| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 11 .11.2025 |
KEZBAN KONUKÇU (İstanbul) - Ben en başta belirtmek isterim ki 2026 bütçesi halkın bütçesi değil, bir avuç sermayedarın bütçesi, bunun bu Bakanlığa yansımalarını da birazdan ele alacağız. Ancak genel olarak baktığımızda, örneğin Hazine ve Maliye Bakanlığına ayrılan bütçenin yüzde 31'i faiz ödemelerine ayrılmışsa bu bütçe; tefecinin, faizcinin bütçesi demektir. Halkın emeğiyle oluşturulan bütçenin halka harcanması bir yana, her geçen yıl halkın payının küçüldüğünü görüyoruz. Yağma, talan, yalan düzeninin en açık göstergesi bu 2026 bütçe rezaletidir.
2026 yılında vergi gelirlerinin yüzde 47'den fazlası dolaylı vergilerden sağlanacak. Yine, biliyoruz, dolaylı vergiler tüketim üzerinden toplumda en zengininden en yoksuluna aynı oranda alınan vergidir ve büyük oranda yoksulun, emekçinin sırtına bindirilmiştir. Emekçilerden kesilen gelir vergisinin bütçenin içindeki payı ise yüzde 25'tir. Bu oran 2025'te yüzde 19'du, bu payın artırıldığını da görüyoruz yani her geçen yıl halktan, emekçiden daha fazla vergi alındığını görüyoruz. Önümüzdeki yıl patronlara ayrılan doğrudan destekler 713 milyar TL'yi buluyor. 2026'da sosyal yardımlara ayrılan 917 milyar liranın 3 katı faize gidecek sevgili arkadaşlar.
Bu koşullarda, bakıyoruz, işçinin, emekçinin payına ne düşüyor? En yakın zamanda, birkaç gün önce Dilovası'nda 6 kadın işçinin -bunlardan 3'ü çocuk- yanarak katledildiği bir ortamda yaşıyoruz. Gittik, orayı gördük, maalesef gerçekten bu ülkeyi kendiniz için ve bir avuç sermayedar için cennete çevirdiniz; işçiler için ise bir cehenneme çevirdiniz. İnsanlar yanarak ölüyorlar, bırakın yoksulluğu, açlığı; yanarak ölüyorlar. Daha bir buçuk sene önce Gayrettepe'de 29 işçi bir iş yerinin tadilat sırasında yanarak can vermişti. Buralardaki cezasızlık politikasının sonucu, sermayedarların sürekli desteklenmesinin ve bunlara göz yumulmasının sonucu; insanlar, emekçiler yanarak katlediliyor. Bolu'da bir otelde ölen 78 yurttaşımızı da tekrar burada anmak isterim. Gittik, sorduk orada insanlara, zannediyor ki bazıları bu insanlar cahil, haklarını bilmiyor; insanlar çok açık bir şekilde bile bile, orada tedbirlerin alınmadığını göre göre, aldığı ücretin düşüklüğünü bile bile, sigortasız çalışmanın ne kadar yanlış olduğunu bile bile çaresizlikten, yoksulluktan her gün mezarlarına girer gibi o iş yerlerine giriyorlar; oradan kurtulan, daha önce çalışan insanlarla konuştuk, her şeyin farkında aslında insanlar. İşte, asgari ücret insanların kirasına dahi yetmiyorsa insanlar, evde kim varsa, çoluk çocuk bu koşullarda çalışmak zorunda kalıyor. İşin fıtratında değil bu, artık 21'inci yüzyılda çok iyi biliyoruz ki bu iş cinayetleri önlenebilir ancak önlememekte ısrar etmek sizin marifetiniz. Sayın Vedat Işıkhan, sizin zamanınızda 4 bin işçi iş cinayetinde hayatını kaybetti, AKP'li yıllarda 40 bin işçi hayatını kaybetti. Ne zaman istifa edeceksiniz? Gerçekten çok merak ediyoruz. İnsanda biraz sorumluluk duygusu olur, biraz vicdan olur. Oraya cenazeye gitmişsiniz ancak ne gördünüz, ne konuştunuz insanlarla? Ne anladınız? Bakın, ben aynı zamanda inşaat mühendisiyim, o bina için yıkılma kararı verilmiş bir önceki belediye döneminde çünkü çıplak gözle bile bir mühendis bakınca anlayabiliyor, 1,5 katı kaçak çıkmış o binanın yani her an yıkılabilirmiş ama insanlar yanarak can vermişler çünkü çıkış kapısı yok, merdiven yok, gerçekten inanılmaz koşullarda insanları çalıştırmaktan hicap duymuyorsunuz.
Şimdi, bir asgari ücret belası var başımızda. Normalde, ücretli emeğin çok azı için asgari ücret uygulanması gerekir, istisna bir ücrettir. Örneğin, Avrupa ortalamaları yüzde 2-4 arasıdır ama en fazla Yunanistan'da yüzde 4 oranında asgari ücretli çalışanın oranı, bizim ülkemizde ise çalışanların yüzde 50'ye yakını asgari ücretle çalışmak zorunda kalıyor. Peki, ne oluyor bu koşullarda? Asgari ücretliden, emekçilerden toplanan vergiler, hazinede oluşan bu paralar kur korumalı mevduata gidiyor, imar aflarına, vergi aflarına gidiyor, borç yapılandırılmalarına gidiyor, kamu-özel iş birliği teşebbüslerine gidiyor, buralara harcanıyor emekçilerin parası da bu toplanan paraların emekçiye dönmesi gerekirken.
Bir de "Asgari Ücret Tespit Komisyonu" diye bir garabet bir komisyon var. Bakın, asgari ücretin muhatabı olan emekçiler orada doğru bir şekilde temsil edilmiyorlar. Zaten orada oturuyorlar, konuşuyorlar, dağılıyorlar. "Hadi oldu, olmadı, ne yapalım?" diyorlar, bazı sendikalar da "Küstüm, oynamıyorum." diyor. Böyle bir şey olmaz. Bu asgari ücret tespit komisyonunun yapısının değiştirilmesi gerekiyor. Bir toplu iş sözleşmesi, grevli toplu iş sözleşmesi yapar gibi oluşturulan bir mantıkla hareket edilmesi gerekiyor çünkü çalışanların yüzde 50'si asgari ücret alıyorsa çalışanların iradesiyle sonucun belirlenebilmesi gerekiyor. Bundan da çok uzak bir yaklaşımla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.
Bizim ülkemizdeki en önemli sorunlardan biri, evet, asgari ücret 22 bin lira, açlık sınırının altında insanlar. Eskiden biz böyle on on beş sene önce "yoksulluk, yoksulluk" derdik, şimdi "açlık" diyoruz çünkü gıda enflasyonunda dünya 1'incisi Türkiye. Bakın, enflasyonda Avrupa Birliği ortalamasının 15 katı enflasyonu var, dünya enflasyon oranlarında Türkiye 2'nci sırada ama 1'inciliği kaptırmadığınız bir yer var, burada kendinizi kutlayabilirsiniz: Gıda enflasyonunda 1'inci sırada. Şimdi, insanlar bu koşullarda, gerçekten...
"Çocuk işçiliği" diye bir kavram çıkardınız. Biz bu "çocuk işçiliği" kavramını da kabul etmiyoruz. Çocuktan işçi olmaz, çocuğun eğitim alması gerekir, çocuğun sokakta oynaması gerekir. Dilovası'nda hayatını kaybedenlerden 3'ü çocuktu, diğer kalan 3'ü de emekli yaşı gelmiş kadınlardı, günde 700-800 liraya çalışmak zorunda kalan kadınlardı, bile isteye mezarlarına giren kadınlardı. Bu yoksulluk, bu gıda enflasyonu, bu açlık koşullarında bakın, bir vergi uzmanı Ozan Bingöl -biz söyleyince çok ciddiye almıyorsunuz da uzmanların sözlerini söyleyelim- çok ciddi bir analizde bulundu: "12 trilyon 651 milyar verginin toplandığı bir coğrafyada açlık ve yoksulluğun konuşulmaması gerekir." diyor. "Bu kadar paranın toplandığı bir coğrafyada biz açlığı, yoksulluğu konuşuyorsak o ülkede bir paylaşım sorunu vardır, paylaşım krizi vardır." diyor. Şimdi, buna ben dikkatinizi çekmek isterim, gerçekten çok önemli bir tespit.
Şimdi, bizim çözüm önerimiz yok mu? Var, çok net sevgili arkadaşlar: Enflasyon oranı yüzde 10'un altına düşene kadar asgari ücret yılda en az 2 kez güncellenmelidir, asgari ücret yoksulluk sınırının en az yarısı olmalıdır, en düşük emekli maaşı asgari ücret seviyesinde olmalıdır. Toplumsal kaynaklar yoksulluğu ortadan kaldıracak şekilde ve eşit vatandaşlık için eşit paylaşımlı bir şekilde hayata geçirilerek bir planlı kalkınma seferberliği yapılmalıdır. Dolaylı vergiler azaltılmalı, gelir vergisi dilimleri yükseltilmeli, özellikle dev holdinglerden alınan kurumlar vergisi oranı artırılmalıdır yani vergide adalet sağlandığında ve bu halka ayrıldığında bu toplanan vergiler bütçeden sorun çözülebilir.
Sevgili arkadaşlar, ülkemizde her 10 kişiden 2'si yoksul ama merak etmeyin, 6'sı da borçlu, bir borçluluk durumu yarattınız. Çocuk yoksulluğuna baktığımızda ise durum gerçekten çok daha vahim bir oranda. OECD verilerine göre en az bu 6,5 milyon çocuk şiddetli yoksulluk içerisinde; her 5 çocuktan 1'i yeterli beslenemiyor. Okullardaki bir öğün ücretsiz yemeği marifetmiş gibi kaldırdınız, bari o çocuklar orada karnını doyurabilirdi, bunu ortadan kaldırdınız. Kesinlikle bir öğün ücretsiz yemeğin tekrar geri getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Kadın yoksulluğu ise çok daha... Şimdi, "Kadın istihdam oranını artırdık." diyorsun. Siz verileri nereden alıyorsunuz bilmiyorum, ben yine TÜİK verileriyle size cevap vereceğim -yalan üretme makinesi TÜİK verileriyle ki gerçek veriler çok daha farklı aslında- dar tanımlı işsizlik yüzde 11 kadınlarda, erkeklerde yüzde 7,4 ama geniş tanımlı işsizliğe DİSK'in verilere göre baktığımızda kadınlar yüzde 41 oranında işsiz, kayıt dışı çalışma kadınlarda çok daha fazla, yüzde 30'un üzerinde ve kadınlar güvencesiz koşullarda çalışmaya itiliyor, görünmeyen emeği sömürülüyor. Kadın yoksulluğu ülkemizde başlı başına bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Ailenin korunması ve güçlendirilmesini ayrılan paya bakıyoruz. Kadının güçlendirilmesine ayrılan paya baktığımızda bakın, bir kadına yıllık 186 lira bütçe düşmüş, yıllık 186 lira bütçe, günlük 51 kuruş, kadınlar bozdurup bozdurup harcasın bu 51 kuruşu, artık nasıl güçleneceklerse bu koşullarda? Peki, kadınlara nasıl bütçe ayrılabiliriz, kadınlar ne talep ediyor bütçeden? Kadınları şiddetten koruyan mekanizmalara, sığınmaevlerine bütçe ayrılmalı, ücretsiz kreşler, yaşlı ve engelli bakım merkezleri kamusal hizmet hâline getirilmelidir. HPV aşısı ücretsiz olmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Lütfen tamamlayın.
KEZBAN KONUKÇU (İstanbul) - Tamamlıyorum.
Okullarda bir öğün ücretsiz sağlıklı yemek verilmelidir çünkü çocukların beslenmesi de tamamen kadınların sırtına binmiş bir yüktür. Üniversite öğrencileri için nitelikli yurt, bu da çok önemli çünkü üniversitelerde öğrenciler, kadınlar güvenliksiz ortamlarda kalıyorlar ve aynı zamanda geçim derdiyle uğraşmak zorunda kalıyorlar. Üniversiteler de bu anlamda destek desteklenmelidir diyorum.
Şunu çok açık şekilde tekrar ifade etmek isterim ki işçiden, emekçiden toplanan vergilerle zenginin daha da zengin olması sistemini ve bu bütçeyi kabul etmiyoruz ve Vedat Işıkhan'ı derhâl istifaya davet ediyoruz.
Teşekkürler.