Komisyon Adı | : | TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU |
Konu | : | |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 4 |
Tarih | : | 15 .10.2025 |
MAHMUT TANAL (Şanlıurfa) - Teşekkür ederim.
Değerli Başkanım, değerli milletvekilleri, kıymetli bürokratlar, aziz basın mensupları; hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz bu teklif yalnızca birkaç teknik değişiklikten ibaret değil. Dikkatle incelediğimizde tam 103 yerde "genel müdür" kavramı geçiyor Değerli Başkanım ve bu teklif 6 değişik kanun ve 1 kanun hükmünde kararname, 4 tane bakanlığı ilgilendiriyor.
Aslında teklife hemen baktığımız zaman -ben bir hukukçuyum- hukukçu gözüyle taradığımızda -gelen bürokratların içerisinde 1 avukat arkadaşımız var; yanlış bir şey söylersem hukukçu arkadaşlar beni lütfen düzeltsinler- burada yetki... Uygulanacak olan idari yaptırımlara karşı açılacak davalar Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğüne karşı açılır. Bu hüküm idare hukuku bakımından son derece sorunludur, hukuka uygun değildir. Burada, Genel Müdürlüğün tüzel kişiliği yoktur. Genel Müdürlük Bakanlığa bağlıdır. Açılacak her türlü dava, Bakanlığın tüzel kişisi olduğu için, Bakanlığa açılmalı. Değerli Başkanım, teknik hukuk açısından bu, Anayasa'ya aykırıdır. Hukukçu arkadaşlarımız vardır. Böyle yaparsanız, siz Türkiye'de her türlü genel müdürlükle ilgili davaları oraya verirseniz dava, hukuk açısından bir karmaşa, bir kaos yaratmış olursunuz. Teknik hukuk açıdan bu, hatalı, yanlış; bu hatadan geri dönülmesini istirham ediyorum.
Ve burada, Anayasa’nın 123'üncü maddesinde yer alan "idarenin bütünlüğü" ilkesine aykırıdır çünkü bakanlıklar yerine genel müdürlüklere doğrudan yetki vermekle siyasi ve hukuki sorumluluk alt kademeye devredilmektedir. Burada demek ki yetki kimde ise sorumlu odur Değerli Başkanım. Siz Bakanlık yaptınız, devlet insanısınız, bu işin içerisinden gelen birisiniz. Yani, ben kalkıp sorumluluğu bakanlığa vereceğim, yetki de bende olacak; öyle bir hukuk düzenlemesi yok. Ve burada, bu şekilde, demek ki, acaba... Akla hemen şu geliyor: "Bu, Kartalkaya'da turizmle ilgili, yanan otelle ilgili Bakanlık sorumludur, sorumludur." dedi herkes. Acaba bakanlıklardaki sorumlulukları genel müdürlüklere atmak için mi bu geldi? Bu akla geldi çünkü bunu içerisinde Turizm Bakanlığı da var, Orman İşletme de var yani diğer bakanlıklar da var. Bu, hiyerarşik denetimi zayıflatmakta, kamu yönetiminde hesap verebilirliği ortadan kaldırmaktadır.
İkinci olarak, Değerli Başkanım, Anayasa’nın 56'ncı maddesi devlete herkesin sağlıklı, dengeli bir çevrede yaşama hakkını sağlama görevini yükler. Doğayı, ormanı, suyu, havayı, biyolojik çeşitliliği korumak teknik değil, siyasal bir sorumluluktur. Bu görev genel müdürlük düzeyinde yöneltilemez çünkü Anayasa bunu devlete bir ödev, bir sorumluluk olarak yüklemekte çünkü çevre hakkı devletin asli görevidir, asli görevlerinden bir tanesidir. Bunu biz anayasal anlamda bakanlıktan alıp genel müdürlüğe veremeyiz; zayıflatmış oluruz, Anayasa'ya aykırı. Bu teklif çevre hakkını teknik bir idari işleme indirgemekte, kamusal sorumluluğu bürokratikleştirmektedir.
Üçüncü olarak, teklif, Anayasa’nın 73'üncü maddesi anlamında "vergilendirme yetkisi, bütçe hakkı" ilkesine aykırıdır çünkü döner sermaye gelirleri üzerinde idari para cezası tahsilat ve pay dağıtımı öngörülmektedir ancak kamu gelirleri yalnız kanunla düzenlenebilir, yönetmelikle değil. Burada genel müdürlüklere mali güç devredilmektedir, bu da Meclisin bütçe üzerindeki denetim yetkisini fiilen daraltmaktadır.
Dördüncü olarak, Anayasa’nın 43 ve 168'inci maddelerde yer alan "kamu mallarının, doğal kaynakların devlet eliyle yönetimi" ilkesini zedelemektedir çünkü ormanlar, millî parklar, tabiat alanları artık idari takdirle tahsis, kira veya işletme konusu hâline getirilmektedir; bu, doğrudan doğruya "kamu yararı" ilkesini zayıflatması demektir.
Beşinci olarak, Anayasa’nın 5'inci maddesine göre devletin temel görevleri arasında insanın maddi ve manevi varlığını korumak, çevreyi korumak, refahı sağlamak vardır; bu görev genel müdürlüklere devredilemez çünkü siyasal niteliktedir, Anayasa da güvence altına almıştır, Anayasa'ya aykırıdır.
Altıncı olarak, Anayasa’nın 138'inci maddesinde güvence altına alınan "yargı bağımsızlığı" ilkesiyle dolaylı olarak etkilenmektedir çünkü bakanlık yerine genel müdürlük işlemleri idari yargıda farklı mercilerde görülecektir. Yani, atıyorum, İçişleri Bakanlığıyla ilgili... Orada da genel müdürlük var Sayın Başkanım; siz Bakanlık yaptığınız için içerisinde fiilî olarak, pratik olarak yaşadınız. İçişleri Bakanlığının genel müdürlüğüyle ilgili yapacağı işlemi ben İçişleri Bakanlığına açacağım; buradakinde ben geleceğim, genel müdürlüğe açacağım. Hukukta bir bütünlük vardır yani kaos yaratılmaması lazım, hele hele kanun koyucu... Kanun koyucu bir kanunu halı örer gibi örmesi gerekirken kaos yaratmak için uğraşmamalı. Bu anlamda, yargısal denetimin parçalanmasına, çevre davalarında yetki karmaşasına neden olacaktır.
Burada, uluslararası hukuk ve sözleşmeler açısından değerlendirildi. Buna nereden geliyorum, uluslararası hukuka da? Anayasa'mızın 90'ıncı maddesinin son fıkrasından geliyorum Değerli Başkanım. Değerli milletvekilleri, Türkiye'de çevre hakkı yalnızca Anayasa'yla değil, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmıştır. Biri, Türkiye'nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi; değerli vekil arkadaşlardan burada bahsedenler oldu; doğa sisteminin korunmasında "merkezî planlama, kamu denetimi, bilimsel yönetim" ilkelerini zorunlu kılıyor. Bu teklif Sözleşme'nin 6 ve 8'inci maddelerinde öngörülen devlet politikası düzeyinden koruma planlaması yükümlülüğünü ihlal etmektedir yani burada, asıl olan, üst devlet politikasında genel müdürlük düzeyinde değil, bakanlık düzeyinde sözleşmenin 6 ve 8'inci maddeleri ihlal ediliyor.
İkincisi, burada uluslararası sözleşmeler açısından, Türkiye'nin onayladığı Aarhus Sözleşmesi 1998 yılında çevresel konularda halkın bilgiye erişimi, katılımı, yargı yoluna başvuru hakkı vardır ancak bu teklifte yetkiler alt birimlere devredildiği için karar alma süreçlerinde kamu katılımı zorlaşacaktır. Aarhus Sözleşmesi'nin 6 ve 9'uncu maddelerine aykırıdır.
Üçüncü olarak, Türkiye'nin taraf olduğu Bern Sözleşmesi'ne (Avrupa Yaban Hayatı ve Doğal Yaşam Alanlarının Korunmasına İlişkin Sözleşmesi) göre yaban hayatının korunması devlet düzeyinde kurumsal denetimi gerektirir. Bu teklif denetimi idari alt birime devrederek Bern Sözleşmesi'nin 3'üncü maddesindeki yükümlülüğü zayıflatmaktadır.
Dördüncü olarak, 1994'te onayladığımız İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (Paris Sözleşmesi, 2015) kapsamında ekosistem yönetimi, sürdürülebilir alan planlaması, karbon yutak alanlarının korunması devlet sorumluluğundadır. Bu teklif, tam tersine, bu alanları idari tasarruf konusu yaparak çevresel sürdürülebilirlik yükümlülüğünü zayıflatmaktadır.
Beşincisi, Avrupa İnsan Haklarının 8'inci maddesine; özel hayatın ve aile yaşamının korunması hakkı, çevre hakkı konusuyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarına göre devletin çevreyi koruma yükümlülüğü doğrudan insan haklarıyla bağlantılıdır. Bu teklif çevre yönetimini insan haklarından koparıp idari kararlara indirgemektedir.
Genel değerlendirme ve sonuç olarak, bu teklif çevre yönetimini sadeleştirmiyor; tam tersine, denetimi belirsiz hâle getiriyor, yetkileri dağıtıyor ama sorumluluğu ortadan kaldırıyor, bakanlıklar arasında koordinasyonu bozuyor -yani daha önce bunlarda bir koordinasyon vardı, bakanlıklar arasındaki koordinasyonu bozuyor- idari vesayeti kaldırmak yerine kuralsızlaştırıyor, bütçe disiplinini zayıflatıyor, yargısal denetimi daraltıyor, anayasal yükümlülükleri idari yönetmelik düzeyine indirgiyor.
Sonuç: Bu teklif Anayasa’nın 2, 5, 43, 56, 73, 123'üncü maddelerine aykırıdır. Ayrıca, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'ndeki, Bern Sözleşmesi'ndeki, Aarhus Sözleşmesi'ndeki, Paris İklim Anlaşması'ndaki, uluslararası belgelerdeki yükümlülüklerle de çelişmektedir. Devletin çevre politikası genel müdürlük düzeyine indirgenemez. Doğayı korumak Anayasa’nın emridir, idarenin tercihi değildir. Bizim görevimiz, ormanı, toprağı, suyu, canlıyı koruyacak hukuku savunmaktır. Bu nedenle, sizden istirham ediyorum Değerli Başkanım ve Değerli Komisyon üyeleri: Burada, tabii, bunun partisi olmaz; hepimizin yani bizim çocuklarımıza, torunlarımıza bırakacağımız en büyük miras sağlıklı ve dengeli bir çevre, bir yaşam bırakmak; bunun için bir alt komisyona gönderilmesini istirham ediyorum sizlerden. Tabii, tercih siz Komisyon üyelerinin; ben Komisyon üyesi değilim. Alt komisyona gönderilerek, bu konuda uzman olan öğretim üyelerinin, hocaların çağrılarak dinlenilmesini ve teklifte hukuken sakıncalı olan, anayasal olarak Anayasa'ya aykırı olan, uluslararası taahhütler açısından riskli görünen bu hükümlerin düzeltilmesini veya tekliften çıkarılmasını sizden istirham ediyorum. Anayasa'ya aykırılık, yetki devri açısından da aslında burada epey bir çalışma var ama burada mesela hemen arkadaşlarımız kendi içlerine diyebilirler ki "Genel müdürlük... Biz burada bunu devredince -onu söyledim- bunun tüzel kişiliği yoktur, bakanlık sorumludur; bunu dediğimizde karşı çıkan da olabilir, saygı duyarım ama Danıştay kararları var, Danıştay idare kararları var. Bunun için, burada "öneriler" kısmında şunu öneriyorum: Alt komisyon dedik. Çevre, orman ve millî parklar yönetiminde yetkililer Bakanlık düzeyinde kalmalıdır, genel müdürlüğe devredilmemelidir. Burada genel müdürlüğe devredilmesinin amacı ne? Bizim varmak istediğimiz amaç ne, o muradı bize anlatırlarsa... Bizi bir ikna etsinler. Yani Bakanlık bu konuda hangi konuda eksik, geri kaldı veya bunu koruyamadı da genel müdürlük "Ben ondan daha iyi iş yapacağım, daha iyi koruyacağım..." Bize bunun amacını, muradını anlatsınlar. Yani, burada genel müdürlükler yalnızca teknik icra, denetim görevlerini yürütmelidir. Yönetmelik yetkileri kanun sınırından açık biçimde tanımlanmalı. Burada yönetmeliğin yetkileri, vesaire; bu kanunda herhangi bir belirleme yok. Sınırları nerede başlıyor, Değerli Başkanım, nerede bitiyor, o sınırlar belirlenmeli; keyfî takdir alanları bırakılmamalıdır. Burada keyfî takdir alanları çok fazla. Mademki gerçekten hepimizin ortak amacı bu, çevre kararlarında kamu katılımı ve yargısal denetim güçlendirilmelidir. Döner sermaye gelirleri, millî ve mali işlemler Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetimine tabi tutulmalıdır. Burada Türkiye Büyük Millet Meclisi denetim dışına çıkarılıyor. Neden? Demokratik olan devletler mümkünse kendini denetim altına alır ama burada denetimin dışına çıkıyoruz. Devletin asli görevi, doğayı koruma yetkisini devretmek değil, o yetkiyi hukukun güvencesi altında kullanmaktır. Cumhuriyetin idare geleneği bürokrasinin değil, hukukun üstünlüğüne dayanır.
Söz verdiğiniz için hepinize ben ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Eğer uzattıysam da özür diliyorum. Bu değişikliklerin, bu taleplerimin gerek Komisyon üyelerince gerek değerli bürokratlar tarafından göz önüne alınmasını istirham ediyorum. Eğer destek isterlerse hukukçu kimliğimizle bu konuda destek vermeye de hazırız.
Teşekkür ederim, saygılarımı sunarım.