| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 03 .12.2025 |
GİZEM ÖZCAN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Barolar Birliği Başkanımız, Komisyonumuzun ve basınımızın emekçi üyeleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü, Adalet Komisyonu çatısı altında böylesine anlamlı bir günde bir araya gelmişken sözlerime "engelliler için adalet" diyerek başlamak istiyorum. Engelliler sadece var olmaktan kaynaklanan haklara sahiptirler, adalet de ancak herkesi kapsadığı zaman adalettir. Engelliler için hak temelli bakış esas olmalıdır oysaki engellilere yönelik politikalar sadece muhtaçlık, yardım ekseninde oluşturuluyor. 3 Aralık Dünya Engelliler Günü'nün bu anlayışın değişmesine vesile olmasını diliyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün on birinci yargı paketini konuşuyoruz. Pakette doğru yönler var, eksik ve yetersiz düzenlemeler var, toptan yanlış olan düzenlemeler var ve daha önce geri çekildiği hâlde neredeyse aynı içerikle yeniden önümüze getirilen maddeler var. Biz bugün hepsini maddeleri konuşurken ayrı ayrı değerlendireceğiz ama bundan önce çok daha temel bir sorumluluğumuz var, Türkiye'de adalet düzeni hangi noktadadır ve yurttaş neden artık adalete güvenmiyor? Bu sorulara dürüstçe bakmadan hiçbir yargı paketinin gerçek karşılığını ne yazık ki konuşamayız çünkü ancak o zaman "Bu paket hangi ihtiyaca cevap veriyor ve neyi çözmeyi hedefliyor?" "Biz hangi maddelere, neden itiraz ediyoruz?" sorularına sahici bir yanıt verebiliriz.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de adaletin genel manzarası iç açıcı değildir ne yazık ki, vatandaşın adalet mekanizmalarına olan güveni tarihsel bir erozyonla karşı karşıyadır. Yargılamalar makul süreyi aşmakta, geciken adalet bizzat bir hak ihlaline dönüşmektedir. Birinci derece mahkemelerinden sonra yoğun bir yığılma vardır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvurular rekor seviyededir. Peki, Anayasa Mahkemesi kararları uygulanıyor mu şu anda? Ne yazık ki hayır. Can Atalay kararının ardından Tayfun Kahraman kararı da uygulanmamıştır. "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları uygulanıyor mu?" diye sorduğumuzda onun da yanıtı ne yazık ki hayır. Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ hâlâ tutuklu. Bu tablo hukukun üstünlüğü ilkesinin değil, siyasal önceliklerin belirleyici olduğunun da en açık göstergesidir. Cezaevlerinde ise idare ve gözlem kurullarının keyfî uygulamalarıyla infaz süreleri uzatılmakta; cezada adalet, infazda eşitlik ilkesi ağır biçimde ihlal edilmektedir.
Bugün baktığımızda bu tabloya, bir de bütün adalet mekanizmasını kangrene çeviren en temel sorunu, yargının siyasallaşmasını da elbette ki eklemek zorundayız. Bakın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi hakkında hazırlanan iddianame yargının nasıl siyasallaştığını teşhis etmek için iç karartıcı örneklerle dolu. İddianamede "Cumhurbaşkanı adayı olmak" diye bir suç icat edilmiş durumda, kurultayımızda atılan "Özgür Başkan" sloganları suç unsuru gibi ele alınmış, 15 gizli tanığın 5'i ortadan kaybolmuş, 560 milyar TL yolsuzluk iddiası servis edilmiş, şimdi aynı kaynaklar bu iddiadan çark etmeye çalışıyor. "Bavullarda para var." denildi, şimdi herkes "jammer" olduğunu kabul ediyor. 1.200 telefon iddiası dolaşıma sokuldu, şimdi onu ortaya atanlar da inkâr yarışına girdi. Selim İmamoğlu'nun babası tarafından 772 milyon TL aldığı söylendi, meğer rakam 772 bin TL'ymiş. Bunların her biri yargısal sürecin nasıl bir propaganda aracına dönüştürüldüğünün çarpıcı birer örneği ve üstelik bunları dolaşıma sokanlarla ilgili de hiçbir işlem de tesis edilmedi. Daha fazlasını da burada sayabiliriz ama buna gerek yok çünkü asıl mesele çok açıktır, suçu kanunda değil, iddianamede arayan anlayış Türkiye'ye egemen kılınmıştır. Bu anlayışın da tek hedefi iktidara yürüyen partimizi felç etmek, 15,5 milyon insanın oyuyla seçilmiş Cumhurbaşkanı adayımızı siyaset sahnesinin dışına hapsetmek, muhalefeti yargı yoluyla tasfiye etmek. Nitekim, son olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Cumhuriyet Halk Partisinin kapatılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına bildirimde bulundu. Bu hamle açıkçası bu oyunun en açık ve en cesur itirafı. Madem açık olacaksak da hodri meydan, bakalım, Mustafa Kemal Atatürk'ün mirası Cumhuriyet Halk Partisine de örgütümüze de partimize de dokunmasına izin verecek miyiz?
Değerli milletvekilleri, bütün bu tablo ortadayken gelen bu paket bu sorunların hangisine çözüm getiriyor? Yargının siyasallaşmasına dair tek bir düzenleme yok. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmasına dair tek bir tedbir yok. Cezada adalet, infazda eşitlik anlayışını güçlendirecek en küçük bir adım yok. Makul sürede yargılanmayı güvence altına alacak herhangi bir mekanizma yok. Hukuk mesleklerindeki nitelik sorununu gerçekten çözecek bir perspektif yok yani ortada ülkenin en derin adalet krizlerini görmezden gelen bir paket duruyor, bizim itirazımız da tam da burada yoğunlaşıyor. Bu paket adalet arayan yurttaşın gerçek sorunlarına dokunmuyor, sistematik adaletsizliğin kaynağına temas etmiyor.
Şimdi, elimizdeki pakete gelecek olursak her şeyden önce, daha önce geri çekilen bazı maddeler aynı ya da içeriği korunarak olduğu gibi bu torbaya eklenmiş durumda. Buna örnek verecek olursak 19, 21, 22 ve 24'üncü maddeler böyle; 30,31, 32'nci maddeler de böyle. Biz bu maddeleri onuncu yargı paketinde zaten tartışmıştık. Ne değişti de şimdi karşımıza aynen geliyor? Bu konuda da bir açıklama talep ediyoruz. Ha, "Yok, biz o gün yasama kurnazlığı yaptık." diyecekseniz onu da söyleyin. Bu maddeler hemen ve derhâl paketten çıkarılmalıdır.
Yine, bu pakette yeri olmayan maddeler var. 28 ve 29'uncu maddelerin Adalet Komisyonunda görüşülmesi doğru değil. Biri esnaf ve sanatkârlarla ilgili, diğeri de genel sağlık sigortası prim borcuyla ilgili. Eğer kaliteli bir yasama istiyorsak bunlara dikkat etmemiz gerekiyor.
İçeriğe dair görüşlerimi de tek tek maddeleri konuşurken aktaracağım.
Teşekkür ediyorum.