KOMİSYON KONUŞMASI

ZÜLKÜF UÇAR (Van) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Ben de Komisyonun değerli üyelerini ve değerli bürokratları selamlıyorum.

Tabii, genel olarak pakete ilişkin dün bir değerlendirme toplantısı, daha doğrusu bilgilendirme toplantısı yapılmış, orada da kısmen maddelerine ilişkin kısmi paylaşımda bulunmuştuk. Açıkçası o bilgilendirme toplantılarını da Komisyon olarak sık sık yapıyorsunuz, bu anlamda ben önemsiyorum, teşekkür de ediyoruz. Genele ilişkin olarak tabii ki Dilan Vekilimin de söylediği gibi aslında toplumun, halkın beklentisi hele hele bu bayram arifesinde infaza yönelik bir yargı paketi iken bugün maalesef Karayollarına ilişkin, Karayolları Trafik Kanunu'na ilişkin bir yargı paketini görüşmek üzere toplandık. Bu paketi önemsemiyoruz anlamına gelmiyor ama şu an toplumun yoğun bir şekilde beklentisi olan infaza dair bir beklentiye bir karşılık vermek gerekiyordu ki bu karşılığı, bu beklentiyi oluşturan da sadece toplumun beklentisi değildi, aynı zamanda Adalet Bakanlığının ve ilgili iktidar milletvekillerinin açıklamalarından da bu beklenti kamuoyunda yoğun bir şekilde oluştu, şimdi bir beklenti oluşturduktan sonra bir noktadan sonra hâlâ buna ilişkin bir paketin Meclise sunulmamış olması bence sorundur. Aynı zamanda Dilan Vekilimiz söyledi, bizim almış olduğumuz bir duyuma göre sunulması muhtemel olan pakette Covid yasasına ilişkin, bu eşitsizliği ortaya koyan kanunlardan biri olan Covid yasasına ilişkin bir düzenleme daha önce Bakanın kendisi tarafından da açıklanmış olmasına rağmen paketten çıkarıldığı yönünde bir duyum aldık. Dilan Vekilim bunu gayet iyi bir şekilde ifade etti ama ben tekrar söyleyeyim. Toplumun beklentisi bu yöndedir, Covid yasasının da bu paketten çıkarılmadan -tekrardan değerlendirilerek- pakete dâhil edilerek ve bayram öncesinde de yasalaşması sağlanarak Meclise getirilmesi önemlidir, elzemdir diyorum; bu noktadaki iyi niyetimizi hâlâ koruduğumuzu da belirtmek gerekiyor.

Tabii, bunun dışında, ülkede hakikaten yargısal olarak birçok sorun yaşanıyor ama yaşanan süreç, 1 Ekimde başlayıp 27 Şubatta açıklanan barış ve demokratik toplum inşasına ilişkin çağrıyla birlikte aslında meseleye biz sadece salt birkaç yasada, kanunda yapılacak düzenleme olarak bakmıyoruz, mesele ülkedeki bütün halkların, bütün toplumların bir arada yaşamını kuvvetlendirecek, güçlendirecek ve bin yıllık kardeşliği pekiştirecek genel bir bakış açısıyla ve bütün sahici bir yaklaşımla bir toplum sözleşmesini birlikte yapmaktır. O yüzden mesele bizim için sadece bir infaz paketinde yapılacak olan düzenleme değil, genel bir bakış açısıyla toplumun tamamının dâhil edilebildiği -ki bunun içine Anayasa da dâhildir- herkesin içinde kendisini görebileceği ve aidiyet hissedebileceği bir ortak yasayı, bir toplum sözleşmesini birlikte yapmasıdır. O yüzden ülkede yaşanan sorunların çözümünün de olduğunu görüyoruz, söylüyoruz.

Pakete ilişkin olarak da elbette maddelere geçtiğimiz zaman bazı maddelere ilişkin önerilerimiz, değerlendirmelerimiz olacaktır ama genel olarak şunu söylemek lazım: Bizde de aynı kanaat söz konusudur, bu getirilen teklifle aslında caydırıcılık her ne kadar amaçlanmışsa da aslında vergisel anlamda vatandaşın, toplumun sırtına yeni bir yük yüklenmeye çalışılmaktadır ve bu yük maalesef daha önceki bu en azından Karayolları Trafik Kanunu'ndan kaynaklı cezalara ilişkin çok daha ağır bir yükümlülük öngörmektedir. Bunun temel olarak yaklaşımının yeni bir kaynak arayışı olduğunu daha önce burada bulunan vekil arkadaşlar ifade etti, biz de aynı şekilde buna katıldığımızı belirtmek istiyoruz çünkü bunun başka bir açıklaması yoktur. Zira sadece trafik kazaları, 2 ülkede trafik kazalarının çok yoğun yaşandığını hepimiz biliyoruz. Örneğin, Avrupa Ulaşım Güvenlik Konseyinin raporuna göre Türkiye yine her zaman olduğu gibi listede 1'inci sırayı paylaşıyor, 1'inci sırada ve Türkiye'de yaşanan kazaları oransal olarak paylaştığında Türkiye'de bu 78 iken İsveç'te mesela 21 civarlarında. Bunun birçok sebebi var ama bunun sebebi yalnızca trafik cezalarını artırmakla yetinmek değildir yani caydırıcılık dediğimiz sadece trafik cezalarını katbekat bir artırım sağlayarak toplumun trafik kazaları yaşamaması için ya da trafikte nasıl yaklaşması gerektiğine ilişkin bir belirleyicilik ortaya çıkartılamaz. Bu, sadece demin de söylediğimiz gibi devletin bütçesine katkı sağlamayı amaçlayan bir düzenlemedir. Zira bu caydırıcılığı sağlamanın yolu eğer toplumda trafik kazalarına yönelik, vatandaşın araç kullanırken ya da trafikteyken uyması gereken kurallara yönelik bir hakiki ve sahici bir yaklaşım düşünülüyorsa sadece cezaları artırmakla değil, bunun eğitim kısmı vardır, sağlık kısmı vardır, bunun aynı zamanda zihinsel bir yaklaşım meselesi olduğu görülmelidir.

Aynı zamanda bu pakette aslında biz çok net bir şekilde söyleyebiliriz ki devletin yapması gereken yükümlülükler maalesef bu pakette gizleniyor, sadece vatandaşa vatandaş sorumlu, suçlu gösterilerek bir noktada devletin sorumlulukları gizleniyor. Burada sadece vatandaşın yapmış olduğu hatalardan kaynaklı meydana gelen trafik kazalarından söz etmiyoruz, aynı zamanda devletin yükümlülüğü gereği yollarda yapması gereken yükümlülüklerini yerine getirmemesinden kaynaklı kazalar da vardır ama bunun için en başta toplumda ciddi manada bir zihinsel dönüşüme sebep bulmak gerekmektedir. Bu da elbette bir eğitim süreciyle, daha ilkokul yaşlarından itibaren başlamak üzere bir eğitim süreciyle başlar. Altyapı dediğimiz, özellikle yollarda kazaların oluşmasına engel olabilecek her türlü tedbirin alınması gerekir, bu noktada da ciddi manada sorunlar vardır. Eğitimden söz ettik, zihinsel dönüşümden söz ettik ve dediğimiz gibi cezaların önüne geçebilecek sosyal, psikolojik yöntemlerin uygulanması gerekmektedir. Ayrıca hapis cezalarından bahsediyoruz. Dün burada da kısmen bahsetmiştim, mesela bir trafik kazası meydana geldikten sonra -yaralamalı veya ölümlü fark etmiyor- basit taksirle yargılanma gibi bir durum söz konusudur ki bu, aslında kişinin sırf tutuklanması kazadan dolayı değil, yaşanabilecek kargaşadan ya da taraflar arasında doğabilecek husumetlerin önüne geçebilmek için kısa süreli yaşanan tutuklamalardır ama sonrasında yargılamalar neticesinde verilen cezalar hiçbir zaman bilinçli taksir düzeyine ulaşmamış, basit taksir düzeyinde kalmış. Verilen cezalar çok cüzi miktarda kalmış, en nihayetinde ya para cezasına ya HAGB'ye ya da ertelemeye tabi tutularak, ertelenerek vatandaş, aslında, bir noktada bu trafik kazalarından kaynaklı meydana gelen sonuçlardan biri olan cezai yaptırımdan aslında hak ettiği, olması gereken sonuçla karşı karşıya kalmamıştır. Bir kere, yapılacaksa, en başta cezai anlamda, meydana gelen trafik kazalarındaki yargılamaların sonucunda işin basit taksirle yargılanmasının önüne geçecek, yargısal anlamda, cezai anlamda da düzenlemelerin yapılması elzemdir. Tabii, yine cezalar, burada ceza miktarları belirtilirken burada birçok milletvekilim paylaştı, en son üstadım da rakamsal olarak da ayrıntılı olarak paylaştı, katbekat 150 kat, 200 kat, 10 kat gibi miktarlardan söz ediyoruz, artışlardan söz ediyoruz. Bunun da aslında yine ceza hukuku anlamında ve idare hukuku anlamında da maalesef yine Anayasa'yı açıkça ihlal ettiğini de arkadaşlar ifade etti. Ben sadece burada somut bir örnek olarak kayda geçsin diye söylüyorum. Mesela Türk Ceza Kanunu'nun 52'nci maddesi adli para cezasının alt ve üst sınırını belirler, "beş günden yedi yüz otuz güne" diye ifade eder ve günlük 100 lirayla en fazla 500 TL olarak bunu belirler. Bir ceza aldığınızda bunun bir yıllık karşılığı yedi yüz otuz gün üzerinden vurduğunuzda 146 bin TL gibi bir miktara denk gelir. Bakın, bir cezanın yıllık karşılığından söz ediyoruz ama biz burada bir ehliyetin devlet tarafından ya da mahkeme kararıyla alınmasından sonra ikinci bir ihlalde 200 bin TL gibi miktardan söz ediyoruz, fahiş, devasa miktarlardan söz ediyoruz. Bir tarafta Türk Ceza Kanunu'nun öngördüğü, 52'nci maddede öngördüğü, adli para cezalarında bir yıllık maksimum sınır 146 bin TL iken ama tek bir fiille, tek bir trafik cezasıyla vatandaşa 200 bin TL gibi fahiş cezalar verilebilecek yani dolayısıyla burada adli para cezası ile idari para cezası arasındaki orantı doğru belirlenmiş değil, tıpkı yasanın tümüne bakılırken aslında bu dengenin gözetilmediği gibi.

Yine, çözüm noktasında eğer bir yaklaşım isteniyorsa Avrupa modelleri incelenmelidir. Mesela Avrupa'da, sanırım Amerika, Kanada gibi ülkelerde uygulanan bir sistem, alkollü araç kullanan bir kişi cezai işlem uygulandıktan sonra ikinci bir kez aracını kullanılmadan önce aracına takılan alkol kilidi testini uyguladıktan sonra ve alkol kilidinde herhangi bir alkol belirtisi yoksa o zaman aracını kullanabiliyor. Mesela bunun gibi örnekler uygulanabilir mi? Uygulanabilir ama biz bunu uygulamaktansa vatandaşa 200 bin TL gibi çok aşırı yüksek miktarlarda ceza uygulayarak caydırıcılığı sağlayabileceğimizi düşünüyoruz, yanılıyoruz.

Yine, mesela, Avrupa'nın bazı ülkelerinde uygulanan kişinin ekonomik ve sosyal durumuna göre cezai işlemin uygulanması gibi durum söz konusudur. Bir asgari ücretli 18 bin TL alıyorken ona bir hız sınırında -az önce arkadaşlar söyledi- 30 bin, 40 bin, 50 bin gibi devasa miktarların verilebileceği bir ceza miktarından söz ediliyor ama bir asgari ücretlinin bir hız sınırına girmesinden sonra ödeyeceği bu miktar hakikaten enteresandır yani buna doğru yaklaşmak lazım ve kişinin ekonomik ve sosyal durumuna göre Avrupa'daki örnekler de dikkate alınarak yeni bir uygulamanın hayata geçirebileceğini düşünüyoruz.

Yine, rehabilitasyon süreci de doğru uygulanmalıdır. Mesela Avrupa'da yine bunun örnekleri vardır, uyuşturucu veya uyarıcı madde etkisinde araç kullanan bir kişiye verilen cezadan sonra belli bir süre o kişi bir rehabilitasyon sürecinden geçer o rehabilitasyon sürecini tamamladıktan sonra tekrar aracı kullanılabilir. İşin özü, demek istediğimiz, aslında, genel olarak yapılmak istenen eğer caydırıcılıksa bunun yolunun cezaları artırmak olmadığı anlaşılmalı, görülmeli, işin ekonomik, sosyal, hukuki boyutları da tüm boyutlarıyla birlikte ele alınmalı ve kanunlar arasında Anayasa’nın da ilgili hükümleri gözetilerek kanunlar arasında çelişkilere sebebiyet vermeyecek şekilde düzenlemeler yapılmalıdır.

Yine, az önce söylediğim bir hususa ayrıca detaylı bir şekilde girmek istiyorum çünkü dün bilgilendirme toplantısında bu kısma gireceğimi özellikle belirtmiştim. Niye bunu önemsiyoruz? Zırhlı araçlarla ilgili yaşanan kazalardan bahsetmiştik -ki bu genelde kürdistan bölgesinde yaşanan, Van'da, Amed'de, Batman'da yaşanan kazalar- İnsan Hakları Derneğinin 7 Haziran 2023 yılında açıkladığı bir raporu var; son on beş yılda 21 çocuğun zırhlı araçlardan kaynaklı yaralandığını, 44 kişinin de vefat ettiğini açıklayan bir raporu var. İnsan Hakları Derneğinin 2023 yılındaki raporu. Tabii, bu 2023'ten sonraki yaşanan kazaları söylemiyorum. Bu zırhlı araçlardan dolayı meydana gelen kazalardan sonra peki yargılama nasıl yürüdü? Çoğu zaman yargılama ilgili kolluk görevlisinin, jandarmanın, polisin KYOK'la yani kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlarla sonuçlanmasına ya da ceza kovuşturma aşamasına dönmüşse kovuşturma aşamasında adli para cezasına, çok cüzi miktarlarla ya da çoğunlukla beraatla sonuçlanmasına giden bir soruşturma süreçlerini hepimiz biliyoruz. Mesela, örnek olarak, Şırnak Silopi'de 2017 yılında yaşanan bir kazadan, bir zırhlı araç tarafından gerçekleşen kazadan bahsetmek gerekiyor. 2017 yılında Silopi'de bir zırhlı araç gece evin içine girerek 2 çocuğun ölümüne sebep oluyor, uykusunda ölümlerine sebep oluyor; Muhammet ve Furkan Yıldırım kardeşlerden söz ediyorum. Peki, yargılama ne oldu? Kolluk görevlisinin sanırım ehliyeti de yok ama en son yargılama neticesinde bu kazayı gerçekleştiren kolluk görevlisine sadece 19 bin lira gibi ceza verilip bu ceza da erteleniyor. Bakın, kişinin evine giriliyor, orada uykusunda 2 çocuk zırhlı aracın eve girerek çarpması sonrası vefat ediyor ve polise, bu kamu görevlisine verilen ceza sadece 19 bin lira ve bu ceza da erteleniyor.

Yine, Diyarbakır'da 2019'da yine zırhlı bir aracın çarpması sonrası 5 yaşındaki Efe Tektekin hayatını kaybetti. Bunda da üç yıl sonra, bakın tam üç yıl sonra bir keşif yapılıyor, üç yıl sonraki -keşif mahallini de dikkate aldığınız zaman birçok değişikliğin de olabileceğini gözettiğinizde- yapılan keşiften sonra alınan raporda kusurlu olan çocuğun babası olarak gösteriliyor. Çocuğun babası kusurlu olarak gösterildiği için polis memuru yine beraat ettiriliyor. Şimdi son olarak geçen hafta Van'da yaşanan bir durum vardı, bunu dün kısmen anlattım. Yine, geçen hafta -Hacıbekir Mahallesi'ni Sayın İçişleri Bakan Yardımcımız eski Van Valisi olduğu için bilir "Xaçort" deriz biz- bir mahalle arasından hızlı bir şekilde çıkan bir zırhlı araç, bir panzer, tali yoldan çıkmasına rağmen ana yolda devam eden bir motosiklette bulunan 2 kişiye, gence çarpıyor, biri 13-14, biri 17-18 yaşlarında. İki çocuk yaralandı, birinin şükür tedavisi hızlı bir şekilde yapıldı, bir iki kırıkla evine gönderildi ama diğerinin tedavisi hâlâ devam ediyor; Sabahattin Koçak ve İnanç Salgür. Sabahattin Koçak hâlâ tedavi altında ve birkaç ameliyat daha olması gerekiyor. Şimdi, bu meseleyi niye özellikle anlattım yani bu Van'da gerçekleşen son olayı? Biz bununla ilgili hızlı bir şekilde zaten hemen il örgütümüzle, belediye eş başkanlarımızla birlikte hastaneye gidip ziyaretlerimizi yaptık ve olayın aslına dair bütün bilgileri de olayın şahitlerinden de öğrenerek aldık. Mesela, olayın şahitlerinden biri polis ile zırhlı araç sürücüsü arasında yaşanan tartışmayı aktarırken aynen şöyle ifade etti: "Trafik polisi zırhlı araç sürücüsüne diyor ki: 'Kusurlu olan sensin, bu kadar hızlı bir şekilde bu tali yoldan çıkmaman lazım, çıkıyorsan da dikkat etmen lazım.'" Ama biz hastanedeyken tedavi yürüten hastanenin bir gece şefi dediğimiz -artık şu an ismini hatırlamıyorum- ilgili kişiyle bir görüşme yapmak istedik, kendisi telefonla bizi aradığında şu ifadeyi verdi, şu bilgiyi verdi: Motosikleti kullanan gençlerin duran zırhlı araca gidip çarpması sonrası kazanın meydana geldiğine dair bir kanaatini belirtiyor. Bakın, bir hem kendi haddi olmayan, kendi uhdesinde olmayan, kendisinin söz kuramayacağı bir alanda söz kuruyor, motosikletli aracın duran zırhlı araca çarptığını söylüyor, öbür taraftan yine tedavinin devam ettiğini söylüyor ama yeterli bilgiye de sahip değil. Şimdi, bu doktorun yaklaşımı niye mesele? Doktorun yaklaşımı arasında o zırhlı aracı kullananların ya da o çocukları hastaneye götürenlerin hastane yöneticilerine vermiş olduğu bilgiden kaynaklanıyor. İşte, "cezasızlık zırhı" dediğimiz ah tam da orada başlıyor. Olayın başladığı yerden hastane aşamasına kadar cezasızlık örgüsü tam da böyle işleniyor. Oradaki o zırhlı aracı kullanan kamu görevlisinin aklanması için, yargılanması neticesinde hakkında herhangi bir ceza verilmemesi için bütün kamu görevlileri hep birlikte hareket ediyor. Bir kere burada bu zihinsel dönüşüm sağlanacaksa en başta bu sağlanmalı. İHD'nin eğer 2023 yılında paylaştığı 21'i çocuk, 44 kişinin zırhlı araçlardan kaynaklı hayatını kaybettiğine dair bir raporu varsa bunun üzerine gidilmeli. Zırhlı araçları kullananların vermiş oldukları zararlardan kaynaklı ciddi manada İçişleri Bakanlığının ya da ilgili bakanlıkların ilgili personellerine yoğun bir şekilde artık eğitim mi dersiniz, bilinçlendirme mi dersiniz, ne dersiniz bilmiyorum ama bu tür kasti durumlardan vazgeçmeleri ve artık zırhlı araçlarla meydana gelen kazalarda zırhlı araçları kullanmalarındaki dikkatsizliklerine, kasıtlarına son vermeleri sağlanmalı ve yine adli makamların da bu tür kazalara karışanlara yönelik aklayıcı, cezasızlıkla sonuçlanan yargılamalarından vazgeçmesi gerekiyor, koruyucu bir huydan vazgeçilmesi gerekiyor.

Ben bunun dışında, bir de son olarak yine buna, bu cezasızlık algısına ilişkin olarak bunun paralelinde yine aynı şeyi genel olarak da söylüyorum çünkü trafik kazalarında maalesef buna da çoğu zaman buradaki herkes de şahit olmuştur diye düşünüyorum, trafik kazasına karışan kişi, aracı kullanan ve birinin ölümüne ya da yaralanmasına sebep olan kişi yoksul biriyse yargının her türlü sopasına maruz kalıyor ama eğer bu kişi zengin, mal varlığı iyi biriyse ya da kamuda, devlette, yargıda herhangi bir tanıdığı varsa bir şekilde kendisini aklayabiliyor. Dolayısıyla, burada da yine ceza adaletinde bireysel bir yaklaşımdan vazgeçilmesi gerekiyor. Bütün toplumun cezasızlık algısını yıkacak düzenlemeler yapılması gerekiyor.

Ve yine Komisyonumuzun doğrudan ilgisi yok ama bu gelen Karayolları Trafik Kanunu İçişleri Bakanlığından geldiği için yine ifade edebileceğimiz başka bir husustur. Yine aynı şekilde hem İçişleri Bakanlığını bağlayan hem Karayollarını da bağlayan bir husustur. Bugün özellikle Van'dan mesela bir örnek verecek olursam, Van'ın Erciş ilçesinin Çelebibağı Mahallesi'nden Van merkeze gelmek isteyen bir kişi dört ya da beş ayrı kontrol noktasından geçer. Artık bu tamamen keyfî, vatandaşa zulmeden bir noktaya tekabül ediyor. Buna da bir an önce son verilmesi gerekiyor. Bir kontrol yaparsın ama bunu sadece 100 kilometrelik bir mesafede dört ya da beş defa yapıyorsan artık bu hukuk değildir, bu tedbir değildir, bu ciddi manada vatandaşı keyfî uygulamalarla eza etmektir, bundan da vazgeçilmesi gerekmektedir diyoruz.

Dediğimiz gibi, genel olarak biz bu Karayolları Trafik Kanunu'na ilişkin yapılmak istenen düzenleme genel olarak caydırıcılığı cezaları artırarak öngörüyorsa da caydırıcılığı sağlayacak olan cezaları artırmak değildir, iyi bir eğitim sistemiyle, meseleye sosyal, psikolojik bir yaklaşımla, iyi bir rehabilitasyon yöntemiyle bunu sağlayabilmek gerekmektedir. Eğer caydırıcılığı sağlayacaksak bunu yapmalıyız, aksi hâlde sadece para cezalarıyla, para cezalarındaki artışlarla bunun sağlanamayacağının bilinmesi gerekmektedir.

Ben de, diğer hususlara ilişkin olarak Dilan Vekilim zaten epey ayrıntılı beyanda bulunduğu için genele ilişkin girmiyorum. Yine, az önce de söylediğim gibi, maddelere ilişkin paylaşacağım hususlar olduğunda maddeler kısmında tekrar değiniriz.

Tekrardan teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.