| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/280) ve 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/279) ile Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 05 .11.2025 |
SEMRA ÇAĞLAR GÖKALP (Bitlis) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; Ticaret Bakanlığı bütçesini konuşuyoruz. Dünyanın içerisinden geçtiği yeni ekonomik düzende ticaret ilişkileri bir çeşit güç mücadelesine dönmüş durumda. Bir süredir vekâletler üzerinden yürütülen -tabiri caizse- dünya savaşının yeni bir cephesi açılmış durumda. Artık sadece silahların değil ticaretin, enerji hatlarının ve maden rezervlerinin de konuşulduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu yeni konjonktürde ticaret yalnızca ekonomik bir alan değil devletler arası güç mücadelesinin tam merkezinde. Literatüre ticaret savaşları olarak geçen bu süreç aslında 21'inci yüzyılın jeopolitik yeniden paylaşım savaşıdır.
Değerli arkadaşlar, 2018'de ABD Başkanı Trump'ın başlattığı tarife savaşlarına yeni dönemde enerji, lojistik, teknoloji üstünlüğü üzerinden yürütülmeye devam ediliyor. Dünya ekonomisi gümrük tarifelerinin ötesinde enerji yolları ve tedarik zincirlerine kimin sahip olacağına yönelik bir güç mücadelesine sahne oluyor. Bugün nadir toprak elementlerinin yüzde 70'i, işleme kapasitesinin yüzde 90'ı Çin'de. ABD ve Avrupa Birliği bu bağımlılığı kırmak için Asya'dan Afrika'ya kadar yeni ekonomik koridorlar kuruyor. Katliamlar ve yoksullaşmanın ortasında İbrahim Anlaşmalarıyla İsrail-Arap normalleşmesi yüz yılın barış olarak servis edilirken, Hindistan, Ortadoğu, Avrupa Ekonomik Koridoru, IMEC gibi projelerle ticaret artık barışın değil yeni bloklaşmaların ve silahsız kuşatmaların aracı hâline gelmiştir.
Yeni ticaret yolları yeniden haritalanıyor, yeni sömürü düzeni kuruluyor hem de Türkiye'nin doğu, batı geçişindeki jeostratejik avantajını zayıflatacak biçimde. Türkiye'nin dış ticaret politikası bu dönüşümden nasıl etkilenmektedir diye sormak istiyoruz buradan. Bir yandan Körfez ülkeleri, İsrail ve ABD merkezli yeni serbest ticaret bölgeleri kurarken diğer yandan enerji ve lojistik akışları Doğu Akdeniz ve Arap yarımadası üzerinden yönlendiriliyor. Bu tablo jeostratejik konuma sahip Türkiye'nin orta koridor stratejisini gölgede bırakmakta, jeoekonomik rekabetin dışına itilme riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır.
17 nadir toprak elementinin ticareti üzerine evrilen bütün bu karmaşada Eskişehir Beylikova'daki rezerv alanın yönetimine ekolojik tahribat ve yaşamsal riskler yönünden kamuoyunca endişeyle yaklaşılıyor. Tüm bu risk faktörlerinin faturasını ise maalesef yine gittikçe daha da yoksullaşan halklar, tahrip edilen ekosistem ödüyor. Gıda, enerji, kira fiyatları artıyor; üretici borçla, işçi yoksullukla, esnaf icrayla boğuşuyor. Türkiye, yanlış diplomasi ve ticaret politikalarıyla hammadde tedarikçisi ve ucuz iş gücü ülkesi konumuna hapsediliyor. Nereden mi anlıyoruz bunu? Dış ticaret verilerinin satır aralarına baktığımızda bunu net olarak görüyoruz. Bakın, Türkiye'nin ihracat miktar endeksi 2013'ten 2025'e yüzde 66,14 artmış ama birim değeri sadece yüzde 1,1 artmış yani çok satıyoruz ama ucuza satıyoruz; ithalat birim değeri ise artıyor yani daha pahalıya alıyoruz.
TÜİK verilerine göre 2024 yılında ihracatın yüzde 44,4'ü, ithalatın yüzde 58,7'si büyük ölçekli girişimler tarafından gerçekleştirilmiş, mikro girişimlerin ihracattaki payı yüzde 18,8'de kalırken toplam ihracat yapan girişimlerin yüzde 75,6'sını oluşturuyor yani büyük sermaye gruplarının tekelinde yürüyen bir ticaret politikası var. "İhracat rekoru" diyorsunuz, ihracatta ithalat girdi oranı nedir diye tekrardan sormak istiyoruz. Bir ihracat efsanesidir almış başını gidiyor. İktidarınız ihracata dayalı ekonomik büyümeye odaklanmış durumda ancak nasıl bir ihracat? İthalata bağımlı bir ihracat. Bu tablo yalnızca ekonomik bir başarısızlık değil siyasi bir tercihin sonucudur.
Yüksek teknoloji üretmeyen, üreticisini de dışa bağımlı hâle getiren Türkiye, ticaret savaşlarında söz sahibi bir aktör değil küresel paylaşım savaşında bir taşeron ülke konumunda kalmaktadır. Deyim yerindeyse filler tepişiyor çimenler eziliyor ve Türkiye kendi halkını, üreticisini, emekçisini koruyamadığı sürece emekçiler o ezilen çimen olmaktan kurtulamayacak gibi görünüyor. BAYKAR Holding gibi imtiyazlı sınıf ihracat efsanesinden büyük payı alırken Habur'da, Esendere'de, Gürbulak'ta sınır ticaretiyle geçimini sağlayan milyonlarca küçük esnaf ve yerel halkın kotalarla boğazına çökülüyor. Bu eşitsiz ticaret politikasını nasıl düzelteceksiniz Sayın Bakan?
Dış ticaret hedeflerinin tutmamasının nedeni yanlış hesap değil yanlış siyasettir. Türkiye'nin mevcut ekonomi modeli demokratik planlamadan uzak, merkezileşmiş sermaye yanlısı bir yapıdadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Tamamlayın hemen, selamlayın.
SEMRA ÇAĞLAR GÖKALP (Bitlis) - Bakanlığınızın bütçesi yalnızca rakamlardan ibaret değildir, bu ülkenin üretim gücünü, emeğin değerini, dış ticaretteki bağımsızlığını belirleyen politik bir tercihtir.
Bizim önerimiz açık Sayın Bakan, önerilerimiz de var bu anlamda.
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - O kadar vaktimiz yok artık.
Teşekkür ediyoruz.
SEMRA ÇAĞLAR GÖKALP (Bitlis) - Çok kısa...
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Sözü Ali Bozan Bey'e vereceğim.
ALİ BOZAN (Mersin) - Benim süremden verin Sayın Başkanım, ben kısa konuşacağım.
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Tamam o zaman.
Buyurun.
SEMRA ÇAĞLAR GÖKALP (Bitlis) - Hazır Sayın Bakan buradayken biz önerimizi de iletelim buradan .
Dış ticaret politikası küresel sermayeye değil yerli üreticiye ve emekçiye dayanmalıdır. Ekonomi merkezden değil toplumdan planlanmalıdır. İhracat teşvikleri yalnızca büyük sermayeye değil küçük üreticiye ve kooperatiflere de yönelmelidir. Bölgesel barışın bir ayağı da adil ticaret politikasını hayata geçirmektir. Dolayısıyla, size burada bir görev düşmektedir Sayın Bakan, küresel sermayenin çıkarları uğruna iç barışın ve bölgesel barışın ticaret politikaları tehlikeye atılmamalıdır.