KOMİSYON KONUŞMASI

YÜKSEL SELÇUK TÜRKOĞLU (Bursa) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, Sayın Bakan, kıymetli bürokratlar; öncelikle, belirtmek isterim ki aslında bu bütçeyle birlikte tartıştığımız hadise yalnızca bir bakanlığın kalemleri değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal devlet ilkesinin de kaderidir. Meclis kürsüsünden de defalarca söyledik, bir devletin bütçesi sadece rakamlardan ibaret değildir; bütçe, her şeyden önce vicdandır, bütçe, iktidarın aslında kimden yana olduğunu gösteren bir aynadır ve bugün o aynaya baktığımızda, maalesef, emekçinin, emeklinin, işçinin, yoksulun, asgari ücretlinin olmadığı, sermayenin, yandaşın, ayrılanların ve kayrılanların olduğu bir tabloyu görüyoruz.

Sayın Bakan, Bakanlık bütçesinin yüzde 98,6'sını cari transferlere yani pasif ödemelere ayırmışsınız. Yani bu bütçenin neredeyse tamamını geçmişin borçlarını kapatmaya, açıkları finanse etmeye tahsis etmişsiniz. Yeni iş yaratmaya, üretimi teşvik etmeye, kadın istihdamını güçlendirmeye, gençlere umut olmaya ayrılan kaynağı âdeta yok hükmünde bırakmışsınız. Sermaye giderleri, mal ve hizmet alımları, personel ödenekleri artmış görünüyor ama hepsi sembolik, gerçek artış yalnızca kâğıt üzerinde. Size göre rakamlar büyüyor ama hayatın gerçekleri küçülüyor. İktidar güya "İşsizlik oranını yüzde 8,5'a düşürdük." diyor ama TÜİK'in makyajlı rakamlarıyla oynasanız da gerçeği gizleyemiyorsunuz. Bakıyoruz, atıl iş gücü oranı yüzde 28,6'ya çıkmış, her dört kişiden 1'i ya işsiz ya da çalıştığı işten geçimini sağlayamıyor. İmalat sektöründe 184 bin kişi son bir yılda işini kaybetti. Tekstil bitti, fabrikalar Mısır'a, Rusya'ya, Bangladeş'e taşındı. Havlu atan sektörde son on yılda 700 bin kişilik bir istihdam kaybı var. Tarım zaten yerle yeksan oldu. İstihdam sürekli ivme kaybediyor. Otomotiv sektörü âdeta patlamaya hazır bir bomba. Bakanlık olarak ülke genelinde yaşanan işsizlikle ilgili hangi önlemleri aldınız? İşinden olan emekçileri korumak amaçlı ne yaptınız?

İçinde bulunduğunuz çatı altında yaşanan bir emek gasbı var, onu bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinde çalışan memur statüsündeki danışmanların bir şekilde görev süreleri -beş yıl, on yıl, üç yıl, her neyse- bittiği hâlde tazminat alamıyor, net bir şikâyet konusu. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bunu çözmüyor. Bunu, geçen sene de aynı böyle size şikâyet ettim, ihbarda bulundum ne gerekli kişiler hakkında gereğini yaptınız. Aslında, ihbardan dolayı sizi de kendinize ihbar ediyorum, bir yıl önce bunu duyurduğum hâlde bir işlem yapmadığınız için efendim. Buradaki çalışanlar insan değil mi, emekçi değil mi, onların hakkı yok mu? Dışarıda beş yıl çalışan biri, iş akdi fesholduğunda alabiliyorken ihbar, kıdem tazminatlarını, danışmanların suçu ne? Bunu lütfen, Allah aşkına artık çözün.

Efendim, her zaman olduğu gibi artış yine medet ummaya devam ettiğiniz sadece inşaat ve hizmet sektöründe var. Sayın Bakan, Türkiye üretimden kopmuş, betona gömülmüş durumda. Bilin ki inşaata dayalı istihdamla ekonomiyi değil, yalnızca seçimi kurtarabilirsiniz. Kadınlarda işsizlik oranı yüzde 11,1'e ulaştı ama genç kadınlarda bu oran yüzde 25'lere dayanmış durumda. Üniversite mezunu gençler diploma değil, işsizlik sertifikası taşıyor. Bu ülkenin zeki, yetenekli ve parlak çocukları geleceklerini âdeta bavullarına koyup yurt dışında umut aramakla geçiriyorlar. Bu tablo yalnızca bir bütçe başarısızlığı değil, bir ülke yönetiminin de iflasıdır.

Sayın Bakan, 2025 yılında belirlediğiniz asgari ücret 22.104 TL ama TÜRK-İŞ'in açıklamasıyla açlık sınırı 30 bine dayandı. Yani milyonlarca çalışanı açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm etmiş durumdasınız. Düşünün, Türkiye'de çalışanların yüzde 40'ından fazlası asgari ücretli yani her on çalışandan 4'ü bir dilim ekmeği hesaplayarak yaşıyor. Bugün Avrupa'da asgari ücretli oranı en yüksek ülke Türkiye; bu bir övünç değil, bu bir utanç tablosudur. İşçi sendikaları yıllardır söylüyor: "Asgari Ücret Belirleme Komisyonu iş verenin masası hâline geldi. İşçinin temsilcisi masada ne yazık ki sadece seyirci durumunda"

Yirmi üç yıllık iktidarınızda bu ülkede bir başka adaletsizliği de vergi sisteminde yarattınız. Bakın, 2002'de gelir vergisi ilk dilim oranı asgari ücretin 17 katıydı, bugün 5,5 katına düşmüş durumda yani işçi daha yılın ortasında üst vergi dilimine giriyor. Kısacası, zengin vergiden kaçıyor, fakir vergi zulmü altında inim inim inliyor. İktidar "Vergi adaleti." derken aslında adaleti vergiyle cezalandırıyor.

Gelelim emekliye... Bugün en düşük emekli maaşı 16.681 lira yani neredeyse açlık sınırının yarısı. Bir ömür çalışmış, alın teriyle bu ülkeye hizmet etmiş insanlarımız bugün pazarda yarım kilo peynirin hesabını yapıyor. TÜİK'in makyajı hesabıyla bile yüzde 10 zam yapılsa 18.600 liraya çıkacak ama 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 30 bine dayandı yani emekli zam alsa da yine aç kalacak. Bu millet artık sahte rakamlar değil, adalet istiyor. Gerçek enflasyon açıklansın. Maaşlar TÜİK'in değil, mutfağın enflasyonuna göre belirlensin. Bu ülkenin en büyük açığı bütçe açığı değil, ne yazık ki vicdan açığıdır.

EYT düzenlemesiyle emeklilik umudu verilen milyonlar da düşük maaşlarla hayal kırıklığına mahkûm edildi. İnsanlarımızı kuş kadar maaşla geçinmek değil, sürünmek zorunda bıraktınız. Her fırsatta eski Türkiye'ye de çamur atmak iktidarınızın kötü bir alışkanlığı oldu ama o beğenmediğiniz eski Türkiye'de işçi ya da memur fark etmez, emekli olduğunda ikramiye ya da tazminatıyla iyi kötü bir ev alabiliyordu, üzerine bir ikinci el araba alabiliyordu, bir miktar da parası kalıyordu. Bugün en yüksek dereceden emekli ettiğiniz bir devlet memuru bakın bakalım ikinci el bir araba alabiliyor mu, bir evin balkonunu alabiliyor mu? Getirdiğiniz yoksulluk ve yoksunluk standardı yirmi üç yılın sonunda işte budur. Siz ne yapıyorsunuz? Sosyal güvenlik sistemi çökerken günü kurtaran kararlarınızı müjde diye milletimize yutturmaya çalışıyorsunuz. Bunlar müjde falan değil, olsa olsa müstehzi bir tebessümle söylenen yalanlardır.

Sunulan rapordan anlıyoruz ki Sosyal Güvenlik Kurumunun açıkları 2025 itibarıyla 2,1 trilyon lirayı bulmuş, aktif-pasif oranı 1,6'ya düşmüş. Oysa biliniyor ki sistemin sürdürülebilmesi için bu oran en az 4 olmalı yani her bir emekliyi finanse eden çalışan sayısı azalıyor. Çalışanların maaşları üzerindeki, işçi ve işveren üzerindeki zaten astronomik olan prim ödeme paylarını sürekli katlamayı âdeta alışkanlık hâline getirdiniz. İstihdam azalmasına neden olan birincil faktörün ekonomik hayatın olağan akışına aykırı giderek sürekli artan yüksek prim alışkanlığından da kaynaklandığını görmüyor musunuz? Günü kurtarmak için sadece kamunun hakkını koruyan, devleti önceleyen, işçiyi, emekçiyi, esnafı, işvereni âdeta yok sayan bencil politikalarınızdan vazgeçmeniz lazım. Gerçek olan şu ki SGK'nin açıklarını hâlen daha hazine kapatıyor. Peki, hazine neyle kapatıyor? Yeni vergilerle, borçla halkın sırtına yük bindirerek. Milletimiz bilsin ki bu tablo bir finansal açık değil, bir yönetim açığıdır.

Sayın Bakan, sosyal güvenlik programlarınızın da bütçede yüzde 92,8 oranında azaldığını görüyoruz. Çocukların Korunması Programı'nı ise sıfırlamışsınız. Evet, yanlış duymadınız, 2025'te sembolik de olsa bin lira olan bu program 2026'da sıfıra düşmüş yani devlet olarak artık çocuklarımızı bile korumaktan vazgeçmişiz. Bu tablo Bakanlığınızın misyonunun da âdeta ortadan kaldırıldığını gösteriyor çünkü sosyal politikalar da hazinenin teknik kalemlerine devredilmiş durumda. Sayın Bakan, bir ülkede sosyal güvenlik Maliye Bakanlığına devredilirse o ülke artık sosyal devlet olmaktan da çıkar.

Bakın, daha üç gün önce bu ülkede yüreklerimiz bir iş cinayetiyle yine yandı. İstanbul'daki bir parfüm imalathanesindeki faciada... "2'si çocuk" diyorsunuz ama biri de 18 yaşında, üç ayla çocukluktan çıkmış öyle mi? Gazeteler haberi böyle veriyor, trajedi almış başını gidiyor. Bir çalışan 65 yaşında, çoğu sigortasız, şikâyetlerle ilgili hâlen gerekli tedbirlerin bundan önce alınmadığı da gün gibi ortada.

Siz bunlara ısrarla "iş kazası" diyorsunuz ama millet bu elim hadiselerin aslında iş cinayeti olduğunu biliyor. 2024 yılında Türkiye'de en az 1.708 işçi önlenebilir iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle hayatını kaybetti. Bu, her ay yaklaşık 150; her gün neredeyse 5 can demek. 6331 sayılı Kanun var ancak kanunun uygulanmaması ülkemizi Avrupa'da işçi cinayetlerinde 1'inci sıraya yerleştirdi. Özellikle inşaat, tarım, madencilik gibi sektörlerde kayıt dışılık ve güvencesizlik işçileri savunmasız bıraktı. Kayıt dışı çalıştırılan mülteci işçiler ve çocuk işçiler bu ağır tablonun en savunmasız grupları. Türkiye İstatistik Kurumunun 2019 verilerine göre 720 bin olan çocuk işçi sayısını bağımsız araştırmalar 2 milyona yaklaştığını gösteriyor. Bu çocuklar "eğitim" adı altındaki mesleki eğitim merkezleri gibi kurumsal mekanizmalarla bir taraftan da ucuz iş gücüne dönüştürülüyor. Bu yalnızca bir işçi sağlığı meselesi değil, aynı zamanda bir sosyal adalet ve insan hakları meselesidir. Bu Meclis çatısı altında hepimizin görevi işçilerin yaşam haklarını koruyacak politikalar üretmek ve yürütmektir. Türkiye'de her işçi güvenli bir şekilde çalışmayı, emeğinin karşılığını insan onuruna yakışır bir şekilde almayı hak ediyor. Yapın çalışmayı, getirin Meclise, biz de destekleyelim.

Bakın, ülkede döneminizde sendikalaşma oranı yüzde 14'te kaldı ya. Kamu olmasa bu aslında yüzde 8. Yüzde 8 nedir Allah aşkına ya? Yüzde 92'si bir işçinin hayatta sahibi olabileceği tek anayasal hak ve güvence olan sendikalaşma hakkından mahrum. Yıl boyunca en az 10 defa eylemlere katılıyorum; Manisa'da gittim, Gemlik'te gittim, İnegöl'de, İstanbul'da. Sendikalaştığı için başlıyor işten çıkarmalara. Yetkiyi alıyor, işveren hemen itiraz ediyor Bakanlığınıza. Bakanlığınız onayladığı hâlde mahkeme süreci başlatıyor. O süreç içerisinde yok sayıyı düşürüyor, yok diğer şirketlerine işçi aktarıyor. Hasılı, bu ayak oyunlarıyla insanlar sendikalaşamıyor ya. Yirmi üç yıldır yönettiğiniz ülkede sendikalaşma oranı yüzde 8 gerçekte özel sektörde. Allah aşkına, buna ne zaman bir çözüm bulacaksınız ya? Niye düzeltmiyorsunuz bu sistemi? Hep patronların istediği mi olacak ya? Bu işçilerin bu dünyada bir hakkı olamayacak mı? Evet, "Taşeron sistemini kaldıracağız." dediniz, bugün kamu bile taşeron cenneti hâline geldi. İş cinayetlerinde Avrupa 1'incisiyiz. Bu insanlar kazanın değil, ihmalin kurbanı.

Efendim, her seferinde soruyorum bütçede, şimdi bir kez daha sorayım: Gerçek asgari ücretli sayısını açıklayacak mısınız ya? Allah aşkına, asgari ücretli biri o ay eğer iki saat fazla mesai yaptığı zaman asgari ücret istatistiğinden çıkabilir mi ya? Yani 22.104 lira değil, 22.300 lira aldı diye onu asgari ücretli saymayacak mısınız? Buna rağmen yüzde 40, yüzde 45 nedir? Gerçekte bu sayının yüzde 60'lara vardığını bir açıklayın da aslında asgari ücretin yaygın ücret hâline geldiğini bütün dünya da bilsin, Türkiye de bilsin. İşte, o beğenmediğiniz, her gün hakaret ettiğiniz eski Türkiye'de asgari ücretli oranı 2000'lerde yüzde 10'du ve bir yıldan fazla asgari ücretli çalışan yoktu. Yirmi yıldır çalışıp asgari ücretle çalışan işçiler var ya. Sürekli İŞKUR üzerinden istihdam rakamları açıklıyorsunuz, bunlar da doğru değil. "1 Milyon kişi işe yerleşti." diyorsunuz. O zaman yıl boyunca işe giren herkesi İŞKUR mu yerleştirdi? Öyle değilse Allah aşkına, hangi rakamlar doğru?

Ayrıca, yine soruyorum: Geçen bütçeden bu yıla kadar SGK Başkanı kaç kez yurt dışına gitti? SGK yöneticileri kaç kez yurt dışına gitti? Bunları açıklamanızı bekliyoruz.

Sayın Bakan, şunu da sormak istiyorum: SGK'nin ne kadar alacağı var? Bunun ne kadarı belediyelerden? Belediyelerden alacak tutarını şeffaf bir şekilde açıklayın, kayıtlara geçsin ama parti farkı gözetmeksizin, bütün belediyelerle ilgili açıklamaları yapın.

SGK Yönetim Kuruluna da söylüyorum: İktidar belediyelerine gelince dağı tepeyi, okulu, camiyi borca karşılık alıyorsunuz; muhalefet belediyelerine gelince binbir türlü zorluk çıkartıyorsunuz. Allah aşkına, adil davranın. Soruyorum şimdi: Hiç iktidar belediyesine haciz yaptınız mı? Ne kadarına yaptınız ve ne kadarını tahsil ettiniz?

Efendim, Sayın SGK Başkanı, emekliler ölmüyor diye ne yazık ki üzülüyor. Bizim şöyle bir devlet anlayışımız vardı: Efendim, beş bin yıllık, altı bin yıllık Türk devlet geleneğinde "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." derdi. AKP iktidarında şöyle diyoruz: "Ya, kardeşim, 80 yaşına kadar emekli yaşıyor, 50 yaşında ölmüyor, ücretler o yüzden düşük." Allah aşkına, böyle bir açıklamayı yapan SGK Başkanı hâlen kalabilir mi?

İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Öyle söylemedi, yanlış yorumluyorsunuz.

YÜKSEL SELÇUK TÜRKOĞLU (Bursa) - Efendim, öyle oldu.

Ben söyleyeyim: Bu emekliler sayesinde o koltukta oturuyorsunuz; özür diliyorum, o koltuklarda oturuyorsunuz. O emekliler sayesinde o makam araçlarına biniyorsunuz, hatırlatmak isterim. Mademki kurumun açıklarından dertlisiniz, o zaman makam araçlarından tasarruf edin, yurt dışı gezilerinden tasarruf edin, temsil ağırlamalardan tasarruf edin.

Ayrıca, gerçekten çok merak ediyorum -geçen sene de sordum- Sayın SGK Başkanının neden 4 tane makam koltuğu var? SGK Başkanı, SGK Yönetim Kurulu üyesi, Kalkınma Bankası Yönetim Kurulu Başkanı, bir de G20 en üst düzeyde temsilcisi. Çok kabiliyetli olabilir ama memleketin başka kabiliyetli evlatları da var. Yok mu yani bu memleket 4 makama 4 tane kabiliyetli adam yetiştiremeyecek bir memleket mi? Hafta sonları da İstanbul'a gittiğinize göre nasıl yetiştiriyorsunuz bu kadar işi, ayrıca da ben ve kamuoyu da merak içinde. Diğerlerini bilmem ama SGK'yi doğru yönetmediğiniz ortada. Emeklilerden mutlaka ve ama mutlaka özür dilemeniz lazım.

Efendim, Allah aşkına, şunu da SGK çalışıp öğrenebilir mi: Çalışma hayatının -ben iddia ediyorum, lütfen beni yanıltın- yüzde 30'dan fazlası kayıt dışı. Açıklayın şu kayıt dışı rakamlarını ve görelim.

Özetle, bu bütçe işçinin değil, zengini seven iktidarın bütçesidir. Bu bütçe, sosyal devletin değil, sarayın ve saray yancıların bütçesidir ve biz halkın hakkını savunan bir parti olarak bu bütçeye tabi ki evet demeyeceğiz. Biz milletin gerçek bütçesini istiyoruz; emeğin, adaletin, üretimin, liyakatin bütçesini istiyoruz.

Yönettiğiniz Türkiye ne oldu, biliyor musunuz yirmi üç yılda? Her yer, memleket tam anlamıyla bir mağdurlar cennetine döndü.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Türkoğlu, buyurun.

İki dakika verdim.

YÜKSEL SELÇUK TÜRKOĞLU (Bursa) - Teşekkür ederim.

Bir tarafa bakıyorsunuz, emeklilikte bir günden dolayı on yıl, on beş yıl, on yedi yıl muadillerine göre daha geç emekli olacak, hayalleri yerle bir olmuş, hak arayan, emeklilikte adalet arayanlar; bir tarafta, çıraklık ve staj zamanında çalışırken kendisine verilen SGK kartını "Yaşasın, sigortalı oldum." diye zannedip aslında bunun kısa kol olduğunu, uzun kol olmadığını ve aslında hayatından çaldıklarını ve aslında devletin o yaşta sabi sübyanı aldattığını öğrenen staj ve çıraklık mağdurları; bir tarafta, bir başkası doğum yaptığında borçlanabilirken o tarihte çalışmadığı için, Avrupa'da olanların borçlanıp ama Türkiye'deki gariban annelerin borçlanamadığı ve bu haktan faydalanamadığı; bir tarafta, seçim meydanlarında "7200 gün" diye söz veren Cumhurbaşkanına rağmen esnafın bu hakkını vermediğiniz... Memleketin her tarafı mağdurlarla dolu ya, ürettiğiniz ve getirdiğiniz Türkiye bu; eski Türkiye'nin gözünü seveyim, herkes gözünü sevsin.

Ezcümle, bu ve pek çok mağduriyetin altında imzası bulunan bir iktidarsınız. Bu mağduriyetlerin giderilmesi için en azından sorumluların bir kısmının samimiyetle "Biz bu işi beceremedik, beceremediğimiz için de istifa ediyoruz." demesini bekliyor, heyeti saygıyla selamlıyorum. Ümidim olmamakla birlikte bütçenin memlekete hayırlar getirmesini diliyorum.