KOMİSYON KONUŞMASI

SEVİLAY ÇELENK (Diyarbakır) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Bir dakika daha bekleyebilirdim Sayın Sevda Karaca'yı.

Şu saate kadar çokça söylendiği gibi, bir ülkenin bütçesi o ülkenin politika tercihlerinin bir ifadesidir; kime öncelik verildiğinin, kimin gözetildiğinin, kimin gözden çıkarıldığının bir ifadesidir. 2026 bütçesini de aklımızdaki bu bilgiyle inceledik.

Cumhurbaşkanlığının 2026 bütçe sunuşunda üzerinde gerçekten düşündüğüm bir cümle var, "Dünya ekonomisinde salgın sonrası toparlanma kısmi ve kırılgan kalmış, çoklu şoklara dayanıklılık kazanılsa da tarihsel ortalamalara kıyasla zayıf bir görünüm ortaya çıkmıştır." deniliyor. Evet, bir ekonomik kırılganlığın bahanesi olarak bile sunulmuş olsa da bu salgının hatırlanıyor olmasını önemli buluyorum. Çok değil, daha birkaç yıl evvel dünya bir virüse yenilmişti ve bunu çok ama çok çabuk unuttuk. Bu, işte, bugün bir ekonomik kırılganlıkla bize kendini hatırlatmaya çalışan bir virüs. O günlerde herkes anladı ki hiçbir savunma sistemi, hiçbir füze kalkanı insanı ve dünyayı koruyamıyor; güvenlik tankla, tüfekle değil, sağlıkta eşit erişimle sağlanıyor; barışla ve demokrasiyle güçlenmiş sağlık sistemlerine yapılan yatırımlarla güçleniyor. O günlerde herkes bütçe önceliklerinin tüm dünyada sonsuza dek değişeceğine inanmıştı ama olmadı. Pandemi unutuldu; depremler, yangınlar, yoksullar gibi o da unutuldu ve bütçe öncelikleri hiç değişmedi. Bugün önümüzdeki tablo çok açık. 2026 bütçesinde yüksek bir ödenek yine savunmaya ayrılmış durumda ve buna çokça değinildi ve bence çokça değinilmeyi de hak ediyor; 2 trilyon 155 milyar lira ödenek öngörülüyor. Bu, merkezî yönetim bütçesinin yüzde 11,4'üne karşılık gelen bir rakam. Elbette güvenlik önemlidir, savunma önemlidir ama bir ülke çocuklarını, kadınlarını, gençlerini, işçilerini koruyamıyorsa neyi savunuyoruz? 2026'da yüzde 15,3'lük payla en yüksek ödenek eğitime ayrılmış görünüyor. Bu olumlu bir gelişme gibi gelebilir ama biz bu rakamların çocuklara, öğretmenlere, okullara nasıl yansıyacağını da sorgulamak durumundayız. OECD verilerine göre Türkiye'de her 5 çocuktan 1'i okula aç gidiyor, çocuk yoksulluğu derinleşiyor. Bu yıl eğitim bütçesi en azından çocuklara bir öğün ücretsiz yemek sağlamak zorunda. Çocukların açken okula gittiği bir ülkenin utancını artık taşıyamıyoruz. Sağlık Bakanlığı bütçesi geçen yıla kıyasla yüzde 44 artmış fakat bu artış enflasyonla eriyor. Eylül 2025'te TÜFE yüzde 38, gerçek artış bu durumda yalnızca yüzde 6 civarında. Kâğıt üzerinde büyüyen bir bütçeden bahsediyoruz ama halkın cebine giren böyle bir artış söz konusu değil.

Cumhurbaşkanlığı sunuşunda bugün yine çokça değinildi; Türkiye'nin dünya ekonomileri arasında 16'ncı, Avrupa'da 4'üncü ekonomi olacağı öngörülüyor 2026'da. Peki, bu büyüme kimin yararına gerçekleşiyor? İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinin verileri, iş cinayetleri raporları ortada. Eylül ayında 206 -bir ayda- yılın ilk dokuz ayında 1.566 işçi hayatını kaybetti. 2024-2025 eğitim yılında en az 72 çocuk işçi öldü. On iki yılda 770 çocuk çalışırken can verdi. Son on üç yılda en az 2.728 genç işçi hayatını kaybetti. Bu ülke çocukları için değilse kimin için büyüyor? Bu çocukları, bu gençleri iş cinayetlerinin elinden, yoksulluğun elinden, yoksul gelip yoksul gitmelerin elinden niçin kurtaramıyoruz? Bu bütçe bu işe yaramıyorsa neye yarıyor? Kendi çocuklarımızı savunamıyorken Somali'de, Sudan'da, Libya'da neyi savunmaya çalışıyoruz da oralarda asker bulunduruyoruz? Kadınların durumu ortada. 2024'ün ilk on ayında -ilk on ayda- 384 kadın katledildi, 2023'te 419, 2022'de bu rakam 414'tü; saymaktan yorulduk. Eğer bu ülke kadınlarını katillerin elinden çekip alamıyorsa, sığınmaevleri yetersizse, uzaklaştırma kararları işlemiyorsa, etkin korunma tedbirleri alınamıyorsa bu bütçe kadınlar için bir güvence değildir. Son on yılda korkunç cinayetlerde kaybedilen kadın sayısı savaştaki ülkelerin kadın kaybı bilançolarından geri kalmıyor hatta onları aşıyor. Bir yandan "2026 yılında Avrupa'nın 4'üncü büyük ekonomisi, dünyanın 16'ncı büyük ekonomisi olmayı öngörüyoruz." deniyor. Evet, bütçe metninde bu sunuş var ama durum bu. Öte yandan doğa tahribatında Avrupa 1'incisiyiz; günde 116 futbol sahası büyüklüğünde doğayı kaybediyoruz. Sanayi bölgeleri, mega projeler, doğayı, suyu, toprağı yok ediyor; doğayla birlikte geleceğimizi de kaydediyoruz. Bütün bunların üzerinde bir otoriterlik, maalesef, bir faşizm rüzgârı esiyor. Dünyada da ülkemizde de düşmanlık üretiliyor; yabancılara, Kürtlere, mültecilere, Alevilere kadınlara, LGBTİ+'lara, hayvanlara düşmanlık. Çünkü otoriter yönelimlere sahip rejimler kendini yaşatmak için düşman üretmek zorundadır, ya -tırnak içinde- terörist ya dolandırıcı ya da casus icat etmek, üretmek zorundadır. Nereye gidiyoruz böyle, bu yolculuk nereye; bunu kendimize soruyor muyuz? Düşman üretmekten vazgeçilmelidir. Gerçek savunma, gerçek güvenlik barışı inşa etmektir. Savunma hattı savaşta değil barışta kurulmalıdır. 2026 bütçesinde sosyal harcamalar toplam 2 trilyon 382 milyar lira. Bir artış söz konusu olmasa da umarız ki hiç değilse bu kaynaklar gerçekten ihtiyaç sahiplerine ulaşır, yoksulları düşmanlaştırmak ve dışlamak yerine yoksulluktan çıkarır, insanlık onuruna yaraşır asgari yaşam koşullarını herkese sağlar. Sunuş metni "Dezenflasyon sürecindeyiz, Türk lirasında istikrar sağlandı." diyor ama biz aldığımız 1 damacana suyu -altın falan değil, hep altın konuşuldu- bitirmeden zam geliyor, iki kez üst üste aynı fiyata 1 damacana su almak, su içmek bile mümkün değil. Nasıl bir dezenflasyon bu?

Bu bütçenin gelir tarafına bakıyoruz. Vergi yükü büyük ölçüde emekçilerin sırtında; kurumlar vergisi artsa da esas gelir bordrolu çalışanlardan ve dolaylı vergilerden geliyor. Cumhurbaşkanlığı, bütçe gelirlerinin yüzde 87'sini vergilerden sağlamayı planlıyor, bunun büyük kısmı emekten toplanıyor, sermaye buna karşılık korunuyor; bu tablo bütçenin sınıfsal karakterini açıkça gösteriyor.

Kadınların istihdam oranı hâlâ yüzde 31,8; bu veri Türkiye'de kadınların büyük kısmının çalışma yaşamından hâlâ dışlandığını açıkça gösteriyor. Bugün, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin de gündeminde olduğu üzere, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme hayati bir öneme sahiptir. Orada görüşülmekte olan bir karar taslağında belirtildiği üzere, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçelemenin bütçe yasasında ve bütçe belgelerinde zorunlu kılınmasını ve ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde kamu mali yönetim sistemlerinin net bir şekilde tanımlanmasını sağlamak, bütçe döngüsünün tüm aşamalarına toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme araçlarını entegre etmek, bütçe uygulamasında toplumsal cinsiyet eşitliği açısından hesap verilebilirliği güçlendirmek ve toplumsal cinsiyet etki değerlendirmesi yoluyla sonuçları izlemek çok çok önemli. Kadınlara bütçede öncelik verildiği söyleniyor ancak veriler bunun tam tersini gösteriyor. Cinsiyetler arası iş gücüne katılım oranı farkı Avrupa Birliğinde yüzde 10 iken Türkiye'de yüzde 38; istihdam oranı farkı da Avrupa Birliğinde 10 puan, Türkiye'de 35 puan düzeyinde. Bu tablo kadınların ekonomik yaşama katılımının desteklenmediğini açıkça ortaya koyuyor. Bu nedenle, bu bütçe kadınların bütçesi değil.

Resmî işsizlik yüzde 8,6 ama geniş tanımlı işsizlik yüzde 28,6. Gençler, kadınlar, engelliler işsizliğin yükünü taşıyor; bu bütçe yoksulların, işsizlerin bütçesi değil. Emeklilerimizin durumu ise daha da ağır. 65 yaş üzeri yurttaşlar emekli olmanın hemen akabinde yeniden iş gücüne katılmanın yollarını arıyor. Emekli dinlenemiyor, duramıyor, çalışmak zorunda kalıyor. Google'da "emekli" yazınca karşımıza yorgun, umutsuz, mutsuz yüzler çıkıyor. Bu bütçe emeklilerin de bütçesi değil.

Son olarak, sadece bir şehri, bir ülkeyi değil, bir dünyayı paylaşıyoruz, bir dünyada yaşıyoruz; o dünya iyiye gitmiyor. Yine, size bu ara elimin altında olan bir kitaptan aktarayım: Ölümcül bir bölge olan Akdeniz'de Uluslararası Göç Örgütü 2014'ten bu yana en az 22.748 kişinin öldüğünü söylüyor. Maalesef dünya böyle bir yer; bu büyük savunma bütçeleri dünyayı sayılamayan ölümlerden koruyamıyor. NATO'nun bu yılki savunma harcamaları bütçesinde öngördüğü artışı hepimiz biliyoruz, yer yer değinildi. Bu bütçeler hiç kimseyi koruyamıyorsa, Ukraynalıyı da Filistinliyi de Suriyeliyi de koruyamıyorsa savunma hattı savaşta değil barışta kurulmalıdır. Biz yurttaşı önceleyen, emeği ve barışı esas alan bir bütçeden yanayız. Bu bütçe savaş için değil barış için hazırlanmalıdır, bu bütçe halkın bütçesi olmalıdır.

Teşekkür ediyorum.