Komisyon Adı | : | SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU |
Konu | : | Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3159) münasebetiyle |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 19 .06.2025 |
EDNAN ARSLAN (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve kıymetli hazırun; öncelikle, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Değerli Vekilimiz ilk imzacı Oğuzhan Bey kanunu anlatırken herhâlde çok üzüldüğü için, böyle bir teklifin altına imza attığı için çok zorlandı. Onu da alınıyorum ve onun da kaygılarını onun adına dile getirmek istiyorum. Sonuç itibarıyla...
BAŞKAN MUSTAFA VARANK - Oğuzhan Bey bir tane, bir tane.
EDNAN ARSLAN (İzmir) - Zaten iki tane yok. Kritik kanunlarda hep o var. Nükleer santral, Oğuzhan bey var; zeytinlikler, Oğuzhan Bey var...
BAŞKAN MUSTAFA VARANK - Enerjisi yoğun Oğuzhan Bey'in.
RIDVAN UZ (Çanakkale) - Günah keçisi ilan edildi Oğuzhan Bey.
EDNAN ARSLAN (İzmir) - Yani niye günah keçisi olarak onu seçiyoruz?
BAŞKAN MUSTAFA VARANK - A, estağfurullah! Enerjisi yüksek ve yoğun Oğuzhan Bey'in.
EDNAN ARSLAN (İzmir) - Şimdi, Değerli Başkanım, gene bir klasik torba kanunla karşı karşıyayız. Birbirleriyle alakalı alakasız birçok kanun, madde bir torba kanunla çok kısa bir süre önce yine Komisyonumuzun önüne geldi. Hep şuna vurgu yapıyoruz: Sanayi Komisyonu çok önemli bir komisyon, enerji komisyonu; işte, bizim Komisyonumuzun birçok iştigal alanı var, gerçekten buradan çıkacak kararlar ülkenin birçok insanını ilgilendiriyor, yaşamını ilgilendiriyor, ticaretini ilgilendiriyor, o anlamıyla önemli bir komisyon diyoruz ama böyle sıkıştırılmış takvimlerle sıkıştırılmış şekilde buralara kanunların gelmesi, kanun tekliflerinin gelmesi aslında Komisyonu çok da verimli çalıştırmıyor, çalışamıyoruz. Yani burada, işte Maden Kanunu başta olmak üzere Çevre Kanunu, Mera Kanunu, işte EPDK'yle ilgili birtakım düzenlemeler, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili birtakım düzenlemeler; o kadar çok birbirinden kopuk, alakasız işler var ki inanın bunları birkaç günde analiz etmek, sağlıklı değerlendirmek, bir daha bozulmadan ya da Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmeden kanunlaşmasını sağlamak çok zor gözüküyor.
Sivil toplum örgütleri ve paydaşları bu konuda yeterince bilgi sahibi olmadıkları gibi yeterince katkı da sunamıyorlar. Yani şimdi biz burada bir kanun görüşeceğiz, işin ana nüvesi zeytinliklerle ilgili. Keşke çevre derneklerinin, yöre halkının, oradaki insanların -her kesimden kim ne duygu, düşünceye sahipse önemli değil- onların tamamının böyle duygu, düşüncesini alabilsek de öyle bir süzgeçten geçirsek ki bu teklifi kimse zarar görmese ama maalesef, dediğim gibi, gene bir oldubittiyle karşı karşıyayız.
Benim gördüğüm, bu teklif, geri dönülemez önemli doğa tahribatlarının önünü açıyor. Yani "kamu yararı" diyoruz ama burada bırakın kamu yararını, kamu ve toplum vicdanına zarar verecek birtakım maddeler var. İşte, "üstün kamu yararı" "kamu yararı" yani bu kavramlar kime göre, neye göre? Bana göre kamu yararı doğanın korunmasıdır, ağacın korunmasıdır, suyun korunmasıdır, denizin korunmasıdır ama bir başkasına göre madenin işletilmesidir. İşte, bu "kamu yararı"nı bizim burada, etki analiz raporlarında çok iyi anlatmamız gerekiyordu. Ama ben etki analiz raporlarına da baktım, inanın yani etki analiz raporları çok böyle üstünkörü, çalakalem yazılmış, işin ruhunu tam olarak anlatamayan eksik belgeler. Var mı etki analizi raporu? "Var." denmek için konmuş buraya. Onun haricinde ben hiçbir şeye hizmet ettiğini düşünmüyorum bu etki analiz raporlarının. Zaten etki analiz raporları, bu konuda -ki bu çok önemli bir konu- madencilikle ilgili, doğayla ilgili, zeytincilikle ilgili, benim elimde var yani 11'inci maddeyle ilgili inanın 1 sayfa ya, 1 sayfa; bu etki analiz raporu nasıl 1 sayfaya sığar ya? İnsanlar itiraz ediyor, isyan ediyor, herkes feryat ediyor; etki analiz raporu 1 sayfa. Yani bunu ben kamuoyunun dikkatine sunmak istiyorum.
İşte burada "ekonomik istikrar" "millî çıkar" "enerji bağımsızlığı" bunlar güzel şeyler, süslü laflar; kim millî çıkarını düşünmez, kim ekonomik istikrarı istemez, kim enerji bağımsızlığını savunmaz? Ben bunları istemeyecek, savunmayacak hiç kimseyi göremiyorum ama bunlar ambalaj, bunlar sos; işin özünde yüzyıllarca önce dikilmiş, dededen toruna geçmiş zeytinliklerin talan edilmesi var, yok edilmesi var, tahrip edilmesi var, geri dönülemez tahribatlar var. O yüzden bizim alelacele bunu konuşmak yerine bu sorunu kökten çözecek, uzun süreli bir bilgi alışverişine, birbirimizi dinlemeye, sektörü, paydaşları, insanları, bu konuda emek vermiş bilim insanlarını dinlemeye ihtiyacımız var. Ama biz ne yapıyoruz? Hemen bir geçici madde; 1939 yılında çıkarılmış, 1995 yılında da sağlamlaştırılmış, 8 defa Meclise gelip geri çekilmiş, Danıştay tarafından yönetmeliğin yürütmesinin durdurulması verilmiş bir kanunun arkasından dolanıp, Zeytincilik Kanunu'nun arkasından dolanıp hemen bir Maden Kanunu'na geçici bir maddeyle baypas etme yolunu seçiyoruz.
Bakın, arkadaşlarımız uzun uzun bahsettiler Anayasa'ya aykırılıklarını; uzman arkadaşlarımız ki Baro Başkanlığı yapmış Sayın Cumhur Uzun, Muğla milletvekilimiz ve o bölgenin insanı o kadar güzel anlattı ki yani inanın bizim onun anlattıkları üzerine bir kez daha düşünmeye ihtiyacımız var. Ya, şirkete özel sipariş yasa ya, şirkete özel sipariş yasa. Yani geliyor o şirket temsilcileri, inanın 2 milletvekilini gezerken verdikleri bilgiler bile farklı farklı ya, farklı farklı. Soruyorsunuz "Burada nasıl bir ağaç kesimi olacak ya da taşınması olacak; kaç tane olacak?" Bana bir rakam, diğer arkadaşımıza başka bir rakam. Diyorsunuz "Burada ne kadar bir rezerv var?" bana başka bir rakam, diğer arkadaşımıza başka bir rakam ama işin özü şuna dayanıyor, diyorlar ki: "2013 yılında devlet bir özelleştirme ihalesi yaptı, işte, bize 'Buradaki koordinatlarda şu kadar rezerv var.' dediler, şimdi biz bunlardan faydalanamıyoruz, paramızı da alamıyoruz." Ya, o insanların parası mı yoksa ekoloji mi, doğa mı, Akbelen Ormanları mı, zeytinlerimiz mi, kadim kültürümüz mü, orada yaşayan insanların köyü mü? Size biri gelse, koordinatlarınızı çizse ilinizde, ilçenizde... Ya, bırakın, evimizin önüne çöp bidonu koydurmayız ya hiçbirimiz. Belediye gelsin, evinizin önüne bir çöp bidonu koysun, hemen belediyenin temizlik işçilerini ararsınız "Bu mahallenin çöpü niye benim kapımda?" dersiniz, itiraz edersiniz ama orada dededen toruna gelmiş bir mirası yok etmek üzere, tahrip etmek üzere burada orayı hiç görmemiş, oranın acısını, kahrını hiç çekmemiş, oradaki mutluluğu, oradaki hüznü hiç yaşamamış insanlar olarak biz yasa çıkaracağız, bir kroki koyacağız, bunun adına da ekonomik istikrar, millî çıkar, enerji bağımsızlığı diyeceğiz ve o insanları yerinden yurdundan edeceğiz. Vallahi buna "Allah'tan kork!" demekten başka bir şey denmez.
Bakın, bu santrallerin ekonomik ömrü on ya da on beş yıl, hadi varsayalım biraz daha fazla olsun. Ya, Paris İklim Anlaşması'na taraf mıyız? Tarafız. Sıfır karbon, nötr karbon hedefimiz var mı? Var. Avrupa Yeşil Mutabakatı'na tabi miyiz? Tabiyiz. Yarın sınırda karbon vergisine tabi miyiz, öyle bir düzenlemeden etkilenecek miyiz? Etkileneceğiz. Ya, değmez ki inanın şurada şu işi yapmaya değmez. Bakın, buradaki santrallerin Türkiye'deki elektrik üretimine katkısı yüzde 2, yüzde 2,2; bu kadar arkadaşlar. Arz güvenliği yüzde 2, 2,2. Türkiye'nin şu an kurulu gücü 120 bin megavatsaat. Peki, bizim şu ana kadar Türkiye Cumhuriyeti'nin gördüğü en yüksek puant kaç? 58 bin megavatsaatlerde yani yarı yarıya; 2 katı bir kurulu gücümüz var bizim. Çok övündüğünüz, itiraz etmemize rağmen "Ya, bu pahalıdır. Enerjide millî diyorsak, bağımsızlık diyorsak Rusya'ya bu nükleer santrali vermeyin, bunu yapacaksanız kendiniz yapın." dediğimiz nükleer santral de devreye girecek. Peki, o nükleer santral devreye girdiği zaman zaten bir kapasite artışımız daha olacak kurulu gücümüzle ilgili. Verilmiş lisanslar var RES'lerle, GES'lerle ilgili; bunlar da devreye girecek, kurulu gücümüz daha da artacak. Bütün üretim içerisinde 2,1; yarın nükleer santralin, GES'lerin, RES'lerin, JES'lerin hayata geçmesiyle sağlayacağı katkı belki yüzde 1'lere gelecek. 2 tane ömrünü tamamlamış bu santral için bu doğayı katletmeye değmez sevgili dostlar. Bu bir vebaldir, hepimiz için vebaldir, özellikle de Komisyon üyesi arkadaşlarımız için bir vebaldir. Bu vebali iyi hesaplayarak iş yapmak zorundayız.
Bakın, başka Akbelen yok, başka Muğla yok yani yeryüzü cenneti bir bölgeden bahsediyoruz. Sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir ekoloji, sürdürülebilir turizm; bunlar bizim için çok değerli, çok kıymetli. Değerli dostumuz bahsetti, yüzyıllık ağaçları taşıyorlar, taşıdıkları zaman o ağaçlar küsüyor, kısırlaşıyor, meyve vermiyor. Peki, meyve vermeyecekse niye taşıyoruz o ağacı biz? O alanların rehabilitasyonundan bahsediyorlar. Bazı işler vardır ki ne parayla ne pulla ölçülemez. Neyi rehabilite ediyorsunuz ya? Uçakla Anadolu'nun üzerinden gezmiyor muyuz, o çukurları görmüyor muyuz, o çukurların içindeki suları görmüyor muyuz? Taş ocağından vahşi madenciliğe kadar birçok yerde Anadolu delik deşik; hangisini rehabilite ettik, hangisinde verim alabildik, hangisinde başarılı olabildik ki burada, Akbelen'de başarılı olacağız; hikâye anlatmayalım birbirimize, yapmayalım. Elimizde çok kötü örnekler var, yanlış örnekler var ve biz burada bu işe "Dur!" demek zorundayız. Ya, bu Meclisin vicdanı 8 kere titremiş, bu işi geri çevirmiş. Danıştay iptal etmiş yönetmelikleri. Israr etmeyelim. Zeytin Kanunu'nun etrafından dolaşarak Maden Kanunu'na 45'inci geçici bir madde ilave etmeyelim arkadaşlar.
ÇED'le ilgili süreçler, ÇED süresinin kısaltılmasıyla ilgili... Ya, ÇED'i süreye sıkıştırmanın ben nasıl bir şey olduğunu günlerdir düşünüyorum. ÇED doğayı, insanı, yaşamı olumsuzluklardan, olası olumsuzluklardan korumak için bir planlama sürecidir, ÇED budur. Siz bir planlama sürecini illa bir süreye sıkıştırmaya çalışıyorsunuz. Peki, süreye sıkıştırdığınız işte yeterli bürokratınız var mı? Yeterli elemanınız var mı? Bunun altyapısını hazırladınız mı? Yok. Peki, altyapısı ne bunun? Susacak bürokrat, karar vermeyecek ama siz buna "zımni onay" diyeceksiniz. Bürokrata aldığı maaşı hak ettiren şey attığı imzadır, verdiği karardır -olumlu ya da olumsuz- "ÇED Olumlu" kararı da verebilir, "ÇED Olumsuz" kararı da verebilir ama attığı imza onu bürokrat yapar. Bürokrat olmayan insanlar devlet kademelerinde genel müdür olamaz, daire başkanı olamaz, müdür olamaz. Peki, bu adamı genel müdür yapacaksınız ama ÇED'e imza atmayacak, suskun kalacak ve biz de bunu olumlu olarak kabul edeceğiz; bunu kabul etmek mümkün değil.
Teklifin maddeleri Anayasa'ya karşı, uluslararası anlaşmalara karşı aykırılıklar barındırmaktadır. O yüzden, bu gönderilen teklif derhâl geri çekilmelidir. Doğal varlıklarımız, gelecek nesillerin yaşam hakkı korunmalıdır. İnceleme süreçlerinin kısaltılarak süper izinler sonucunda çevre güvenliğinin riski oluşacak, projelerin çevresel etkilerinin yeterince değerlendirilmemesi sonucunda doğa korumacı yaklaşımın zayıflamasına neden olur.
Bakın, yeni düzenlemeyle biz, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğüne olağanüstü yetkiler veriyoruz ÇED'le ilgili. Yani kişi gidecek, madenle ilgili başvuru yapacak MAPEG'e, MAPEG dosyayı alacak, bütün izin süreçlerini takip edecek; o süreçte olumlu görüş verenler süreç içerisinde olumsuz görüş veremeyecek, sessiz kalanlar da olumlu görüş vermiş olacak. Şöyle düşünün: Yani bürokrat bir karara imza atarken attığı imzayla hukuki olarak sorumludur, "ÇED Olumlu" kararını verirken de hukuki sorumludur, olumsuz verirken de hukuki sorumludur. Peki, sessiz kalarak "ÇED Olumlu" kararı vermiş oluyor, hukuken ne sorumluluğu var bu arkadaşlarımızın? O zaman bürokrata ne gerek var? O arkadaşa niye soruyoruz biz bu işi? Bunlar tamamen yanlıştır. MAPEG'e bu anlamda verilmiş olan bu geniş yetkilerin de üzerinde konuşmamız gerekiyor.
Bakın, kış ayları, ÇED'le ilgili bir değerlendirme yapacaksınız; hava şartları olumsuz, sahada gözlem yapmanız lazım, sahada ölçüm yapmanız lazım, nasıl yapacaksınız bunu üç ayda? Kim gidip yapacak, o kış şartlarında, çetin hava koşullarında gidip de ÇED'le ilgili değerlendirmeyi kim yapacak? Oturduğu yerden bürokrat kara kara düşünecek "olumsuz" verse eğer amir baskısı varsa, bu konuda basınç yiyorsa sıkıntıya düşecek -sessiz kalarak- olumlu vermek de gönlü razı olmayacağı için, olumlu karar vermek de istemeyeceği için sessiz kalacak ya da art niyetli bir bürokrat olduğunu düşünün, hiçbir hukuki sorumluluğu olmadan "ÇED Olumlu" kararı verebilir ya sessiz kalarak. "Aman kardeşim, biz seni biliyoruz, sen sesini çıkarma." denilse bir bürokrata -ki ben tırnak içinde söylüyorum, Türkiye Cumhuriyeti'nde hiçbir bürokrata bunu yakıştırmam- o zaman ne yapacağız? O yüzden, burada bu zımni onay meselesinin kalkması lazım, bunu hep beraber kaldırmak lazım.
Bakın, Maden Kanunu'nun 7'nci maddesinde yapılan değişiklikle madencilik yapılmasına izin verilen orman alanlarının MAPEG'e devredilmesi öngörülüyor. Bu da 1,2 milyon hektarlık tarım alanını tehdit eder, 28 milyon hektarlık orman alanının yatırımlarla parçalanma riskini arttırır, bu da karbon yutak alanlarını ve gıda güvenliğini tehlikeye sokar. Orman alanlarına daha önce alınmış arama izinleri dâhil tüm maden izinlerinin işletme izni almasına gerek kalmamaktadır. Bu durum, arama, işletme faaliyetlerinin içerdiği süreçleri ve potansiyel çevre etkilerinin farklı olduğunu göz ardı etmektir. Ruhsat vermeden önce yatırımcının diğer kurumlardan alması gereken izinlerin süreci de MAPEG tarafından yürütülecek. Ruhsatlandırma süreçleriyle ilgili kurumlardan izin alınması amacıyla daha önce bir yıl olarak tanınan görüş oluşturma süreci üç aya düşürülüyor.
Kanun teklifinde madenciliğe izin verilen orman alanlarında Tarım ve Orman Bakanlığının yetkilerini sonlandırıyorsunuz. Yani bilgilendirmede de Tarım ve Orman Bakanlığındaki arkadaşlar gelip de "Ya, bizim buradaki yetkimiz şu nedenden dolayı sonlandı." demedi ya da bir bilgilendirmeye gelmedi ya da Tarım ve Orman Bakanlığını yani bu işin uzmanını devre dışı bırakacaksınız, MAPEG bu konuda yetkili olacak; bunu anlamak çok güç. Orman Genel Müdürlüğü gibi saha hâkimiyeti olan kurumların süreçlerin dışında bırakılması ormanları koruma açısından ciddi zafiyet yaratır.
5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun'un 8'inci maddesine beşinci fıkradan sonra eklenen yeni hükümlerle birlikte orman alanları GES yatırımlarına açılıyor. Oysaki Türkiye'de GES'ler için ormanların haricinde birçok uygun alan bulunmaktadır. Bizler yenilenebilir enerji yatırımlarını sonuna kadar destekliyoruz. Keşke rüzgâr türbini yapan, keşke güneş enerjisi panelleri üreten fabrika sayılarımız, sanayicilerimizin sayısı artsa; bunları sonuna kadar destekliyoruz ama getirip güneş enerjisi santrallerini ormanın içine koymanın, ormanlık alanlarda bunları inşa etmenin doğru olmadığını düşünüyoruz. Bakın, Meclis olarak burada -gene bu Komisyondan geçti- sulama amaçlı olarak kullanılmayan göletlerin üzerinde -ki belediyeler de bunlarda isterlerse santral kurabiliyorlar- yüzer GES'lerin kurulmasıyla ilgili kanun geçirdik. Güzel bir şeydi yani orada kurulabilir bu işler, bunları yapabiliriz hep beraber, biz buna muktediriz ama getirip ormana bu GES'lerin kurulmasının çok doğru olmadığını düşünüyoruz.
Dediğim gibi, burada asıl mesele Muğla'daki zeytinliklerdir. Kişiye, şirketlere özel bir düzenleme vardır. Bu özel düzenleme, sadece ve sadece oradan para kazanacak termik santral sahiplerini, oradaki elektrik şirketlerini mutlu eder; onun haricinde, ne bu kanuna ilk imza atan arkadaşlarımızı ne buradaki 600 milletvekilini ne de Türkiye'deki hiçbir vatandaşı mutlu edeceğini düşünmem ben. Hiç kimse eline alıp da baltayla "Ya, ben bugün gideyim bir ağaç keseyim." diye düşünmez burada ya da hiç kimse yoldan geçerken Meclisin içindeki bir ağacın dalına asılıp da "Şunun dalını kırayım." diye düşünmez, yapmaz, herkes ağaç dikmek ister ama maalesef, biz burada -ki sayın ilk imzacı, değerli vekil kardeşimiz de- ne kadar ağaç varlığının buradan taşınacağını -ki biz buna yok edileceği diyoruz, katledileceği diyoruz- bilmiyoruz, belli değildir bu sayı. Yani bir koordinat var, bu koordinatın içinde kaç tane ağaç var, bunların yaşları nedir, sahiplik yapısı kimlere aittir, bunların ne kadarı taşınabilir, ne kadarı taşınamaz; bunlarla ilgili herhangi bir bilgi, veri etki analiz raporunda olmadığı gibi, buradaki ilk imzacı arkadaşımızın sunuşunda da buna denk gelmedik, Bakanlık yetkilisi arkadaşlar da gayriresmî toplantıda bize bu konularla ilgili herhangi bir bilgi vermediler.
4342 sayılı Mera Kanunu'nun 14'üncü maddesinin birinci fıkrasına yeni eklenen (k) bendiyle meraların yenilenebilir enerji yatırımları için imara açılması kolaylaştırılmaktadır. Yenilenebilir enerji kaynakları için ülkemizin yeterince ormanlar dışında, meralar dışında alanları varken meraların bu şekilde kullanımının kolaylaştırılması doğru değildir arkadaşlar. Yine, 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'na eklenen geçici 33, 34'üncü maddelerle yenilenebilir enerji yatırımlarında özel mülkiyete ait taşınmazlar Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu kararıyla acele kamulaştırılabilecektir. Bu uygulama 2030 yılına kadar geçerli olacak, Cumhurbaşkanı 1 defaya mahsus da bunu beş yıl uzatabilecektir. Bakın, mülkiyet hakkını gasbeden bir başka şey var burada, hemen acele kamulaştırma yani neyimiz acele, onu anlamıyorum. Yani biz ülke olarak nerenin daha iyi güneşlenme alanı, nerenin iyi rüzgâr alanı, nereye hidroelektrik santrali kurulabileceğini şimdiye kadar planlamadık mı, bilmiyor muyuz? Biliyoruz, güneşlenme haritalarını biliyoruz, Bakanlığımızın elinde bu konuda bizim bildiğimizin ötesinde çok fazla veri olduğunu biliyorum ama illa bir vatandaşın, illa bir kişinin arazisine gelirse de hemen acele kamulaştırmayla yerinden yurdundan edelim; bunlar doğru şeyler değildir, doğru kararlar değildir, düşünülmesi gerekiyor.
Yapı ruhsatı ve yapı izin belgesi olmayan, işte 2024 12'nci ayın 31'inden itibaren işletmeye alınmış lisanslı elektrik üretim tesisleri yasal statüye kavuşturulacaktır. Biz Komisyonda da sorduk yani kimdir bunlar?
AHMET ÇOLAKOĞLU (Zonguldak) - Komisyonda...
EDNAN ARSLAN (İzmir) - İşte, listesini verin yani kimdir bunlar, hangi santrallerdir? Bunlara izin veriyoruz, imar affı yapıyoruz ve burada da sadece ve sadece bir inşaat mühendisinin vereceği bir raporla bunu sağlayacağız. Buna işte bir ücret konmuş binde 1 oranında yatırım bedelinin ama 30 tane şirket kimdir, sahiplik yapıları kimlerdir, bunlarla ilgili bilgi almak hepimizin hakkıdır diye düşünüyorum.
Şimdi, Paris İklim Anlaşması'na ilişkin ülkemizin beyanında bulunan 2053 karbon nötr hedefine açıkça aykırıdır bu getirmiş olduğunuz düzenlemeler. Kömür kaynaklı termik santrallerin 2045'e kadar teşvik edilmesini sağlayan düzenleme yeşil dönüşüm ve sınırda karbon vergisi açısından ülkemizin rekabet gücünü zayıflatacaktır. Bakın, bu iş, sanayicilerimizi zora sokacaktır. Bu kayıpların sanayicilerimize verebileceği zararları hesapladık mı? Bunların mali analizlerini yaptık mı, etki analizlerinde bunlar var mı? Maalesef bunlar da yok. Yani -biraz evvel bahsettim- ülkemizin kurulu gücü 118.721 megavat, cumhuriyet tarihinde şu ana kadarki maksimum güç tüketimi 58.172. TEİAŞ'ın halka açık verilerinden ülkemizin enerji santrali ortalama emre amadelik oranı yani hâlihazırda bulunan üretim gücü yüzde 55 ile yüzde 60 arasında. Bakın, bu santraller, kapatılsın anlamında söylemiyorum, devreye çıktığında bile -devreye alınamadı- bir teknik arıza olduğunda bile ya, bunu karşılayacak bizim hâlihazırda kurulu gücümüz fazlasıyla var. Baz yükünden bahsediyorlar, İspanya ve Portekiz'in yaşamış olduğu sorunlardan bahsediyorlar; ya, bu santrallerin ikisi bu işi çözmez, çözemeyecek. Zaten yarın öbür gün, 2028'de nükleer santrali tamamen devreye alacağınızı söylüyorsunuz, zaten o baz yükünü fazlasıyla karşılar, eğer onu devreye alacaksak. Yani burada birileri kurtarılarak çok insan mağdur edilecek. Yüzde 1, yüzde 2'lik bir enerji üretimi için... Ki bakın, söylüyorum, ülkemizde çok fazlası var bu kurulu gücün, önümüzdeki dönemde devreye girecek yatırımlarla da çok daha küçük bir orana tekabül edecek bu. Emre amadelikle bu kaybın 13-14 katını dahi biz karşılayabilecekken, sanki bu santralin kömürü gelmezse Ege Bölgesi, Güney Ege, ülkemiz bir elektrik sıkıntısı yaşayacak, bir problem yaşayacakmış algısı yaratılıyor olması son derece yanlıştır.
Sayın ilk imzacı güzel söyledi "2030 yılında kurulu gücün yüzde 65'ini yenilenebilir kaynaklara getirmeyi hedefliyoruz." çok güzel bir hedef, keşke yüzde 80'lere getirebilsek, keşke bunu başarabilsek. Peki, bu, 2030, beş sene; yüzde 65'e geldiğinde ya, bu santrallerin bir önemi kalmayacak, zaten ekonomik ömrünü doldurdu, zaten ekonomik ömrünü doldurdu bu santraller. O yüzden burada zeytini yok eden, doğayı dönülmez bir şekilde tahrip edecek olan bu yasa teklifinin derhâl geri çekilmesi gerekiyor.
Ayrıca, Aralık 2023 tarihinde Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Hükûmetler Arası Komitesi Türkiye'nin zeytin yetiştiriciliğiyle ilgili geleneksel bilgileri, yöntemleri ve uygulamalarını UNESCO Acil Koruma Gerektiren Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi'ne kabul etmiştir. Ya, siz böyle bir listeye kabul edilmişsiniz ve 2027 yılında mevcut durumunuzu, zeytin yetiştiriciliğiyle ilgili geleneksel bilgileri, yöntemleri, uygulamaları rapor edeceğiniz, fonlardan faydalanacağınız bir UNESCO kültür mirası listesine dâhilken burada zeytinleri katledeceksiniz. Peki, 2027'de ne yazacaksınız bu rapora? "Biz Akbelen'de ağaçları kökledik, söktük, götürdük, bilmem nereye diktik; tutarsa Allah'tan, tutmazsa kuldan." mı diyeceksiniz? Ne diyeceksiniz yani? Ne diyeceğiz yani? O yüzden, bu teklif son derece sakıncalıdır. Zeytincilik açısından, zeytin yetiştiriciliği açısından... Belki zeytin kimileri için sadece kahvaltısında yediği tanedir, kimi için salatasına koyduğu yağdır ama -biraz evvel sayın vekilimiz çok güzel anlattı- o bölgede yaşayan insanların umududur, ekmeğidir, vatanıdır, yurdudur, onların yuvasıdır. O yuvayı dağıtmak, orayı tahrip etmek, geri dönülemez bir doğa katliamına ortak olmak bizim Gazi Meclisimize asla yakışmıyor. Yukarıda bahsettiğim, anlattığım arkadaşlarımızın da çokça bahsettiği ve bahsedecekleri ki burada sektör paydaşları var, bu konuya duyarlı sivil toplum örgütleri, vakıflar var, onların söyleyecekleri de çok kıymetli, çok önemli şeyler söyleyecek onlar da çünkü onlar o işi bize göre çok daha fazla yaşıyorlar, çok daha fazla o işin kahrını çeken insanlar. Geri dönülemez bir yıkıma "Dur!" demek bu Gazi Meclisin görevidir. O yüzden ben bu teklifin geri çekilmesini, bu teklifi getiren arkadaşların da bu konuda -samimiyetle söylüyorum bunu- rahatsızlık hissettiğini düşünüyorum. Bu konuda vicdanen rahatsız olduklarını düşündüğüm için de bunu tekrar konuşup, müzakere edip geri çekilmesini teklif ediyorum.
Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)