KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM AKIN (İzmir) - Teşekkür ediyorum Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, sabahtan bu yana hem elimizdeki dosya üzerinden hem de Sayın Bakanın açıklaması üzerinden 2026 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının bütçesi üzerine değerlendirmeler ve görüşmeler yapıyoruz. Bizim gördüğümüz, Bakanın açıkladığı gibi, önce insan sonra doğa ve çevre konusundaki duyarlılık eksenli bir maden ve enerji politikası maalesef yok. Bizim hayatımızdaki gördüğümüz gerçeklikle galiba Bakanın raporunda ve sözünde görülen arasında bir farklılık var. Gerçeklik bizim gördüğümüzse sanırım sanal dünyada yaşayanın Bakanlık olduğunu düşünüyorum. O nedenle, biraz bunları, ne yaşadığımızı somut olarak, görsel olarak sizlerle paylaşmak istiyorum

Biliyorsunuz, ülkemiz gerçekten eşitsizliğin çok had safhada olduğu, inanılmaz bir talanın yaşandığı bir süreçten geçiyor. Burada kimden yana olacağız diye bir politik tercih var. Bizim gördüğümüz yaşamdan, doğadan ve insandan yana değil tamamen sermayenin, şirketlerin ihtiyacına göre planlanmış bir süreç yaşıyoruz. Bunu sadece Bakanlık düzeninde değil, biz daha önceki dönemde 7554 sayılı yasa görüşülürken aslında bu Bakanlığın konusu olan ama Sanayi Bakanlığı üzerinden yapılmış olan tartışmalara katıldığımızda yirmi yedi saat sonrası buradaki var olan 1 tane şirketin temsilcisi, özellikle yenilenebilir enerji konusundaki temsilciliği yaptığını söyleyen temsilci bize çıkarken şunu dedi: "Çok teşekkür ederiz, çok emek harcadınız, yirmi yedi saat sonra bizim görüşlerimizi kabul ettiğiniz için sağ olsun." Bu şunu gösteriyor: Şirketlerin ihtiyacına göre, onların ihtiyacına bağlı olarak planlanmış bir sürecin parçasıyız aslına bakarsanız. Ben, bir milletvekili olarak, halkın temsilcisi olan bir insan olarak, maalesef, böyle bir durumu da yaşamaktan ızdırap duyuyorum, onur duymuyorum maalesef. Dolayısıyla, biraz bunları paylaşmak istiyorum Bakan da buradayken.

Çok somut olarak gördüğümüz şu: Bu ülkede, gerçekten, enerji politikaları giderek tamamen şirketlere teslim edilmiş durumda ve kamusal alan içerisindeki sürdürülen enerji alanı neredeyse kalmamak üzerine gidiyor. Burada bir tercih var doğal olarak ve bu tercih üzerinden devam eden süreç öylesine netleşmiş durumda ki 2022 yılında enerji politikalarında şirketlerin hakkı yüzde 32 iken, şimdi bu yüzde 83'e çıkmış yani bizim enerjimizin yüzde 83'ü şirketler tarafından yönetilir ve üretilir hâle gelmiştir. Ancak öyle bir durum ki sadece üretimi açısından değil aynı zamanda bu şirketler çok az şirketler. Bazılarının ismini söyleyeyim: Cengiz Holding, Limak, Aydem, Sabancı gibi şirketler neredeyse bunların merkezi hâline gelmiş yani kısacası 5-10 tane şirkete teslim edilmiş bir enerji politikamızla karşı karşıya olduğumuzu söylemek isterim. Evet, halk bu şirketlerin müşterisi hâline getirilmiş durumda maalesef. Devletin kamusal olarak yapması gereken enerji üretimi ve dağıtımı meselesi bu şirketlere teslim edilmiş ve biz de halkımızı bu şirketlerin müşterisi hâline getirmiş durumdayız. Bu, gerçekten ızdırap verici bir durum çünkü -neden bunu söylüyorum- faturalara bakıldığında, örneğin üretim sırasında yüzde 24 artarken son dört yılda, dağıtım bedelleri yüzde 642 kat artmış yani aslında bizim ürettiğimiz enerji politikası aslında çok yüksek değil ama dağıtım sürecindeki bu şirketler vasıtasıyla halkın cebinden sürekli para götürülüyor. Böyle bir durumla karşı karşıyayız ve bu öyle bir noktaya gelmiş ki denetim yapılmamış, daha önce kamusal olarak yapılan hizmetler dışında hiçbir yatırım yapılmamış ve somut olarak da bunların çok somut örneklerini görüyoruz. Örneğin, Diyarbakır-Mardin arasında yangın sırasında köylü kendi arazisindeki arpasını, buğdayını kurtarmaya çalışırken yangının ortasında kaldı ve 15 köylümüz yandı bizim. Isparta bir hafta elektriksiz kaldı arkadaşlar. Düşünebiliyor musunuz, bir koca il Isparta bir hafta elektriksiz kaldı. Bu, neden kaynaklanıyor? İşte bahsettiğimiz bu özelleştirme politikalarının geldiği aşamadan kaynaklanıyor.

Yine, keza, Elektrik Mühendisleri Odasının tespitlerine göre orman yangınlarının yüzde 25'i yine bu, altyapısı hazırlanmayan, eski sistemi kullanan, hiçbir yatırımı yapılmayan, sürekli kâr elde etmek için faturayı götürüp halktan fatura temin etmek için kurulmuş bir enerji politikasının yarattığı sonuç olarak da böyle bir durum var.

En son duyduğumuz kadarıyla, Türkiye Elektrik Anonim Şirketlerinin özelleştirileceğini duyuyoruz. Eğer böyle de olursa gerçekten bu ülke bir ulusal güvenlik meselesiyle karşı karşıyadır. Bu kadar şirketlere teslim edilmiş bir enerji politikasını kabul etmemiz mümkün değildir.

Şöyle bir noktaya geldim: Evet, fosil yakıtlarla ilgili bir konuya değinmek istiyorum. Ülkemizde fosil yakıtların maalesef 2037 yılına kadar kesintisiz artarak devam edeceği söyleniyor ve dolayısıyla teşvik ediliyor. Biraz önce söylediler rakamları, hem de korkunç teşvik ediliyor. Bu teşvikler eğer gerçekten bir adil geçiş sistemine göre yapılsa ne o fosil yakıt tüketimine ihtiyacımız olacak ne de oradaki çalışanlar ve çevre mağdurları olacak ama gerçeklik bu değil.

Bir başka mesele bunları değerlendirirken, biliyorsunuz, bu sene COP30 Brezilya'da görülecek, Brezilya bunun ev sahipliğini yapıyor. Biz de Brezilya'ya DEM PARTİ heyeti olarak 5 kişiyle oraya gideceğiz. Önümüzdeki yıl Türkiye buna aday olduğunu söylüyor. Eğer bu kadar karbon salınımının yüksek olduğu, fosil yakıttan vazgeçen Avrupa'nın ve birçok ülkeye rağmen yapıldığı, hâlâ artırılarak devam edilmek istendiği bu politikada Türkiye'nin ev sahipliğini bence anlaşılır bulmadığımızı ve gerçekten en azından temsil ettiği duruma uygun bir hazırlık yapması gerektiğini düşünüyoruz Enerji Bakanlığının.

Diğer konuya gelecek olursak özellikle bu, son zamanlarda tartışılan, sanırım önümüzdeki günlerin en önemli tartışma konularından biri olacak nadir elementler meselesiyle ilgili bir durum var. Nadir elementler meselesiyle ilgili Fransız bir araştırmacı gazetecinin şu kitabını okumanızı isterim, İş Bankası Yayınlarında yayınlanan bir kitap. "Nadir Elementler Savaşı" diye bahsediyor ve büyük ölçüde bu savaş Çin ile Amerika arasında ama son zamanlarda belki bizim ülkemiz de bu savaşın parçası hâline getirilmek isteniyor. Kastettiğim nedir? Eskişehir'de yaşanan durumdur. Nadir elementler hiçbir zaman kamusal olarak değerlendirildiğinde toprağına, suyuna zarar vermeme diye bir durum yok. Çok aksine, 1 ton nadir element çıkartmak için 200 bin ton toprak işletmeniz gerekiyor ve 200 bin ton toprağı işletmek de öyle kolay değil ve Türkiye maalesef buna hazır bir teknolojiye de sahip değil ve dolayısıyla önümüzdeki dönemde İliç katliamı gibi katliamların yaşanmasına sebep olacaksınız. Buradan şunu demek istiyorum: Siz bu kadar ağır bir sanayi, aynı zamanda maden, enerji politikaları üretirken dediniz ya "Önce can, sonra çevre ve sonra da biz enerji politikalarını yapıyoruz." diye.

Ben size bir şey söyleyeceğim: Şimdi, elimde bir örnek var. Bakın, şurası; Gabar'da petrol üretiyorsunuz. Gabar'da altı yüz yıldır kesintisiz akan bir nehir, bir su şu anda kurumuş durumda. Petrol çıkarılırken o bölgedeki insanlarımız susuz kalmış durumda. Başka bir örnek söyleyeyim size: Hani insanı düşünüyorduk ya biz. Bakın, yine Gabar'da böyle bir durum var. Gabar'da insanlarımızın suyuna petrol karışmış durumda ve bu petrolü bertaraf etmek için insanlar, maalesef suları kötü durumda, susuz kaldığı için bunu engellemeye çalışıyorlar ve köylülerin önüne jandarma dikiliyor ve böyle bir gerçekle karşı karşıyayız yani şunu demek istiyorum: Halkımız bu mevcut enerji politikasından, maden politikasından muzdariptir ve aynı zamanda ciddi bir süreç yaşamaktadır.

Başka bir şey daha söyleyeyim: Maden çıkartırken başka bir toplumsal hikâyemiz var. Evet, çalışan insanların durumu nedir? Bakın, bu, Zonguldak'ta yaşandı; bir mülteci vatandaş, ölümü sırasında kaybedilmek istendi, kaçırılıp öldürülmek ve yok edilmek istendi, yakıldı. Sonradan çıktı açığa ve şirket bunu orada kuralsızca, güvencesiz bir şekilde çalıştırdığı için de böyle bir durumla karşı karşıya kalındı ve nihayetinde ceza verildi; bir ölüme sebep olan şirket sahibi sadece beş yıl ceza aldı.

Şimdi, bu gerçekler varken dün yine Fatsa'da başka bir şey oldu Sayın Bakan; Fatsa'da bir taş ocağında çalışmak zorunda olan 75 yaşındaki işçi şu anda taş ocağının altında kaldı, 1 işçi de öldü. Şimdi, aynı durum yakında, eğer izin verirseniz ve buna yol verirseniz, Çorum'un Karakaya köyünde olacak. Karakaya köyü altı aydır uğraşıyor ve diyor ki: "Bizim 10-20 metre dibimizdeki kayaları çıkartırsanız bu köyde patlayan bombalar sonrası yaşamını yitirecek insanlar; bu köyü terk etmek zorunda kalacağız. 1 kilometre ileride aynı taş var; gidin, orada yapın." Bunu Karayolları da istiyor, maalesef, bazı ortaklarınız da istiyor, MHP'liler de istiyor, "Böyle bir durum doğru değil." diyor ama Vali takılmış durumda. Geçirmiş olduğumuz 7554 sayılı Yasa'yı kendine öyle kullanıyor ki bir genelge gönderiyor, evlere şenlik. Diyor ki: "Şu anda ÇED olumludur." ÇED yapılmamış, "Olumludur." diye bir karar verme hakkı ve yetkisi yok ama Vali yetkisiyle gidiyor, orada jandarmanın kontrolü altında Çelik Holding oradan onu çıkartmaya çalışıyor. Şu anda orada mücadele devam ediyor. Ben buradan uyarıyorum: Hukuksuz, yasa dışı, bu mevcut, kuralsız yasalara göre bile yasal olmayan bir durumla böyle işler yapılamaz; yapılmasını da engellemenin bizim, gerçekten, insani olarak, vekil olarak, halk olarak görevimiz olduğunu düşünüyoruz. Bunun engellenmesi lazım ve bunun için de mücadele edilmesi lazım.

Başka bir konuya değinmek istiyorum ama zamanım galiba yetmeyecek. Özellikle şu enerji politikalarında yürütülen konularla ilgili yaygın, kuralsız bir çalışma var. Özellikle bölgede -bu konuyla ilgili arkadaşlarımız konuşacaklar ama- Diyarbakır'da, Ağrı'da özellikle yenilenebilir enerji konusunda bütün meraları şikâyet ediyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Akın, bir dakika süre veriyorum.

Buyurun.

İBRAHİM AKIN (İzmir) - Köylünün orada doğasını, tarım arazisini sürdürebilme olanaklarına ele koyuluyor; hayvancılık bitiriliyor. Buradan şunu demek istiyorum: Eğer sadece maden şirketlerine, enerji şirketlerine ruhsat vermek üzerine kurulmuş bir Enerji Bakanlığı olacaksa bunun karşısında Orman Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Çevre Bakanlığı eğer bir söz söylemeyecekse ve şirketlerin iradesiyle bu iş yapılacaksa, inanın, bu ülkede hep beraber havamızın, suyumuzun, toprağımızın kirlendiği; gıdamızın zehirlendiği bir süreçle karşı karşıya kalacağız ve böyle sürecin hepiniz parçası olacaksınız. Paranız olabilir, varlığınız olabilir ama suyunuzun kirlendiği, gıdanızın kirlendiği bir yerde yaşamınızın da zehirleneceğini bilmenizde fayda var. O nedenle, ben son olarak şunu söyleyeyim Sayın Bakan: Bu bütçe doğaya, emeğe göre değil; sermayenin ihtiyacına göre yapılıyor; bunu bir kez daha ifade etmek istiyorum. Bu, böyle gidemez. DEM PARTİ olarak bunun karşısında halkın bütçesini yapmak için mücadele etmeye devam edeceğiz.