KOMİSYON KONUŞMASI

YÜKSEL TAŞKIN (İzmir) - Değerli hazırun, YÖK Başkanımızın da burada olmasını gayet dilerdim. Sanıyorum burada değil, kendisiyle de alakalı şeyler söyleyeceğim. Kendisi zaten çok...

OTURUM BAŞKANI NİLGÜN ÖK - Burada, sizin sözlerinizin sonuna yetişir belki.

YÜKSEL TAŞKIN (İzmir) - Burada mı? Ben görmüyorum. Burada olduğunu görüyorum da salonda olmadığını tespit ettim. Öncelikle Millî Eğitim Bakanımıza ve YÖK Başkanına şunu söylemek istiyorum: Yirmi yıl üniversitede çalıştım, üniversitelerimizi şiddet ortamından kurtarmamız gerekiyor. Üniversitede farklı düşünen öğrencilere saldıranlara yönelik maalesef sistematik olduğu görüntüsü veren cezasızlık politikası derhâl terk edilmelidir. Düşünün, herkesi bir düşünmeye davet ediyorum. Kızılay'da bir vatandaş elinde palayla, satırla birisine saldırırsa ne olur? Tutuklanır ama üniversitede bunu yapanlar cezasızlıkla ödüllendirilebiliyor. Bu, kesinlikle ama kesinlikle aşılması gereken bir şeydir. Hem YÖK Başkanını hem Millî Eğitim Bakanını bu konuda çok daha duyarlı olmaya davet ediyorum.

Yine, YÖK'ün ve İstanbul Üniversitesinin Ekrem İmamoğlu'nun diplomasının iptal edilmesi sürecinde üstlendikleri rolü utanç verici bulduğumu söylemek istiyorum. Bu durum, iktidar partisine oy vermedi diye Kırşehir'i ilçe yapmakla benzer bir tarihî ayıp olarak hatırlanacaktır. Kısa süre önce iktidar Anayasa Mahkemesi kararına rağmen, rektör seçimlerini ortadan kaldıran ve Cumhurbaşkanının atama yetkisini esas alan bir kanun geçirdi. 12 Eylül cuntası bile Anayasa'ya seçme ve atama ifadelerini koymuştu. Siz cuntacılardan bile geriye gittiniz. Yurttaşlarımız muhtar seçebiliyor ama üniversite bileşenleri rektör seçemiyor. İşte, bu, sizin eseriniz. Avrupa'da Cumhurbaşkanının rektör atadığı yegâne ülke Türkiye Cumhuriyeti'dir. Yarattığınız ultra vesayetçi atamalar rejiminde dekanları bile Ankara'dan atıyorsunuz. Bu konuda bile üniversitelere güvenmiyorsunuz, oldu olacak apartman yöneticilerini de Cumhurbaşkanı atasın, sistem tamamlanmış olsun. Elbette böyle bir ortamda akademik özgürlüklerden bahsedilmesi imkânsızdır. Akademik Özgürlükler Endeksi 2025 bulgularına göre Türkiye'de akademik özgürlüğün son on yılda belirgin bir şekilde gerilediğini görüyoruz. Türkiye en düşük akademik özgürlüğe sahip ülkeler arasında E kategorisinde bulunmaktadır ve tamamen kısıtlı olarak sınıflandırılmaktadır Afganistan'la beraber. İşinize gelen endeksleri kullanıyorsunuz ama bu endeksleri hiç referans vermiyorsunuz. Yine Verieties of Democracy kurumunun kurumsal özerkliği ölçtüğü bir endekste ülkemiz 179 ülkeden 154'üncü sırada çıkmaktadır. Kurumsal özerklik yok, üniversite bileşenlerine güven yok, vesayetçiliğin Türkiye'de zirvesini sizin iktidar sayesinde gördük. Tabii, bu ortamda öğrenciler açısından bakarsak niteliği düşen, sayısı artan üniversitelerden büyük bir kaçış söz konusudur. Dahası, niteliği düşüren bir uygulamanız da barajın kaldırılması. Bakın, şimdi, sıfırın altında eksi netlerle gençleri üniversiteye alıyoruz. 2024 YÖK Atlas verilerine göre tam 203 bölüme eksi netle girilmiş durumda. Eksi 8,75 netle bilgisayar programcılığına giren gençlerimiz oldu. Elbette, bu koşullar altında üniversite diplomaları değersizleşti. 2025 yükseköğretim kurumları sınavına başvurular bir önceki yıla kıyasla 600 bin kişi azaldı, toplum doğru dürüst bir kamusal eğitimle kültürel formasyon ve mesleki formasyon sunamayan üniversitelere artık çocuklarını göndermek istemiyor. Üniversite eğitimiyle daha iyi bir hayata sıçrama olanağı sınırlanıyor. Üniversite eğitimi varlıklı kesimlerin sınıfsal avantajlarını sürdürdükleri bir ayrıcalık adasına dönüşüyor. Niteliksiz, derme çatma üniversitelerimizden mezun olanlar iş bulamıyor. Üniversite mezunları arasında işsizlik yüzde 40, beyaz yakalı işsizliğini anlatan bir kitabın başlığını anımsatayım. Kitabın başlığı şu: Boşuna mı okuduk? YÖK tabii, bunu gördü, palyatif çözümlere yöneldi. Ne yaptı? Kontenjanları azaltarak krizi örtmeye çalıştı. Ne yaptı? Üç yılda üniversiteyi bitirme gibi bir uygulama getirdi. Aslında, bu makyaj tedbirlerle sorun çözülmüyor, sorun çok daha yapısal. Tüm bu soruların sonucunda beyin göçü de kaçınılmaz oluyor. TÜİK 2024 yılının yükseköğretim beyin göçü istatistikleri açıklandı. Buna göre, üniversite mezunlarının yüzde 2'si yurt dışına gidiyor; görünüşte düşük bir rakam ama en çok gidenler bilişimciler, mühendisler, doktorlar. Bu tür kategorilerde Türkiye'den kaçış var.

Yine vakıf üniversiteleriyle ilgili sorunlar dev gibi. Vakıf üniversitesi çalışanları neredeyse mevsimlik işçi gibi. YÖK'ü defalarca uyarıyoruz, biraz daha aktif olun diyoruz, denetiminin ötesine geçin, yaptırım uygulayın diyoruz, gerekirse TBMM de devreye girerek YÖK'ü bu konuda güçlendirsin. Bakın, bazı vakıf üniversiteleri açıkça merdiven altı kurumları olmaya doğru gidiyor. Yani bunlar -tırnak içinde söylüyorum- mahsul azsa yani az öğrenci girmişse o sene üniversiteye, çok sayıda öğretim üyesini atıyorlar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YÜKSEL TAŞKIN (İzmir) - ...bir yıllık sözleşmelerle, hiçbir iş güvencesi olmayan insanlarla bir kurumun üretken kurumsallaşması mümkün değildir.

Teşekkür ediyorum.