| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/280) ve 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/279) ile Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 05 .11.2025 |
SEDA KÂYA ÖSEN (İzmir) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri, Sayın Bakan, kıymetli bürokratlar ve değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
2026 Ticaret Bakanlığı bütçesinin ülkemize ve Ulu Önder Atatürk'ün işaret ettiği gibi, milletin emeği ve üretimini kıymetlendirmek için eline ve zekâsına güvenilen üretici, esnaf ve sanatkârlarımıza hayırlı olmasını diliyorum.
Öncelikle, geçen sene yapılan Bakanlık sunumunda Sayın Bakanımız 2024 yılı için hedeflenen cari açığın 11 milyar dolar civarında olduğunu söyleyerek "Cari açık sorun olmaktan çıkmıştır." şeklinde bir ifade kullanmıştı. Bu sene Sayın Cevdet Yılmaz'ın sunumunda 2025 yılı cari açığının 22,6 milyar dolar olacağı ifade ediliyor. Bu noktada sormak istiyorum: Geçen yıl sorun olmaktan çıkardığınızı söylediğiniz cari açık bu yıl neden yüzde 100 arttı? Sizin ifadenize göre, madem 2024 yılında çözebildiniz, neden 2025 yılında çözemiyorsunuz? Biz geçen sene cari açığın neden düştüğünün, bu yıl neden artışa geçtiğinin tabii, sebebini biliyoruz; keramet demek ki sizde ve ekonomi politikalarınızda ve yönetimde sanırım değilmiş.
Gelelim bir diğer övünç kaynağı meselesine, millî gelir, gayrisafi yurt içi hasıla. Yine, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız Cevdet Yılmaz'ın sunumunda belirttiği üzere, bu yıl millî gelirin 1,5 trilyon doları geçmesi bekleniyor. Kulağa hoş gelen bir rakam tabii bu. Gerçekte ve halkta karşılığı nedir, bir de ona bakmak lazım. Millî gelirin cari fiyatlarla dolar bazında bu kadar artmasının altında yatan sebep döviz kurunun uzun zamandır baskılanması ve yurt içi enflasyonun durdurulamamasıdır. Millî gelirde artıştan söz edebilmemiz için dolar kurunun enflasyon oranı kadar artması gerekirdi. 19 Mart süreci haricinde uzun zamandır dolar kuru yerinde sayarken enflasyon yüzde 33 arttı. Bu yüzden millî gelirdeki övünülen artışı enflasyondan bağımsız düşünemeyiz.
Bir diğer boyut da şudur: Millî gelir vatandaşa ne kadar yansıyor? Bu artışı kalkınma ve refah olarak vatandaşımız hissediyor mu? Devamlı dile getiriyorsunuz "Kesintisiz şekilde on altı yıldır büyüyoruz. Yüzde 5,4'lük büyüme oranıyla yüzde 2,9 olan dünya büyüme ortalamasını ikiye katladık." diyorsunuz. Sizin rakamlarınıza göre maşallah Çin gibi büyüyoruz. Peki, ne kadarı gerçek? Nüfusun yüzde 20'sinin toplam servetin yarısına sahip olduğu ülkemizde, peynirin, zeytinin hesapla alındığı Türkiye'de kaç haneye yıllık 17 bin dolar giriyor? Vatandaş TÜİK cennetindeki gibi yaşayabiliyor mu? Bunun adı açıkçası şudur: Çin gibi büyü ama Bangladeş gibi yaşa. Dünyayı titreten Türkiye Yüzyılı'nda işte Türk milletinin geldiği nokta da biraz bu.
Kıymetli milletvekilleri, konuşmamın başında cari açık meselesine dikkat çekmiştim. Bu cari açığın oluşmasının nedenlerini tabii ki buradaki herkes biliyor. Türkiye ihracat yapabilmek için ithalat yapan bir ülke. Fabrikalarımızı çalıştırmak için en başta da enerjiye ihtiyacımız var. Bu konuda yenilenebilir enerji alanında doğru işler yapılıyor, görüyoruz ancak konu yalnızca ithalatın enerji boyutuyla ilgili değil, ülkemizde ihracat sektörlerinde ithal girdi oranı hâlâ çok yüksek. Örneğin, otomotiv sektöründe bu oran yüzde 63, elektronikte 74, tekstilde 45, gıdada yüzde 32 seviyelerinde. Bu tablo dış ticaret rakamlarına da yansıyor. Geçen yıl eksi 82 milyar dolar olan dış ticaret açığı 2026 yılında eksi 96 milyar dolara yükselecek; üstelik, petrol ve emtia fiyatlarının düşük seyrettiği bir dönemde. Burada bir yanlışlık olduğunu sanırım kabul etmemiz lazım. Küresel ortam uygun olmasına rağmen bizim dış ticaret açığımız artıyorsa sorun çok açıktır, ara mal bağımlılığından kurtulamıyoruz. İthal girdi oranlarımızı azaltacak yatırımlar yapmıyor, teşvik vermiyoruz.
İthalat kısmından devam edelim. Bu noktada Çin meselesine değinmek istiyorum. Açıkçası Sayın Bakan, biraz şaşırdık çünkü bugün sizin sunumunuzun çok büyük bir kısmının Çin olmasını bekliyorduk. Bütün dünyada bir Çin rüzgârı esiyor ama sanırım sizler için yeterince önemli bir faktör değil.
Dünyada küresel ticaret sistemi, Amerika Birleşik Devletleri'nin başlattığı, daha sonra karşılıklı hâle gelen bir tarifeler üzerinden restleşmeye doğru gidiyor. ABD'nin bu tarifeleri başlatmasının altındaki sebep Çin'e karşı verdiği dış ticaret açığı. ABD, Çin'e yaptığı ihracatın yaklaşık 3,5 kat kadarını Çin'den ithal ediyor.
Peki, bir de Türkiye ve Çin dengesine bakalım. 2024 yılında Türkiye'nin Çin'e ihracatı 3,3 milyar dolar, Çin'in Türkiye'ye ihracatı 38 milyar dolar. Bakın, bu Rusya'dan alınan zorunlu enerji değil; içeride üretmediğimiz, üretemediğimiz ya da pahalıya ürettiğimiz ekipman ve ürünler. Çin sadece iç pazarı değil Türkiye'nin dış pazarlarını da ele geçirmeye başladı. Irak örneğine bakalım, size bu konuda bir soru önergesi de yöneltmiştik. AK PARTİ iktidara geldiğinde Irak'a en çok ihracat yapan ülke Türkiye'ydi, 2022 yılından itibaren Türkiye 3'üncü sıraya düştü. Önümüzde Çin ve Birleşik Arap Emirlikleri var. Aslında Birleşik Arap Emirlikleri'nin arkasında Çin var çünkü orada Jebel Ali Serbest Bölgesi'nden Çinli firmalar Irak'a mal yolluyorlar. Sayın Bakan, Çin'le yalnızca damping cezaları ve gümrük takipleriyle baş edemeyiz. ABD, ihracatından yaklaşık 3,5 kat daha fazla ithalat yaptığı Çin'e yaptırım uygularken ihracatından 12 kat fazla ithalat yapan Türkiye Çin'e karşı ne yapacak, önündeki yol haritası nedir? Türk üreticisi iç pazarda ve ihracatta Çin ürünleriyle nasıl başa çıkacak?
Sayın milletvekilleri, ihracat ve yabancı ülkeler demişken buradan Avrupa Birliğine geçmek istiyorum. AB'yle 210 milyar avroluk ticaret hacmimiz var ve yine dış ticaret açığı veren taraf biziz 14 milyar avroyla. Güncellenmesi artık ertelenemez...
TİCARET BAKANI ÖMER BOLAT - Rakam yanlış.
SEDA KÂYA ÖSEN (İzmir) - Teyit ederiz.
TİCARET BAKANI ÖMER BOLAT - Geçen yıl 2 milyar avro açığımız vardı, bu yıl fazlamız var.
SEDA KÂYA ÖSEN (İzmir) - Tamam ama yine de güncellenmesi artık ertelenemez hâle gelen gümrük birliğine değinmek istiyorum. AB'yle serbest ticaret anlaşması imzalayan ülkeler Türk mallarına karşı eşit olmayan gümrük vergilerini bildiğiniz gibi uyguluyor, Türk firmaları aynı pazarda rekabet dezavantajı yaşıyor. AB'nin elde ettiği ticari kazanımın dışında bırakılıyor, başka bir ifadeyle Avrupa Birliğinin serbest ticaret anlaşması politikası Türkiye açısından artık sadece bir dışlanma değil, doğrudan ticari zarara yol açan bir unsura dönüşmüş durumdadır. Türk ihracatçısının aynı pazarda daha yüksek maliyetle, daha uzun gümrük süreçleriyle ve daha sıkı teknik mevzuat koşullarıyla karşılaşması yapısal bir sorundur. Bu tablo özellikle Yeşil Mutabakat, karbon düzenleme mekanizması, ürün izlenebilirliği gibi yeni ticaret normlarının devreye girmesiyle daha da derinleşecek gibi gözüküyor, siz de bununla ilgili görüşmeler yapıyormuşsunuz. Türkiye AB'yle eş güdüm içinde hareket etmediği sürece üretici ve ihracatçı kesim hem karbon vergileri hem de doğrudan maliyet artışlarıyla karşı karşıya kalabilir. Bu konuda cesur adımların atılması gerekiyor. Bu adımlar atılırsa eğer, bazı çalışmalara göre millî gelirin yüzde 2,5 oranında artması bekleniyor. Bu yüzden sormak istiyorum: Bu adımların daha cesur atılmamasının altındaki sebep nedir? Örneğin, Türkiye'deki iç siyasetteki baskı ortamı, antidemokratik tutumlar Avrupa Birliğiyle gümrük birliği pazarlığı noktasında Türkiye'nin elini zayıflatmakta mıdır?
Kıymetli milletvekilleri, son olarak Türkiye'nin Rekabetçilik Endeksi'ne dikkat çekmek istiyorum. TÜSİAD tarafından hazırlanan Maliyet Bazlı Rekabet Gücü Endeksi'ne göre Türkiye yüzde 88 rekabetçilik oranıyla 2015'ten bu yana en kötü tabloyla karşı karşıyadır. İhracat yaptığımız pazarlarda rakiplerimiz olan ülkelerle ücretler, finansman, ara malı ve enerji fiyatları üzerinden yapılan karşılaştırmada Türkiye geriye doğru gitmeye devam etmektedir. Rakiplerimizin ara malı ve finansman maliyetlerinin bizden daha ucuz olması hem ekonomi programımızın yanlışlarını hem de teşvik sistemimizin eksikliklerini bize gösteriyor. Artan maliyetler altında rekabetçiliğini kaybeden ihracatçı daha etkin desteklenmelidir, ödeme süreleri muhakkak kısaltılmalıdır. Öz sermayeleri günden güne eriyen, finansmana erişimde sorun yaşayan şirketlerimiz için ortalama beş ayı bulan geri destek ödemelerinde düzeltilmeye gidilmelidir.
Peki, bu tablo karşısında ne yapmalıyız? Yeni yatırım yapacak, istihdam sağlayacak firmalara KDV muafiyetinin çok üstünde pazar, finansman ve kurumsal kapasiteyi entegre düşünen yalın bir teşvik sistemi sağlamalı, bürokratik süreci mutlaka sadeleştirmeliyiz. Ekonominin belkemiği KOBİ'lere ve sanayi kuruluşlarına dijital dönüşüm, enerji verimliliği konularında uyum mekanizması geliştirmeli ve teşvik etmeliyiz. OSB'lerin altyapı eksikliklerini gidermeli; enerji, lojistik bağlantılarını verimlilik ekseninde güçlendirmeliyiz. Yeni yatırım alanları sanayi-kent ilişkisini gözeterek belirlenmeli, çevresel ve sosyal dengeleri koruyan bir yaklaşımla sanayi alanlarını genişletmeliyiz. Girişimcilik ekosistemini desteklemeli, esnek şirket kuruluş modelleri sağlamalıyız. Katma değerli ihracatı artırmalı, teşvik etmeli fakat bu, yüz binlerce aileye ekmek kapısı olan emek yoğun ve kadın istihdamının olduğu tekstil ve benzeri sektörlerin cezalandırılması anlamına da gelmemelidir. Bu sektörlerdeki stratejik dönüşüm sağlanmalı ve sürecin sosyal penceresi mutlaka değerlendirilmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Bir dakika veriyorum.
Buyurun.
SEDA KÂYA ÖSEN (İzmir) - Mersi.
Sayın Bakan, sonuç olarak, Türkiye'nin üretmekten başka çaresi yoktur ve Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında ülkemiz topyekûn bir kalkınma seferberliğine girecektir; faizden para kazanmanın ana kural olduğu, tarlasını ekmeyen çiftçinin teşvik edildiği, gençlerin yüzde 30'unun ne okulda ne işte olduğu ve "carry trade"in baş tacı edildiği bir düzenden reel sektörün, üretmenin, istihdam yaratmanın teşvik edildiği, gelirin adilce paylaşıldığı, gençlerin yaşam boyu meslek kazanımları edindiği, dünyada rekabetçi, üreten bir Türkiye olacaktır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.