Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
Konu | : | Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3147) münasebetiyle |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 31 .05.2025 |
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Ben de herkesi saygıyla selamlıyorum.
Evet, yine bir yargı paketi, yine Komisyon salonundayız ve yine daha önce yapılan değişiklikler üzerinden kaçıncı kezdir geçiyoruz. Yargı paketleri, paketleri... Yani son on yılı bilen bir yerden bunu söylüyorum, bilen arkadaşlar da var ve maalesef şu anda Türkiye'nin en temel gündemlerinden biri infaz paketi oldu bir anda. Neden? Çünkü bir beklenti yaratıldı ve bundan öncesinde tabii ki içinde yaşadığımız siyasal iklim çok önemli. Uzun yıllar sonra bir barış ve demokratik toplum talebi vücut bulmuş hâlde ve aslında yüksek sesle ifade eden, etmeyen herkeste artık bu barışın tesis edilmesini, artık Türkiye'de hukukun üstünlüğünün geçerli olmasını, artık demokrasinin ekmek kadar, su kadar büyük bir ihtiyaç olduğu konusunda aslında geniş bir görüş birliği oluşmuş durumda. Sürekli sahada olan bir arkadaşınız olarak söylüyorum, gittiğimiz her yerde -ekonomi tabii ki önemli, yaşam koşulları tabii ki önemli, kadın cinayetleri tabii ki önemli ama- ilk sorulan soru "Bu süreç nasıl olacak?" Devam ediyor "Umarız nihayete erer, umarız bu çatışmalı ortam biter, umarız bu ayrımcılık biter ve tabii ki umarız bu demokrasi tam anlamıyla vücut bulur." Şimdi, böyle bir zaman diliminde bu infaz paketinin, yargı paketinin bu şekilde ayrımcı ve eşitsiz bir içerikle gelmesi önemli; asıl tartışılan mesele bu. Tabii ki bu süreçte, Sayın Bahçeli'nin çağrısı, Sayın Öcalan'ın bu konuda 27 Şubat açıklaması ve sonrasında yapılan bütün açıklamalarda ortada tabii ki pazarlık yok. Doğru, biz de bunu defaatle ifade ediyoruz. Ortada bir al-ver süreci yok, bir pazarlık yok ama ne var? Barışın tesisi ve tabii ki demokrasinin inşası var, demokratik bir toplumu hep birlikte yaratmak var. Şart yok, pazarlık yok ama gereklilikler var. Bazı meselelerde şart olmasına gerek yok yani neticede silahlar olmayacaksa, farklı bir iklime uyanacaksak şu anda yasalarda var olan bu ayrımcı uygulamaların da son bulması gerekiyor; bu bir gereklilik, altını çizerek söylüyorum. Bu infaz paketine bakarken ilk ne hissettim? İnanın, ilkin Kürt meselesini gördüm; yine Kürt'e hukuk yok, yine demokrasi yok. Ha, sadece Kürt'e değil Kürt'ün yanında durana da dostu olana da muhalefet edene de yok yani bunu da altını çizerek söyleyeyim. Birazdan açacağım ne kastettiğimi. Çok yargı paketi tartışmalarında bulundum. Uyum yasalarını anlatmayacağım, Adalet ve Kalkınma Partisinin 2002'den sonra "Avrupa Birliğine uyum" adı altında attığı ileri adımlara atıfta bulunarak söylüyorum. Sonra, 2007'de tekrar geri adımlar atıldı PVSK'de değişiklikler yapıldı, tekrar güvenlik meselesi 11 Eylülden sonra bütün özgürlüklerin önüne geçti yani bunu yakın tarih açısından hep birlikte yaşadık maalesef ve TMK tartışmaları Türkiye'de hiç bitmedi aslında. Terörle Mücadele Kanunu niye var, niye cezaları artırıyor, düşünce ve ifade özgürlüğü neden suç olmaya devam ediyor; neden her söz, her etkinlik, her demokratik tepki -tırnak içinde- terörle ilişkilendiriliyor? Bu tartışmalar yeni değil yani bizler için son on yılları kapsıyor ve maalesef, ifade özgürlüğü hep sorun olmaya devam etti ve Türkiye ne yazık ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde -sayı vermeyeceğim- ifade özgürlüğü konusunda çok sayıda, sayısız ihlal kararıyla muhatap olan bir ülke konumunda. Ben avukatlık yaptığım yıllarda Avrupa İnsan Hakları mahkemesine çok başvuru yapan birisi olarak da o dava dosyalarını kısmen bilirim yani hangi maddelerden nelerin ihlal kapsamına girdiğini. Bu TMK'nin etkisi artık öyle bir hâle geldi ki alelade bir yurttaş toplumsal bir gösteriye katılması ya da herhangi bir konuda açıklama yapmış olması, birisinin yanında durmuş olması, bir görselin arkasında olması gibi sebeplerle örgüt üyeliğinden, örgüt adına suç işlemekten ceza alıyor, hâlâ da alıyorlar yani bu eski değil, bunlar devam eden uygulamalar. Yani gazeteciler sadece örgütle ilgili bir haber yaptığı için tutuklanabiliyor ve maalesef, bu devam ediyor. Özcesi, TMK düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda tüm hakları, temel hakları ihlal ediyor ve bu hâlâ devam ediyor. Aslında Anayasa'ya aykırı Terörle Mücadele Kanunu fakat bir yasa olarak düzenlendi ve yapılan değişikliklerle hakların ve özgürlüklerin önünde TMK bir duvar gibi âdeta yükseldi ve maalesef bu duvar devam ediyor.
Sanırım, burada önemli oranda hukukçular olarak bulunuyoruz. Mesela, 3713'te düzenlenen hiçbir suç aslında 5237 sayılı TCK'de cezasız değil, hepsi var yani bütün suçlar tanımlanmış. Yine, özel soruşturma usulleri 5271'de, Ceza Muhakemesi Kanunu'nda var fakat nedense ayrıca ek bir dikişe, halk diliyle çift dikiş hâline getiriliyor ve baskı artırılıyor. Bugünkü önümüzdeki paket de dâhil, TMK hariç. TMK demek ne demek? Kürtler hariç diyorlar. Kürtlerle ilgili, Kürt meselesiyle ilgili yaptığınız her konuşma, her söz, her fiil, her siyasi etkinlik ya da siyaset yapma TMK kapsamında değerlendiriliyor. Maalesef, bugün işte en çirkin suçları işleyenler, toplumda aslında dışlanan, kabul edilmeyen insanlar Covid yasasıyla pandemi döneminde serbest kaldılar. O zaman çok güçlü bir muhalefet yapmıştık, siz siyasi sebeplerle içeride olan insanlara ölüm emri veriyorsunuz demiştik. İşte, şu anda bütün bu konuştuklarımızı o zaman da ifade etmiştik ve maalesef haklı çıktık. Ne oluyor? İşte, tacizden, tecavüzden, hırsızlıktan, çetecilikten, uyuşturucudan suç işleyenler Covid'den yararlandı ama Kobani davasından arkadaşlarımız hâlâ cezaevindeler ve galiba bir yıl on gün oldu, daha artıyor süre, hâlâ gerekçeli karar yazılmadı. Sadece örnek olarak söylüyorum. Bu Kobani davası ki içinde bütün MYK üyelerimiz o dönemde ve önceki dönem Eş Genel Başkanlarımız Sevgili Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş da hâlâ 9'uncu yılında, beş ay sonra dokuz yılları dolacak, cezaevindeler. Dokuz yıl demek ne kadar kolay, değil mi? Dokuz yıl yani özgürlüklerinden yoksunlar ve tek bir -tırnak içinde- suçları var: Siyaset yapmak, muhalefet etmek.
Yine, o dönemde çıkan bütün kanunlarda TMK hariç, Kürtler hariç, muhalifler hariç kanunlar çıkarıldı, düzenlendi ve bugün, işte "Covid düzenlemesi eşit uygulansın." dedik, iktidar sözcülerinin yaptıkları açıklamalarda büyük bir beklenti oluştu gerçekten. Sadece ayrımcılığa uğrayanlar değil gerçekten sadece Covid sebebiyle dışarıda olup tekrar cezaevine gitmesi gereken de on binlerce insan var, bir de uygulanması gereken, TMK kapsamındaki şüpheliler de var. Hiçbiri konulmadı pakete ve şu anda gerçek bir infial hâli var cezaevlerinde, telefonlarımız susmuyor, mesaj kutularımız gerçekten boşalmıyor. Bununla ilgili kanun teklifinde mesela her zaman, her yerde ve herkes için suç oluşturan yağma, hırsızlık -tekrar edeyim- kasten yaralama, örgüt kurmak gibi suçlardan indirim öngörülüyor ama şiddet unsuru içermeyen, tamamen düşünce ifade özgürlüğü kapsamında ya da demokratik tepki kapsamındaki fiiller dava dosyaları sebebiyle maalesef kapsam dışı bırakılıyor bunlar. İşte, ayrımcılığı daha nasıl tarif edebiliriz? Onu da bilmiyorum. Açık bir eşitsizlik hâli var.
Hukuk fakültelerinde hepimiz öğrendik, kanunlar genel olur, soyut olur, o kanunu okuduğunuzda kimler için geldiğini, kim için geldiğini bilemezsiniz ama bizde artık kanunlar kişiye göre, kimliklere göre, inançlara göre, cinsiyetlere göre tasnif edilebiliyor. Ben Feti Bey'in söylediği uygulamayı ayrıca değerlendireceğim, doğru, uygulamada da sorun var ama bir de kanunun kendisinde, özünde zaten ayrımcılık var, özünde. Uygulayıcının eline gitmesine gerek yok. Şimdi, düzenleme yapıyoruz, diyoruz ki: "Şu, şu, şu maddeler hariç." Artık onu söylemeye bile gerek duyulmuyor "TMK kapsamındaki suçlar hariç." deniyor ve bugün ülkemizde en fazla ihtiyaç duyulan şey, hakikaten, demokrasi, eşitlik, özgürlük ve tabii ki adalet, ilk başta da adalet geliyor ve bu kanunda maalesef, bunların hiçbiri söz konusu değil. Şunu da söyleyeyim: Demin, böyle kendimce bir şema çıkardım. Şimdi, ayrımcılığı ifade etmek için sadece birkaç madde söyleyeceğim. Yargı herkes için yargılama yapar, tabii hâkim ilkesine göre önceden bellidir değil mi kimin nerede yargılanacağı? Ayşe ve Baran, ikisi de yargılanıyor; TMK kapsamındaki suçlardan Baran yargılanıyor, diğeri Kayseri'de oturan Ayşe olsun. Ne oluyor? Ayşe'ye ceza veriliyor, cezasını yatıyor, denetimli serbestlikten yararlanıyor, İnfaz Yasası'ndan yararlanıyor, asla ikametgâhının olduğu ilin dışında bir cezaevine gönderilmiyor, infazı uzatılmıyor, hücrede kalmıyor, kötü muameleye maruz kalmıyor yani bu İnfaz Yasası'nı tarif ediyorum. Peki, Baran'a ne oluyor? Baran ceza alıyor, TMK kapsamında bu artırılıyor, yarı oranında artırılıyor, infazı Ayşe'ye göre neredeyse 2 katına yakın, dörtte 3 oranında infazını yatıyor. Baran Diyarbakırlı olsun, Diyarbakır'da cezaevinde kalamıyor; Edirne'ye götürülüyor, Silivri'ye götürülüyor, Trabzon'a götürülüyor, başka bir ile, binlerce kilometre uzakta bir cezaevine götürülüyor. Bu da yetmiyor, Baran cezasını tamamlıyor, kanuna göre şartla salıverilmesi lazım; hayır, burada yine çıkarılan bir yasaya göre gözlem kurulu rapor veriyor, diyor ki: "Sen elektriği fazla harcadın, ben senin infazını uzatıyorum üç ay." Başka bir üç ay daha geçiyor, tekrar çağırıyorlar Baran'ı -bunlar bildiğim örnekler bu arada- gözlem kurulu çağırıyor -bunları gerçekten espri olsun diye söylemiyorum- "Sen fazla kitap okuyorsun, altı ay daha uzattım." diyor ve bunu uzattıkça uzatıyorlar, üç yıla kadar uzatılanlar var galiba. İnfaz süreleri uzatılıyor, hücrede tutuluyor bazıları. Mesela, geçen hafta, on gün önce Dumlu Cezaevine gittim -benim vekili olduğum il Erzurum- ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlara göre yapısı var, mimari yapısı ama görüştüğüm hiç kimse ağırlaştırılmış müebbet değildi, tutukluydu; hepsi tek kişilik hücrelerde kalıyordu. "Niye?" dedim, Müdürle görüştüm, idareyle "Bu, bizim sorunumuz değil. Adalet Bakanlığı buraya sevk etmiş. Bu nedenle biz burada yatırıyoruz." dediler. Telefonla görüşme süresinden açık görüş süresine kadar, ailelerin aranmasına kadar tamamen bir ayrımcılık var. Eşit değil, Baran ve Ayşe kanun önünde, Anayasa önünde eşit değil çünkü onun kimliği, dili, varlığı reddediliyor çünkü kabul edilmiyor; bunun kökeni budur, bir ret ve inkâr politikasıdır yani bunun istediğimiz kadar aksini söyleyelim. Denetimli serbestlikten de yararlanamıyor. Şimdi, önümüzdeki infaz taslağına göre evde infazdan da yararlanamıyor -konutta infaz diyoruz galiba- işte, indirim oranları var, ondan da, hiçbir şeyden yararlanamıyor Baran ya! İşte budur, adaletsizlik burada. Hani hukuk ve kanunlar geneldi, hani soyuttu, hani bütün yurttaşlara eşit uygulanırdı? Hayır, bu ülkede bir eşitlik hukuku yoktur ve tam da bu eşitlik hukuku için umudu büyüttüğümüz, bunun çalışmasını yaptığımız ve inandığımız bir barış ve kardeşlik sürecinin görüşüldüğü, tartışıldığı bir iklimde böyle bir kanun teklifinin gelmiş olması hakikaten büyük bir talihsizlik olmuştur. Yani, ben en yumuşak hâliyle söylüyorum. Yoksa bu arada, beklentiyi de biz yaratmadık. Biz her konuşmamızda "Pazarlık yok, şart yok." dedik. "Biz bu sürecin her hâlükârda yürümesinden yanayız." dedik. İşte buna ilişkin, maalesef, yine keyfiyete ve ayrımcılığa dayalı bir kanun teklifi önümüzde duruyor ve suç türünden, suçlunun kişiliğinden ayrı uygulamalarla karşı karşıyayız infaz sürelerinde ve hakikaten bu şartlı salıvermeden bile faydalanmamalarının hukuki anlamda, Türkiye'nin taraf olduğu ulusalüstü sözleşmelere göre de hiçbir dayanağı yok. Yani kanun hiç gelmeseydi, emin olun, bu kadar büyük bir hayal kırıklığı, daha doğrusu bu kadar büyük bir infial oluşmazdı çünkü çalışmalar devam ediyor olacaktı. Önümüzdeki günlerde umarız ve dileriz ki İnfaz Yasası da Türkiye hukukunda bulunan bütün bu ayrımcı uygulamalar da ayıklanır, yargı kararlarından da umarım yargı da... Uygulamada nasıl oluyor? Uygulamada da maalesef, kişiye göre, kimliğe göre, dediğim gibi, kadın olmana göre kararlar değişebiliyor. Mesela "Kadına yönelik suçlarda cezasızlık politikası var." derken biz meselenin pratiğinden söz ediyoruz; biz "İşkence failleri ceza almıyor." derken kamu görevlilerinin korunmasından söz ediyoruz; biz Kürtlere yönelik uygulamalarda en ciddi suçlarda yaşam hakkında zaman aşımı ve beraat kararlarını anlattığımızda "Kürt'e karşı suç işlemek serbest." diyoruz. Yahu, Musa Anter'in davası kapatıldı ya! Bu ülkede "koca çınar" dediğimiz, bizim "Ape Musa" dediğimiz büyük bir gazeteciden söz ediyorum. Yani sabit olan bütün fiiller bu ülkede zaman aşımı ve beraatle sonuçlandırıldı ama artık bu yetti gerçekten! Hiçbirimiz bunları hak etmiyoruz, Türkiye'de 86 milyon yurttaş bunu hak etmiyor. Sadece Kürtler değil, her bir birey de bu haksızlıktan, bu ayrımcılıktan, bu eşitsizlikten nasibini alıyor çünkü ayrımcı uygulamalar bulaşıcıdır. Mesela, kayyum uygulaması. Üçüncü dönemdir bizim belediyelere kayyum atanıyor ve bu dönem maalesef CHP'li belediyelere yönelik de bu uygulama genişledi. Mesela, bunun hukukla izahı mümkün değildir, adaletle izahı mümkün değildir, gece yarıları, sabaha karşı insanların evlerine baskın yapılarak gözaltına alınmaları hukuki değildir; bunu kesinlikle kabul edilemez buluyoruz. Sonuçta, sabit ikametgâh sahibi olan, istenildiğinde mahkemeye, savcılığa gidebilecek olan, seçilmiş, halk oylarıyla seçilmiş temsilcilerin, belediye meclisi üyelerinin, belediye başkanlarının bu şekilde gözaltına alınmasını doğru bulmadığımızı da ifade etmek istiyorum ve bu, bizim de sıkça yaşadığımız bir mesele.
Son olarak şunu da söyleyeyim, Kürt meselesi ve ret ve inkâr meselesinden söz etmişken belediyelerle bağlantılı bölümünü söyleyeyim. Belki vekil arkadaşlar bilmiyordur, Türkiye'de çok yeni bir dava tipi var, biliyor musunuz? Kent uzlaşısı davaları, kent uzlaşısı. Bu ne demek? Kürtlere... Üstelik savcı bunu talep yazısına yazmış ya, inanamadım o savcıya, demiş ki: "Bu seçimler vasıtasıyla belediye meclisinde yer almak, belediye başkanını belirlemek." Yani oy vermek, oy almak. Kürt'ün İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de, Antalya'da, Kocaeli'de ve Türkiye'nin diğer bütün illerinde -batı illerinde- oy alıp vermesi suç konusu diye yargılama konusu şu anda. Ben on gün önce İstanbul'da kent uzlaşısı davasını izledim; hakikaten, hani "İzahı olmayanın mizahı olur." derler ya, mizah da yapamıyoruz çünkü arkadaşlarımız tutuklu, çünkü cezaevindeler. Sonuçta, partiler tabii ki görüşürler, tabii ki ittifak yaparlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı herkes tabii ki aday olabilir, tabii ki oy isteyebilir, tabii ki istediğine oy verebilir. Umarız, bu ucube durumun da sonlanması için gerekli bir çaba gösterilir.
Sayın Başkan, son olarak şunu söylüyorum: Umarım, bu eleştirilerimiz, bu değerlendirmelerimiz ve önerilerimiz bu eşitsizliğin, bu ayrımcılığın en azından Komisyon aşamasında giderimine katkısı olur; bir daha gözden geçirmememiz için hiçbir sebep yok. Ben bütün milletvekili arkadaşları da bu değişikliğe onay vermeye davet ediyorum.
Teşekkür ediyorum.