| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 24 .11.2025 |
MUSTAFA BİLİCİ (İzmir) - Sayın Bakanım, değerli milletvekilleri, değerli bürokrat arkadaşlarımız, değerli basın mensupları; hepinizi öncelikle saygıyla selamlıyorum.
Bugün Tarım ve Orman Bakanlığının 2026 yılı bütçesini ele alırken üreticinin tarlada kalabilmesini, tüketicinin mutfağındaki fiyatları ve kamu kaynağının en verimli nasıl kullanılacağını birlikte düşünmemiz gerektiğine inanıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu Komisyonda her sene tekrarlanan bir hususu bir defa da ben dile getirmek istiyorum: Tarım Kanunu'nun 21'inci maddesi, tarıma ayrılacak kaynağın gayrisafi yurt içi hasılanın en az yüzde 1'i olması gerektiğini açıkça bize söylüyor. 2026 yılı açısından ödenmesi gereken destek 770 milyar TL'ye karşılık geliyor. Peki, ödenecek destek tutarı ne? 168 milyar TL. Yüzde 1'lik oran gerçekleşti mi? Maalesef 0,22'de kaldı. Bu farkı kapatmadığımız sürece ne üretim maliyetlerindeki baskıyı hafifletebiliriz ne de market raflarındaki fiyat istikrarını sağlayabiliriz. Bakın, bu destek oranı hiçbir zaman yüzde 1 olmamış, evet ama geçmişe dönük istatistiklere baktığımızda oranın düşme eğiliminde olduğunu görüyoruz. Çiftçiye olması gereken desteği veremiyoruz. Veremediğimiz gibi, üreticiyi daha da zor duruma düşürecek bir düzenleme getiriyoruz. 1 Ocak 2026 itibarıyla Sosyal Güvenlik Kurumu veya BAĞ-KUR borcu olan üreticilerin sübvansiyonlu krediye erişimi kesilecek. Ülkemizde bir sosyal güvenlik krizinin olduğu aşikârdır fakat bu krizi aşmak için gerçekten çiftçiyi mi seçtiniz? Her şey bitti de üreticinin, emekçinin prim borcuna mı geldi sıra? Çiftçilerimizin yüzde 40'ı düzenli bir prim ödeme gücüne sahip değil. Siz bu insanları bir de üretici kredilerinden mahrum bırakırsanız üretimden çekilirler; zaten hevesli değiller, üreticide üretme hevesi kalmadı. Son beş yılda ÇKS verilerine bakın, insanlar üretimden çekiliyor. İnsanları tekrar üretime teşvik edeceğimize, zaten zor durumda olan işleri daha da zorlaştırıyoruz. Bunun kimseye bir faydası yoktur.
Değerli arkadaşlar, 2025 yılında yaşanan olumsuz hava koşulları üreticimizin belki de son on yılın en büyük felaketini yaşamasına sebep oldu. İlkbahar geç donlarıyla başlayan süreç kurak bir yazla devam edince tarımsal üretimde çok sert düşüşler ortaya çıktı. Toplam meyve üretimimiz 2025 yılında yüzde 30,4 düştü; kiraz, kayısı ve vişnede kayıplar yüzde 70'leri aştı. Tahıl üretimi yüzde 12,4 geriledi ve buğday 17,9 milyon ton üretimle son on beş yılın en düşük ikinci verimine geriledi. Bakliyat ve yağlı tohumlarda da düşüş trendi sürmüş ve bu husus ne yazık ki ithalata bağımlılık risklerini beraberinde getirmiştir. 2025 yılı üretimindeki bu tablo, bize desteklerinin yalnızca hasat sonrasında yaraları sarmak için değil, üretimden önce riskleri azaltmak için de tasarlanması gerektiğini çok iyi bir şekilde göstermiştir. Girdi maliyetlerini düşüren, afet sonrası gelir kaybını hızlı telafi eden, sigorta ve finansmanı üretim öncesinde güçlendiren bir yapıya ihtiyaç olduğu aşikârdır.
Değerli arkadaşlar, hayvancılığa geldiğimiz zaman 2025'te hayvancılıkta yaşanan tablo, artan maliyetlerin ötesinde şap hastalığının yol açtığı ağır kayıplarla derinleşmiştir. TARPOL'un raporu, büyükbaş popülasyonunun yaklaşık yüzde 30'unun etkilendiğini ve yıllık ekonomik kaybın en az 4,1 milyar dolar olduğunu göstermektedir. Süt-yem paritesinin 1,1-1,2 seviyesine sıkışması üreticinin sattıkça zarar etmesine yol açmış ve küçük aile işletmelerini üretimden çekilmeye zorlamıştır. Bu nedenle, çiğ süt fiyatının en az 1,5 pariteyle sabitlenerek korunması, yem ham maddelerinde yerli üretimin ve mera ıslahının güçlendirilmesi, sözleşmeli üretimin hakkaniyetli kurallarla denetlenmesi ve Et ve Süt Kurumunun gerçek alım gücüyle piyasayı dengelemesi zorunludur.
Değerli Bakan, bir başka meseleye gelmek istiyorum: 38 üyeli bir teşkilat var; Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Teşkilatı, kısacası OECD ülkeleri. Türkiye 2025 yılı Eylül ayında yüzde 36'lık gıda enflasyonuyla bu ülkeler arasında ilk sırada. Gıda enflasyonunda AB ortalaması yüzde 5. Burası bir tarım ülkesi, on sene önce "Gıda enflasyonunda Türkiye OECD ülkeleri arasında açık ara birinci, dünyada ise ilk 10 içerisinde olacak." deseler kimse buna inanmazdı. Üreticinin ürününü daha az maliyetle üretmesi lazım. Biz bunu başaramadan gıda enflasyonunu düşüremeyiz. Eğer biz üreticiye ucuz akaryakıt, ucuz enerji, sübvansiyonlu krediler sağlayamazsak kısa süre sonra bırakın OECD'yi, dünya gıda enflasyonunda da lider oluruz. Bakın, bugün, mazot 60 liraya dayandı. Yıllardır sahadaki çiftçilerimizle görüşüyoruz. İlk defa bu sene doğrudan ekim gibi alternatif yöntemler aradıklarını söylüyorlar. Üreticilerimiz, bırakın gübre, tohum atmayı, ilaç yapmayı tarlayı sürmeden ekebilir miyiz; bunun telaşına düşmüş durumdalar. Yöntemin işlevliğini tartışmıyorum, olabilir de olmayabilir de asıl mesele şu: ÇKS kaydı olan üreticiye belirli bir miktar mazotu iskontolu, sübvansiyonlu vermek bizim için çok mu zor? Dünyanın imrenerek baktığı ülkemiz bunu yapamayacak derecede mi? Elbette, bunu yapabilecek güce sahip bir ülkeyiz. Elbette, istenirse yapılabilir fakat mesele öncelik meselesi. Ülkemizde bir süredir öncelik çiftçiler ve üreticilerimiz değil, ithalatçılar. Bir ülke düşünün ki ülkenin bir bölgesinde mısır hasadı devam ederken sıfır gümrük vergisiyle ithalat kontenjanı açsın. Bir ülke düşünün ki et piyasasını kontrol eden kurumlardaki bürokratlar kendi şirketleri vasıtasıyla et ithal etsin. Bakın, daha geçtiğimiz sene İç Anadolu'da danelik mısır hasadı devam ederken bir gecede Cumhurbaşkanı Kararıyla ithalat kontenjanı açıldı, aynı gece mısır fiyatları yüzde 10 ila yüzde 15 arasında düştü; bir gecede böyle ithalat olmaz. Kimse arz açığı varken ithalat yapılmasına karşı çıkmaz. Önceden bildirilerek sezonun başında planlı ve gerekli bir ithalata kimse ses çıkarmaz, rahatsız olmaz.
Değerli arkadaşlar, amaç büyük üretici yığınlarının kazanması değil amaç bir avuç ithalatçının kazanması. Amaç, ÇKS'ye kayıtlı yaklaşık 2 milyon kişinin kazanması değil, amaç 200 kişinin kazanması. Üreticiyi bu yöntemle yıldırmaya devam edersek yakın gelecekte ciddi bir gıda kriziyle yüzleşmek zorunda kalabiliriz.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; su yönetimi önümüzdeki dönemin stratejik başlıklarından biridir. Yağış rejimindeki değişim, artan buharlaşma ve kar örtüsünün zayıflaması yer altı su seviyelerini birçok havzada kritik eşiklere yaklaştırmıştır. Bu sebepten, bölgeye göre ürün modeline geçilmesi ve ürün fiyatlarının bölgelere göre değişiklik göstermesi mümkün kılınmalıdır. Sürdürülebilir ve uzun vadeli gıda politikası için bu husus elzemdir.
Toparlayacak olursak, 2026 yılında tarımsal desteklerin gayrisafi yurt içi hasılanın en azından yüzde 0,6'sına çıkarılması ve 2027 yılında da yüzde 1 hedefine takvimli ve denetlenebilir bir planla ulaşılması gerekmektedir. Bunun yanında, 1 Ocak 2026'da yürürlüğe girecek olan borçlu üreticinin sübvansiyonlu krediye erişimini engelleyen kurallar yeniden değerlendirilmelidir ve gelire endeksli yapılandırmayla mahsuplaşma modeline geçilmelidir. Çiğ süt referans fiyatının yem maliyetiyle uyumlu bir pariteye bağlanması; gübre, yem ve enerji gibi girdilerde hedefli desteklerin devreye alınması ve bakliyat ile yağlı tohumlarda yerli üretimi artıracak planlamayla alım garantisi uygulamalarının güçlendirilmesi gerekmektedir. İthalat lobilerine sağlanan imtiyazlardan vazgeçilmeli, bu lobilere yıllardır sağlanan imtiyazlar üreticiye çevrilmelidir. Bu adımlar gerçekçi ve uygulanabilir adımlardır. Bu adımlar atıldığında üretici üretimde kalır, tüketici daha istikrarlı fiyatlarla karşılaşır ve kamu kaynakları daha etkili sonuç üretir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun bir dakika.
MUSTAFA BİLİCİ (İzmir) - Hep birlikte bu doğrultuda ilerlersek tarım bütçesini soyut tartışmalardan çıkarır ve sahada hissedilen somut iyileştirmelere dönüştürürüz diyor, tüm Komisyonu saygıyla selamlıyorum.