Komisyon Adı | : | ÇEVRE KOMİSYONU |
Konu | : | İstanbul Milletvekili Mustafa Demir ve Bursa Milletvekili Emel Gözükara Durmaz ile 99 Milletvekilinin İklim Kanunu Teklifi (2/2927) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 26 .02.2025 |
ORHAN SARIBAL (Bursa) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Aslında çok önemli bir madde, bu, küresel ısınma, iklim değişikliğinin direkt, doğrudan insan yaşamıyla ilgili ve insan beslenmesi ve gıdayla ilgili, dolayısıyla da tarımla ilgili bir maddesi. O maddenin içerisinde örneğin su, gıda güvenliği ve afetlere karşı dirençli yaşam biçimleri ve özellikle de iklim krizlerine göre dayanıklı, uyumlu bitkilerden bahsediyor. Şimdi, o kadar önemli bir şey ki bu, o kadar doğru şeyler söylüyor, ifade ediyor ama buna karşılık bu sadece pratikte hiçbir şekilde şu ekonomik ve şu tarım politikaları karşılığında uygulanabilirliği olmayan bir durumla karşı karşıyayız. Ne demek istiyorum, kısaca paylaşayım. Tarımda gıda güvenliği, gıda egemenliği ve gıdanın bir hak olması açısından bakıldığında çok uzunca bir zamandır Türkiye'de gıda güvenliğinin ne yazık ki ithalata dayalı olduğunu biliyoruz. Özellikle bazı temel ürünlerde... Bugün hayvancılık temel bir konu olarak bizim karşımızda durmakta ve dünyada özellikle Hollanda'dan itibaren başlayan şirket tarımına dayalı hayvanların örneğin dışkılarından kaynaklanan, gaz salınımlarından kaynaklanan bir durum var, çiftçiler büyük bir direniş sergilediler ve o süreç şimdilik duruyor ama bu, dünyanın gündeminde. Şimdi Türkiye, zaten hayvancılıkta aynı zamanda canlı hayvan açısı açısından, aynı zamanda et açısından, aynı zamanda kanatlı hayvanların yem ihtiyaçları açısından ve bütüncül olarak bakıldığında hayvansal proteinin hem varlığını sağlamak hem üretimini sağlamak hem de tüketimini kolaylaştırmak adına aşağı yukarı ithalata bağlı. Peki, neden? Temel neden şu: Türkiye’nin yaklaşık 146 milyon dönüm merası var, TÜİK bu rakamı 2002'den beri hiç değiştirmedi, 146 milyon dekar. Ne yazık ki bu 146 milyon dekarın Tarım Bakanlığı tarafından 130 milyon dekarlık kısmının tahsis edildiği söyleniyor yani tespit edildiği söyleniyor -sizin alanınız, daha iyi biliyorsunuz bunu- fakat bunun da sadece 13 milyon dönümünü ıslah ettiğini söylüyor yani oldukça düşük, Türkiye’nin de zaten temel sorunu bu. Şimdi niye bunu söylüyorum, özellikle bunu anlatmaya çalışıyorum? Bir süredir 2010 yılından itibaren, özellikle 2007, 2008, 2009 yıllarından itibaren Hükumetiniz hayvancılıkta şirket tarımını desteklemek üzerine bir politika izledi. Önce sıfır faizli kredilerle yönlendirdi, sonra uzun vadeli kredilerle yönlendirdi ve küçük çiftçiyi değil orta ve büyük yatırımcıyı destekledi. Doktor, mühendis, diş hekimi, tekstilci bütün bunlar ciddi anlamda hayvancılığa girdiler ve büyük büyük ahırlar yaptılar ve son zamanlarda da Büyükşehir Belediye Yasası'yla beraber, büyükşehir sınırları içerisinde özellikle bu yaşam alanlarına yakın yerlerde hayvancılığın yapılmamasına dair bir tutum sergilenerek ne yazık ki hayvancılık sektörü şu anda aşağı yukarı belirli şirketlere doğru yönlendirilmiş görünüyor. Bu bize şunu gösteriyor: Bugün, bu iklim krizi üzerinden "İklim Kanunu" adı altında çıkardığımız bu kanun, bir süre sonra bu tür işletmelerin kapanması, kapasitesinin düşürülmesi konusunda bir tutum sergilemek zorunda kalacak; çok net söylüyorum bunu, bugün bile bir sorun. O büyük şirketlerin dışkılarını, gübrelerini imha etmek ya da bir yerde toplamak ya da bir yere götürmek ciddi bir sorun ve tepki geliyor bununla ilgili. O zaman ne yapmak lazım? Hayvancılığı yaymak gerekiyor. 15 baş, 20 baş, 30 baş küçük ve orta ölçekli işletmeleri desteklemek gerekiyor. Ne yazık ki burada gıda güvencesi, suyun kontrolü, suyun uyumlu kullanılması gibi tarıma dayalı iklim risklerini içeren hiçbir tedbiri biz göremiyoruz, hiçbir tedbir yok ve bu sadece burada yazılarda kalacak bir mekanizma. Oysa bunun altlığının Tarım Bakanlığının ilgili kanunlarıyla doldurulması gerekiyor ya da buraya atıfta bulunulması gerekiyor. Çünkü meralar, bir yutak alanıdır, meralar erozyonu önler, meralar küçükbaşla büyükbaş için temel kaba yem sağlama alanıdır. Bu perspektiften baktığımızda, bu açıdan baktığımızda bu kanunun, bu maddesinin, ilgili (6)'ncı ve (7)'nci fıkraları sanıyorum ciddi anlamda bizim için sorun yaratmaktadır. Net söylüyorum yani hayvancılığın gidişatı açısından ciddi bir sorundur ya bu fıkra gözden geçirilmeli ya da hayvancılıkta iktidarın uyguladığı politika gözden geçirilmeli, yöntem gözden geçirilmeli. Bu kadar büyük, 5 bin baş, 3 bin baş, 2 bin baş, bin baş, 500 başlık işletmeler bir süre sonra bu iklim kanununu çıkardığınız andan itibaren artık yavaş yavaş yok edilmesi gereken işletmeler grubuna girecek, onu net bir şekilde söyleyeyim.
İkinci aşama suyun kullanılması, kuraklık, su kıtlığı, taşkın. Evet, zaten su kıtlığını yaşıyoruz ama -biraz önce arkadaşım Nermin Hanım söyledi, ben de söyleyeyim- Türkiye’deki tatlı su varlıklarının çok büyük bir kısmının tarımsal sulamada kullanıldığı en çok konuşulan konudur. Ama şunu çok açık söyleyeyim: Bu kısmen doğrudur, yanlış bir şey yoktur burada. Ama sorun şu: Yüzde 30'u buharlaşmaya gitmektedir, tekrar söylüyorum, yüzde 30'u buharlaşmaya gitmektedir bu suyun ve yüzde 30'dan daha fazlası da ne yazık ki verimsizdir çünkü toprak analizi, toprak yapısı maalesef değerlendirilmemiştir çünkü bitkinin su ihtiyacına yönelik bir eğitim verilememiştir, çünkü tansiyometre gibi, yapay zekâ gibi, akıllı tarım teknolojileri uygulanmamaktadır yani şu anda var olan su varlığımızın da çok büyük bir kısmını amaç dışı kullanmaktayız. Dolayısıyla bu kanunla beraber yine hem Tarım Bakanlığının hem de bu kanun yapıcıların burada ciddi bir yaptırımı ortaya koyacak, tarımda mekanizasyona, akıllı tarıma, teknolojiye, başta toprak analizi olmak üzere -mutlaka ve mutlaka- hem gübre kullanımı açısından hem de su kullanımı açısından yeni bir paradigmanın yaratılmasına dair önermeleri net bir şekilde ortaya mutlaka koymalıdır.
Kuraklık meselesine gelince, zaten hepimiz bunu yaşıyoruz, biliyoruz; su kıtlığı var mıdır, kuraklık var mıdır? Bir önceki toplantıda söyledim, Türkiye gerçekten 2024 yılında ciddi bir kuraklık yaşadı ve bazı bölgelerde bazı ürünlerin kullanımı yasaklandı hatta bazı ürünlerde ikinci, üçüncü sulama yapılamaz duruma gelindi. Bu, hızlıca bir planlamayı gerektiriyor. Bir taraftan siz kuraklığa, su kıtlığına, iklimsel değişikliğe uygun ürün yaratma noktasında bir önermede bulunuyorsunuz ama öbür tarafta ısrarla suyu tüketerek verimliliği arttıran bir üretim politikasıyla karşı karşıyayız. Nereden anlıyoruz bunu; satılan tohumlardan anlıyoruz. Nereden anlıyoruz bunu; dekar başı verimliliği arttırma çabalarından anlıyoruz. Dolayısıyla Sayın Başkan, burada bir çelişki var. Bu çelişkilerin mutlaka ve mutlaka giderilmesi gerekir. Burada da bir önermem olsun; binlerce yıllık, yüz binlerce yıllık Anadolu coğrafyasında var olan, yaklaşık 13 bin çeşidi bulan biyoçeşitliliğimizin mutlaka değerlendirilmesi gerekiyor. Ata tohumlarının, yerel tohumların hızlıca Bakanlık aracılığıyla TİGEM’lerde, diğer araştırma istasyonlarında çoğaltılarak alım desteği ve sağlıklı bir destek verilerek çiftçiye sunulması gerekiyor ki o zaman gerçekten kıtlığa, su kısıtına dair küresel ısınma ve iklim değişikliğine karşı toplumun gıda güvencesini, gıda güvenliğini sağlayacak bir mekanizmayı örelim derim.
Ayrıca, tabii, buna şunu ilave etmek lazım: Toplumun temel ihtiyacı olan barınmayla ilgili sel, dolu, deprem gibi durumlarda asıl amaç toplumun can güvenliğini sağlayabilmek, yaşama olanaklarını artırabilmek; bununla beraber, bunun içerisinde, mutlaka gönderme yapan, mutlaka bunu da izah edecek bir önermeyi de sunmak lazım yoksa sadece bir iklim kanunu çıkarmak… Toplumun temel ihtiyacı olan yaşam, temel barınma hakkı, sağlıklı ve güvenceli bir alanda barınma hakkı, gıda güvenliği gibi hakların da bu kanunda yerini mutlaka bulması gerek yoksa açıkça sadece kâğıt üzerinde kalan ve gerçek amacına hizmet etmeyen bir kanunu geçirmiş olacağız diyorum.
Teşekkür ediyorum.