü hukuk, siyasete göre değil özünde, hukukun kendi özünde, felsefesinde, siyasetinde, ortaya çıkışındaki öz itibarıyla eşitliğe, adalete, demokrasiye ve hakikate göre şekillendirilmelidir diyoruz. Bu düzenlemenin ceza hukukunun eşitlik ilkesini ihlal etmediğini ifade ediyoruz çoğu şekilde. Anayasa'ya aykırılıkta da ifade ettim; Türkiye'nin ceza infaz sisteminin kendisi seçici cezalandırma ve hedefli baskıyla ortaya çıkıyor. Ne demek seçici cezalandırmada farklı şekilde? Devlet cezayı suçun niteliğine göre değil failin kimliğine ve döneme göre, konjonktüre göre seçer, buna göre bazı grupları bilinçli olarak kapsam dışına alır ya da kapsam dışına çıkarır, cezalandırmayı onlar üzerinden sürdürür ki toplumsal bir rızayla ve toplumsal cezalandırmayla siyasi bir ceza mühendisliği yapar, hukuku tam olarak bir araç olarak kullanır. Bununla ilgili Charles Tilly'nin, Christian Davenport'un kavramlaştırdığı biçimde, devlet hukuku tüm topluma eşit uygulamak yerine belli bir grubu sistematik baskı altına aldığı an eşitlik ve adaletten söz etmek mümkün değil.
Pandemiden bugüne gelişim seyrini arkadaşlar anlattı, tekrar etmeyeceğim. Bizim itirazımız, gerçekten eşitlik ve adaletin sağlanmasında değil, bunun birilerine özel olmaması meselesiyledir, bütüncül hukukun gerçekten ayırımcılıkta ısrarını tamamen ortadan kaldırmasıyladır. Birçok milletvekili arkadaşım ifade etti, ne ceza cezalardaki artırım gerçek anlamda suç oranlarını azaltıyor ne de cezaevlerindeki kapasite sorununu çözmek adına getirilen bu geçici adımlar gerçek anlamda infazda adalet ve eşitliği sağlıyor. Bugün, kasten yaralama, kamu görevlisine karşı suç, trafik güvenliği tehlikeye sokma, tehdit, çocukların araç olarak kullanılması, bilişim suçları meselelerin çoğunda sistematik olarak bir artırıma gidilmiş ancak bu artırımlar toplumsal sorunların kaynağını, politika eksikliğini, bir bütünen devletin tüm bakanlıklar arasındaki koordine üzerinden suçla mücadele etmesi konusundaki sorumluluğunu ne kaldırır ne gizler ne de ötelemesine bir gerekçe yapılır. Biz, bilimsel bir katkı sunmasının aksine, popülist söylemlerle, dönemsel söylemlerle güvenlik söylemlerini öne çıkaran bir kamuflaj etkisi olduğunu düşünüyoruz. Kamu görevlilerinin karşı taraf olduğu suçlardaki yükseltmede vatandaş aleyhine, devlet lehine genişleyen bu ceza siyasetini kabul etmemiz mümkün değil.
20'nci maddede çocukların araç olarak kullanılması hâlinde ceza artırımıyla ilgili düzenleme getirmişsiniz. Önceki fıkralardaki ceza artırımının bir gerekçesi olmadığı gibi, bu maddede velev ki fail çocuk olacaksa -çocukların araç olarak kullanılmasında- hakeza, bu ceza artırımı aynı şekilde kullanılacaksa bu on birinci yargı paketinde çocuklarla ilgili geri çekilen maddelerdeki gölgelenmiş, grileşmiş bir alanın da geri getirildiğini görüyoruz, bir dolanma hâli olduğunu düşünüyoruz. Onarıcı adalet ve çocuk adalet sistemi gözetilerek bunun revizyonunu talep edeceğiz.
Yine, Türkiye'nin ulusal, uluslararası raporlarında, hukuk raporlarında, baroların raporlarında, bizlerin, DEM PARTİ hukuk komisyonu raporlarının çoğunda biz Türkiye'deki temel adalet krizlerini, aciliyet gerektiren, Türkiye'nin demokrasisine sebep olan meseleleri uzun uzun ifade ettik. Uzun tutukluluk, siyasi davalardaki cezalandırma, tahliye yolunu kapatma, ifade özgürlüğü davaları, AYM, AİHM kararlarına uymama, işkence, kötü muamele, yargıdaki liyakat kaybı ki bunda Venedik Komisyonunun HSK'nın yapısıyla ilgili vermiş olduğu en son raporu dikkatinize sunarım. Hukuk güvenliğinin yok olmamasını, bunlara hiçbir şekilde yer vermemesini -yargı krizini, eşitlik ve adaleti değil- var olan sorunu yeni bir yönetme biçimi olarak gösterdiğini söylüyoruz. AİHM 4 kere Demirtaş kararını verdi. AİHM'de ihlal kararı verilip Türkiye'de bekletilen onlarca karar var ve aslında, Kobani kumpas davasında verilen bu karar sadece özgürlük, güvenlik kararının değil, Türkiye'de siyasi amaçlarla özgürlük, güvenlik kararının yani tutuklamanın verilebildiğini teyit etti. Türkiye dünyadaki yani konsey üyesi olup da bu konuda karar alan nadir ülkelerden bir tanesi. Bunda bir değişiklik yapılabilecekken 4'üncü karara rağmen bunun bekletiliyor olması ve şu an burada eşitlik ve adalet üzerinden, Anayasa kararlarına uyma üzerinden bir şeye gidilmesini, bir dezenformasyon ve gerçeğin göz ardı edilmesini düşünüyoruz. Biz sadece Demirtaş ve Figen Yüksekdağ değil, tüm Kobani kumpas davası yargılananlarının tahliye olması gerektiğini düşünüyoruz. Yargının siyasallaştığı meselesi belki de Kürt siyaseti açısından DEP'ten parti kapatmalara, KCK'den şu an devam eden HDK operasyonlarına, Kobani kumpas davasına, şu an devam eden davaların çoğuna... Bugün biz burada bu konuları konuşurken Hakkari'de ağır ceza mahkemesinde görülen bir davada... Bugün Türkiye'de tutuklu siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler, öğrenciler, çocuklar, kadınlar var ve bir de Türkiye'de tutuklu belediye başkanları gerçeği diye bir gerçek var maalesef ki. İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Adana Belediye Başkanı Zeydan Karalar ve yine, kayyum atadığınız, 3 Haziranda bir gün önce önce bir kurguyla gözaltına alıp iki gün sonra da kayyum kararı verdiğiniz Mehmet Sıddık Akış'la ilgili bozma kararı verdi bölge adliye mahkemesi. Bir madde de o, bölge adliye mahkemesinin bozmasının genişletilmesiyle ilgili ancak yargılaması yapılırken gizli tanık beyanı, siyasi çalışmaların kriminalize edilmesi, miting konuşmaları gibi siyasi saikler ve demokratik siyasete dönük hedefler devam ettirildi ve bugün tutukluluğuna devam kararı verildi. İşte, Türkiye'nin asıl konuşması gereken meselelerden bir tanesi tam olarak budur diyoruz. Bu gerçeklik görüldüğü oranda bugün bu sorunlar giderilebilir. Maddelerdeki avukatlarla ilgili, savunma makamıyla ilgili önerilerin bir kısmını arkadaşlarımız söyledi, tekrar etmeyeceğiz ancak avukatların en önemli sorunlarından bir tanesi işçileştirilen avukatlar. Genç avukatların sosyoekonomik sorunları, yeni düzenleme ve reformda dile getirilmesi gereken meseleleri konuşmadan, tartışmadan, buna nasıl bir çözüm bulacağımıza dair bir süreç yürütmeden sadece disiplin meseleleri üzerinden sınırlı bir ele alış, tam da diğer meselelerdeki o tekrar kadükleşme, tekrar etme, sorunları başa sarma ve çözüm bulmama konusunda bizi tekrar bir noktaya getirecek.
Yine, 30, 31, 32, BTK'ye verilen yetkilerin kötüye kullanımı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü bakımından ciddi risk barındırıyor. Bugün biz burada bu görüşmeleri sürdürürken bugün itibarıyla bir rapor kamuoyuyla paylaşıldı, Dicle Gazeteciler Federasyonunun yapmış olduğu bir rapor ve bu raporda şu ana kadar sadece on bir aylık süreç içerisinde 19 tane siteye sansür uygulandığı, 17 gazetecinin tutuklanarak devam ettirildiği... İfade özgürlüğü kapsamında var olan müdahaleler ortadayken sadece BTK'ye, bir de sansüre kademeli bant yetkisinin verilmesinin tam olarak hem Anayasa'ya hem de mevcut var olan engellemeleri daha da büyüteceğine inanıyoruz.
Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. Bir de tabii ki akıl sağlığı, bunu es geçmemeliyim, 14 ve 15'inci madde. Ben bizzat bu konuları avukatlık yaparken yaşayan biri olarak ifade edeceğim. Biz şu an binlerce insanın tahliyesinin önünü açıyoruz, bununla ilgili bir yasa geliyor eşitlik ve adalet kapsamında ve bu, 120-130 binleri bulacak ama burada getirdiğimiz mesele, biz burada gerçekten zekâ geriliğiyle ilgili hasta olan mahpuslarla ya da cezalandıracak yargılanan kişilerin yargılanmayıp, ceza almayıp gerçekten tedaviye erişimini mi tartışıyoruz yoksa bu kadar tahliyenin önünü açmışken içeriye girebilecek bir mekanizmanın yolunu açıp meseleyi tedavi oranında mı ele alıyoruz? Bence bu maddedeki bu belirsizlik hâli ve akıl sağlığı, zekâ geriliği, raporların alınması, ATK gibi bir mekanizmadaki bilimsel kriterlerden uzak tutumu varken bu maddenin pozitif anlamda olumlu sonuçlarının değil, olumsuz sonuçlarının artacağını düşünüyoruz. Bu konuda karar veren bu düzenlemeyi yapanlardan da bu hususta bir açıklık bekliyoruz.