| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/280) ve 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/279) ile Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 04 .11.2025 |
ADALET KAYA (Diyarbakır) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, Değerli Komisyon üyeleri, Sayın Bakan, kıymetli bürokratlar; öncelikle hepiniz hoş geldiniz.
Basın mensupları ve herkesi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, Bakanlığınız, sadece ekonominin motoru değil, gelecek vizyonu açısından da çok önemli bir gösterge esasında konuları bakımından. Ne yazık ki önümüzdeki 2026 bütçesine baktığımız zaman umut vadeden gerçekçi bir tablo sunmuyor bize bu program. Özellikle Bakanlığın tüm iddialı dijitalleşme ve millî teknoloji söylemlerine rağmen, bugün Türkiye'nin kronikleşen katma değer üretememe sorunu pençesindeyiz ve bunu zaten görüyoruz, buradaki verilerle de görüyoruz. Yine, TÜİK'in verilerine baktığımız zaman, yüksek teknolojili ürünlerin imalat sanayi ihracatı içindeki payı sadece yüzde 3,1 olarak görünüyor. Buna karşın, yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayi ithalatı içindeki payı eylül ayında yüzde 12,5 olarak gerçekleşmiş yani bu çarpıcı fark Türkiye'nin düşük teknolojili ürünleri ihraç edip pahalı ve yüksek teknolojili ürünleri satın alarak kronik dış ticaret açığı verdiğini ve teknolojik dışa bağımlılığı sürdürdüğünü göstermekte. Türkiye sanayisi her 100 dolarlık üretim için 43 dolarlık ithalata ihtiyaç duymaktadır. Dolayısıyla, yapılan üretimler yüzde 58 doğal kaynak ve düşük teknoloji kullanan sanayilerde yaratılmaktadır. Tabii ki şunu gösteriyor bize: Üretmek için gereken teknolojiyi bile üretemiyoruz, böyle bir krizin içerisindeyiz yani pahalıya alıp ucuza satıyoruz. Türkiye, mesela dünyadaki bor rezervleri ve diğer nadir toprak elementleri rezervi konusunda oldukça zengin, son zamanlarda da oldukça tartışma konusu oldu ama ne yazık ki bu bunu işleyecek bilgi birikimine ve uzmanlığa sahip değiliz. Dolayısıyla, bununla ilgili de yine katma değerli üretim yapamıyoruz ve bu elementleri kendi imkânlarımızla işleyemiyoruz. Bu nedenle de bu işlenmesi gereken değerli elementler de ekonomik getirisi olmayan bir potansiyel olarak orada duruyor.
Yüksek teknoloji üretimine geçişin en büyük ön koşulu, bilime dayalı kurumların özerkliği ve liyakatin korunmasıdır. Bu konuda da -ne yazık ki- baktığımız zaman, kamu araştırma kurumlarının zayıflaması bilimsel kapasiteyi sınırlamış. Yine, Maden Tetkik Araştırmanın mesela durumuna baktığımız zaman, 2005'ten sonra veri konusu şirketlere devredildiği için, kamuya açık olmadığı için araştırmacılar, bilgiye yalnızca yüksek ücretler karşılığında erişebiliyor. Bu, önemli bir kriz, sadece büyük şirketler veriye ulaşabiliyor; bu da kamu çıkarı yerine özel çıkar gruplarına hizmet eden bir durum yaratıyor. Bir kere bunun önlenmesi lazım yani doğru bir AR-GE çalışması yürütmek istiyorsak açık veri programı başlatılmalıdır diyoruz.
Yine TÜBİTAK'a bakıyoruz, bilimsel ölçütler yerine ideolojik yakınlık belirleyici hâle gelmiş. Mesela, alternatif tıp desteği TÜBİTAK'ın görevi mi olmalı gerçekten? Ya da diğer proje desteği verdiği konulara bakıyoruz; geleneksel tıp, din-bilim ilişkisi, millî teknoloji gibi ideolojik başlıklarda destek vermiş mesela ya da başka... TÜBİTAK'ın bilimsel ölçütler yerine yine ideolojik yakınlık, demiştim bunu.
2024'te üniversite bütçelerinin yalnızca yüzde 4,8'i araştırma faaliyetlerine ayrılmıştır. Dolayısıyla, akademik yayın sayısı artmakta -burada da zaten sunumunuzda da vardı- ama atıf sayısındaki düşme niteliği düşürüyor ne yazık ki. Evet, yani sizin verinizde böyle ama atıf sayısında inanılmaz bir düşme var, bunu bir soru olarak sormuş olayım o zaman ben size. Özellikle üniversitelerde proje desteği alan akademisyenlerden yüzde 38'i sözleşmeli statüdedir, araştırma sürekliliği sağlanamamaktadır böylece. Yani bu da önemli bir konu.
Teknoloji geliştirme bölgelerinde AR-GE harcamalarının üçte 1'i bina ve donanım giderlerinden oluşmaktadır, bilimsel araştırmaya ayrılan pay düşüktür. Teknopark yöneticilerinin büyük bölümü siyasal atamalarla belirlenmektedir. Bu yapı, bilimi değil iktidar ilişkilerini merkezine almaktadır.
Üniversitelere özellikle yapay zekâ bölümleri açıyorsunuz ve yapay zekâ konusunda çok ciddi yatırımlarınız olduğunu söylediniz ama ne yazık ki yapay zekâ üretebilecek, bu konuda ders verebilecek hoca bile bulamıyor üniversiteler. Bunun nedeni de tabii ki beyin göçü ve nitelikli iş gücünün göç etmiş olması. Bu bilimsel gerileme, tabii bu gücün ülkeyi terk etmesine neden olan sebepler sadece ücret değil, evet, yüksek ücret alamadıkları için göç ediyorlar ama ifade ve araştırma özgürlükleri yok, mesleki güvenceleri yok, liyakat eksikliği nedeniyle de ülkeyi terk etmekte gençler. Türkiye'nin yüksek katma değerli üretime geçebilmesi ancak bilime, liyakate ve tüm kimliklerin özgürce yaşama hakkına dayanan şeffaf ve demokratik bir yönetim anlayışıyla mümkün olacaktır. Gençlere güvenli, güvenceli kariyer yolu açmanız gerekiyor. Biz bölgesel yapay zekâ uygulama merkezleri açmanızı öneriyoruz, önergemizi de vereceğiz. Sağlık, eğitim, tarım, afet yönetimi gibi alanlarda bütün yerel yönetimlerin de dâhil olduğu, bir kamu üniversitesinin mutlaka dâhil olacağı ve sivil toplumun, sanayi odalarının dâhil olacağı bir merkez ve buradan ortaya çıkacak çözüm odaklı sonuçların, çıktıların da kamu yararına, toplum yararına kullanılması yönünde bir önerimiz var.
Yine, geçtiğimiz günlerde bir deprem oldu ve yine GSM operatörleri çöktü, buna tanıklık ettik; Balıkesir merkezli depremden bahsediyorum. Bir taraftan da bugünlerde 5G teknolojisinin parlatılması söz konusu, siz de bundan fazlaca söz ediyorsunuz Bakanlığınızca. Yani 5G hem şirketlerin kâr oranlarını artıran bir araç hem de iktidarın böbürleneceği bir araç olarak kullanılıyor ama artık yeni değil bu teknoloji ve dünyada da insanları heyecanlandıran bir teknoloji olmaktan çok uzak artık 5G. Dolayısıyla 2019 yılında başladı 5G kullanımı dünyada, altı yıl geçti üzerinden ama bizim altyapımız ne yazık ki bu teknolojiye hâlâ uygun değil yani 2035'e kadar 13,2 trilyon dolara ulaşacağı öngörülen 5G pazarından pay almak olduğunu görüyoruz. Peki, bu pay kimin cebinden çıkacak? Yani özellikle yurttaş pahalı ve yavaş internet kullanmaya mahkûm edilmiş durumda ve bu da yurttaşın sırtına yıkılmış bir yük olarak görünüyor.
KOBİ'lerden bahsetmek istiyorum bir de hızlıca. Ne yazık ki Türkiye'de işletmelerin yüzde 99'unu KOBİ'ler oluşturuyor, istihdamın yüzde 72'sini de yine bu KOBİ'ler sağlıyor, ihracatın yüzde 36'sını oluşturuyorlar. 2024 yılı sonu itibarıyla kayıtlı KOBİ sayısı 3 milyon 400 bini aşmış durumda. Buna rağmen KOBİ'lerin reel sektördeki konumunun zayıfladığını görüyoruz. Son bir yılda 86.400 KOBİ kapanmış. Küçük işletmelere soruyoruz, en önemli sorun finansman krizi, siz de biliyorsunuz. Özellikle faiz oranlarının yüksek olması, bu krediye ulaşmakta güçlük çekmelerine neden oluyor hatta neredeyse imkânsızlaştırıyor. Elektrik ve doğal gaz zamları da üretim zincirini kesintiye uğratıyor. Mesela, Diyarbakır'daki emek yoğun atölyelere baktığımız zaman, hepsi bu sebeple kapanmak üzereler ya da çoğu kapandı, imkânı olan Mısır'a ya da daha emeğin ucuz olduğu yerlere gitmeye başladılar. Buna dair bir dönüşüm desteğiniz, güçlendirici bir destek programınız var mı diye sormak istiyorum.
Bir diğer sorum da dijitalleşmenin özellikle sektörel anlamda güçlendirdiğini biliyoruz. Siz de daha önce 2024 yılında 250 KOBİ'ye dijital dönüşüm desteği vermeyi hedeflemişsiniz, gerçekleşen destek sayısı sıfır yani tablolar bunu gösteriyor. Bu programa ayrılan kaynağı nereye aktardığınızı sormak istiyorum Sayın Bakan, bunu merak ediyorum, öğrenmek isterim.
Bir diğer mesele de kadınların girişimci olarak sektördeki varlığı. Ne yazık ki rakamlara baktığımız zaman kadın girişimci oranı yüzde 11,7; kırsal bölgelerde kadınların işletme sahibi olma oranı yüzde 3. KOSGEB'in Kadın Girişimci Destek Programı ne yazık ki kâğıt üzerinde kaldı. Desteklerin büyük bölümü erkek işletmecilere yöneldi. Tarıma dayalı sanayi işletmelerinde de kadın emeği görünmüyor. Dijitalleşme alanında daha derin bir boşluk var. Tüm bunların hepsine destek sunulması gerekiyor.
Bizim Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odamızın da birtakım önerileri var. Karacadağ Organize Sanayi Bölgesi için -Diyarbakır seçim bölgem- Diyarbakır Sanayi Odasının Karacadağ Organize Sanayi Bölgesi içerisinde ikinci teknokent kurulması talebi var. Bir de tabii, emek yoğun sektörlere teşvik ve kredi desteği sağlanması yani bunun önünün açılmasına dair bir talep var. Bunları da belirtmek isterim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Bir dakika veriyorum.
Buyurun.
ADALET KAYA (Diyarbakır) - Tamam, teşekkürler.
Bir diğer konu da Bakanlık bütçesinin asıl önceliği, KOBİ'ler değil büyük sermayenin finansal yükünü kamuya aktarmak oldu geçtiğimiz süreçte. Yani 2026 bütçesinde teşviklere ayrılan 177 milyar TL içinde faiz desteğinden yararlanan teşvik belgesi sayısı hedefi yüzde 32,4 azalmış. Bunu da değerlendirdiğimizde tabii ki büyük sermayedara ayrılan bir destek, teşvik olduğunu görüyoruz yani küçük işletme ve KOBİ bundan yararlanamıyor. Bu da ne yazık ki büyük patronun finansman yükünü hafifletme ve sermayenin kârını maksimize etme işine yarıyor. Dolayısıyla bunu da eleştiriyoruz yani buna dair bir açıklamanız var mıdır?
2026 yılı bütçe teklifi, yüksek teknoloji alanında ihracatın yüzde 3,1'i gibi düşük bir seviyede kalışını açıklayamamakta. Stratejik kaynakların şeffaflıktan uzak bir şekilde yönetildiğini ve bilimsel kurumların liyakat yerine ideolojik tercihlere kurban edildiğini görüyoruz.
Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum.