KOMİSYON KONUŞMASI

AHMET VEHBİ BAKIRLIOĞLU (Manisa) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Tartışmakta olduğumuz teklifin 1'inci, 2'nci, 3'üncü maddeleri, Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun'da birtakım değişiklikler öngörmekte. Zaten torba yasanın da adı "Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi." Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun'a baktığımız zaman, 1'inci maddesine baktığımız zaman -zaten orada bir düzenleme yapmaktayız- şunu söylemekte: Türk parasının değerini koruma kapsamında karar almaya Cumhurbaşkanı yetkilidir. Bu yetki beraberinde Cumhurbaşkanına Türk parasının değerini koruma görevini de vermekte. Her fırsatta "Ben ekonomistim." diyen, seçim önceleri "Verin yetkiyi, görün etkiyi." diye söyleyen Cumhurbaşkanımız Erdoğan bu görevi yerine getirebilmiş midir? Bu yetkiyi doğru kullanmış mıdır? Cumhurbaşkanına seçimlerde yetki verildi, halk yetkiyi verdi ama bu yetkinin Türk lirasına etkisi ne oldu, biraz bunun üzerinde konuşmak istiyorum.

Şimdi, 2009 yılında 200 liralık banknot ilk çıktığı zaman 200 lirayla herhangi bir sarrafa, kuyumcuya giden bir yurttaşımız 3 tane çeyrek altın alabiliyordu. Bugün aynı banknotla, aynı 200 lirayla herhangi bir sarrafa veyahut da kuyumcuya gittiğiniz zaman alabileceğiniz tek şey, kurdele ile bir çengelli iğne yani bunun haricinde herhangi bir şey size sarrafta, kuyumcuda vermiyorlar; işte, Cumhurbaşkanının etkisi.

Şimdi şunu söylüyorsunuz, belki haklı da olabilirsiniz: "Yani ons çok yükseldi, altınla örnek vermek yanıltıcı olabilir." Mesela tarım ülkesinde yaşıyoruz, hatta geçtiğimiz günlerde Tarım Bakanı Avrupa'daki en fazla hayvan varlığına sahip ülke olduğumuzdan bahsetti. 2009 yılında 200 liralık banknotla kasaba gittiğiniz zaman alacağınız et 15 kilogram yani neredeyse bir kuzunun tamamını, oradaki tezgahtaki kuzunun tamamını 200 lira verdiğiniz zaman alabiliyorken, 2025 yılında kasaba gittiğiniz zaman, 200 lirayı verdiğiniz zaman ancak 200 gram et alabiliyorsunuz; tarım ülkesinde Cumhurbaşkanının etkisi.

Diyebilirsiniz ki: "Ya, bunu, paranın değerini başka para birimleriyle kıyaslamak daha doğru olabilir." 2009 yılında herhangi bir döviz bürosuna gittiğimiz zaman, 200 lirayı verdiğimiz zaman 132 dolar alıyorken, bugün 2025 yılında 200 liralık banknotla ancak 5 dolar alınabilmekte hatta bunu en çok iyi anlayanlardan birisi de umreye, hacca giden teyzelerimiz, amcalarımız; onlar söylüyor. 2009 yılında umreye gittiği zaman birisi orada 200 liralık banknotu verdiği zaman 500 Suriye riyali almakta ve 500 Suriye riyaliyle yaklaşık 500 bardak çay içebilmekteyken, bu sene hacı amcamız gittiği zaman 200 lirayı verdiği verdiğinde kendisine 19 Suriye riyali verilmekte ve 19 Suriye riyaliyle ancak 10 bardak çay içebilmekte. Benzer örnekleri ekmekle yapabiliriz, 2009 yılında 100 tane ekmek alabiliyorken fırından, bugün 200 liralık banknotla 13 tane ekmek alabilmekte ve son günlerde tartışma konusu gelen zamlarla benzin. 2009 yılında 63 litre benzin alabiliyorken bir yurttaşımız yani bir depoyu doldurabiliyorken, 2025 yılında ancak 3,8 litre yani yaklaşık 4 litrelik akaryakıt, benzin alabilmekte yani Türk milletinin Cumhurbaşkanımıza seçimlerde yetkiyi vermekle nasıl bir etki doğduğunu ne yazık ki burada görmekteyiz.

Ayrıca, kanun teklifinin 11'inci, 18'inci ve 19'uncu maddeleri, AR-GE merkezlerinde, teknoloji geliştirme bölgelerinde ve araştırma altyapılarında çalışan AR-GE çalışanlarına, personeline ödenen ücretler üzerinden kesilen gelir vergisine ilişkin teşvik ve istisnalara bir sınırlama getiriyor. Önceki uygulamada yani şu anki uygulamada herhangi bir sınır yok yani çalışanların geliri ne olursa olsun gelir vergisinden ve damga vergisinden muaf iken, bu uygulamada brüt asgari ücretin 40 katı yani yaklaşık 1 milyon 40 bin liralık aylık ücrete kadar muafiyet getirilmekte. Şimdi, etki analizine baktığımız zaman 2024 yılında teknoloji geliştirme bölgelerinde 88.436 ücretliden 25 milyar lira biz gelir vergisinden vazgeçmişiz. AR-GE merkezlerinde 99.193 personelden 23 milyar liralık bir gelirden vazgeçilmiş. Altyapılarda istihdam edilen 2.589 çalışandan da 721 milyon lira yani toplamda 48,7 milyar liralık bir gelirden vazgeçilmiş; bu rakamlar gerçekten de ciddi rakamlar. Ben de Sayın Kalaycı'nın sorusunu tekrarlamak istiyorum, hatta öncelikle şunu tartışmak lazım: Bir sınır getirilmesi bence olumlu ama bu sınır yani 1 milyon 40 bin liralık sınır yüksek değil midir, bu daha aşağı çekilebilir mi, çekilemez mi? Bunun tartışılması lazım bence ve bu sınırın üzerinde, 1 milyon 40 bin liranın üzerinde ne kadar insan ücret almakta bu AR-GE merkezlerinde çalışanlar? Anladığım kadarıyla ve buradaki notlara baktığımız zaman, etki analizine baktığımız zaman bu suistimal de edilmiş anladığım kadarıyla yani vergiden kaçınmaya, vergi kaçırmaya vesile de olmuş bu. Bu konuda da bizlere bilgi verirseniz sevinirim.

Şimdi, biraz evvel, gene Sayın Kalaycı dedi: "AR-GE çok önemli." Gerçekten de önemli ve "Keseyi açmak lazım." dedi. Esasına bakılırsa biz yıllar içerisinde gerçekten de keseyi açmışız yani 2009 yılında gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 0,8'lerden 2016'da yüzde 1,12'ye, en son 2023'te de yüzde 1,42'ye kadar çıkarmışız. Her ne kadar Avrupa ortalaması 2,21; onun altında olsa da ciddi bir artış söz konusu. Benzer artış -neredeyse 2 katına çıkmış- bu tam zaman eş değer personel sayısında da çok ciddi artışlar var; 2016 yılında 136 binden 2022 yılında 270 binlere çıkmış, bunda da 2 katı bir artış söz konusu. Ancak, şimdi bu artışlara baktığımız zaman bunun bir çıktılarına da bakmamız lazım. Yani mesela burada neye bakılabilir, nedir? Yüksek teknolojili ürünlerin ihracat içindeki payı. Acaba bu pay aynı oranda gelişmiş mi, gelişmemiş mi, ona baktığımız zaman da... Mesela bakıyorsunuz, On Birinci Kalkınma Planı yapılırken, plan yapılırken bu oran yüzde 3,5'miş, hedef yüzde 5,8'miş 2023'te, On İkinci Kalkınma Planı'nı da burada yaptık; o gün de yaparken yüzde 3,5'tu, hedefimiz 2028 yılında yüzde 5,5. Bugün oran ne? Gene 3,5. Yani yıllardan beri yerinde sayıyoruz ve bir 3,5 cam tavan var, biz bu cam tavanı bu kadar artırmamıza rağmen... Yani son yıllarda, özellikle özel sektörde çok ciddi bir artış var AR-GE yatırımlarında yani özel sektör üzerinden büyümekte, üniversite ve kamu payı giderek azalmakta, bilhassa üniversitelerde. Ancak, tabii, bu özel sektördeki iyileşmenin, harcamanın artmasında da devletin de çok ciddi teşviki var yani hibeler var, KOSGEB'in hibeleri var, çok ciddi teşvik ve hibeler var ancak burada çıktılarda sorun olduğunu ben görmekteyim. Yani burada bizim bu teşvik politikamızı gözden geçirmemiz gerektiğini, bu çıktıların bu harcamaya göre çok çok daha fazla olması gerektiğini ben düşünmekteyim.

Bir de bir düzenleme var burada, bence tartışılması gerekiyor bunun da. Petrol ürünlerinin ithalatı aşamasında ÖTV'nin KDV'si tahsil edilemiyormuş yani verginin vergisi tahsil edilemiyor. Yapılan düzenlemeyle, aynı otomobillerde olduğu gibi, arkadaşların anlattığı gibi ithal edilen petrol ürünlerinde de ÖTV'nin KDV'si de bundan sonra tahsil edilebilecek. Şimdi, dünyada buna benzer... Yani otomobil diyelim, üzerine yüzde 80 ÖTV koyuyoruz ve bunun üzerine bir de yüzde 18, yüzde 20 KDV koyuyoruz, dolayısıyla vergiden de vergi alıyoruz. Dünyada bunun örnekleri var mıdır? Ben biraz araştırdım, var ama mesela otomobilde dünyadaki örneklerde ÖTV yok, genelde KDV koymuşlar. Yani özellikle bizde, özellikle de otomobilde çok ciddi bir vergi yüküyle karşı karşıya bulunmaktayız. Yani hem bir taraftan -bütün programlar da var- diyoruz ki "vergi adaletinden" bahsediyoruz, diyoruz ki: Biz, dolaylı vergileri azaltacağız, gelirden vergi alacağız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Lütfen buyurun, toparlayın.

AHMET VEHBİ BAKIRLIOĞLU (Manisa) - Ama yaptığımız uygulamalar gene dolaylı vergileri artırmaya yönelik şeyler oluyor, bence bunun tartışılması gerekmekte ve şunu sormak istiyorum: 2024 yılında böyle bir rakam var mı? Bu ÖTV'nin KDV'si diye tanımlayabileceğim -verginin vergisi- tahsil edilen tutar ne kadardır, elimizde öyle bir veri bulunmakta mı?

Bir de burada banka ve sigorta muameleleri vergisi. Yani burada da organize sanayi bölgelerinde muafiyet varmış, onu ortadan kaldırıyoruz. Şimdi, bu dolaylı bir vergi, kredi işlemlerinden alınmakta, sigorta poliçelerinden alınmakta, döviz yatırım işlemlerinden alınmakta, kredi kartlarından alınmakta ve bu oran artırıldı yani tüketici kredilerinde yüzde 15'e çıktı ve ticari kredilerde yüzde 5.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Buyurun.

AHMET VEHBİ BAKIRLIOĞLU (Manisa) - Bir dakika içinde toparlıyorum.

Şimdi, ben herhangi bir bankanın sitesine girdim ve 100 bin liralık ihtiyaç kredisiyle alakalı bir çalışma yaptım; on iki ay, faiz oranı yüzde 3,64 ve on iki ay sonunda aylık topladığın zaman 11.112 lira taksitleri oluyor, on iki ayın sonunda da 133.351 lira ödeme yapılıyor, 100 bin liraya 133.351 lira ödeme yapıyor. Burada BSMV 3.848 lira, KKDF 3.848 lira toplamda yani faizin yüzde 30'u kadar 7.696 lira ayrıyeten vergi ödeniyor, fona para aktarılıyor. Yani bu oran çok değil mi? Ben tüketiciyim, ihtiyacım var, ihtiyacım için bankaya gitmişim, zaten çok yüksek oranlarda bileşik faizle yüzde 70'ler, yüzde 80'lerle borçlanmışım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Buyurun.

AHMET VEHBİ BAKIRLIOĞLU (Manisa) - Bunun üzerine yetmiyor, bir de yani borçlu olan bir insandan, ihtiyaç sahibi olan bir insandan yüzde 15 vergi alınıyor. Bir kere bu vergilerin azaltılması lazım ve maliyete de baktığın zaman, ilk beş ayda bu BSMV vergisinde toplam 212 milyar liralık bir tahsilat olmuş, bunlar ciddi rakamlar ama gene aynı şeye geliyoruz, hani biz kazançtan vergi alacaktık. Bu da bir dolaylı vergi, bu oranların da mutlaka ve mutlaka azaltılması gerekli.

Teşekkür ederim.