Komisyon Adı | : | SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU |
Konu | : | Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3159) münasebetiyle |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 19 .06.2025 |
MESUT DOĞAN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli hazırun; öncelikle hepinizi muhabbetle selamlıyorum. Toplantımızın hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.
Ben de yaklaşım zenginliği olması bakımından maddelere veya teferruatlara girmeden genel bakışımı ortaya koymak isterim. Tabii ki, sabah farklı bir mekânda başladığımız toplantıyı üç saat sonra burada devam ettirebildik. Böyle olmasının da nedenleri var, birilerine göre mutlaka gerekçeleri var. O anlamda, hepimizin bildiği meşhur, mecellede bir kaide var: "Usul esastan önce gelir." Usulde yanlışlık olduğu zaman, eksiklik olduğu zaman, karışıklık olduğu zaman esası konuşma hususunda bayağı gecikebiliyoruz veya esası konuşmaya zamanımız da kalmayabiliyor, fırsat da kalmayabiliyor. Bunun neden böyle olduğuna dair, herkesin yorgun olduğu bu ortama tebessüm olsun diye bir fıkrayla başlamak isterim. Dünyada ünlü bir firma, bir taraftan hem tatil amaçlı hem seyahat amaçlı hem de eğlence amaçlı uluslararası büyük bir mavi tur organize etmiş, bu tura dünyanın her ülkesinden insanlar katılmışlar. Gemide her ülkeden insanların olduğu bu tur esnasında akşamları genel manada eğlence, kâğıt oyunu oynamak. Yolculuğun bir gününde yine akşam masa kurulmuş, masada oyuncular var ama etraf da epey kalabalık, oyuncular 4 ülkeden; biri Amerika'dan, biri İngiltere, biri Almanya, biri de Türkiye'den. Türkiye'den katılan da Temel. Oyunda kâğıtlar açılmış.
BAŞKAN MUSTAFA VARANK - Temel Rizeli mi, Trabzonlu mu?
ALİ ÖZTUNÇ (Kahramanmaraş) - Oflu.
MESUT DOĞAN (Ankara) - Oflu olabilir.
Oyun başlamış, iki üç saat sürmüş ama bizim Temel sürekli kaybediyor, sürekli kaybediyor, en son kendini kontrol etmiş, üzerindeki miktar bayağı azalmış ve kendisi açısından en son olduğuna inandığı oyun için masanın ortasına tüm parasını koymuş. Kâğıtlar dağıtılmış, dağıtılan kâğıtlardan tabiri caizse bütün en kötü kâğıtlar Temel'e rast gelmiş, en iyi kâğıtlar da Amerikalı vatandaşa rast gelmiş, Amerikalı vatandaş -kestirmeden kısa, öz olarak söylüyorum- masanın üstüne kâğıtlarını sermiş, ortadaki parayı almak için uzandığında Temel elini Amerikalıya vurmuş ve elindeki en kötü kâğıtları açmış ve demiş ki: "Trink" ve ortadaki parayı kendine almış. Hiç kimse ses çıkaramamış, "Acaba bizim bilmediğimiz bir kural var da itiraz edersek ayıp olur mu?" düşüncesiyle kimse ses çıkaramamış, oyun o şekilde devam edince her şey Temel'in lehine gitmiş, gitmiş, gitmiş ve oyunun bir safhasında bu defa en iyi kâğıtlar Temel'e gelmiş, en kötüleri Amerikalıya gelmiş. Temel masadaki tüm parayı alacağı esnada bu sefer Amerikalı elini Temel'in koluna vurmuş, kendi kötü kâğıtlarını sermiş ve demiş ki: "Trink." ve parayı alacağı sıra Temel bu sefer tekrar elini vurmuş ve paraları komple önüne çektikten sonra demiş ki: "Bana bak, oyunda 'trink' bir defa olur." Bunu niye anlattım?
Şimdi, AK PARTİ iktidarı herhangi bir konuda adım atacak olduğunda kanunlar kendi lehine ise iliğine kadar kullanıyor, istediği gibi kullanıyor ama eğer kurallar kendi ihtiyacını karşılamıyor ise hemen bütün millete, muhalefete, siyasi partilere "trink" çekiyor ama zaman geçip de bu "trink" muhalefetin lehine olacak olduğu zaman ise diyor ki iktidar: "'Trink'i kullanma hakkı sadece iktidara aittir." Böyle bir mantıkla biz kanun çıkarma, adım atma cihetine girdiğimiz zaman da elbette ki toplantılara üç saat sonra da başlanabiliyor veya normalde oturulduğu takdirde çok rahat halledilebilecek sorunlarımız uzun uzun kavga karışık tartışmaya da zemin hazırlayabiliyor. Hiç dikkat etti mi AK PARTİ'li akadaşlar bilmiyorum, Meclise gelen kanunların içerisinde toprak var ise, iklim var ise, su var ise, insan var ise, hayvan var ise Türkiye'de ciddi miktarda insanlar tedirgin oluyor. Aslında, iktidar bunu derinlemesine düşündüğü zaman kendisi için ne kadar büyük ayıp olduğunu görebilmesi lazım. Neden? Çünkü güven kaybı var, insanların kafasında tereddütler var, şüpheler var. Sizin ifade ettiğiniz gibi, diyelim ki getirmiş olduğunuz kanun teklifinde hiçbir sorun olmasa bile bu ülkenin ciddi bir çoğunluğu şüphe ediyor ise, tedirginlik duyuyor ise demek ki size güvenmiyor.
YUSUF ZİYA ALDATMAZ (Bartın) - Sana göre öyle.
MESUT DOĞAN (Ankara) - Bakın arkadaşlar, normal şartlarda hepimiz biliyoruz ki devletin görevleri içerisinde insanı korumak var, doğayı korumak var, toprağı korumak var, suyu korumak var, insanı korumak var ve devlet de bunu iktidar eliyle yapar ama dikkat ediyor musunuz, insanlar bu saydıklarımızı sizden korumaya çalışıyorlar. Sizin korumakla mükellef olduğunuz şeyleri millet sizden korumaya çalışıyor ise vay hâlimize.
MUSTAFA HAKAN ÖZER (Konya) - O sizin iddianız.
MESUT DOĞAN (Ankara) - İşte, sabah toplantıya niye başlayamadık bizim iddiamızsa?
İDRİS NEBİ HATİPOĞLU (Eskişehir) - Sizin provokasyonunuz yüzünden başlamadık.
MESUT DOĞAN (Ankara) - Ben sözlerimi bitireyim, ondan sonra. Bunu şunun için söylüyorum: Bakın...
BURCUGÜL ÇUBUK (İzmir) - Halka "provokatör" diyorsunuz, biraz dikkatli konuşun.
MESUT DOĞAN (Ankara) - Eğer sataşmayla mesafe alacaksak, hepinizle baş edeceğime emin olabilirsiniz ama sorun o değil.
Şimdi, şunu söyleyeyim: Siyasette hep ifade edilir, iyi konuşmak, çok konuşmak, güzel konuşmak, başarıyı getirebilir ama başarıyı devamlı kılacak en temel unsur iyi dinlemektir, dinlemeyi de en çok yapması gereken iktidardır, çekinmeyecek yani herkesi dinleyecek, saçma gibi gözükse de dinleyecek, tedirgin olan insanları dinleyecek, mağdur olan insanları dinleyecek, endişesi olan insanları dinleyecek, zaten bu toplantılar da o mantıkla yapılıyor.
Şimdi, ben, bu ifade ettiğim noktanın dışında, yine, farklı bir yaklaşım olsun diye bir şey daha söylemek isterim. Ben, bir eğitimci olarak bunu söylüyorum. Genellikle eğitimle ilgili şöyle yanlış bir kanaat vardır: Sanki, eğitim okulda başlayan, okulda biten bir süreç gibi düşünülür. Hâlbuki, bir insanın hayatı boyunca yaşadıklarının hepsi kendi bireysel eğitimine katkı sağlar. Bunu niye söylüyorum? Bir toplumun, bir ülkede yaşayan insanların komple eğitimi, en keskin, en hızlı eğitim kanunlarla yapılır. Bir ülkede var olan kanunların içeriği o ülkede yaşayan çocukların, gençlerin, insanların davranışlarına etki eder, düşüncelerine etki eder. Ondan dolayı, kanunları çıkarırken Meclis, iktidar, muhalefet, tüm milletvekilleri gerçekten çok dikkatli olmak mecburiyetindeler. Yani bunu şunun için söylüyorum: Bizim çıkarmış olduğumuz kanunların mantığında asla ve asla terzilik olmamalı. Terzilik değerli bir meslektir ama siyasette çok tehlikelidir. Siyasette uygulanması gereken terzilik değil, konfeksiyonculuktur yani kişiye özel kanun olmaz, şirkete özel kanun olmaz, şirkete özel yaklaşım olmaz ama biz özellikle e-ticarette de on-line satışla ilgili önümüze gelen kanun teklifinde de onu gördük, bugün de onu görüyoruz. Maalesef, bu kanunun en riskli, en tehlikeli noktasında terzilik var. Eğer biz terzilik yapmak ister ve bunu uygularsak onun çocuklarımıza, gençlerimize nasıl yansıyacağını düşünmemiz gerekir.
Yine, bizim çıkarmış olduğumuz kanunların mantalitesinde "Büyük balık küçük balığı yer." anlayışına asla yer verilmemeli ama burada onu görüyoruz.
Şimdi, siz, o zeytinle geçimini temin eden ailelerin çocuklarının bu attığınız adım sonucunda nasıl bir anlayışa kapılacaklarını hiç düşünüyor musunuz? "Bana ait olan zeytini devlet güçlüden yana yer alarak elimden aldı, demek ki kazanmak için ya da hedefe ulaşmak için her yol mübahtır." eğitimini vermiş oluyorsunuz siz, bunu da kabul etmek mümkün olmaz. Yine, bunun yanında, çıkarmış olduğumuz kanunların ve onu içeren maddelerin hiçbirinde suistimale açık bir yaklaşım, bir anlayış olmamalı ama o 1'inci madde, Başkanımızın söylediğinin doğru kısımları da var, itirazların doğru kısımları da var ama o 1'inci maddede biz suistimale açık bir alan bırakırsak bu tartışmalar bitmez.
Buradaki çoğu milletvekili arkadaşlarımız da İliç Komisyonunda vardı. Bakın, arkadaşlar, İliç'te bir felaket yaşandı, bir komisyon kuruldu, altı ay boyunca o komisyonda çalıştık, çalışırken 3 tane bakanlık geldi, bize sunumda bulundu: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Çevre Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı. 3 Bakanlığa da ayrı ayrı şu soruyu sorduk: Sizce suçlu kim? Ben kestirmeden söylüyorum, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ne dedi biliyor musunuz? Dedi ki: "Suçlu biz değiliz." Neden? "Çünkü biz ocaktan sorumluyuz ama liç yığınından sorumlu değiliz." Kendini kurtardı. Çevre Bakanlığı geldi, aynı soruyu kendisine sorduk, Çevre Bakanlığı dedi ki: "Biz de suçlu değiliz." Neden? "Çünkü linç yığının bir tabanından, iki tepesinden sorumluyuz, arası bizi ilgilendirmiyor." dedi. Espri filan yapmıyorum, söylenen aynen bu. Çalışma Bakanlığına sorduk, Çalışma Bakanlığı da dedi ki: "Biz sadece çalışanlardan sorumluyuz, o alan bizi ilgilendirmiyor." Ya, bütün dünyanın konuştuğu bir felaket yaşıyoruz, dünyanın en büyük toprak kaymasını yaşıyoruz ve bununla direkt ilgili hiçbir bakanlık üzerine sorumluluk almayabiliyor. Öyleyse çıkarılan kanunlarda suistimale açık hiçbir nokta olmamalı ama ben şimdi bu noktada maddeleri çoğaltabilirim ama zamanınızı almamak için söylüyorum, önümüze gelen bu kanun teklifinde bir, terzilik var, iki, suistimale açık noktalar var, üç, güçlünün zayıfı yeme hakkına sahip olduğuna dair yaklaşım ve anlayış var. Öyle olduğu zaman da adalete olan güven de kalmıyor, aidiyet duygusu da kalmıyor toplumda ve demek ki "Kazanmak için her yol mübah." anlayışına biz bilerek veya bilmeyerek hizmet etmiş oluyoruz. Ondan dolayı, teklifler gelirken sadece teknik boyutuyla değil psikolojik boyutuyla, eğitim boyutuyla da kanunlara bakılması gerektiğini hatırlatmak isterim.
Yine bu anlamda, sorun teşkil eden olaylar cereyan etmeden muhalefet uyarıda bulunduğu zaman iktidar tarafının kendine göre bir gerekçe olarak ortaya koymuş olduğu yaklaşım şu: "İyi de sizin karşı geldiğiniz bu maden ocağında kaç insan çalışıyor biliyor musunuz?" İliç'te bunu söylediler, biraz önce Bakanımız da bunu söyledi. Soruyorum, kaç kişi çalışıyor? Muğla'da kaç kişi çalışacak, kaç kişi istihdam edilmiş olacak? Diyelim ki 5 bin insan. Arkadaşlar, 5 bin insana aylık yüzer bin lira para versek bunun yıllık karşılığı 5 milyar liradır. Diyeceksiniz ki büyük bir rakam, iyi de Türkiye Cumhuriyeti devletinin günlük faize ödediği para 5,5 milyar. Sen ekonomiyi yanlış yöneteceksin, gırtlağımıza kadar bizi borçlandıracaksın ama bunun bedelini zeytine ödeteceksin, çocuklara ödeteceksin, insanlara ödeteceksin. (Alkışlar)
Bu kabul edilebilir bir şey değil, böyle bir yaklaşım olmaz. Para ve maddi açıdan, pencereden bakılacak konular vardır ama başka pencereden bakılması gereken noktalar, konular vardır ve yine bunun yanında, son nokta olarak sadece ben bir usul olarak söylüyorum, Meclise gelen her kanun teklifinin komisyona gelmesi ile Meclise gelmesi arasında bir-iki gün oynuyor. Hâlbuki biraz zaman verilse, muhalefet bilgilendirilse belki bu kadar çok tartışma da olmayacak. Hatta bütün grubu olan partiler ziyaret edilse, o maddelerle ilgili tedirgin olunan konularla ilgili bilgilendirme yapılsa belki bu kadar tartışma da olmayacak. Bilelim ki Afrikalı bir kabile reisinin meşhur bir sözü var, diyor ki: "Hızlı gitmek için yavaş gitmek lazım." Yavaş gitmekten kasıt ne? Usule uygun gitmek lazım. Araştırarak, çalışarak, konuşarak gitmek lazım, istişare ederek hareket etmek lazım, uzlaşmacı olmak lazım. Öyle olursa iktidar da kazanır, ülke de kazanır, muhalefet de kazanır. Yoksa, bir maddeyi bile tartışamadığımız, sonunu getiremediğimiz bir ortam oluşur ki bundan siz de keyif almazsınız, biz de keyif almayız diye genel bir yaklaşımda bulunduktan sonra kanun teklifinin temeline YENİ YOL Grubu olarak karşı olduğumuzu ifade ederek sözlerimi tamamlamış oluyorum. (Alkışlar)