KOMİSYON KONUŞMASI

NERMİN YILDIRIM KARA (Hatay) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

İklim değişikliğinin... Aslında bu ibare, iklim değişikliği değil de iklim krizi olmalı. İklim krizinin olumsuz etkilerini ve bu riskleri en aza indirebilmek için ilgili kurum ve kuruluşların uyum faaliyetlerini düzenleyen bir madde. Şimdi, Türkiye su fakiri bir ülke ve su stresi yaşayan, çok önemli, bu sorunu yaşayan bir ülke. Suyun da en fazla kullanıldığı alan tarımsal hizmetler, tarımsal sulamada en fazla su kullanılıyor. Bu suyu etkin ve verimli kullanamazsak dolayısıyla bu stres daha da artarak devam edecek.

Şimdi, burada merak ediyorum, mesela özellikle çiftçiler, üretim yapan çiftçiler damlama sulama yöntemiyle ilgili bir fikre sahipler mi veya ilgili kuruluşlar, müdürlükler çiftçilere yönelik böyle bir eğitim hizmeti, danışmanlık hizmeti yapıyor mu, yapmıyor mu? Bizim gördüğümüz kadarıyla çok fazla bilmiyor çünkü çiftçi, biliyor ki işte, maydanoz ekiyor, efendim, narenciye ekiyor, eğer ona çok fazla su veriyorsam sanki bundan daha fazla verim alacakmış gibi genel ve yaygın bir kanı var, aksini iddia eden olursa bunu günlük pratiklerle tartışabiliriz. Dolayısıyla tarımdaki aşırı su kullanımı ve bu kaçakla ilgili, ilgili bakanlık ve ilgili kurumlar mutlaka bir çalışmayı ve düzenlemeyi ivedi olarak pratikte yapmalıdır çünkü çok fazla su kullanımı tuzlanmaya, çoraklaşmaya sebebiyet veriyor. Türkiye’deki en verimli Amik Ovası, Arsuz Ovası -kendi bölgemden örnek veriyorum ama- Konya Ovası bu ülkede ekonomik anlamda katkı veren, ülke ekonomisinde çok önemli faaliyet alanı. Dolayısıyla bölgedeki tuzlamayı, çoraklaşmayı önlemezsek, özellikle eğitim çalışmaları ve bilgilendirme yapılmazsa, işte bu kuruluşlar tarafından, maalesef besin zinciriyle ilgili çok fazla verim kaybına sebep oluyor.

Yağmur suyunun toplanmasıyla ilgili mesela ben hiçbir şey göremedim, bu çok eskiden beri kullanılan ve konuşulan bir ibare. Yağmur suyunu toplamalıyız, bu da bizim sulamada, özellikle tarımdaki sulamada önemli bir kriter olarak, önleyici bir tedbir olarak karşımıza çıkar.

Afet politikaları, özellikle günlük hava değişimleri, yıllık hava değişimleri yani meteorolojik olaylar... Hepiniz televizyonu açıyorsunuz, haberlerde, bir gün don olmuş, bir gün efendim, hiç sıcaklığın düşmeyeceği yer eksilere düşmüş, bunlar günlük olarak hepimizin karşısında. İşte burada afetlerin felakete dönüşmemesi için -daha doğrusu- bizim ön tedbirli olmaya ihtiyacımız var. En fazla iklim krizinden yaşlılar, kadınlar, engelliler yani aslında yoksullar ve yoksul ülkeler etkileniyorlar. Göçler dolayısıyla gıda konusunda ki yaşadığı sıkıntılardan dolayı en fazla iklim krizini bu dezavantajlı kesimler yaşamak zorunda kalıyor. İklim adaletine ihtiyaç var.

Şimdi, diyebilirsiniz ki, nereden çıkarıyorsunuz, bizim kurumlar ön tedbirli? Hepimizin bölgesinde vardır, maden ve taş ocaklarıyla ilgili iş yapan şirketlerin hangisi veya yüzde kaçı kendi alanlarının rezervleri bittikten sonra rehabilite edip gidiyorlar? Yüzde kaçına baksak yüzde yerlerde yani yüzde 70-80'i o alanları öyle çorak bırakıp gidiyorlar, arkalarına da bakmıyorlar, sonra o çoraklaşmış alanlar, bir şekilde atmosferle, ekosistemle; çevreciler, gönüllüler ve biz yurttaşlar... Sonra da kalkıp burada yutak alanlarını nasıl artırırız, bunu konuşuyoruz. Önce maden şirketlerine şunu söylemek lazım: Bu yaptığınız taahhütleri ve aldığınız izinleri öyle büyük para ve ciddi yaptırımlarla önceleyin. Madem ekonomik katkısı var, bu maden şirketleri öyle büyük para -kapora, eskiden öyle deniyordu, bir arkadaşımızla konuşuyorduk bugün mesela- ne veriyorsa versin, parasını versin, rezerv alanı bittikten sonra o ekosistemi öylece terk edip gitmesin. Dolayısıyla ilgili kurum ve kuruluşlara iklim krizinin olumsuzluklarını öncelemek için böyle yaptırımları ve müeyyideleri yüklemekte fayda var diye düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum.