KOMİSYON KONUŞMASI

KAMURAN TANHAN (Mardin) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli Bakan, değerli milletvekilleri, basın emekçileri, kıymetli arkadaşlarımız; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, burada, yalnızca bir Bakanlığın bütçesini değil bir ülkenin geleceğini konuşuyoruz esasında ve maalesef "büyüme" diye sunulan önümüzdeki tablo bir eşitsizlik hikâyesinden öteye gidemiyor. Bölgesel eşitsizlik almış başını gidiyor. Bütçe adaletinin aynası gibi bu bölgesel eşitsizlikler. Bu ülkenin batısında, bir saatlik mesafede 5 organize sanayi bölgesi sayabiliyorsanız, Doğu'sunda ve Güneydoğu'sunda ise hâlen tarımsal sulamayı bekleyen milyonlarca dönüm arazi bulunmaktadır. İşte, bölgesel eşitsizlik buradan kaynaklanıyor. Bu ülkede, bitirilmeyen, otuz beş-kırk yıllık bir GAP projesi var ve geçen gün Bakanlığın bütçesinde yaklaşık yüzde 40'ının iade edildiğini burada öğrenmiş olduk. Dolayısıyla bilinçli olarak GAP projesinin bitirilmemesi gibi bir hedef mi var Sayın Bakan?

Yine, merkezî bütçe metropolleri kalkındırırken çevre illeri görmezden gelmeye devam ediyor. TÜİK verilerine göre İstanbul'da ortalama yıllık hane halkı geliri 257 bin lirayı geçmiş durumda ama Van, Muş, Bitlis, Hakkâri, Mardin, Batman hattında bu rakam bunun yarısına bile ulaşamıyor ne yazık ki. Üstelik bu ülkede en zengin yüzde 20'lik dilimi oluşturan kesim toplam gelirin neredeyse yarısını alıyor, en yoksul yüzde 20 ise yalnızca yüzde 6'sını alıyor bu paydan. Bu tabloyu bir ekonomik sonuç olarak ifade edemeyiz elbette, bu tablo iktidarın bilinçli ve taraflı bütçe tercihlerinin siyasal bir sonucudur Sayın Bakan yani eşitsizlik tesadüf değil tercih edilmiş bir politikadır.

Kamu yatırımları, vergiler ve teşvikler İstanbul, Ankara, Kocaeli üçgeninde toplanıyorken Kocaeli'de kişi başına düşen vergi tahsilatı 358 bin lira. Mardin'de bu rakam onda 1 bile değil Sayın Bakan. Ortalama bir Mardinlinin, bir Batmanlının, bir Şırnaklının ne derece yoksul olduğunu bu rakamlardan anlamak pekâlâ mümkün.

Yine, kadın emeği de bu eşitsizliğin en çarpıcı göstergelerinden birini oluşturuyor. Kadınların iş gücüne katılım oranı batıda yüzde 40'lara yaklaşırken yine Mardin'de, Şırnak'ta, Batman'da, Siirt'te yüzde 20'lerin bile altında. Kadın emeği görünmez kılınıyor, hiçleştiriliyor. Son kertede kadın yoksulluğu kaderleştiriliyor bu iktidarın eliyle. Bu durumda da kadınları bitmek bilmez yoksulluk ve yoksunluk girdabına mahkûm ediyor.

Sayın Bakan, bir ülke düşünün, bütün yurttaşlar yaşadıkları yer ayrımı olmaksızın vergisini öderken öte yanda neredeyse yatırımı hep aynı iller alıyor; bu mudur vergi adaleti, vergi anlayışı; bu mudur adaletli bütçe diye sormak istiyoruz.

Borç krizi mevcut. Borçla yaşayan bir toplum hâline geldik Sayın Bakan. Bugün Türkiye bir borç ekonomisiyle yönetiliyor. Devletin borcunun 13 trilyon lirayı aştığını ifade ettiniz, bunun yarısı döviz cinsinden bir borç. Halkın borcu ise artık sadece ekonomik değil, sosyolojik bir olguya dönüştü. Kredi kartı borçları 2 trilyon 480 milyarı aşmış durumda. Takibe düşen borçlar son bir yılda yüzde 94 artmış. Her gün ortalama 30 bin yeni icra dosyası açılıyor. Ülkenin yarısı diğer yarısına borçlu hâle geldi bu iktidar sayesinde.

Bir yandan "Ekonomimiz büyüyor." diyorsunuz ama o büyümenin temeli halkın borcuna, geleceğini ipotek altına alan kredilere dayanıyor. Bugün Türkiye'de milyonlarca yurttaş maaşları bir ay yetmediği için kredi kartları eliyle geleceğini maalesef ipotek etmek zorunda bırakılıyor. Borçla yaşamak, borçla ısınmak, borçla yemek, borçla ayakta kalmak zorunda kalıyor bu ülkede insanlar. Bir bütün olarak bugünü kurtarmak için yarını borçlanmış bir yaşamdan bahsediyorum elbette ve bu sadece bir finansal sorun değil, bu bir demokrasi ve adalet sorunudur. Borçlandırılmış bir toplum içine düştüğü darboğazın etkisiyle yalnız ve kimsesiz bırakılmış bir toplumdur. Halkın iradesini borçla susturmak en ağır ekonomik şiddet biçimidir. Ekonominin değil, borcun ve eşitsizliğin büyüdüğü bu düzende kim gerçekten kazanıyor? Hayat pahalılığı almış başını gidiyor, yoksulluk daha da derinleşiyor. TÜİK bile artık saklamıyor bunu Sayın Bakan, TÜİK bile! 2024 Yaşam Memnuniyeti Araştırması'na göre halkın üçte 1'i ülkenin en büyük sorununun hayat pahalılığı olduğunu ifade ediyor ama iktidar hâlen "Enflasyonla mücadele ediyoruz." diyebiliyor. Oysa bu ülkenin mutfağında, pazarında, sokağında yaşanan enflasyonun adı açlıktır, açlık, başka da bir şey değildir.

Bu yıl doğal gaz desteğini kestiniz, elektrik faturaları 2'ye katlandı. Yeni yıl gelmeden EPDK, destek sınırını yeniden düşürdü. Yaklaşık 2,5 milyon hanenin faturası 2026 yılında en az bin lira ek bir yükle başlayacak. Karadeniz gazı vaadiyle umut satıldı ama geriye borçlu, yorgun ve öfkeli bir halk bırakıldı Sayın Bakan. Enerjiye yapılan her zam yalnızca faturaya değil, üretime, pazara, ekmeğe, sofraya zam olarak geri döndü. Bu hafta içerisinde motorine 5 TL zam yapıldı. Faturalara "tasarruf" yazılıyor ama fatura hiçbir zaman halka yansımıyor, hep seçkin bir azınlığa ve yandaşa yazılıyor ve akıyor bu vergiler.

Bir asgari ücretli maaşının tamamını kiraya veriyor. Ev değil, çadır bile kiralasa geçinemez Sayın Bakan, çadır. Cumhurbaşkanı "Ev sahibi yapacağım." diyor, 500 bin sosyal konut projesi sözü veriyor ama ülkede 24 milyon kiracı var yani her 100 kişiden 2'si alabilecek bunu, geriye kalan her 100 kişiden 98'i hâlen kiracı olarak devam edecek hayatına; barınma krizi devam ediyor diyebiliriz.

Bu ülkede artık kira ödemek değil, nefes almak bile lüks hâline geldi. 1 kilo et bir günlük yevmiyeye denk geliyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü ülkeleri arasında en yüksek gıda enflasyonuna sahip ülke Türkiye. Yüzde 36'lık oranla dünya zirvesindeyiz. En temel besin ürünleri olan et, süt, yumurtanın her biri birer lüks hâline geldi. Halkın mutfağı açlık sınırının altında. TÜRK-İŞ verileri mutfak enflasyonunun yüzde 40'lara dayandığını, BİRLEŞİK KAMU-İŞ ise son bir yılda sebze fiyatlarının yüzde 92, meyve fiyatlarının da yüzde 164 arttığını ifade ediyor. Bugün milyonlarca çocuk kahvaltıya yalnızca çayla oturarak kahvaltı sofrasından aç kalkıyor; emekli ise çarşıya, pazara sadece bakmaya gidiyor Sayın Bakan. 1 kilo etin fiyatı bir günlük asgari ücretle yarışıyor ama iktidar hâlen "Büyüyoruz." diyor. Evet, büyüyen bir şey var bu ülkede, fatura borçları büyüyor, bu doğru; gıda fiyatları artıyor, bu da doğru; kiralar uçuyor, bu da doğru; umutsuzluk da büyüyor Sayın Bakan. Sonuç olarak, bu ülkede büyüyen yalnızca yoksulluk oluyor. Biliyoruz ki bu hayat pahalılığı bir tesadüf değil, ekonomi politik bir tercihtir, halkın sofrasından daraltıp sermayenin kasasını dolduran bir tercihtir yani. Bu tercihin adı büyüme değil, olsa olsa iktidarın yurttaşların açlığını ve yoksulluğunu manipüle edip görmezden gelme pratiğidir ve bu soruyu sormak zorundayım Sayın Bakan: Ekonomik büyümeden söz ederken tenceresi boşalan milyonların bu hikâyedeki yeri nedir? Hangi kalkınma halkın karnı açken meşru olabilir? Hangi bütçe sofrada ekmek eksilirken adil sayılabilir? Bu tablo değişebilir Sayın Bakan ama bunun için öncelikle kaynakların yönünün de değişmesi gerekiyor. Saraydan halka, merkezden yerellere, sermayeden emeğe doğru bir yön değişimi şarttır artık bu ülkede.

Öneri olarak söylüyorum Sayın Bakan: Yerel üretim gıda kooperatifleri desteklenmelidir. "Destekliyoruz." diyeceksiniz, evet ama kâğıt üzerinde kalıyor bunlar. Her bölge kendi üretim kapasitesini yeniden kurmalı, gıda tedarik zinciri yerelden yönetilmelidir. Köylüye, çiftçiye ucuz mazot değil adil alım garantisi verilmelidir. Enerjide kamusal destekleme yeniden düzenlenmelidir. Elektrik, su ve doğal gazda asgari tüketim hakkı ücretsiz olmalı, gelir düzeyine göre kademeli faturalandırma getirilmelidir. Barınma hakkı sosyal bir politika hâline getirilmeli, TOKİ rant aracı olmaktan çıkarılmalı, dar gelirlilere kamu destekli konut projeleri sağlanmalıdır. Belediyelerin sosyal konut üretimi için payı artırılmalıdır. Vergi adaleti sağlanmalıdır, dolaylı vergiler azaltılmalı, zenginliğe, servete, çok kârlılığa vergi getirilmelidir. Halkın sofrasından değil lüks tüketimden vergi alınmalıdır.

Yerel yönetimlerin payının artırılması gerektiğini ifade ettik. Bütçenin halkla birlikte yapılmasının önünün de açılması gerekir çünkü halkın masasında yapılmayan hiçbir bütçe adil olmayacaktır. Bu ülkenin onurlu insanları artık geçim değil yaşam hakkı istiyor, sofrasında ekmek, cebinde umut, mahallesinde söz hakkı istiyor, emek ve barış için bütçe istiyor. Eşit ve adil bir bütçe olmalı temel hedefi bu ülkenin, sizin Bakanlığınızın. Bu bütçe üretenden, halktan, alın terini dökenden yana değil sermayeden yana tavır alan bir bütçedir. Bu bütçe ekonomiyi büyüten değil yoksulluğu büyüten bir bütçedir. Diyoruz ki: Kaynaklar metropollere yığılmasın, bölgesel eşitsizlikler için yerinden kalkınma politikaları uygulansın, kadın emeği görünür kılınsın, istihdam desteklensin, borçla değil üretimle yaşayan bir ekonomi kurulsun, halktan toplanan her kuruşun hesabı halka verilsin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Buyurun.

KAMURAN TANHAN (Mardin) - Sayın Başkan, batık bir işletmenin semptomları bellidir, az çok siz de biliyorsunuz. Bunlardan birincisi, kaynak yokluğundan dolayı hayati işlevleri kısıtlanıyor, gelir artırmak için kısa vadeli ve olağan dışı tedbirlere başvuruluyor. Olağan dışı tedbirlere maruz kalan halkın sesini kesmek için de sindirme taktikleri uygulanıyor. İşletme sermayesinin parça parça satılması ve rehin verilmesi -ki bu örneğin garanti geçişli yap-işlet-devret modellerinde oluyor- işletmenin geleceğini, güvenini yitiren ortaklar kasayı yağmalıyor. Bugün bu ülkede tam da bu noktadayız. Bir işletmenin batık olmasının bütün semptomlarını bugün bu ülkenin ekonomisinde görüyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMURAN TANHAN (Mardin) - Lütfen, bu ülkenin ekonomisini halka, emekçiye doğru yöneltin, zenginlere ve şirketlere değil.

Teşekkürler.