KOMİSYON KONUŞMASI

SEVİLAY ÇELENK (Diyarbakır) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, değerli bürokratlar; ben de sizleri saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.

Dışişleri Bakanlığı bütçesi öncelikle nasıl bir dış politika anlayışında yatırım yapıldığı açısından değerlendirilmelidir diye düşünüyorum. 2026 bütçe sunumunda dış politika bu bağlamda sadece bir kez ve kısacık geçiyor, temel öncelik olarak da caydırıcı küresel güç olmaya ve savunma kapasitesini artırmaya vurgu yapılıyor. Buna da "millî çıkar" deniyor. Oysa bu büyük savunma harcamaları dünyaya ölüm ve yıkımdan başka bir şey getirmedi, getirmiyor. Otoriter sağ iktidarların savaş endüstrisiyle birlikte tüm dünyaya vaat ettiği acıdan başka bir şey değil. Dünyanın âdeta canı yanıyor. Somali asıllı İngiltere vatandaşı Şair Warsan Shire bir şiirinde bunu çok güzel ifade eder, biraz Komisyonun havası değişsin, bu güzel ve kısa şiiri okumak isterim:

"O gece geç vakitte kucağıma bir atlas aldım.

Parmaklarımı dünyanın üzerinde gezdirdim ve fısıldadım neren acıyor?

Dünya cevap verdi: Her yerim, her yerim!"

Türkiye'nin dış politika anlayışı bu acıya şifa getirmiyor, bölgesel sorunları da derinleştiriyor. Bugün, dış politikayı savunma sanayisi ve silah ticaretinin çıkarları şekillendiriyor. Maalesef, bu aynı zamanda bir küresel eğilim. Nitekim, geçtiğimiz ay sonunda İngiltere Başbakanı ve Almanya Şansölyesinin Türkiye ziyaretleri özellikle İngiltere'yle yapılan Eurofighter anlaşması da bunun göstergesi. Avrupa'nın önde gelen ülkeleri zaten Türkiye'yle ilişkilerinde mülteci krizi sonrası demokratik öncelikleri bir yana bırakarak göç kontrolüne ve Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle birlikte de giderek daha çok savunma iş birliğine odaklanmış durumda. Sözünü ettiğim Eurofighter anlaşması gibi alışverişler esasen hiçbir acil ve somut askerî ihtiyaca tekabül etmiyor, zaten teslimat için yıllar sonrası öngörülüyor ancak iç politikada elverişli bir propaganda malzemesi bunlar. İngiltere Başbakanı bu satışın ülkesinde 20 bin kişiye istihdam imkanı yaratacağıyla övünüyor. Türkiye ise bunun millî güç anlatısı olarak sunuyor. Türkiye'nin Rusya'dan S-400 alması nedeniyle maruz kaldığı CAATSA yaptırımlarından kurtulma, F-35 programına geri dönme çabası etrafındaki pazarlıklar, dış politikamızın barış diplomasisi üzerine değil siyasi iktidarın çıkar ve öncelikleri üzerinde kurulu olduğunu gösteriyor. Bu dengeleri savaş endüstrisinin ihtiyaçları yönetiyor.

Sonuç olarak Türkiye yetmiş altı yıl evvel kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyinde ağır hak ihlalleriyle gündeme geliyor. Avrupa Konseyine ve adalet sistemine çok erken bir tarihte dâhil olma ferasetine sahip bir ülke olarak Türkiye'nin bugün Konseydeki konumunun tartışmalı hâle gelmesi çok üzücüdür.

Türkiye'nin durumu Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin son oturumunda bir acil gündem maddesi olmuştur ve bu ilk değildir. Türkiye buralarda saatlerce ağır hak ihlalleri, muhalefeti hukuk dışı yollarla tasfiye girişimleri, kayyım uygulamaları, medya ve ifade özgürlüğü üzerindeki tahayyül ötesi baskılarla konuşuluyor. AİHM'in önünde bekleyen toplam 61.300 dosyadan 21.450'si yani üçte 1'inden fazlası Türkiye aleyhindeki davalardır. AİHM, Demirtaş ve Kavala hakkındaki kararlarında Türkiye'nin siyasi saiklerle hareket ettiği sonucuna varmış, ihlal kararı vermişti. Türkiye bu kararları uygulamadığı için Avrupa Konseyi 2022'de ihlal prosedürü başlattı. Bu, Konsey tarihinde çok nadir kullanılan ağır bir yaptırım süreci zaten 2017'de Türkiye yeniden denetim sürecine de alınmıştı.

Siyasi iktidar, Konseyde Türkiye'nin oy hakkının askıya alınması veya üyelikten çıkarma gibi tedbirlerin çeşitli pazarlıklar ve dengeler sonucunda şimdilik uygulanmamasını bir başarı olarak görüyor. Evet, biz de bu uluslararası mekanizmaları terk etmeyi istemiyoruz ancak içeride ve dışarıda sürdürülen bu rehine siyaseti ve pazarlıkçı politikalar üzerine de itibarlı bir dış politika inşa etmek mümkün değil. Bu, bizimle birlikte uluslararası adalet düzenini ve hukukun üstünlüğünü aşağıya çekiyor.

Kısacası milliyetçi, kırılgan ve kriz odaklı dış politika Türkiye'nin bölgesel barış ve diplomasideki rolünü zayıflatıyor, Kürt sorununun demokratik çözümüne yönelik umudu azaltıyor. Barışçıl diplomasi esas olmalıdır.

Teşekkür ederim.