| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 18 .11.2025 |
METİN ERGUN (Muğla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli üyeler, Sayın Bakan, Bakanlığımızın kıymetli temsilcileri; İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Muhterem milletvekilleri, Dışişleri Bakanlığı en köklü ve stratejik kurumlarımızdan biridir; bütçesi de devletimizin dış politika önceliklerini doğrudan yansıtır. 2025 bütçesi 39 milyar 35 milyon TL idi, 2026 içinse 46 milyar 805 milyon 514 bin TL olarak öngörülmektedir. Bu artış ne enflasyon oranına ne de dolar bazındaki reel ihtiyaca uygundur. Merkezî yönetim bütçesindeki payı yalnızca binde 2,5'tur; yüzde 1'e dahi ulaşamamaktadır. Hayaliniz ve iddianız bölgesel liderlik ve küresel aktör olmak ise böylesi bir bütçeyle bu iddia ve hayallerin gerçekleşmesi fiziken mümkün değildir. Ayrıca Bakanlığın genişleyen görev alanı ve stratejik hedefleri de bu bütçeyle örtüşmemektedir. Esasen, burada bir bütçeden öte bir dış politika anlayışını tartışıyor ve görüyoruz. Bu nedenle, bütçe rakamlarından çok bu rakamların temsil ettiği vizyonu tartışmamız gerektiğini düşünüyoruz. O yüzden dış politikanın devletlerin karakterini dışa vuran bir ayna olduğu ve devletlerin gücünün de diplomasi sanatıyla bağlantılı olduğu unutulmamalıdır. Hâliyle, teklif edilen bütçeye kabul oyu vermemiz mümkün değildir.
Muhterem milletvekilleri, 2017 referandumuyla getirilen sistemden sonra Türkiye'de kurumsuzluk ve kuralsızlık iklimi hâkim olmuştur. Bu sistemde yasama organı âdeta ikinci plana indirgenmiş ve neredeyse tüm kurumlar yürütmenin bir parçası hâline getirilmiştir. İktidarın yasama organını yeterince dikkate almaması bir gelenek hâline gelmeye başlamıştır. Bu anlayışın bir yansıması olarak Sayın Bakan da Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir organı olan Dışişleri Komisyonunun toplantılarına yeterince katılım sağlamamaktadır. Buradan Sayın Bakana sormak istiyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonunun toplantılarına katılmamanızın gerekçesi nedir?
Muhterem milletvekilleri, modern devletler yalnızca sınırları, orduları veya yasalarıyla değil aynı zamanda kurumlarıyla ve o kurumların yıllar içerisinde oluşturduğu gelenek, tecrübe ve kurumsal kültürleriyle varlıklarını gösterirler. Devlet aklının sürekliliği bu kurumların hafızasında saklıdır çünkü modern devletlerin gerçek kudreti kurumsal hafızasının derinliğiyle bağlantılıdır. Bizde de uzun yıllar boyunca bu anlayış geçerli olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kurulan devlet kurumları liyakat, disiplin ve kamu hizmeti bilinciyle birer okul işlevi görmüştür. Her kurum kendi içinde yetiştirdiği kadrolarla sürekliliğini sağlamış, bilgi ve tecrübe kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Yani devletimiz kişilere değil kurallara ve kurumlara dayalı idi. Ne var ki son yıllarda bu köklü anlayışın yerini giderek partizanlık, sadakat ilişkileri ve keyfî uygulamalar almıştır. Siyasi kadrolaşmanın yol açtığı liyakat erozyonu devlet mekanizmasının neredeyse her alanında kendini göstermektedir. Kurumsal kültürü zayıflamış, tecrübe aktarımı sekteye uğramış, devlet geleneğiyle bağlar kopmaya başlamıştır. Bu olumsuz tablodan en çok etkilenen kurumlarından biri de hiç kuşkusuz Dışişleri Bakanlığıdır. Yüzyılı aşan bir diplomasi geleneğine sahip olan bu kurum Türkiye Cumhuriyeti'nin dünyadaki itibarının taşıyıcı ana kolonlarından biri olmuştur ancak bugün o köklü hariciye geleneğinin siyasi tasarruflar uğruna aşındırıldığını üzülerek görmekteyiz. Büyükelçi atamalarından terfi ve tayin süreçlerine kadar pek çok karar artık kurumsal liyakat yerine partizan ölçütlerle şekillenmektedir. Hariciyenin geleneklerine hâkim, deneyimli ve ehil personel göz ardı edilmekte, yıllarını bu ülkenin hizmetine vermiş diplomatlar siyasi sadakat kıstaslarıyla geri plana itilmektedir. Oysa dış politika günübirlik tercihlere değil tecrübe ve sürekliliğe dayalıdır. Bu günübirlik siyasi ve sadakate dayalı kadro tercihlerinin tecrübe ve sürekliliğe dayanmadıkları için dış politika oluşumunda devletleri hatalı politik tercihlere sürükleme olasılıkları yüksektir. Bu bilindik genel kuralı tecrübe etmemize gerek yok idi.
Muhterem milletvekilleri, bahsettiğimiz bu hususlardan dolayı son yıllarda Bakanlığın insan kaynakları yönetiminin ve büyükelçi atamalarının Bakanlık dışından atanmış kişilere havale edilmesi hariciye geleneğiyle taban tabana zıttır. Kariyer memurluğundan gelen, usta-çırak ilişkisi içinde yetişmiş, diplomasi geleneğini bizzat taşıyan kadrolar varken bu tür görevlendirmelerin amacı nedir, gerekçesi nedir? Devletin tecrübeli insan kaynağı neden dışlanmaktadır? Bir ülkenin diplomasi kadroları sadece bir idari yapılanmadan ibaret değildir, aynı zamanda ulusal devlet hafızasının temsilcileridir. Bu hafızayı zayıflatmak aslında Türkiye'nin uluslararası alandaki ağırlığını zayıflatmaktadır.
Muhterem milletvekilleri, partili Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte ülkemizde yönetim anlayışı kökten değişmiştir. Bu sistemin yarattığı kuralsızlık ve kurumsuzluk ortamı devlet ciddiyetini aşındırmış, ideolojik körlük ve kişisel tercihlerle yürütülen yönetim anlayışı kurumsal karar alma mekanizmalarını devre dışı bırakmıştır. Buna bir de iktidarın yanlış ekonomik ve politik tercihleri eklenince Türkiye artık her alanda sürüklenen bir ülke hâline gelmiştir. Ekonomide, dış politikada, eğitimde ve adalette yaşanan savrulmaların temelinde bu kurumsuzluk ve kuralsızlık sistemi yatmaktadır. Dış politika alanında ise tablo daha vahimdir. Bir zamanlar bölgesel dengeleri gözeten, kendi çıkarları doğrultusunda gelişmelere yön veren Türkiye'nin artık gelişmelere ancak tepki veren, bütçe kitapçığının başlığının tam aksine başkalarının kurguladığı oyun içinde sürüklenen bir aktör hâline geldiği ifade edilmektedir. Bugün ülkemizin Orta Doğu'dan Avrupa'ya, Kafkasya'dan Afrika'ya kadar pek çok bölgede oyun kurucu değil, oyun içinde savrulan bir aktör hâline geldiği ifade edilmektedir. Bu durum hem ekonomik kırılganlığın hem de diplomatik tutarsızlığın bir sonucudur. İşin gerçeği budur. Hamasi nutuklarla sürüklenen, süslenen dış politika söylemleri derinliği olan tarihsel köklerinden kopmuş, günübirlik kararlarla günü kurtarma diplomasisine dönüşmüştür. Bu tabloyu Suriye politikasında, Avrupa Birliğiyle ilişkilerde, Körfez ülkeleriyle kurulan geçici ittifaklarda, hatta ABD ve Rusya karşısındaki zikzaklı tutumlarda açıkça görmekteyiz. Dış politikada ideolojik körlük ve kısa vadeli çıkar hesapları ulusal menfaatlerin önüne geçmiştir. Oysa dış politika şahısların veya partilerin değil, milletin ve devletin ortak aklının alanıdır. Bu anlayış terk edilirse Türkiye'nin itibarının da çıkarlarının da zarar görmesi mukadderdir, yaşanan da budur.
Muhterem milletvekilleri, Türkiye tarih boyunca zorluklar karşısında devlet aklını devreye sokarak birçok badireyi atlatmıştır. Sıkıntılardan çıkış yolu bellidir; kurumsal akla, liyakate ve devlet geleneğine geri dönmek. Dış politikada kalıcı başarı sadece güçlü liderlikle değil, güçlü kurumlarla mümkündür. Hariciye geleneğini yeniden canlandırmak, partizan kadrolaşmayı sona erdirmek ve diplomasiye yeniden itibar kazandırmak Türkiye'nin hem ulusal hem uluslararası saygınlığını yeniden inşa edecektir. Unutmayalım ki dış politikada istikrar içeride kurumsal düzenle başlar; kuralın, liyakatin ve ortak aklın hüküm sürdüğü bir Türkiye yalnız kendi vatandaşlarının değil, dostlarının da güvenini kazanır.
Muhterem milletvekilleri, dış politikada yaşanan sürüklenmenin en bariz örneği Suriye politikasında içine düştüğümüz durumdur. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki iç kamuoyuna yönelik olarak âdeta bizim Suriye valimiz gibi takdim edilen Suriye Devlet Başkanının bir kulağı Washington'dan, diğer kulağı ise Tel Aviv'den gelecek mesajlara dikkat kesilmiş durumdadır, gerçek budur. Yine, iktidar, çok doğru olarak ve bizim de desteklediğimiz şekilde Suriye'nin birlik ve bütünlüğünün Türkiye için önemli olduğunu söylemektedir fakat gelinen aşamada realite şudur Sayın Bakanım: Suriye belki de tarihte hiç olmadığı kadar fiilen bölünmüş durumdadır. Suriye'nin içinde bulunduğu parçalanmışlık Amerikan emperyalizminin ve İsrail'in istediği bir durumdur; zira, Suriye'de bölgesel olarak hâkim olan terör örgütlerinin işvereni doğrudan doğruya Amerika Birleşik Devletleri'dir. Burada Sayın Bakana sormak isteriz: Bu fiilî bölünmüşlük karşısında Bakanlığınızca Türkiye'nin güvenliğinin sağlanması ve menfaatlerinin korunması için hangi adımlar atılmaktadır? Resmiyette ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi olan, fiiliyatta ise bölge koordinatörü gibi hareket eden Tom Barrack, Suriye'de bir federasyon değil ama ona yakın bir yapı olacağını söylemiştir. Bu açıklama, Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasını ve merkezî bir devlet yapısı oluşturulmasını isteyen Türkiye'nin tutumuna karşıt bir açıklamadır. Bakanlığınızın bu konudaki görüşü nedir? Yine, Tom Barrack'ın terör örgütünün Suriye uzantısı olan YPG'ye yaptığı ziyaretten yansıyan bir fotoğraftaki haritada Hatay Suriye toprağı olarak gösterilmektedir. Bu konuda Bakanlığınızın bir açıklaması veya attığı bir adım olmuş mudur?
Muhterem milletvekilleri, dış politikamızda yaşadığımız sürüklenmenin bir diğer örneği ise Avrupa Birliğiyle ilişkilerde yaşanan tutarsızlıktır: Bildiğiniz gibi, 4 Kasım Salı günü Brüksel'de AB Genişleme Zirvesi yapılmıştır. Avrupa Birliği üyeliğine aday ülkelerden birisi olan Türkiye'nin ise bu toplantıda ismi dahi geçmemiştir. İktidar temsilcileri bugüne kadar defalarca Avrupa Birliği üyeliğinin Türkiye için stratejik bir hedef olduğunu beyan etmişlerdir. Ne hazindir ki Avrupa Birliğine katılımın ön koşullarından birisi olan hukukun üstünlüğünün sağlanması, demokratik sistemin şeffaf ve kapsayıcı şekilde geliştirilmesi, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi gibi alanlarda iktidar yıllardır tam tersi uygulamalara imza atmış ve atmaktadır. Avrupa Birliğinin değerler manzumesi bir tarafta, iktidarın otoriter ve keyfî anlayışı bir diğer tarafta dururken Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliği nasıl mümkün olacaktır? Ayrıca Sayın Bakan, Avrupa ülkelerine yönelik vize işlemlerinin kolaylaştığını az önce ifade ettiniz. Hâlâ birçok öğrencimiz kayıt yaptırdıkları okullarda okumak için bile vize alamıyor, ret oranları yüzde 10'ların üzerinde. Bu nasıl bir kolaylaşmadır, doğrusu merak ediyoruz.
Muhterem milletvekilleri, bilindiği gibi, Kıbrıs Türklüğünün var olma mücadelesine destek olmak bizim millî davamızdır. İYİ Parti olarak iktidarın dış politikada sergilemiş olduğu dirayetsizlik nedeniyle Kıbrıs meselesinin garantörlük haklarımızın ve dolayısıyla da millî çıkarlarımızın aleyhine bir şekilde sonuçlanmasından parti olarak endişe ediyoruz. Bundan dolayı sormak istiyoruz: Bakanlığınız millî davamız olan Kıbrıs meselesinin Türkiye'nin vazgeçilmez hak ve menfaatlerinin aksine neticelenmemesi için hangi politikaları uygulamaktadır?
Bilgi almak istediğimiz diğer bir mesele de doğu Akdeniz meselesidir. Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin deniz yetki alanları ve enerji kaynakları konusundaki haklarının korunması konusunda mevcut durum nedir Sayın Bakan? Yine aynı doğrultuda, Libya politikamızın güncel durumu nedir? Bugüne kadar Libya'da uygulanan politikalar hedeflenen amaçlara ulaşmış mıdır? Çok yakın ilişkiler içerisinde olduğumuz iddia edilen Suriye yönetimiyle münhasır ekonomik bölge anlaşması yapılacak mıdır? Bugüne kadar yapılmamasının sebebi nedir? Önümüzdeki dönemde İran'a yönelik herhangi bir savaş riski ortaya çıkar ise Türkiye için İran'ın toprak bütünlüğünün korunması ne ifade etmektedir? İran'ın toprak bütünlüğünün korunması bizim için bir kırmızı çizgi midir? ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi "Türkiye ve İsrail savaşmayacak, Hazar Denizi'nden Akdeniz'e kadar bir iş birliği göreceksiniz." diye ifade etmiştir. Bu açıklamanın akabinde de Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan'ın Devlet Başkanlarının Beyaz Saray zirvesi sonrasında Kazakistan'ın İbrahim Anlaşmaları'na katıldığı duyurulmuştur. Türkiye bu kapsamda İbrahim Anlaşmaları'na taraf olacak mıdır? Bakanlığınızın bu konudaki tutumu nedir? Yine aynı şahıs Türkiye'nin tapu senedi niteliğindeki Lozan Antlaşması'na yönelik çeşitli olumsuz görüşler beyan etmiştir. Bakanlığınız bu açıklamalara karşı herhangi bir adım atmış mıdır?
Son olarak Fener Rum Patrikhanesi'nin ekümeniklik iddialarına karşı Lozan Anlaşması'nın 1923'te netleştirdiği yerel dinî kurum statüsünü koruma ve Anadolu'daki millî egemenlik haklarımızı savunma doğrultusunda Bakanlığınız hangi adımları altmıştır veya atacaktır?
Muhterem milletvekilleri, devlet geleneğimiz soydaş ve akraba topluluklara sahip çıkmayı şiar edinmiştir. Doğu Türkistan'daki Uygur Türkleri bu şiarın en ağır imtihan alanıdır. Malumunuz olduğu üzere Çin için Doğu Türkistan jeopolitik önemi ve yer altı zenginlikleriyle stratejik bir bölgedir. Bu doğrultuda Çin yönetimi bölgedeki demografik dengeyi kendi lehine çevirmek için Uygur Türklerine yönelik "etnik ve kültürel soykırım" diye ifade edilebilecek uygulamalara başvurmaktadır. Dolayısıyla bu konuda Bakanlık herhangi bir adım atmış mıdır, bunu merak ediyoruz.
İlave olarak Irak Türkmenleriyle ilgili de bir soru sormak istiyoruz: Irak Türkmenlerine yönelik uzun zamandır devam eden sistematik baskı ve sindirme eylemlerine karşı Bakanlığınız hangi adımları altmıştır?
Son olarak cevaplanmasını istediğimiz diğer bir husus da şudur: Bakanlığınız Kırım Türklerinin emniyetini, hak ve menfaatlerini korumak için bugüne kadar hangi adımları altmıştır?
Muhterem milletvekilleri, bir hususun daha altını çizmek isterim: Savunma sanayisinin gelişmesine karşı değiliz ve her zaman da parti olarak destekliyoruz fakat böylesi bir stratejik alanda ihracatın dengeli, kontrollü ve riski düşük şekilde yapılması şarttır. Dolayısıyla bunun siyasi denetiminin sadece yürütmede değil aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisinde de olması gerektiğini biz parti olarak düşünüyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken bütçenin hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.