Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3119) münasebetiyle |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 22 .05.2025 |
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli bürokratlar, hoş geldiniz.
Komisyonlardan yazılar geldi, gördük Sayın Başkan fakat şu yazıların gelmiş olması bile zımnen aslında bu konunun komisyonlarda görüşülmesi gerektiğini kabul ettiğinizi gösteriyor. Sadece komisyonlar "Öngörülen süre içinde komisyonumuzda görüşülmesi planlanmamaktadır." cevabı vermişler. Neden planlanmıyor, niye öngörülmüyor, hangi gerekçelerle görüşülmüyor? Bunun hiçbir tanesi yok bu komisyonlardan gelen yazılarda dolayısıyla gerekçesiz yazılar. Tamam, usulüne uymuş. Siz de farkındasınız ki aslında bu torba yasanın Anayasa Komisyonuna gitmesi gerekiyor; Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna gitmesi gerekiyor; Millî Savunma Komisyonuna gitmesi gerekiyor ve İçişleri Komisyonuna gitmesi gerekiyor. Bu yazıların bize gösterdiği bu ama bu usule uymuyorsunuz, bunu bir kez daha söylemiş olalım.
Yasa yapma usulünü çok eleştirdik. Artık gerçekten ben bu konuyu konuşmaktan sıkıldım. Orhan Bey burada yok, gitti "Zaman zaman kullanıyoruz bu torba yasa tekniğini" dedi. Vallahi son bir yılda kullanmadığımız bir zaman var mı bilmiyorum. Hani, geriye de gidebiliriz, örnekler çok fazla ama bir yılda torba yasa gelmeyen bir zaman olmadı. Demek ki bu "zaman zaman" "hep" anlamına gelmiş. Yani bu yasa yapma usulünün uygun olmadığını siz de biliyorsunuz ama bunu kullanmaya devam ediyoruz.
Bir de bu Anayasa Mahkemesinin bozduğu meseleler var yani çok açık Anayasa'ya aykırılık olduğu. Ben geçen torba tartışılırken de bunu söyledim. Yani bunun kanun hükmünde kararnameyle ve Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yapılmaması gereken işler olduğu açık, aleni biliniyor çünkü 1 kere, 2 kere hata yapılmamış, birkaç yüz tane böyle dönmüş madde var. Şimdi biz herhâlde yüz küsuru tartışıyoruz şu anda. Bilinerek yapılıyor bunların hepsi, bilinerek yapılıyor, bilinçli bir şekilde, yanlışlıkla olmamış ve en önemli yanı da Anayasa Mahkemesi bunları bozana kadar bu kanun hükmünde kararname ve Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle çıkarılmış olan kanunları siz kullanmaya devam ediyorsunuz yani yan yol buluyorsunuz. Bu, tabii ki hukukun çevresinden dolanmak anlamına geliyor. Bunu da bir kez daha kayıtlara geçirmiş olalım. Bu uygun bir tutum değil yani bunu hem yürütme yapıyor, bir de yasamayı suç ortağı hâline getiriyor. Bu işten de vazgeçmek gerekir, bunu da bir kez daha vurgulamış olalım.
Şimdi, burada maddeler geldiği zaman üzerinde de konuşacağız fakat iki önemli konuya değinmek istiyorum, diğerleri önemsiz diye değil öyle düşünmeyin, maddelerinde konuşacağız. "İki önemli konu" dememin nedeni, aslında bu iktidarın zihniyetini gösteren iki önemli konu olduğu için bunlar hakkında konuşmak istiyorum. Bunlardan bir tanesi Ekonomik ve Sosyal Konsey meselesi. Şimdi, bu Ekonomik ve Sosyal Konseyin hikâyesi çok uzun bir hikâye yani sizler de biliyorsunuz, 1990'lı yılların ilk dönemine kadar geri giden bir şey. İdari teşkilat yapısına 95 yılında alınmış olan bir kurumdan söz ediyoruz ve ondan sonra yaşadığı bir süreç var. Şimdi, bu Ekonomik ve Sosyal Konseyin manası nedir esas itibarıyla, niye böyle bir şey yapma ihtiyacı doğmuş? Bir tanesi, Avrupa Birliğine üyelik hedefi doğrultusunda çalışmalar sürdürülürken Avrupa Birliğine üye olan ülkelerdeki benzer kurumlar örnek alınıyor yani bizde de olsun mantığı ama daha önemlisi şu: Anayasa’nın 166'ncı maddesinde tarif ediliyor bu konseyin görevi. Diyor ki "Ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında Cumhurbaşkanına istişarî nitelikte görüş bildirmek amacıyla kurulur." İstişari nitelikte görüş bildirecek. "Kanunla düzenlenir." diyor, onu yapmamışız. Şimdi, istişari nitelikte görüş bildirmek, niye bu önemli? Yani biliyoruz, Türkiye'deki son ekonomik gelişmelere, son yıllardaki yaşananlara, ekonomik krize falan baktığımızda bunları da görüyoruz. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde Cumhurbaşkanının herhangi bir istişari görüşe ihtiyacı yok belli ki ve bu istişari görüşler de oluşturulmadığı için alınan kararlar Türkiye ekonomisini hızla uçurumun kenarına getirdi. Hani faiz, enflasyon filan, bunlara şimdi girmeyeyim ama hatırlatmak için isimlerini söylemiş olayım. Hâlbuki, Ekonomik Konseyin olması demek ve işletilmesi demek -olması değil sadece- bu tür sorunların belki aza indirilmesinin imkânlarını yaratmak demek; bu kullanılmıyor. İşte, yasaya göre, baktığımızda, kanunun ilk hâlinde üç ayda bir toplanması öngörülüyor bu Konseyin yani yılda 4 kere, şimdiye kadar Ekonomik Konsey -yanlış çıkarmadıysam- toplamda 8 kez toplanmış. 50'nin üzerinde toplantı yapması gereken Konsey son yıllara baktığımızda 8 kez toplanmış yani önemsiz. Aslında, naylon bir kuruluş yani naylon bir kuruluş hâline getirilmiş Ekonomik ve Sosyal Konsey. Bu olacak iş mi? Şimdi, Anayasa Mahkemesi bozmuş, gelmiş bunu konuşuyoruz ama zaten işlemiyor ki bu, işletilmiyor ki. Neden önemli bir de Ekonomik Konsey? Hem istişari görüş bildirmek, bir de sosyal diyalog mekanizmalarının gelişmesi demek. Sosyal diyalog bu iktidarın hiç önemsemediği konulardan bir tanesi işte, onun için diyorum zihniyetini gösteriyor diye. Sosyal diyalog diye bir derdi yok bu iktidarın. Niye? Çünkü toplumun farklı kesimlerini bir araya getirecek Ekonomik ve Sosyal Konsey ve bu bir araya gelenler bir sosyal diyalog mekanizması yaratmış olacaklar, birbirleriyle konuşacaklar, birbirlerinin ihtiyaçlarını anlayacaklar yani hem devlet temsilcileri olacak dolayısıyla yürütme hem işçi hem işveren temsilcilerinin olduğu bir Konseyden bahsediyoruz. Kuruluşuna baktığımızda iç dengeleri açısından adaletsiz bir yapı var ama o ayrı bir tartışma konusu yani işlese adaletsiz yapıyı değiştirme imkânı da belki ortaya çıkar, onu da yapamıyoruz. Yani gerçekten böyle demek insanı üzüyor ama naylon bir kurumdan söz ediyoruz, işletilmiyor, kullanılmıyor. Acaba bu yasayı çıkardıktan sonra, Anayasa Mahkemesinin bu bozduğu yasayı çıkardıktan sonra işler mi Ekonomik ve Sosyal Konsey? Ben hiç ihtimal vermiyorum çünkü dediğim gibi bu iktidarın temel zihniyetinde sosyal diyaloğu geliştirmek ve sosyal kesimler arasındaki sorunların konuşulacağı mekanizmaları yaratmak ve kullanmak diye bir şey yok. Bunu net olarak söyleyelim. O yüzden, 13 ve 14'üncü maddeler önemli bir konu olduğu için bunun üzerine bir söz kurmak istedim. Sosyal diyalog gelişirse bugün ülkedeki, ekonomideki yaşanan sıkıntıların taraflar açısından daha iyi anlaşılır ve görülür hâle gelmesi mümkün olur ve ortak çözümler geliştirilebilir. Özellikle, kriz dönemlerinde bu tür çalışmaların önemi var ama bunların hiçbiri yapılmıyor, yapılacağı kanaatinde de değiliz temel zihniyet gelişmediği müddetçe.
Şimdi, ikinci önemli konu, güncelliği de olduğu için bunun üzerine konuşmak istiyorum. Yine, burada bir zihniyet sorunu var çünkü o da belediyelerle ilgili kısım, yerel yönetimlerle ilgili kısım. Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisinin yerel yönetim anlayışının nereden nereye geldiğini büyük ihtimalle şu anda Adalet ve Kalkınma Partisinin sıralarında oturan vekiller de çok araştırmamış olabilir. İsmail Bey, siz araştırmış olabilirsiniz ama birçoğu araştırmamış olabilir. Niye bunu söylüyorum? 2005'ti yanlış hatırlamıyorsam, -2004 sonu 2005'ti- yerel yönetimlerle ilgili, belediyelerle ilgili bir yasa çıkardı Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ve herhâlde -yanlış hatırlamıyorsam- 88 maddeydi. Bu yasa Cumhurbaşkanından geri döndü, veto yedi ve o vetodan sonra da çok fazla üzerinde durulmadı. Veto gerekçelerini şimdi konuşmayacağım, bizce veto gerekçeleri yanlıştı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun lütfen Sayın Oluç.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim.
Cumhurbaşkanının veto gerekçeleri yanlıştı ama detayını şimdi konuşmaya gerek yok, Genel Kurulda belki konuşuruz fakat Adalet ve Kalkınma Partisinin o dönem yerel yönetimlere bakışı açısından önemli bir yasaydı yani zihniyetini göstermesi açısından. Yerel yönetimleri güçlendiren, yerel yönetimleri demokratikleştiren bir yasaydı ve yerinde yönetimi de güçlendiren bir yasaydı.
Şimdi, oradan gelinmiş olan bugünkü yere de bakacağız, gerçekten çok değişik bir macera hattı. Yirmi senede yerel yönetimlerin güçlendirilmesi zihniyetinden yerel yönetimler üzerindeki merkezî vesayetin artırılması ve yerel yönetimlerin mümkün olduğu kadar yetkilerinin merkeze alınması noktasına gelinmiş vaziyette yani Adalet ve Kalkınma Partisinin yerel yönetim anlayışının serencamı bu. Şimdi, arada tabii, çıkartılmış şeyler var ama bu ilki en... Bugün de açıp tartışmaya başlasak hakikaten... Tabii ki içinde değişiklik yapılması gereken çeşitli maddeler olabilir ama bakış açısından baktığımızda görünen, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve demokratikleştirilmesi anlayışının hâkim olmasıydı. Sanıyorum Ömer Dinçer hazırlamıştı o teklifi büyük ölçüde.
Şimdi, peki, bugün nereye gelmiş vaziyetteyiz? Bugün aradan... Yani çeşitli yasalarla bu, belediyelerle ilgili çeşitli adımlar atıldı ve o atılan adımların hepsinin özelliği maalesef, yereli güçlendirmek değil merkezi güçlendirmek; yereldeki yetkileri merkeze toplamak şeklinde oldu. Bu nedir? Sorun ne buradaki? Yani bir ülkede eğer yerel yönetimler güçlü değilse, yerel demokrasi güçlü değilse o ülkede merkezî anlamda demokrasinin güçlü olmasından çok fazla söz edilemez. Nitekim biz bunu yaşıyoruz bugün Türkiye'de çünkü yerel yönetimler doğrudan doğruya halkın ulaşabildiği, sorunlarını konuşabildiği, kapısını çalıp içeri girip derdini anlatabildiği yerler yani işte, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri vesaire. Bu açıdan çok doğrudan katılımcı ve müzakereci bir demokrasinin gelişmesi imkânını yaratan ve aynı zamanda kararlara da o yerelde yaşayan insanların katılımına imkân veren mekanizmalar olması açısından önemli.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Oluç, buyurun lütfen.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim.
Dolayısıyla yerel demokrasi gerçekten bir ülkede demokrasinin var olup olmadığını gösteren en önemli işaretlerinden bir tanesi.
Şimdi, ne oldu gelinen noktada? İşte, köylerin mahallelere dönüştürülmesi büyük sorunlar yarattı; büyükşehir belediyelerinin oluşturulduğu yerlerde il idarelerinin, il özel idarelerinin işlevsiz hâle gelmesi, kaldırılması sorunlar yarattı; belde belediyelerinin kaldırılması sorunlar yarattı 2 binin altında kalan beldelerde yani bütün bunların hepsi nihayetinde halkın yönetime katılma imkânlarını azaltan adımlar oldu. Bunlar gerçekten, baktığımızda sürece bunu görüyoruz ve buradaki önümüze gelmiş olan 16, 17 ve 18'inci maddelerde de bunun işaretlerinin hepsini görebiliyoruz Anayasa Mahkemesinin bozduklarında çünkü Anayasa Mahkemesi bu maddelerde sadece kanun hükmünde kararname nedeniyle, mülga 91'inci madde nedeniyle bozmamış, aynı zamanda içerik açısından da bozmuş. Mesela, diyor ki 16'ncı maddede: "Görüldüğü gibi, yapılan değişikliklerle, belediyelerin kurulması, kapatılması, borçlanması, kentsel dönüşüm kararı verilmesi, vergi muafiyeti tanınmış vakıflarla iş birliği yapılması konularında tüm yetki Cumhurbaşkanına verilmiştir." "Kolektif karar alma süreçlerinin tamamı kaldırılmış -bakın, kolektif karar alma süreçlerinin tamamı kaldırılmış- değişik kurumların süreçlerdeki rolleri ortadan kaldırılmıştır, bütün yetki tek başına Cumhurbaşkanına verilmiştir." diyor Anayasa Mahkemesi bozma kararında. Kolektif karar alma süreçlerinin tamamı kaldırılmış; mesele bu işte, Anayasa Mahkemesi bunu tespit etmiş yani sadece KHK nedeniyle değil. Şimdi, dolayısıyla bu meselenin enine boyuna tartışılması gerekiyor. Neden de tartışılması gerekiyor? Geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan bir konuşma yaptı "Belediyelerle ilgili yasalarda yeni düzenlemeler yapılması gerekir." diye. Demek ki bu konu gündeme gelecekse bütün bunların tekrardan tartışılması da gerekiyor, buna işaret etmek için bu konuşmayı da yaptım. Yani yerel yönetimlerin ve yerinden yönetim hizmetlerinin ve yetkilerinin arttırılması amacıyla adımların atılması gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
Peki, yerel yönetimleri konuşurken tabii, bir konu daha var, onu konuşmadan edemeyeceğim, kısaca ona da değinmiş olayım. Bütün bu hikâyenin içinde, 2016 yılına gelindiğinde, 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle kayyım atamaları mümkün hâle getirildi ve Türkiye'nin idari yapısındaki olağanüstü bir tedbir olarak gündeme geldi ve âdeta kalıcı bir mekanizma hâline geldi bu kayyım atamaları. 2016'dan bugüne kadar yani son dokuz yılda bizim belediyelerimize -daha önceki HDP, şimdi DEM PARTİ belediyelerine- toplamda -yanlış hatırlamıyorsam- 156 civarında kayyım atanmış yani 156 kayyım atanmış, evet. Olağanüstü bir sayı değil mi dokuz yılda? Yani belediye bırakmamışsınız iktidar olarak. Şimdi, bu son yapılmış olan seçimden sonra da bizim 12 belediyemize kayyım atandı, inşallah bunun devamı gelmez. Cumhurbaşkanı "Artık istisna olacak." dedi konuşmasında kayyım atamalarıyla ilgili. Umarım AK PARTİ Grubu bu konuda Meclisteki verilmiş olan yasa teklifiyle ilgili bir görüş oluşturur ve bu yasa teklifinin geçerli hâle gelebilmesi için bir müzakere sürdürürüz bütün iktidar ve muhalefet partileri ortaklaşa ve bu meseleden uzaklaşılır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Yani Anayasa’nın 127'nci maddesi "Bir mahallî idare organının görevden uzaklaştırılması hâlinde yerine yenisinin seçimle belirlenmesi." diyor yani esas mesele bu ve bu etkisiz kılındı bu kayyım atamalarıyla, Anayasa çiğnenmiş oldu. Hem Avrupa Konseyinin hem Avrupa Konseyinin Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresinin hem Avrupa Konseyinin Venedik Komisyonunun... Yani Avrupa Konseyini niye önemsiyorum? Türkiye'nin kurucu üyelerinden olduğu bir konsey bu. Bütün bu uluslararası kuruluşların da işleyişlerine, usullerine aykırı olan ve sert şekilde eleştirilmiş olan bir kayyımlar dönemi dokuz yıldır yaşanıyor.
Şimdi, dolayısıyla yapılması gereken şey bundan da uzaklaşmak, bu vesileyle bunu bir kez daha vurgulamış olalım. Yerel yönetimleri halkın iradesini güçlendirecek yapılar olarak tasarlamak gerekiyor ve merkezî iktidara bağlı idari aparatlar olarak yaklaşmamak gerekiyor. Yani demokratik hukuk devleti olmanın en önemli adımlarından bir tanesi bu olacaktır. Yani merkezî idarenin gerek gördüğü yerde kayyım atayarak yerel seçim sonuçlarını geçersiz hâle getirmesi, fiilen geçersiz hâle getirmesi mekanizması hukuken de uygun değildir, toplumsal meşruiyet açısından da geçersizdir; bunları konuştuk, konuşmaya da devam edeceğiz. Dolayısıyla bu tür konular ne Cumhurbaşkanının keyfine ne de parti bürokrasinin keyfine bırakılabilecek konulardır; siyasal özgürlük meselesidir, yerel demokrasi meselesidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Siyasal demokrasi meselesidir aynı zamanda; yerel meclislere güç verilmesi, merkezî birtakım yetkilerin merkezden alınarak yerel yönetimlere devredilmesi... Bunların hangi alanlarda olabileceği tabii ki müzakere edilir, tartışılır ama mesele şudur; yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması.
Şimdi, bir şeye daha işaret edip bitirmek istiyorum: Bu yerel yönetimlerin daraltılması ve merkezî vesayetin artırılması döneminde gerekçelerden bir tanesi de israfın azaltılması olarak sunulmuş yasa gerekçelerinde. Buna hakikaten insan gülmek istiyor yani israfın azaltılması değil israfın ve bürokrasinin artırılması sonucunu doğurmuş çünkü bu. Hani niye bu israf konusuna da giriyorum? Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Şimşek her fırsatta tasarruf tedbirlerinden bahsediyor ve "Bunları daha da sıkı kontrol edeceğiz." diyor, buralara da bakmakta fayda olduğunu düşünüyorum, onu da söylemiş olayım dedim.
Tekrar teşekkür ediyorum dinlediğiniz için.
Sayın Başkan, teşekkürler.