KOMİSYON KONUŞMASI

BERDAN ÖZTÜRK (Diyarbakır) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Sayın Bakan ve değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce, bütçe görüşmelerini takip eden, edemeyen bütün halklarımızı selamlıyorum.

Bu coğrafya bir yıldır tarihî bir eşikten geçiyor. Bugün burada yalnızca bütçeyi değil aynı zamanda barış ve demokratik toplum sürecinin inşa ettiği yeni zeminin siyaset alanına, dış politikaya nasıl yansıdığını konuşmak istiyorum çünkü bu dönem, yalnızca mevcut düzeni değil bölgeye bakışı, komşularla ilişkileri, Kürt meselesine yaklaşımı ve diplomasi dilini şekillendiren bir dönemdir. İmralı'da yapılan görüşmelerde Kürt sorununun muhataplarla çözülmesinden yana olduğunu hem Sayın Öcalan hem biz defalarca söyledik. Bu, yeni söylediğimiz bir şey değil fakat bugün buna ek olarak bir aciliyete de işaret etmek istiyoruz. Muhatabın kendisi yani Türkiye sorunu çözmezse başkalarının çözümüne mahkûm olma ihtimalini açıkça dile getiriyoruz. Başkalarının kim olduğundan bahsetmeye gerek yok, herkes biliyor zaten. Açıkça belirtmek gerekiyor ki bu soruna karşı iradesiz kalıp dış müdahaleye açık hâle getirmek demek barışçıl çözüm DNA'sını da bozma riski demektir. Bizden DEM PARTİ olarak Kürt sorununun Kürt-Türk, Kürt-Arap, Kürt-Fars'i arasında yapıcı diyalogla çözülmesinden yanayız. Unutmayalım ki halkların iradesiyle yürüyen onurlu bir barış, güvenliğin diliyle kurulan siyasetten daha güçlüdür.

8 aralıktan bu yana Suriye'de yeni bir döneme girildi. Savaşan taraflar ateşkes ilan etti, asla yan yana gelmez denilen guruplar müzakereler yapıyor fakat Suriye'de değişmeyen bir şeyi size hatırlatmak istiyorum: Sizin öncülüğünüzde Dışişleri Bakanlığının izlediği siyaset kuzeydoğu Suriye'ye istikrarlı bir şekilde sopa gösterme siyasetidir. Bu siyasetin, Türkiye'nin güvenlik meselesi olduğunu söylüyorsunuz fakat bu bitmeyen güvenlik meselesini tehditle, militarist dış politikayla çözemezsiniz. Aksine, bu siyasete devam ederek bölgesel ve küresel güçlerin hem Suriye'ye hem de Kürt sorununa müdahil olmasına yol açıyorsunuz. Bu nedenle, atılan her adımın, kurulan her temasın, kullanılan her ifadenin ağırlığı, sorumluluğu büyüktür. Barışa açılan bir kapı varken, imkânlar oluşmuşken halkların iradesini yok sayan bir çizgi sürdürülmemelidir. Çözüm yönünde ilerleyen adımlarla eski inkâr pratiklerinin yan yana durması çelişkileri gözler önüne seriyor. Bugün karşı karşıya olduğumuz temel mesele tam da budur. Savaş ve çatışma merkezli diplomasi yürüterek barışa hizmet edilemez.

Suriye'de yıllarca süregelen savaş tezkereleriyle Suriye'de istikrar ve barış sağlanamayacağını herkes görmüştür ancak sorun yalnızca Suriye değildir. Sorun, siyaset dilinin hâlâ eski okuma biçimlerinden kopamamasıdır. Dış ilişkiler alanı özellikle sizin Bakanlık döneminizde artık diplomasi mantığıyla işlemiyor. Dil değişti, refleks değişti, mekanizmalar değişti. "Dış ilişkiler ve diplomasi sorumluluğu Cumhurbaşkanlığı makamına devredilirken Dışişleri Bakanlığına ise istihbarat görevi mi düştü?" diye bir soru herkesin gündeminde. Diplomasi, yerini giderek istihbarat ve güvenlik jargonuna bırakıyor. Toplumlar ve siyasi aktörler risk ve tehdit kategorilerine indirgeniyor. Bu, yalnızca bir üslup değişikliği değil, barış ve istikrar odaklı eksenin zayıflaması ve buna bağlı olarak demokratik denetimin zayıflamasıdır. Sahada halkların sesi değil, kapalı mekanizmaların sesi duyuluyor. Oysa güvenlik merkezli yaklaşımın bu coğrafyada bir karşılığı mevcut değildir. Irak ve İran hattındaki temaslarda aynı tabloyu görüyoruz. Kuzey ve doğu Suriye'deki toplumsal irade, halkın örgütlü yapısı, ve kendi kendini yönetme deneyimi yani gerçek muhatap bir siyasi aktör olarak değil, güvenlik dosyasının alt maddesi olarak ele alınıyor. Bu, alanı daraltan bir tercihtir. Halkın iradesini yok sayarak bölgesel bir başlık sağlıklı okunamaz. Bu yaklaşım sahaya da aynen yansıyor. Şam'da, Bağdat'ta, İran'la temasta açıklamalar yapılıyor. Kuzeydoğu Suriye bölgesi ve halkları hedef alınıyor. Halkların barış, istikrar ve refah talebi görünmez kılınıyor. Halk, bir aktör olmaktan çıkarılıp önceliklerinin göz ardı edildiği bir dosya maddesine indirgeniyor. Bakanlığınız bir kez olsun Alevi'yi, Kürt'ü, Hristiyan'ı gözeten bir diplomasi yürüttüğüne şahit olmadık. Türkiye Dışişleri Bakanlığı Şam'ın, Tahran'ın değil; Ankara'nın, İstanbul'un, Diyarbakır'ın çıkarları ve kazanımları için sahada diplomasi yürütmesi gerekir. Bakanlığın bütçesini Şam, Tahran ya da başka bir yer vermiyor; Türkiye halklarının vergileriyle yürütülen diplomasi yine Türkiye halklarının geleceğini, çıkarlarını esas almalıdır. Suriye'de hem Esat öncesi hem de sonrasında yürütülen diplomasinin gelecekte sonuçlarını görmek istiyorsanız Kıbrıs'a bakmanızı öneririz. Türkiye'nin uzun yıllardır Kıbrıs'ta merkeze aldığı militarist, güvenlikçi dış politikanın yarattığı tahribat ortadadır. Kuzey Kıbrıs bugün bir güvenlikçi politikalar sonucunda yalnızlaştırılmış ve çözümsüz bırakılmıştır. Kıbrıs'a yıllardır dayattığınız güvenlik politikaları bugün başka küresel güçlerin güvenlikçi politikalarının merkezi hâline getirilmesinin nedenlerinden biridir. Bugün Kıbrıs'ta da Suriye'de de güvenlikçi politikalar yerine halkları esas alan barışçıl siyaset merkeze alındığında kazanan Türkiye olacaktır. Bu nedenlerle açıkça ifade ediyoruz: Onurlu bir barışa alan açan bu dönemin güçlenmesi için halkların iradesinin her düzende muhatap alınması gerekir, çözümün siyasal karşılığı ancak böyle kurulabilir. Barış söylemiyle ilerleyen bir çizgi inkâr pratikleriyle yol alamaz. DEM PARTİ olarak bu çelişkiyi görüyoruz ve net şekilde söylüyoruz: Bu coğrafyada izlenen mevcut siyasetin halkları esas alan yeni bir perspektife ihtiyacı vardır. Barış sadece bu toprakların değil bölgenin bütün halkları için kurucu bir ilkedir ve biliyoruz ki barışın, toplumsal ve bölgesel karşılığını örmek bu coğrafyanın geleceğini belirleyecek en kritik adımdır. Tüm bu sebeplerle bütçe tartışmalarını yürütürken bir noktayı vurguluyoruz: Siyaset kapalı mekanizmaların değil halkların sesinin duyulduğu bir alan olmalıdır. Halkın dışarıda tutulduğu bir barış çabasının amacına ulaşmamaya mahkûm olduğunu yakın tarihî bizlere göstermiştir. Bu coğrafyanın barışını da demokrasisini de geleceğini de halklar belirler. DEM PARTİ olarak izlediğiniz politikalara karşı yıllardır siyaset yürütüyoruz fakat militarist, müdahaleci politikaları terk edip barış diplomasisini esas aldığınız takdirde partimizin bu çabalarınızın yanında olmakla birlikte bu çabalarınıza katkı sunacağından da şüpheniz olmasın. Bizim temel derdimiz şiddetten, tehditten arındırılmış barış diplomasisinin Bakanlığın temel ilkesi olmasıdır.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.