KOMİSYON KONUŞMASI

RIDVAN UZ (Çanakkale) - Evet, Sayın Başkan, Değerli Komisyon üyeleri, değerli basın mensupları, Meclisimizin güzide çalışanları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Orhan Bey'e "Gitme." dedim ama gitti. "Arkandan konuşacağım." dediğim için konuşuyorum. Yani "Benim oğlum bina okur, döner döner bir daha okur." misali aynı şeyleri söylüyor, bizim konuşmalarımızdan kısa kısa notlar alıp cevap veriyor. Biraz çalışmasında fayda görüyorum, diğer arkadaşları hiç olmazsa bunu yapıyorlar.

Sayın Başkanım, Komisyona başlarken dediniz ki: "Sadece bu Komisyonda, özellikle Enerji Komisyonunda ve bir komisyonda daha kavga, gürültü çok fazla oluyor. Bunun sebebini anlamıyorum." Ben 2 tane kendimce sebep söylemek isterim. Bir tanesi, Nail Abi dedi ki: "Geçen sene bizim Kocaeli'de 7 tane ilçede günlük, bazen yedi-sekiz saatlik elektrik kesintisi oluyor." E, bu sene gene aynı cümleleri kurdu yani haklı olarak. E, biz de 3 oturumdur TPAO'yla ilgili aynı şeyleri söylüyoruz, bir daha söyleyeceğim. Bu gerekçe, söylenenlerin kulak arkası edilmesi ya da hiç duyulmaması diye düşünüyoruz. O sebeple lütfen istirham ediyoruz, bunları ciddiye alalım. Yani hakikatten çünkü bu toplumun kesimlerini ciddi ölçüde rahatsız eden yani elektrik kesintisinin bir sanayi kuruluşunda, Türkiye'de ikinci büyük sanayi kentinde olması hakikaten kabul edilebilir bir şey değil.

Şimdi, TPAO'yla ilgili de bir şeyler söyleyeceğim ama öncelikle sizin geçen yılki, 2025 yılı bütçenize baktığımızda 45 milyar 332 milyon görüyoruz. Bu yılki, 2026 bütçesinde 36 milyar 97 milyon bir bütçe görüyoruz yani yüzde 20.36 yani 9 milyar 235 milyon bir azalma olmuş. Yani bu, stratejik bir alanda frene basmak anlamına gelmiyor mu?

Şimdi, Enerji Bakanlığının bütçeleri görüşülürken bu sorunun cevabını arayışımızın üçüncü yılı. İlk olarak eski Sayın Genel Müdür Melih Han Bilgin'e sormuştuk, Sayın Ahmet Türkoğlu'na sormuştuk ama tatmin edici cevaplar alamadık, bir çözümde göremedik. Şimdi sizden, sizin şahitliğinizde yeni Genel müdürümüz Sayın Cem Erdem'e de sormak istiyorum: Sayın Erdem, OTC'de de Genel Müdürken personelinin hakkını koruyup maaşları öyle bir seviyeye taşımışsınız ki OTC uzun süre kamuoyunda TPAO'nun "Lüks versiyonu." diye konuşuldu. Yani TPAO'nun içinde yeni bir şirket kurdunuz, bu şirkette çalışanların yarısı siyah, yarısı beyaz olmak üzere ayırdınız, ikisine de ayrı bir fiyat politikası, maaş politikası belirlediniz; bu politikanın dışında da gene işi TPAO'nun mühendislerine yaptırdınız yani çok çalışan ama az kazanan TPAO'da çalışan mühendisleriniz oldu. Sonra, duyuyoruz ki sizin Özel Kalem Müdürünüz Sayın Yurdagül Sevinç, Boğaziçi Üniversitesinin yöneticilerine MBA Programı'na kaydolmuş. Normaldir, olabilir ama ne güzel ki bunun bedeli 1,5 milyon TL ve bu parayı TPAO kasasından ödüyorsunuz. Bu, kabul edilebilir bir durum mudur?

Şimdi, buradan uyarmakta fayda var: Sayın Bakanım, bu devletin malı har vurup harman savurmak için mi, yoksa kul hakkını gözetmeyi düşünür müsünüz? Çünkü bu kul hakkı her iki cihanda yakanıza yapışacak, Peki bununla bitiyor mu? Hayır. Yine, kamu kurumunun MBA Bursu dağıtmasına gelelim. Üstelik, geçen yıl 40 yaşını çoktan aşmış 3 kişiyi Amerika'ya doktoraya gönderdiniz, 40 yaşını aşmış. Hâlbuki 35 yaşından sonra memurlukta alım bile yapılmazken siz 40 yaş üstündekilerini Amerika'ya gönderiyorsunuz. Onların masraflarını, milyonlarca lirayı da da kurumun kasasından ödetiyorsunuz. Şimdi, merak ediyoruz: Bu kişileri hangi kriterlere göre seçiyorsunuz; akademik başarıya göre mi, liyakate göre mi, yoksa doğru kişiye yakınlık kriterine göre mi yapıyorsunuz? TPAO'nun artık neredeyse bir kamu şirketinden çok içerdekilerin menfaatine çalışan özel bir kulüp gibi görünür hâle geldi. Bir tarafta 1,5 milyonluk masterlar, 5-10 milyonluk doktoralar, diğer tarafta on beş-yirmi yıllık mühendislerin 70 bin lira maaşa talim etmesi. Kısacası TPAO'da eşitlik değil, ayrıcalık büyüyor. Birilerinin eğitimine milyonlar, diğerlerine sus payı veriliyor. Bu mudur kamu yönetimi? Bu mudur adalet? diyorum.

Bugün, burada, Türkiye'nin enerji geleceğini konuşurken bir kez daha görüyoruz ki ülkemizin stratejik kararları yalnızca bugünü değil, yarınlarımızı da belirliyor. 2018 yılında temeli atılan Akkuyu Nükleer Güç Santrali başlangıçta Türkiye'nin enerji arz güvenliği açısından bir dönüm noktasıydı ancak 2022 yılında Rusya tarafı 26 Temmuz'da Türkiye'nin mühendislik, satın alma ve inşaat sözleşmesini tek taraflı feshetti, yalnızca dört gün sonra 30 Temmuzda 3 Rus şirketinin kurduğu yeni bir ortaklıkla yoluna devam etti. Bugün geldiğimiz noktada Akkuyu Nükleer Santralin'nin ilk reaktörünün 2025'te devreye alınacağı söylenirken Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nda da maalesef ilk ünitesinin 2026 yılında devreye gireceği söyleniyor. Burada hangisi doğrudur? Tarih değişmiş, takvim ötelenmiş ancak sorumluluk üstlenen yine kimse yok. Nükleer yakıt lojistiğinden atık yönetimine kadar bütün süreçler artık Rusya'ya bağımlı hâle geldi. Üstelik proje yüzde 100 Rus sermayesiyle yürütülmekte, üretilen elektriğin bir kısmı için döviz üzerinden alım garantisi verildiği iddiaları hâlâ açıklığa kavuşmadı. Sayın Bakanım, burada alım garantisi verilmiş midir, verilmişse alım garantisi dışında başka ne gibi tavizler verildi? Bu durumda sorulması gereken soru: Bu nasıl yerli ve millî enerji politikası? Bir Hükûmetin en önemli görevi, enerji üretirken halkının güvenliğini tehlikeye atmamak olmalıdır. Ne yazık ki bugün Akkuyu, enerji bağımsızlığının değil, stratejik bağımlılığın sembolü hâline geldi.

Bir diğer husus, üzerinde çok durmamakla beraber bütün arkadaşlarımız bunu söylediler, 2016 yılında dönemin Enerji Bakanı Berat Albayrak döneminde başlatılan ve bir türlü cesaret edip değiştiremediğiniz enerji tasarrufu, neden bunun peşinden gidiyorsunuz.? O günden bugüne dokuz yıl geçti, sabah ezanında okula yürüyen çocuklar, karanlıkta işe giden milyonlar, bozulmuş biyolojik ritim, düşen verimlilik ve artan kazalardan başka hiçbir kazanımı yok. Yani enerji tasarrufu sağlanmadığı gibi halkın sağlığı, huzuru ve güvenliği de sıkıntı içinde. Tasarruf bahanesiyle çocukları karanlıkta okula gönderen, işçiyi uykusuzluğa mahkûm eden bir sistem bilimle değil, keyfiyetle yönetilen bir sistemdir. Parti içi kavganızı bu büyük millete lütfen artık ödetmeyin.

Başka bir konu da sanayicinin en büyük maliyeti ham madde olduğu değil, enerji gerçeği. Türkiye'nin enerji bağımsızlığı ve çevresel sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşıyan yenilenebilir enerji yatırımları maalesef son yıllarda kamuoyunda birer rant aracı hâline geldi. 19 Kasım 2020'de EPDK tarafından kamuoyuna bilgi verilmeden yapılan başvurular usulsüz tahsisler ve yatırım amacı taşımayan lisanslandırmayla sektörde büyük bir rant kapısı açmıştır. Sektör temsilcileri soruyor: Yönetmelik değişmeden önce eş-dost listeleri hazırlanmış, santral yapılacak araziler tahsis edilmiş, harçlar yönetmelik çıkmadan verilmiştir. Bütün bunlar üzerinde de bir açıklama bekliyoruz.

Sayın Bakanım, cankulağıyla dinledik, anlattığınızın tamamının doğru olduğunu kabul edelim; madem hepsi doğru, o zaman bu EPDK'ye son iki yılda sanayi elektriğine yüzde 180, doğal gaza da yüzde 230 neden zam geldi? Yani doğal gazımız var, bulduk, petrol çıkarıyoruz, o zaman son dokuz ayda elektriğe 3 kez, doğal gaza 5 kez neden zam yapılır? Bu konuyla ilgili de geniş konuşmayı Sanayi Komisyonunda yapmıştım yirmi dakikayla ilgili, sizin bürokratlarınızdan istirham ediyorum, o konuşmada da bunla ilgili bakarlarsa çok memnun olurum diyor ve Komisyonu saygıyla selamlıyorum.