| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 11 .11.2025 |
AYYÜCE TÜRKEŞ TAŞ (Adana) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, kıymetli milletvekilleri, değerli bürokratlar, basın mensupları; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü vefatının 87'nci yılında rahmet ve minnetle anıyorum. Bu topraklarda bize özgürlüğü, eşitliği ve cumhuriyeti kazandıran iradenin en büyük gücü, milletine inanan liderlikti. O inancı bugün sosyal adaleti, emeğin hakkını ve hukukun üstünlüğünü savunarak yaşatmak hepimizin boynunun borcudur diyorum.
Ayrıca, geçtiğimiz günlerde Dilovası'nda yaşanan vahşeti de insanlık adına, kadınlar, çocuklar ve tüm emekçiler adına en sert biçimde kınıyorum. Bu tarz olayların mazereti olamaz, bahanesi olamaz, açıklaması hiç olamaz; sadece bedeli olur diye düşünüyorum ama maalesef ülkemizde bu bedel çoğu zaman ödenmez, sorumlular genellikle hesap vermez. Sayın Bakanım, ben şöyle düşünüyorum: Böylesi olaylardan sonra basının karşısına geçip "Üzgünüz." demek ya da "Yasal süreç başladı." demek bence özellikle bir Bakanlık adına çok zayıf bir duruş. Gelişmiş ülkelerde en basit işte bile, örneğin, evinize gelen bir kablo TV işçisi bile iş güvenliğini gerekçe göstererek ayağındaki koruyucu ayakkabıyı çıkarmadan işini yapmak istiyor çünkü biliyor ki iş güvenliği bir formalite değil, insan hayatının kesinlikle teminatıdır. İşte, biz de "iş güvenliği" kavramını tam bu bilinçle ele almak zorundayız diye düşünüyoruz. Bir işçinin hayatına mal olan ihmal bir kusur değil, adam öldürmeye teşebbüs niteliğindedir maalesef. İş güvenliği kültürünü mevzuatı satırlarından çıkarıp toplumun vicdanına yerleştirmemiz kaçınılmazdır.
Sayın Bakanım, ayrıca bütçenizdeki rakamlarla -biraz dikkat çeken birkaç rakamla- ilgili yorum yapmak istiyorum. İlk başta bütçe neredeyse yarı yarıya azalmış bulunmakta. 2025 yılında 865 milyar lira olan bütçeniz 2026 yılında 447 milyar liraya düşmüş. Neden bu bütçe azaldı diye baktığımızda, Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan transferlerin hazineye devredilmesi olduğunu açıkça görüyoruz. Peki, bu ne anlama geliyor? Bu, artık Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının, sosyal devletin değil de sadece istihdam programlarının idaresinin bakanlığı hâline geldiğini gösteriyor bizce. Yani sosyal devletin kalbi olan bu Bakanlık artık nabzı atmayan bir bürokrasiye indirgenmiş gibi görünüyor.
Bir diğer dikkat çekici husus ise bütçenizin neredeyse tamamı cari transferlerden oluşuyor. Bu da bana göre şu anlama geliyor: Birincisi, Bakanlıkta kesinlikle yatırım yok, sadece ödemeler var yani Bakanlığınız, üretim, denetim, istihdam altyapısı gibi kalemleri değil, sistemin açıklarını kapatmak için para harcıyor. İkincisi, sosyal güvenlik sistemi kendi kendini çeviremiyor yani Sosyal Güvenlik Kurumu açık veriyor, bütçeden transferlerle destekleniyor. Üçüncüsü, devletin sosyal yükümlülüğü bütçeye bağımlı hâle gelmiş durumda yani emekli maaşları, işsizlik ödenekleri, sağlık giderleri bütçedan besleniyor. Bu da direkt ekonomik krizden etkilendiklerini gösteriyor. Bu tablo kesinlikle sosyal adaletin değil, yapısal bir dengesizliğin kanıtını gözlerimizin önüne seriyor. Bütçede istihdam programları için de yüzde 28 bir artış öngörülmesine rağmen, baktığımızda, geniş tanımlı işsizlik oranının yüzde 30'lara dayandığını görüyoruz. Hele imalat sektöründeki istihdam azalması zaten her anlamda alarm veriyor. Bunu Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçesinde de konuştuk. Bir zamanlar sanayi kenti olan Adana'da bile artık üretim yerine günlük istihdam tercih edilir hâle geliyor. Yani bütçe büyüyor ama maalesef istihdam artmıyor. Bu durum, ülkemizin, üretim ekonomisinden uzaklaşarak geçici düşük verimli iş alanlarına mahkûm edildiğinin de bir göstergesi olarak maalesef karşımıza çıkıyor.
Sosyal Güvenlik Kurumunun kronik açığı hâlâ kapanmıyor. Bunun sebebi olarak da ta 1980'lerden bu yana yapılan erken emeklilik düzenlemeleri konuşuluyor ama Sayın Bakanım, yirmi üç yıldır bu ülkeyi AK PARTİ Hükûmeti yönetiyor. Yirmi üç yıldır aynı parti tarafından yönetilmesi de bir devletin, kendinden önceki yapılan hataların ve eksiklerin giderilmesi için gerekli ve yeterli bir zaman olduğunu düşünüyorum. Sizin döneminizde de EYT düzenlemesi gibi yine plansız politikalarla sistem daha da zayıflatıldı ve bir problem çözülecek derken karşısında beş mağduriyet ortaya çıktı. Bu anlayışla da ne sosyal adalet olabiliyor ne de sürdürülebilir finansman maalesef. Dolayısıyla SGK'de çok ciddi şekilde alarm veriyor.
Asgari ücretin alım gücü kaybı ise ayrı bir facia olarak karşımızda. Türkiye'de çalışmak insanı artık yoksulluktan kurtarmıyor, aksine insanların yoksulluğunu garantiliyor çünkü mesele, sadece rakamlar, bütçe kalemleri ya da yüzdelik dilimler değil. Mesele, alın terinin değerini kaybettiği, emeğin hak ettiği payı alamadığı bir Türkiye gerçeğiyle yüzleşmemizdir. Bu ülkede milyonlarca insan çalışıyor ama geçinemiyor. Asgari ücret 22 bin lirayla açlık sınırının altında. Memur, emekli, işçi, esnaf hep aynı soruyu soruyor: "Bu bu maaşla nasıl yaşanır?"
Adana, bu adaletsizliğin en çıplak görüldüğü şehirlerden biri. Bir zamanlar Türkiye'nin sanayi lokomotifi olan Adana'da bugün fabrikaların bacası sönük, işsizliğin dumanı tüten bir tablo var maalesef. Seyhan'da tekstil atölyesinde sigortasız çalışan genç kadın, Yüreğir'de tarlada on altı saat ter döken mevsimlik işçi, Ceyhan'da limanda taşeron olarak çalışan emekçi, hepsi aynı kaderi paylaşıyor: Emeği çok, hakkı yok.
Taşeron sisteminde de hâlâ on binlerce kişi kadro bekliyor. KİT'lerde, belediyelerde, laboratuvarlarda, temizlik ve güvenlik hizmetlerinde çalışan yüz binlerce emekçi kapsam dışında bırakılmış durumda.
BAĞ-KUR'lular hâlâ 9000 prim günü şartının ağırlığı altında eziliyor; 7200 gün sözünün ne zaman tutulacağını ısrarla merak ediyor.
3600 ek gösterge düzenlemesi, binlerce şefi, teknisyeni, memuru kapsam dışında bırakarak yeni adaletsizlikler doğurdu. Burada kadınlarımız da maalesef yine aynı haksızlıklardan nasibini alıyor ve de sessiz, kadın emeğini örten bir adaletsizlik de var maalesef. Adana'da, yine Adana özelinde baktığınızda kadınların istihdama katılım oranı sadece yüzde 31 yani her 10 kadından 7'si üretime katılamıyor ya da kayıt dışı çalışıyor. Kadınlar en düşük ücretlerde, en güvencesiz işlerde, en ağır şartlarda çalışıyor maalesef. Bu tablo sadece ekonomik değil, toplumsal eşitsizliği de gözler önüne seriyor. Sendikal haklar ise kâğıt üzerinde sadece. Sigortalı işçilerin yalnızca yüzde 15'i sendikalı, özel sektörde bu oran yüzde 10'un bile altında. Adana'da da bu durum farklı değil, işçiler sendikaya üye olduklarında kapının önüne konuluyor, sendikalaşma işten atılma tehdidine dönüştü bir nevi. Kadınlarımız, özellikle işe başlamadan önce anne olan kadınlarımız, o anneliği de SGK borçlanmalarına eklemenizi bize hep söylüyorlar, bu konu üzerinde durmamız söylüyorlar. Ben geçen bütçede de bunu dile getirmiştim, yine dile getiriyorum.
Benim seçim bölgem olan Adana Ovası çok bereketli, insanı çalışkan ve emeği kutsaldır ama bu bereketin payı o emeği verenlere maalesef düşmüyor. "Çalışanın alın teri kutsal, emeğin karşılığı mutlaka adaletle verilmelidir." diyoruz. Taşeronun, emeklinin BAĞ-KUR'lunun, kadın çalışanın sesi duyulmadan bu ülkede kesinlikle sosyal barışın sağlanamayacağını biliyor ve görüyoruz. Sosyal adaletin olmadığı bir yerde ekonomik büyümeden de bahsedilemeyeceğini biliyoruz. Büyüyen yalnızca rakamlar olur böyle ortamlarda, küçülen ise maalesef insanlar ve insanların hayat standartları, onuru, çalışma koşulları ve gelirle olur.
Çalışanların emeğini görünür kılmak, alın terine değer kazandırmak ve Türkiye'yi yeniden adil bir sosyal devlete kavuşturmak için biz de mücadele etmeye devam edeceğiz diyorum.
2026 bütçenizin inşallah hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum.