| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/280) ve 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/279) ile Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 30 .10.2025 |
KAMURAN TANHAN (Mardin) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, değerli bürokratlar, değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri, basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, 2026 bütçesini konuşuyoruz, bir bütçe hakkı söz konusu. Bugün 2026 Yılının Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ve 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi'nin geneli ile Sayıştay raporları üzerinde görüşmeler yapıyoruz.
Bugünkü konuşmamızda bütçe bağlamında oldukça önemli bir iki konuda, bütçe hakkı ve yoksulluk ile adaletsizliğin bütçesi olarak önümüze konulan 2026 bütçesi üzerinde konuşacağım. En sonda söylememiz gerekeni en başta söylemekte fayda var: 2026 bütçesi bütçe hakkını gasbediyor esasında. Demokrasi ve barışın temelini kurmak demek, bütçe hakkını esas alan bir bütçe yapmak demektir ama ne yazık ki 2026 bütçesinde bunlar yok.
Bütçe hakkı, halkın temsilcileri aracılığıyla devletin gelir ve giderlerini belirleme, onaylama ve denetleme yetkisidir. Bu hak, demokrasinin olmazsa olmazlarının başında gelmektedir; bu hak, aynı zamanda hem yasama organının yürütme üzerindeki denetimini işaret etmekte hem de hesap verilebilirliğin en görünür ve en somut göstergelerinden biri olarak görülmektedir. Tarihsel sürece baktığımızda, bütçe hakkı, halkın vergilendirilmesine dair kararlar temelinde halkı yöneticilerin keyfî uygulamalarından koruma gerekçesiyle ortaya çıkmıştır diyebiliriz. Tarihteki ilk örneği de aslında Magna Carta'dır. İlk defa kralın vergi toplama ve harcama yetkisini kısıtlayan anlaşma. 1215 yılında Magna Carta kralla imzalanmış "Büyük Özgürlükler Sözleşmesi" diye geçiyor. Bu belge, İngiltere Kralına yetkilerinin birkaçından feragat etmesini, yasalara uygun davranmasını ve hukukun kralın arzu ve isteklerinden daha üstün olduğunu kabul etmesini zorunlu kılmıştır. O dönemde toplanan vergilerin büyük bir kısmına kral tarafından el konulmaktaydı, çok az bir kısmı da yerel egemenlere kalıyordu; bu da yerel egemenlerin daha fazla gelir elde etmek için vergi koymalarına ve vergi yükü altında bunalmış olan halkı kışkırtmaya, hatta halkla karşı karşıya kalmalarına sebep oluyordu. Bu açıdan bakıldığında, Magna Carta Sözleşmesi, vergileri kontrol ederek dolaylı bir biçimde de olsa kralın -tırnak içerisinde söylüyorum- savaş çıkarma yetkisini kısıtlayan ilk belge olma özelliğini taşımaktadır, 1215. Bu gerekçeyle, Magna Carta bütçe hakkının ve barışçıl politikaların ilk belgelerinden biri olarak kabul edilmektedir çünkü barış, kaynakların heba edilmesini engellemekte, vergiye olan ihtiyacı azaltmaktadır. Aynı bağlamda, bütçe hakkına sahip çıkmak demek, sadece demokrasiye değil aynı zamanda barışa da sahip çıkmak anlamına gelmektedir. Bu sebeple, bütçe yapma hakkı savaş politikalarına "hayır" demek ve barış temellerini kurmanın ön koşulunu yaratmak demektir.
Bakınız, bütçeler temel olarak belirli bir dönemdeki gelirlerin kimler tarafından, hangi sınıflardan ne kadar toplanacağını veya gelirlerin hangi sınıflara nasıl harcanacağını gösteren belgelerdir. Bu anlamıyla, bütçeler, bir ülkedeki siyasal iktidarın sınıfsal tercihlerini ortaya koyan belgelerdir diyebiliriz ve nitekim Türkiye'de de bu böyle oluyor. Siyasi iktidarlar yaptıkları bütçeleri kimlerden, hangi sınıflardan ne şekilde ve ne oranda kaynak toplayacaklarını; topladıkları bu kaynakları da kimlere, hangi sosyal kesimlere, hangi sınıflara ne için harcayacaklarını açıkça deklare etmiş olurlar. Yani daha basit bir anlatımla, başka bir deyişle, bütçeler bir siyasi iktidarın kimlerden, hangi sınıftan yana taraf tuttuklarını ve pozisyon aldıklarını anlatır ya da gösterir; iktidarlar zenginlerden mi yoksa yoksullardan mı yanadır, sermayeden yana mı yoksa emekçilerden yana mı, savaştan yana mı yoksa barıştan yana mı olduklarını bütçe tercihleriyle ortaya koyarlar ve bunu gösterirler. Bu gerekçelerle bütçeler her şeyden önce toplumsal metinler ve birer göstergelerdir. Bütçelerin ortaya konulmasında yahut belirlenmesinde toplum söz, yetki ve karar sahibi olmalıdır. Halkın emeğinin üzerinden toplanan kamu gelirleri ve giderleri üzerindeki belirleme hakkı elbette olmalıdır; bu, bütçe hakkıdır esasında. Yurttaşlar bütçe hakkını doğrudan parlamentolara gönderdikleri temsilciler, sendikalar, dernekler veya çeşitli toplumsal örgütlenmeler aracıyla doğrudan kullanırlar ama bu bütçeye yani 2026 bütçesine baktığımızda, bütünlüklü olarak baktığımızda, tıpkı geçmiş yıllardaki gibi bütçe hakkının yok sayıldığını ve görmezden gelindiğini görüyoruz ne yazık ki. 2026 bütçesinin emeğiyle, alnının teriyle bu bütçeyi var eden toplumun görüşüne başvurulmaksızın, toplumsal talepler dikkate alınmaksızın, sivil toplum örgütleri ve sendikalar gibi toplumsal katılım sağlanmaksızın hazırlandığını görebiliyoruz ve Meclise bu yönüyle de sunulmuştur.
Bu bütçe halkın sesine kapatılan bir bütçedir Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı. Bugün karşımızda duran bütçe, ne yazık ki halkın gerçek ihtiyaçlarından kopuk, sarayın ve küçük bir azınlığın çıkarlarına hizmet eden bir tabloyu ortaya koymaktadır. Bu bütçe yoksulun, yoksulluğun, eşitsizliğin ve geleceksizliğin bir haritasıdır diyebiliriz. Her bir rakam yurttaşlarımızın cebinden alınan alın teri ve emeğin hesabıdır aslında. Biz DEM PARTİ olarak buradayız çünkü bu tabloyu değiştirmek ve halkımızın sesini duyurmak için buradayız.
Bütçe, sadece bir mali tablo değildir, aynı zamanda bir siyasi tercihtir; kimi güçlendireceğimiz, kimi yok sayacağımız bu metinlerde gizlidir esasında. Bizler halkın ve emeğin yanında olmayı tercih ediyoruz. Bu bütçe sarayın bütçesi, halkın da krizidir diyebiliriz aslında. Bu bütçede sarayın ve çevresinin harcamaları âdeta sınırsız ve denetimsizdir. Diyanet, Cumhurbaşkanlığı ve saray çevresinden aktarılan kaynaklar kamu hizmetlerinde ve sosyal desteklerde ciddi kısıntılara yol açmıştır; özel kalemden saray harcamalarına, devasa araç alımlarından gereksiz danışmanlık ödemelerine kadar her kalem halkın sırtındaki yükü artırmaktadır. Oysa halk eğitimden sağlığa, ulaşımdan sosyal yardımlara ulaşamadığında bütçe bir anlam ifade etmez ve diyoruz ki: Sarayın şatafatı değil, halkın onurlu bütçesi olmalı aslında bu bütçe, bir başlangıç olmalıydı en azından 2026 bütçesi.
Yine, savunma harcamalarına ayrılan rakamlar her yıl katlanarak artıyor Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız. Oysa yurttaşımızın evinde ışık sönmüş, gençlerimiz işsiz, ev içi emeğiyle çalışan kadınlar emeklilik hayaliyle mücadele ediyor. Bu bütçeyle biz barış ekonomisini, üretim ve emek odaklı kalkınmayı savunuyoruz. Savaşın ekonomisi yoksulluğu besler, savaş ekonomisi yoksulluğu besler ve derinleştirir; barışın ekonomisi ise toplumsal refahı ve eşitliği güçlendirir; bunu unutmamak gerektiği kanaatindeyiz. Biz DEM PARTİ olarak bütçemizin barış ve adalet bütçesi olmasını elbette talep ediyoruz ve öyle olması gerektiğini savunuyoruz. Bu bütçe kadınların, gençlerin ve emekçilerin emeğini görmezden gelmektedir. Doğum borçlanmalarındaki artışlar, gençlerin iş bulamaması, kadınların çalışma hayatında geri bırakılması, sosyal güvenlik haklarının daraltılması; tüm bu uygulamalar geleceğin teminatı olan kadın ve gençleri göz ardı etmektedir. Biz diyoruz ki: Kadınların ve gençlerin emeği görünür olmalı, emeklilik hakkı ve yaşam onuru güvence altına alınmalıdır.
Bu ülkede vergi adaleti yok, sadece vergi zulmü var; bu bütçe vergi adaletini sağlamak yerine halktan toplanan vergileri artırıyor, sermaye ve büyük işletmelere ayrıcalıklar tanınıyor, gelir dağılımındaki eşitsizlik büyüyor, vergi yükü her geçen yıl orta ve alt gelirli gruplara kayıyor. Adil bir vergi sistemi güçlü bir demokrasi ve sürdürülebilir bir ekonomi demektir. Artık halkın cebinden çıkan her kuruşun hesabı sorulmalı, rant ekonomisi son bulmalıdır Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız.
Bütçe sadece ekonomik değildir, aynı zamanda geleceğimizdir; doğaya ve yerel yönetimlere ayrılan kaynaklar yetersizdir ne yazık ki. Merkezden dayatılan planlar yerel halkın ihtiyaçlarını görmezden gelmektedir. 2026 bütçesinde toplumun gerçek sorunları yok sayılmış ve talepleri görmezden gelinmiştir. Toplum kendi hayatını ilgilendiren bütçe sürecine dahil edilmemiştir. Bütçe hakkını ihlal eden 2026 bütçesi Türkiye halklarının hiçbir derdine derman olamayacaktır çünkü bu bütçenin siyasal iktidarın daha önceki bütçelerinden hiçbir farkı yoktur. Daha önceki bütçeler toplumun sorunlarına çare olamamış; aksine zamlara, yüksek enflasyona, yoksulluğa, sefalete neden olmuşsa, aynı şekilde 2026 bütçesi de aynı sonuçları doğuracaktır hatta hâlihazırda var olan bu sorunları daha da büyütecektir çünkü iktidarın bütçe tercihi değişmemiştir; iktidar sermayenin, savaşın, yolsuzluğun, yoksulluğun, adaletsizliğin ve faizin bütçesini hazırlamıştır çünkü bu iktidar sermayenin iktidarıdır. DEM PARTİ olarak büyük toplumsal mücadelelerle kazanılmış evrensel bir hak olan bütçe hakkını savunuyoruz. Partimiz, halkın bütçe kaynaklarının nasıl ve kimden, ne kadar, hangi oranda ve hangi miktarda alındığını ve bu yaratılan kamu kaynaklarını niçin, nasıl, nereye, ne oranda ve ne şartlarda harcandığını sorgulama ve bilme hakkını ve bu süreçlerde demokratik kitle örgütlerini, meslek örgütlerini, sivil toplum örgütlerini ve yurttaşlar olarak katılıp katkı sunma hakkını sonuna kadar savunmaktadır ve savunmaya devam edecektir.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız, biliyoruz ki geçen gün 2026 Bütçe Bağlama Töreni'nde yapmış olduğunuz konuşmada 2026 bütçesi için "istikrar ve refah bütçesi" diye bir tanımlama kullandınız. 2026 bütçesi asla emekçiler, emekliler, kadınlar, işsizler, engelliler, gençler, küçük esnaflar, çiftçiler için refah sunabilecek, refah vaat eden bir bütçe değildir; aksine, ne yazık ki yoksullaşmayı, sefaleti daha da artıracak bir bütçedir. Ancak gerçekten Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı dediğiniz gibi, 2026 bütçesi bir istikrar bütçesidir, buraya katılıyoruz ama iktidar, 2026 bütçesiyle yanlışlıkta ısrar ederek istikrar gösteriyor. İktidar, sermayeden yana, emeğin aleyhine, yandaşlardan yana, doğanın aleyhine bütçe tercihlerinde ısrar ederek istikrar gösteriyor. İktidar, devasa savunma harcamalarında istikrar gösteriyor. İktidar, garanti ödemelerine büyük bir kaynak ayırarak istikrar gösteriyor. İktidar, sermaye lehine vergilerden vazgeçerek istikrar gösteriyor. İktidar, kaynaklarını faize aktarmaya devam ederek istikrar gösteriyor. İktidar, 2026 bütçesiyle emekçilere, yurttaşlara vergiler yükleyerek istikrar gösteriyor ne yazık ki. Dolayısıyla, 2026 bütçesi, Sayın Cumhurbaşkanımız Yardımcımız sizin dediğiniz gibi asla bir refah bütçesi değildir, öyle tanımlayamayız ancak ezber dışına çıkmaması nedeniyle bir istikrar bütçesidir.
Bir de farklı bir değerlendirme bu faiz konusunda yapmak gerekiyor. Biliyorsunuz, Düyûn-ı Umûmiye... Osmanlı İmparatorluğu 1854'te -yaklaşık yirmi yıl sürdü- 15 ayrı kalemde borçlanma yaptı. Bu dönem içerisinde, bu yirmi yıllık süre içerisinde yaklaşık 239 milyon TL -ki o günkü parayla- borçlanıldı; Hükûmetin eline sadece 127 milyon lira geçmiş, yarısı, neredeyse yarısından biraz fazlası, diğer yarısı herhâlde faize gitmiştir. Alınan bu borçların verimli kullanılmaması sonucunda devlet kısa vadede değil borçları ödemek, faizleri bile ödeyemez bir duruma düştü. Hepimizin bildiği tarihî bir değerlendirme, tarih duruyor önümüzde. 1874 yılında devlet mali iflasın eşiğine geldiğinde Osmanlı İmparatorluğu vadesi gelen borçların taksitlerinin ancak yarısını ödeyebileceği şeklinde bir kararname çıkardı ancak bu sözünü de yerine getiremedi ve ödeyemedi. Hiçbir borç ödemesi yapamayan Osmanlı İmparatorluğu sonunda alacaklılarla masaya oturdu ve 1879 yılında damga başta olmak üzere alkollü içki, balık avı, tuz ve tütünden alınan vergilerin gelirlerini iç borçlanmalar karşılığı on yıl boyunca alacaklılara devretti ama Avrupa ülkeleri yani dış borçlar bunu kabul etmediği için Osmanlı Devleti masaya oturdu, Düyûn-ı Umûmiye İdaresini kurdu ve tüm gelirlerini buraya aktardı, bu vergileri toplama ve alacaklıların alacaklarını alması için bu idareye verildi. Şimdi, bu idareyle, Düyûn-ı Umûmiye İdaresiyle son yıllarda iktidar tarafından yapılan yap-işlet-devret modeli de güncel bir Düyûn-ı Umûmiye değil midir? Üstelik Düyûn-ı Umûmiye belli bir süre ve belli alacaklar için söz konusu olduğunda, on yıllık gibi bir süre olduğunda... Yap-işlet modellerinde gizli anlaşmaların ne kadar süreyle olacağını ne yazık ki biz vekiller olarak bunu denetleyemiyoruz. Yine, iktidar tarafından yapılan ve kırk dokuz yıldan bahsedilen bu yap-işlet-devret modellerinde garanti ödemeleri, üstelik bir de döviz esasıyla yaptığımızda güncellenmiş hâli değil midir Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Selamlama için bir dakika.
Buyurun.
KAMURAN TANHAN (Mardin) - Sonuç olarak bu Düyûn-ı Umûmiye ile Varlık Fonu arasında büyük benzerlikler söz konusu. Örneğin, her ikisi de bir denetim dışında tabi tutulmuş; Varlık Fonu da denetim dışı, TBMM'nin dışında, Düyûn-ı Umûmiye de öyle. Sonuç olarak bu iki kurum arasında aslında büyük benzerlikler söz konusu. Her iki yapı da devletin gelir kaynaklarını belirli bir amaç için toplulaştırıyor; ikisi de mali egemenlik tartışmalarına neden oluyor; her ikisi de borç yönetimi ve kaynak yaratma amacını taşısa da ne yazık ki ülkeye büyük bir borç yüklemiştir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.