KOMİSYON KONUŞMASI

SÜMEYYE BOZ (Muş) - Sayın Bakan, Bakan Yardımcıları, Sayın Başkan, kıymetli bürokratlar ve milletvekilleri; aslında konuşulacak çok şey var ama ben bugün konuşmamı ve gündemimi birkaç başlıkla sınırlayacağım.

İlk olarak Sosyal Güvenlik Kurumunun ve genel sağlık sigortası sisteminin geldiği noktaya değinmek istiyorum çünkü gelinen noktada, o iddia edilen sosyal devlet düsturu tamamen çökmüştür. DİSK-AR ve BİSAM'ın verilerine göre, 2025 yılında yalnızca sağlık harcamalarındaki artış oranı yüzde 60'ın üzerindeydi fakat milyonlarca işsiz ve güvencesiz yurttaş prim borcunu ödeyemediği için bu hizmetlerden yararlanamadı. Artık Türkiye'de milyonlarca yurttaş hastaneye gittiğinde kimlik numarasının yanı sıra borçluluk kimliğiyle de karşılanıyor, hastanelerde hastalık değil, âdeta borç teşhisi konuyor. Sağlık hizmeti anayasal bir hakken SGK tarafından artık bir borç tahsilatı işlevine dönüştürülmüş durumda ve bu anlamda halkı mağdur etmeye devam ediyor. Genel sağlık sigortası prim borcu olduğu gerekçesiyle sistem içerisinde pasif statüye düşürülen insanlar muayene olamıyor, ilaç yazdıramıyor, tedavi olamıyor, tahlil yaptıramıyor. Bir yurttaş işsiz kaldığı için prim borcunu ödeyemiyor çünkü. Sisteme girdiğinde adı pasif statüde görüldüğü için, pasif sigortalı olarak görüldüğü için bu hizmetlerden faydalanamadığını söylemiştik. Peki, bu ne demek? Bu şu demek: Devlet yurttaşı görmüyor, sağlığıyla ilgilenmiyor, hastalığını tanımıyor, derdine derman olmuyor, aslında olmak istemiyor. Hatırlarsınız, Bakanın sunumunda ifade ettiğinin aslında tam aksine, 23 yaşındaki işsiz bir genç, gitmiş olduğu hastanede -diş ağrısı sebebiyle gitmiş olduğu hastanede- kendisine "Genel sağlık sigortası borcun var." denilerek hizmet verilememişti ve hastaneden geri çevrilmişti ve borcunu ödeyemedi ve ödeyememeye de devam etti yani bu hizmetten hâlâ faydalanamadı. Yine, bir başka örnek, kanser hastası bir kadın tedavisini yarım bırakmak zorunda kaldı. Bu insanların suçu ne diye sormak istiyoruz yani iş bulamaması mı, iş bulamamasının sorumlusu kim? Yani geçinememesi mi, geçinememesinin sebebiyeti, mesuliyeti kimin üzerinde? Yani bu mudur sosyal devlet anlayışı diye soruyoruz. Eğer bir insanın ilaca, tedaviye erişimi cebindeki paraya bağlıysa, tedavisi sistem ekranındaki borç hanesine bağlıysa o ülkede sosyal devlet çoktan gitmiştir ve bunun müsebbibi de bellidir. 2025 bütçesinde SGK'ye yapılan transferler artarken bu artışın vatandaşın cebine değil, sağlık piyasasını ayakta tutan sisteme gittiğini görüyoruz, görmüştük ve 2026 bütçesinde de durum 2025'ten çok farklı değil ne yazık ki. Genel sağlık sigortası prim gelirleriyle özel hastaneler destekleniyor ama halk hâlâ temel sağlık hizmetine ulaşamıyor. Sayıştay raporları da açıklandı, SGK'nin 318 milyar liralık alacağı var, üstelik bunun çoğu da büyük işverenlerden kaynaklanıyor ama o büyük şirketlerden tahsil edemediği, alamadığı alacağını devletin gücü bu şirketlere yetmediği için işsiz, yoksul yurttaşa yetiyor. Yani şirketlerden alamadığını gözünü yurttaşın 800 liralık borcuna dikerek tahsil etmeye çalışıyor, bunu oradan telafi etmeye çalışıyor. "Aman sermayeye zeval gelmesin." yaklaşımıyla halka ne olursa olsun ilkesini benimsiyor âdeta. BAĞ-KUR'un prim borcu nedeniyle dükkânını kapatan küçük esnaf, çiftçi, minibüs şoförü, bu insanlar bu ülkenin üretici gücüydü ama şimdi ise borç defterinde birer rakama dönüştü. Bu, kesinlikle sosyal güvenlik değil, sosyal eşitsizliğin kurumsallaşmasıdır Sayın Bakan.

Tabii, bir de emekliler var. SGK Başkanı Raci Kaya geçen ay yaptığı açıklamada emekli maaşlarının düşüklüğünü ciddi bir akıl ziyanlığıyla emeklilerin artık daha uzun yaşamasına bağladı. Ne demek bu? Emekliler yaşadığı için cezalandırıldı yani açıkça ölseler de kurtulsak dediler. Yani 50'ye kadar yaşasınlar, 50'den sonra ölürlerse hiçbir sorunumuz kalmayacak dedi. Yani el insaf diyoruz, emeklerine çöktünüz, şimdi bir de ömürlerine çöküyorsunuz. Mahkûm ettiğiniz ölüm aylığı da herhâlde onların daha çabuk hayatlarını sona erdirmesi, ölümlerinin daha çabuk gerçekleşmesi için ortaya çıkarttığınız bir formül. Bu aylıklarla çünkü onlara reva gördüğünüz şey âdeta ölüm. Bakın, bir emekli şöyle diyor: "Evvelden kasaplar kemikleri köpeklere veriyordu, şimdi emekliye de vermiyorlar satıyorlar, bütün insanlar aç, susuz." diyor. Yani yaşamak artık sizin gözünüzde değil, onların gözünde de artık büyük bir yüke dönüştü. Size bu tablo nasıl bir vahamet sunar bilmiyorum ama durumun ciddiyeti tabanda öyle görünüyor. BAĞ-KUR emeklileri ise ayrı bir mağduriyet yaşıyor. Prim borcu nedeniyle emekli aylıkları düşük ya da hiç bağlanmıyor. Bugün Türkiye'de 1.8 milyon BAĞ-KUR emeklisi var ve bu insanlar yıllarca kendi primini ödemiş ama SSK'lı emsali yle aynı haklardan yararlanamıyor. Bir SSK'lı 7200 günle emekli olurken bir BAĞ KUR'lu 9000 gün prim ödemek zorunda. Aynı ülkenin vatandaşı, aynı vergiyi veriyor ama biri beş yıl daha fazla çalışıyor. Yani, BAĞ-KUR'lu bir esnaf ya da çiftçi aynı emekli aylığını alabilmek için bir SSK'lıdan bin sekiz yüz gün daha fazla çalışmak zorunda. Esnaf, çiftçi, küçük atölye sahibi yıllarca hem kendi işini hem de ülkenin ekonomisini ayakta tutuyor ama sıra emekli olmaya gelince "Sen biraz daha bekle, sen biraz daha fazla öde." deniyor; bu ayırımcılık, bu adaletsizlik kabul edilemez. Üstelik bugün en düşük BAĞ-KUR emeklisi 10 bin TL civarında, açlık sınırının 20 bin, yoksulluk sınırının 90 bin TL olduğu bir ülkede bu sadece yoksulluğa mahkûm etmek değil, ölüme de terk etmektir. Maalesef başka bir ciddi sorun daha var, emekli maaşlarına gelen icra ve bloke uygulamaları. Yasal olarak emekli maaşlarının büyük bir kısmı haczedilemez ama bankalar ve finans kuruluşları, kredi sözleşmelerindeki muvafakatler ve otomatik ödeme talimatları aracılığıyla bloke edebiliyor. Maaşına haciz gelen emeklilerin temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı da görülüyor. Burada da emeklilerin primlerini ödemiş ve hak kazanmış olmalarına rağmen, ekonomik güvenlikleri ciddi bir şekilde tehdit altında olduğunu söylemek gerekiyor.

Emeklilerden bahsettik ama bu tablo sadece yaşlıları değil, aynı zamanda kadınları da derinden etkiliyor. Kadınlar kesintili çalışma yaşamı ve görünmeyen bakım emeği nedeniyle daha az prim günü biriktirebiliyorlar. Kayıt dışı çalışmak zorunda kalan milyonlarca kadın ve ev içi emekçisi olan kadınlar yaşlandığında hiçbir sosyal güvenlik güvencesine sahip olamıyor. Sosyal güvenlik sisteminin erkek istihdam modeline göre kurgulanmış olması toplumsal cinsiyet eşitsizliğini de yeniden üretiyor. Bu yüzden biz de ev emekçisi kadınların ve sağlık ve emeklilik primlerinin bütçeden ödenerek emekli olma hakkının tanınması gerektiğini bir kez daha ifade ediyoruz.

Bugün 2026 bütçesini görüşürken görüyoruz ki bu bütçede sosyal güvenlik var ama sosyal adalet yok. Bütçede fonlar var ama yurttaşın hakkı yok. İşsizlik Fonu patronlara aktarılıyor, SGK borçları halkın cebinden kapatılıyor. Sağlık sistemi ise yoksula borçlu, zengine müşteri muamelesi yapıyor. Halk yaşamak istiyor, aç kalmak değil; halk tedavi görmek istiyor, borçlanmak değil. Biz de diyoruz ki: Halk sağlığı borçla ölçülmez. Bu ülke halka barış, sağlık ve huzur borçlu ama 2026 bütçesi bu borcu ödeyemiyor. Bu tabloyu değiştirmek elbette ki mümkün ancak bunun için tercihlerden öte sınıfsal ve siyasal bir değişikliğe ihtiyaç var. Şu an mevcuttaki tercih sosyal devlet anlayışıyla bağdaşmıyor. Halktan yana bir bütçe sermayeden yana düzeni değil, emeği, yaşamı ve adaleti merkezi alan, adil ve eşitlikçi bir iradeyi gerektirir. Devlet vatandaşın sağlık ve ekonomik güvenliğini korumakla yükümlüdür. Ancak bugün geldiğimiz noktada borçlar ve sistem aksaklıkları yıllarca çalışan yurttaşlarımızı sağlık hizmetinden ve maddi güvenceden mahrum bırakıyor. Bu sorunların çözümü için soruyorum: Gerçekten halktan yana bir politik iradeniz var mı? Eğer varsa o iradeye birtakım önerilerimiz olacak, hangi adımları atmaları gerektiğini söylüyoruz: SGK sisteminde borç ve kayıt hatalarının hızla düzeltilmesi, BAĞ-KUR emeklilerinin prim kaynaklı mağduriyetlerinin giderilmesi ve maaş güvenliğinin sağlanması acil bir görevdir. Ayrıca basına yansıyan somut vakalarda sorunun sadece teorik değil, aslında günlük hayatın içerisinde yaşayan milyonlarca insanı etkileyen bir gerçeklik olduğunu gösteriyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun lütfen.

SÜMEYYE BOZ ÇAKI (Muş) - Sayın yetkililer, sorumluluk alanınızda olan yurttaşlarımızın sağlık ve ekonomik güvenlik haklarını güvence altına almanız gerekiyor. Kadınlar ve gençler için kayıt dışı istihdamla etkin biçimde mücadele edilmeli, ev içi ve bakım emeği sosyal güvenlik kapsamına alınmalıdır. Bir ülke kadınların görünmez emeğini tanımadan eşitliği sağlayamaz. Genel sağlık sigortası borçları silinmeli, genel sağlık sigortası kapsamı yeniden evrensel hâle getirilmelidir. BAĞ-KUR'lular için prim gün sayısı SSK'yle eşitlenmeli, emekli aylıkları insan onuruna yakışır bir düzeye çıkarılmalıdır. Bankalar eliyle maaşlara uygulanan fiilî haciz, borçlarla yaşamı dayatan bu sömürü zinciri derhâl sona erdirilmelidir diyorum ve bütün hazırunu selamlıyorum.