| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 27 .11.2025 |
KAMURAN TANHAN (Mardin) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, kıymetli vekiller ve Bakanlığın bürokratları, basın emekçileri, hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, böyle bir tartışmadan sonra konuşmak biraz zor olacak dikkatleri çekmek açısından.
Bakanlığınızın bütçesi ülkenin dört bir yanında insanların nasıl yaşayacağına ilişkindir; kentlerin nasıl şekilleneceği ve doğayla ilişkiyi nasıl kuracağını belirleyecek bir belgedir aslında Çevre ve Şehircilik Bakanlığının bütçesi. Dolayısıyla mesele sadece para değil, kent hakkı, barınma hakkı ve doğanın geleceğiyle ilgilidir. Bir zamanlar sağlam ve güvenli konut talebiyle gündeme gelen kentsel dönüşüm bugün arazi rantlarını büyüten bir araca dönüştüğü iddialarıyla gündeme gelmektedir, bu da iyi bir durum değil açıkçası. Yine, 2026 bütçenizin kurgusuna baktığımızda, Bakanlığınız bütçesine "şehircilik ve risk odaklı bütünleşik afet yönetimi" başlığı altında devasa bir kaynak ayrıldığı izlenimi yaratıyor. Ancak ayrıntılara baktığımızda görüyoruz ki 510,9 milyar TL'lik bütçenin 373,5 milyarı AFAD'a aktarılıyor. Bu kaynak riski azaltma değil, afet sonrası müdahaleye ayrılmış durumda diye gözüküyor. Kentsel dönüşümün kendi payı ise sadece 111 milyar TL'dir. Afet riski gerekçesiyle kamu kamusal alanların tasfiye edildiği itirazları sıkça gündeme geliyor. Bugün Türkiye'nin pek çok kentinde afet riski söylemi, ormanların, meraların, kıyıların ve kamusal arazilerin piyasaya açılması için gerekçe olarak kullanılmaktadır. Bu yaklaşım doğayı tehdit ettiği gibi sosyal dokuyu da parçalamaktadır. Kentler doğayla uyumlu bir geleceğin kurulduğu yerin yerler olmak yerine sürekli satım sözleşmelerine konu edilmekte ve anlaşmazlıklara neden olmaktadır ne yazık ki.
Şimdi de biraz da seçim bölgem olan Mardin'den, özellikle Nusaybin'den birkaç hususa dikkatinizi çekmek istiyorum Sayın Bakan. 2016 yılında ilan edilen riskli alan kararıyla başlayan süreç ve sonrasında yaşanan sokağa çıkma yasakları nedeniyle yurttaşlarımız bir kez daha mağdur edildi. Bakanlığınızın -dönemin Bakanlığı tabii ki- Nusaybin'de yapmış olduğu toplantı ve açıklamalarda şu taahhütlerde bulunmuştu: "Evlerimiz yıkılacak ama size karşılığında konut verilecek." denilmişti. Akabinde irtibat ofisleri kesin muvafakat senetlerini imzaladı ama şimdilerde bu vatandaş vatandaşlara bu taahhütlerin geçersiz olduğu yönünde tebligatlar yapılmakta. Yine hak sahiplerine hiçbir külfet olmayacak, ek bir külfet olmayacak sözü verilmişti ama aradan geçen on yılda yeniden vatandaşa ek maliyetler yüklendi. 2025 yılının başında halk bir anda yüksek meblağlı borç tebligatlarıyla karşı karşıya kaldığını ifade ettik. Bu senenin başında "Konutunu boşalt, yoksa kolluk zoruyla çıkarırız." şeklinde tebligatlar da yapılmaya başlandı birçok vatandaşa. Beş yıl önce "Hak sahibisin." denilen yurttaşa bugün "Borçlusun." demenin haksızlık olduğu kanaatindeyiz. Bu da yetmiyormuş gibi hiçbir hak sahibine tapusu teslim edilmedi Sayın Bakan Nusaybin'de 2016 yılından bugüne kadar -taşınmazlar için söylüyorum, binalar için söylüyorum, arsalar için demiyorum- tapu sorunu çözülmedi. Bazı yurttaşlarının taşınmazları için verilen taahhütler eksik yerine getirildi. Kimi ailelere verilen bağımsız bölümler eski evlerin metrekare olarak karşılığıyla uyumsuzdur. İnsanların kendi mülkleri üzerinde yükselen TOKİ yapıları için tekrar tekrar borçlanmaları ve bu konuda şikâyet etmeleri, şikayetlerini bize iletmeleri... Haklı olarak biz de size iletiyoruz. Yine başka bir durum: 2016 yılında taahhüdü imzalayan tapu maliklerinin tapuları iptal edilmiş ve 5-10 metrekare olarak olarak onlarca farklı tapulara, arsalara bölüştürülmüş ve bu arsaların tamamı yeşil alan -imzalamayanlar için söylüyorum- ibadet alanlarına müşterek malik olarak tescil edilmiş. Bu da hukuki anlaşmazlıklara, hatta kavgalara sebebiyet vermektedir. Yine taşınmazların bedelini talep edenler, özellikle arsa niteliğinde olanların taşınmazlarında. Hak kaybı çok fazla. Hesaplama yöntemi yanlış, kamulaştırma hukuku gözetilmiyor, gerçek bedel gözetilmiyor, bu durum da hukuki ihtilaflara neden oluyor, hem Bakanlığınıza hem vatandaşa hukuki anlamda bir külfet oluyor.
Sayın Bakan, Nusaybin'de on yıldır devam eden başta tapu sorunları olmak üzere kamulaştırma işlemlerinin bir an önce yapılması gerekmektedir. Bununla ilgili bir açıklama, hatta bir müjde bekliyoruz bugün sizden. Nusaybin için özel bir soruşturma yapılması hâlinde hak sahibi olmayan birçok kişinin hakkında fazla taşınmaz aldığı, hatta ticari alanı olmamasına rağmen ticari alanları aldığını göreceksiniz.
Yine, Mardin için, Mardin merkez için kültürel mirasın talan edildiğini görüyoruz; Zınnar bölgesi. Artuklu ilçesindeki Zınnar bağları yüzyıllardır Süryani halkının tarım ve kültür mirasını taşıyan eşsiz bir ekosistemdir ancak bugün bu bölgede "ekoturizm" adı altında kaçak villa projeleri ve lüks konutlar açılmakta; bağcılık geleneğini, üretim kültürünü ve ekolojik dengeyi tehdit eden bir dönüşüme dayanmaktadır. Şehir Plancıları Odası raporlarında miras niteliğindeki bu alanın âdeta bir turizm nesnesine dönüştürüldüğünü ifade ediyor, kültürel hafızanın ve ekolojik bütünlüğün ciddi biçimde tahrip edildiği ifade ediliyor.
Yine, konuşmamın bundan sonraki kısmında çevre hakkıyla ilgili konuşma yapmak istiyorum. Biliyorsunuzdur muhtemelen ya da bilmiyorsanız ben söyleyeyim: Ocak 2025'te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İtalya'yla ilgili Cannavacciuolo Kararı verdi bu çevre hakkıyla ilgili. Bu karar sadece bir hukuki metin değil, kapsamlı bir değerlendirme ve uzun yıllar yapılan araştırmalar sonucunda verdi sanırım Bakanım. Bakanlığınızı gerçekten çok yakından ilgilendiriyor ve önemli bir karar, ülkemiz açısından da önemli. Karar çevre hukukunun doğrudan yaşam hakkını ilgilendirdiğiyle ilgili bir mesele hâline geldiğini tescil ediyor. Mahkemeye başvuran Campania bölgesindeki yerleşik 5 dernek ve Caserta ve Napoli'de yaşayan 41 bireysel başvurana ait. Bu bölgenin ismi literatürde "Ateşler Ülkesi" olarak kayıtlar altına alınmış. Tabii, "Ateşler Ülkesi" denmesinin bir sebebi var: Bölgede boşaltılan yüklü miktardaki atıkların yakılması sonucu gökyüzünde ateşler yükseliyor olmasından dolayı bu ismi vermişler. Bu bölge modern Avrupa'nın en trajik çevre felaketinin birine ev sahipliği yapıyor. Tehlikeli kentsel atıkların genellikle organize suç örgütleri tarafından yasa dışı olarak boşaltılması, gömülmesi, yakılması, sistematik ve uzun süreli bir tahribat sonucu yaşanan çevresel felaketin boyutları bilimsel araştırmalara da konu olmuştur. Bu bölgede yürütülen bilimsel araştırmalarda şu sonuçlara varılmış: Yüksek oranda mide kanseri, karaciğer kanseri, safra kanalları, akciğer, plevral ve mesane tümörleri tespit edilmiştir. Aynı çalışmalar kardiyovasküler sorunların ve doğumsal anomalilerin de çok yüksek düzeyde, endişe verici düzeyde olduğunu belgelemiştir Çevresel adaletin dönüm noktası olarak tanımlanabilecek bu karar devletin açık bir ihmalinin belgelendiği bir süreç olarak kayıtlara geçmiştir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından.
Yine mahkeme İtalya'nın organize suç örgütlerinin yasa dışı atık faaliyetlerine karşı ihmalkâr davranmasını yaşam hakkının ihlali olarak kabul etmiştir; ihmal durumunda bile yaşam hakkından sorumlu tutuyor. Yine bu karardan sonra bu yasa dışı atıkların yönünün Türkiye'ye çevrildiği, özellikle Adana Şakirpaşa ve Küçükdikili Mahallelerinde yakıldığı iddia ediliyor. Mahkeme aynı zamanda vermiş olduğu kararla çevresel kirliliğin doğrudan yaşam hakkıyla ilgili olduğunu ve bir tehdit unsuru olduğunu kabul ediyor; bu husus çok önemli. Bu karar özellikle şeffaflık ve bilgiye erişim noktasında da vurgusuyla günümüzdeki çevre hukukunun tam kalbine dokunuyor Sayın Bakan. Türkiye'deki termik santral emisyon verilerinin ticari sır perdesi altında gizlenmesi ile İtalya'daki yetkililerin halkı çevresel riskler konusunda karanlıkta bırakması arasındaki paralellik, çevresel adalet mücadelesinin evrensel boyutunu da aslında gözler önüne sermektedir. Artık çevresel bilgiye erişim hakkı yaşam hakkının ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmek zorundadır.
Sonuç olarak, bu dava hukuk dünyasında yeni bir sayfa açarken aslında çok daha derin bir gerçeği de ortaya koymaktadır. Bu karar çevre davalarında yeni bir dönemin kapılarını açarken Türkiye'deki Afşin ve Elbistan davasındaki bu yeni hukuki çerçevenin ilk test alanlarından biri olarak öne çıkmaktadır çünkü aynı durum orada da geçerli. Afşin-Elbistan davası birçok açıdan İtalya'daki durumla paralellik göstermektedir. Bölgedeki hava kirliliği seviyelerinin limitin çok üzerinde olması, ÇED raporlarının güncel Avrupa Birliği standartlarına uymaması, devletin halkı yeterince bilgilendirmemesi her iki davada da orta öne çıkan ortak noktalardır.
Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi biliyorsunuz Türkiye'yle ilgili 2005 yılında Kemerköy, Yeniköy ve Yatağan Santrallerinin çevreye verdikleri zararlardan ötürü kapatılması gerektiğine karar vermişti. Sonuç ne oldu? Aradan geçen zamanda 3 santral yaklaşık yirmi yıldır çalışmaya devam ediyor yani vatandaş bu konuda mağdur, zehirleniyor diyebiliriz; yaşam hakkı ve çevre hakkı ihlalleri de devam ediyor bu her 3 termik santral için.
Öneri olarak, bütçenizde iklim değişikliğine ilişkin politikaların geliştirilmesi, hatta Bakanlığınızın "çevre ve iklim" kısmı ile "şehircilik" kısmının ayrılması gerekiyor Sayın Bakanım çünkü çoğu noktada çevre, iklim ile şehircilik menfaat çatışması çıkıyor. Dolayısıyla bir karar vermek zorunda kalıyorsunuz. Çoğu zaman şehircilik boyutu ağır basıyor, çoğu zaman da iklim boyutu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Buyurun.
KAMURAN TANHAN (Mardin) - Dolayısıyla, eğer bunlar ayrı bir bakanlık olursa daha iyi olacağı, hepimizin malumu.
Yine, afet eylem planları, gıda ve su politikaları, iklim krizi gerçeği dikkate alınarak hazırlanması gereken önerilerimiz var Sayın Bakanım.
Son olarak şunu da ifade edeyim: Bakanlığınızla ilgili, gerçekten, çevre hakkıyla ilgili, çevre hukukuyla ilgili -konuşmanızda da ifade ettiniz, neredeyse çok az bir kısmına değindiniz ama- Ümit Hocam ifade etti, 2080 yıllarından bahsetti. O kadar iyimser değilim açıkçası. Bu politikalarla, bu anlayışla, bu toplumsal yapıyla biz devam edersek belki 2040'ı da görmeyebiliriz su ve çevre konusunda. Dolayısıyla, bizim önceliğimizin şehircilik olmaması gerektiği kanaatindeyim. Daha çok, çevre, su politikasına önem vermemiz gerekir.
Bütçenizin hayırlı olmasını temenni ediyorum.