KOMİSYON KONUŞMASI

ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Sayın Başkan, Değerli Komisyon üyeleri, Meclisimizin basın emekçileri, yurdun dört bir tarafından gelen aktivistler; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu kanun teklifinin geneli üzerine konuştuğumuz için genel bir değerlendirme yapacağım.

Şimdi, dünya tarihine baktığınız zaman kalkınmasını başarıyla tamamlamış bütün gelişmiş ülkelerin iki tane sektörde başarılı olduklarını ve bu iki sektörü bir dengede götürdüklerini görürsünüz. Bunlardan bir tanesi tarımdır, diğeri madendir. Bana dünya tarihinde hiçbir ülke gösteremezsiniz ki tarım ve madenden çıkıp başarılı olsun ve kendi gelişimini tamamlayabilsin; Avrupa ülkeleri, Amerika Birleşik Devletleri, Asya ülkeleri. Dolayısıyla burada aslında benim temel itiraz noktam şu: Neden tarım ile madeni karşı karşıya getiriyoruz? Neden köylü kardeşlerimiz ile orada madencilik yapmaya çalışan işletmeleri karşı karşıya getiriyoruz? Bunun başka bir yolu yok muydu? Biraz bundan bahsetmek istiyorum çünkü bence kanun teklifinin genelindeki en temel tartışmamız gereken noktalardan bir tanesi bu. Tarımın öneminden bahsetmeye gerek yok, özellikle iklim değişikliğiyle beraber zeytinin de bizim için ne kadar hayati anlama geldiğinden de bahsetmeye gerek yok. Zeytinde dünya markası olma potansiyeline sahibiz ve burada bizim itibarımızı zedeleyecek olan bir kanun teklifinin yasalaşması hâlinde bunun bizim dünyadaki zeytin üretiminde itibarımızı ne kadar zedeleyeceğinin farkındayız.

Ben biraz madencilikten bahsetmek istiyorum çünkü bu konunun, madenciliğin biraz göz ardı edildiğini, biraz itibarsızlaştığını düşünüyorum. Oysa doğru madencilik yapıldığı zaman, çevreyle uyumlu bir madencilik yapıldığı zaman bu, ülkeleri sadece kalkındırır. Bakın şimdi size birkaç tane söyleyeyim: Dördüncü sanayi devriminden bahsediyoruz, her sanayinin ham maddesi madendir, her türlü maden. Siz madenciliği geliştirmeden sanayide yerli ve millî -o çok bilinen ifadesiyle yerli ve millî- bir başarı elde edemezsiniz. Peki, şimdi söyleyeceksiniz: "21'inci yüzyılda dördüncü sanayi devriminde önümüzdeki dönemde, dijital dönüşümde madene olan talep artacak mı?" Hem de çok artacak, yeşil dönüşümle beraber de artacak. Neden diyecek olursanız güneş panellerinden rüzgâr tribünlerine ya da elektrikli araçlara kadar bizim önümüzdeki dönemde çevreyle uyumlu olan ürünleri geliştirmemiz için bile madene ihtiyacımız var. Bizim ithalatımızı azaltmamız, sürdürülebilir bir büyüme sağlamamız, daha az altın ve enerji ithal etmemiz için doğru bir maden politikasına ihtiyacımız var. Ama ben buraya baktığım zaman bizler gerçekten büyük resmi görmekten oldukça uzak ve hep madenciler ile tarımı karşı karşıya getiren bir anlayışla bu kanun teklifini değerlendiriyoruz ki ben buna bir milletvekili olarak itiraz ediyorum. Oysa çok temel problemlerimiz var.

Bakın mesela bizim Paris İklim Anlaşması'na göre verdiğimiz bir net sıfır karbon sözümüz var ama baktığınız zaman bu ülkenin şu anda 20 milyar tonun üzerinde kömür rezervi var, bunun iktisadi değeri 400 milyar dolar. 400 milyar dolar eğer doğru bir şekilde kullanılırsa Türkiye'nin kalkınma ihtiyacını karşılayabilir. Peki, biz gerçekten temiz kömür yani temiz teknolojilerle kömür çıkartabilir miyiz? Hayır. Çıkartabiliriz ama yapmıyoruz. Hepimiz bakın, bugün Yatağan tarafına odaklanmış durumdayız çünkü orada zeytinler var ve bizim sahip çıkmamız gereken zeytinler ama daha büyük bir çevre kirliliği nerede var diye soracak olursanız Afşin, Elbistan tarafına bakın. Oranın günahı ne? Zeytin olmaması mı? Bakın, kaç yıldan beri Afşin, Elbistan tarafında bizler, o filtreler yenilenmediği için, oraya bir filtre takılmadığı için orada neredeyse bir çevre katliamından bahsediyoruz ve hiçbir şey yapılmıyor. Dolayısıyla bizim konuyu sadece zeytin çerçevesinde de değerlendirmememiz gerekiyor. Eğer biz gerçekten kömürü yer altından çıkartacaksak -ki çıkartmalıyız ve 2050'ye kadar da çıkartmalıyız- bunu temiz teknolojilerle yapmalıyız; dünya nasıl yapıyorsa biz de öyle yapmalıyız.

Bizim önümüzdeki dönemlerde yer altı kaynaklarımıza daha fazla ihtiyacımız var ama şöyle bir ön kabul var ki ilk kırmamız gereken şey bu: Bizler sanki madencilik işlemlerine başlarken çevreyi kirletecekmişiz gibi bir önyargıyla hareket ediyoruz. Oysa mümkün, tersi mümkün; Almanya'ya bakın, İtalya'ya bakın, İspanya'ya bakın, Amerika Birleşik Devletleri'ne bakın, Kanada'ya bakın. Kanada'da altın çıkartılan madenlerin üzerindeki yapay göletler üzerinde insanlar yüzüyor. Bizim ilk düşünmemiz gereken nokta şudur: Doğru bir madencilik politikası mümkün mü? Bence mümkün. Biz buna yakın mıyız? Hayır, uzağız. Ben kanun teklifinde de görüyorum buna uzak olduğumuzu. Neden tarım ile madencilik sektörü karşı karşıya geliyor? Neden köylülerimiz ile madenciler karşı karşıya geliyor? Çünkü verilen kanun teklifleri, hâlihazırda mevcut kanunlar çok özensiz yazılmış.

Bakın, herkesin burada haklı olarak itiraz ettiği bir madde var, o da ne? Biz, koordinatları belirtilmiş şekilde bir yerde zeytinlerin bize göre kesilmesine ya da yok edilmesine, size göre taşınmasına itiraz ediyoruz. Peki bu nereden çıktı? İki tarafı da dinlediğiniz zaman köylümüz de haklı, yüzde yüz haklı ama aynı zamanda, bir şey söyleyeyim, 2013 yılında Özelleştirme İdaresinden o bölgedeki kömür sahasını, oradaki termik santrali özelleştirme sonucu alan işveren de haklı çünkü 2013 yılında devlet onlara o maden sahasındaki bütün madeni, bütün kömürü çıkartma yetkisi vermiş, 2014'te de Danıştaydan dönmüş, Yani temel problem şu burada: Burada köylü de haklı işveren de haklı; 2,7 milyar dolar veren yatırımcı da haklı ama zeytinini kaybedecek olan, köyünü kaybetme riski olan köylü de haklı. Peki, burada suçlu kim? Neden köylü ile işveren karşı karşıya geliyor? Kusura bakmayın ama devletin özensiz politikalarından dolayı geliyor.

Bakın, burada birkaç tane daha kritik nokta var, onlardan bir tanesi de şu: Şimdi, yazmışsınız burada "stratejik ve kritik madenler" Nedir bunlar? Niye bunu söylemiyorsunuz? Biraz önce Seda Vekilim söyledi "nadir toprak elementleri." Neden bunun ismini koymuyorsunuz? Ya bugün bir kararla bir anda kömürü, bakırı stratejik ya da kritik sektör ilan edersek ya da ilan ederseniz, bunun çıkartabileceği sonuçları düşündünüz mü? O yüzden söylüyorum, bakın, buradaki temel problem şu: Maalesef, sizler kanun hazırlarken -AK PARTİ'li arkadaşlarıma söylüyorum- o kadar özensiz ve "Kervan yolda düzülür." "Nasıl olsa kapalı kapılar ardında da bu iş hâlledilir." diye yapıyorsunuz ki ondan sonra iş dünyası ile köylü doğal olarak bu özensiz üretilen politika platformunda karşı karşıya geliyor. İki tarafı dinlediğinizde iki taraf da haklıysa o zaman bir tane haksız vardır, o kanunu yapan. O yüzden de ben sizi bu kanun teklifini daha öncesinde de yapan kişiler olarak eleştiriyorum.

Bir nokta daha var burada, o da -Ednan Vekilim de bahsetti- etki analizi. Bakın, Sayın Varank, Sayın Bakan çok güzel bir soru sordu ve dedi ki: "O termik santralin orada kaç kişi çalışıyor?" İstihdam... Daha sonrasında arka taraftan da köylüleri temsil eden bir arkadaşımız da "Acaba orada bu termik santralin görevine devam etmesi için zeytinler taşındığı zaman kaç kişi işini kaybedecek?" diye sordu. Bunların cevabı var, daha doğrusu bunların cevabını aslında Bakanlık vermek zorunda, onun adı da etki analizi. Bizim karşımıza bir kanun teklifi geldiği zaman o kanun teklifini bize getiren kişi etki analiziyle şunu söyleyecek bize: "Eğer ben burada zeytinliklerin taşınmasına karar verirsem burada şu kadar köylü mağdur olacak, burada bu kadar zeytin heba olacak, bunun maliyeti budur. Burada termik santralin ben daha fazla kömür çıkarmasına izin vermezsem bu kadar fazla bir istihdam kaybı olacak, bu kadar fazla üretim kaybı olacak. Bunun benim enerji bağımsızlığımı tehdit etme riski nedir?" diyecek ve bizler ona göre karar vereceğiz. Bu etki analizlerinin hiçbiri yok ki. Yani bizler burada muhalefet olarak bu kanun teklifi...

ŞAHİN TİN (Denizli) - Vardır.

ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Etki analizi var ama etki analizini okuduğunuz zaman orada bunun istihdama olan olası kaybı, kazancı, çevresel etkileri; bunların hiçbir tanesi yok. Oysa 5018'le beraber bütün bakanlıklara etkili bir şekilde düzenleyici etki analizi yapma yükümlülük olarak verilmiş. Bize bir kanun teklifi geldiği zaman -ben Plan ve Bütçe Komisyonunda da buradaydım- daha bir tane bu işin çevresel, sosyal, iktisadi değerlendirmesini yapan bir etki analizi de görmedim. O yüzden de bizler burada ön yargılarımızla konuşmak zorunda kalıyoruz çünkü tarafsız bir bakanlık bize detaylı, işin çevresel, sosyal iktisadi tarafını söyleyen bir etki analizi de gelmiyor. Bizler de bu sefer ne yapıyoruz? Bu işin temsilcileriyle, paydaşlarıyla konuşuyoruz ve milletvekilleri olarak buradan üstünkörü bir sonuç çıkarmaya çalışıyoruz. Allah aşkına, rica ediyorum, Türkiye'nin bu kadar hayati konusunda, maden kadar kritik bir sektörde, kırsal kalkınma kadar hayati bir konuda etki analizi yapılmadan, doğru bir etki analizi yapılmadan bizler bir karar vermeyelim! Ne zaman bu analiz yapılır, bunun Türkiye'ye ve o bölgeye etkisini ölçeriz, ondan sonra bizler milletvekili olarak burada daha doğru konuşuruz.

Fazla uzatmayacağım, maddeler üzerinde de konuşacağız ama bir nokta daha var. Çok inandığım bir şey vardır: Bir ülkede eğer bir bürokrat attığı imza kadar atmadığı imzadan da sorumlu tutulursa o ülkede bürokrasi iyidir. Tekrar söylüyorum: Bir memur attığı imza kadar atmadığı imzadan da sorumlu tutulursa orada bürokrasi kalkınmanın da büyümenin de önünü açar. Burada öyle bir madde var ki sizler o memura "Sen bu işe imza atma ve böylelikle herhangi bir sorumluluk da alma." diyorsunuz, tam tersi bir hareket oluyor burada. Yapmanız gereken şey şu: Memura atmadığı imzadan dolayı da bir sorumluluk yüklemeniz lazım. Bu yüklenmediği sürece ben bürokrasinin daha ileri gitmeyeceğini düşünüyorum. O yüzden de bu kanun teklifiyle ilgili çok ciddi çekincelerim olduğunu belirtiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.