KOMİSYON KONUŞMASI

BERİTAN GÜNEŞ ALTIN (Mardin) - Şimdi, ben de öncelikle sunum yapanları, Bakanlıktan gelenleri, değerli milletvekillerini, Sayın Başkanı selamlıyorum.

Benden önceki vekil arkadaşlarımın konuştuğu her şeye katılıyorum, bütün eleştirilerde ortaklaşıyorum ve söylediklerini tekrar etmemek üzere bir konuşma yapmak istiyorum.

Ben de birkaç eleştiriyle başlamak istiyorum. İlk meselemiz, okullaşma oranlarının artırılmasıyla ilgili meselede çok anne temelli bir yaklaşımla yaklaştınız. Anneyi merkeze koyan ve annenin okullaşma sürecine olan katkısından bahsettiniz fakat ben bu meselenin bu kadar anne temelli, kadın temelli, kadın-çocuk temelli ilerliyor olmasını çok cinsiyetçi buluyorum. Öncelikle bu kafanın değişmesi gerektiğini düşünüyorum çünkü eğer literatüre de bakacak olursak babalarıyla vakit geçiren çocukların akademik başarılarının yüksek olduğuna dair çalışmaları görürüz. Bu noktada bize düşen şey: Bu cinsiyetçi, katmerleşmiş cinsiyetçi yapıyı güçlendirmek değil, babaları da sürece dâhil eden projeler, babaları da sürece dâhil eden çalışmalar yapmaktır.

BAŞKAN CENGİZ AYDOĞDU - Babaların bir kadın tarafından savunuluyor olması... Tebrik ediyorum sizi.

BERİTAN GÜNEŞ ALTIN (Mardin) - Ben teşekkür ediyorum, çok sağ olun, çok teşekkür ediyorum.

Bu sebeple, "haydi babalar çocuklarla okula", "haydi babalar çocuklarla ilgilenmeye" gibi programlar yapabilirsiniz çünkü babanın rolü burada çok çok önemli diyebilirim.

Bir diğer mesele ise: Şimdi, Türkiye Maarif Modeli'nden bahsettiniz. Ben, böyle bir çocuğa yönelik şiddetin ve suçun konuşulduğu bir Komisyonda Türkiye Maarif Modeli gibi çocuğa karşı suç işleyen bir modelin konuşuluyor olmasını talihsiz buluyorum çünkü bu model pek çok anlamda bizim eleştirdiğimiz, bizim mutabık olmadığımız ve çocuklara yönelik etkisinin uzun vadede, zararlarının ancak uzun vadede anlaşılacağı bir mesele. Ben bugün isterdim ki "Biz çocuğa yönelik şiddeti okullarda nasıl engelleyebiliriz?"in projelerini, şimdiye kadarki yapılmışlarını... Tabii, konuştuğumuz şeyler de oldu, yaptığınız şeyler için emeğinize sağlık fakat Türkiye Maarif Modeli ne yazık ki çocuklara yönelik o kadar da iyi şeyler vadetmeyen bir model. Bir kere, temellendirdiğiniz sağlıklı bir kişilik yapısı vardı Türkiye Maarif Modeli içerisinde, dediniz ki: "Bir çocuğun sağlıklı bir kişilik yapısına sahip olması için birtakım komponentleri var ve bu komponentlerden biri işte, millî ve manevi değerlerin dikkate alındığı, köklerden geleceğe vurgunun yapıldığı..." gibi birtakım komponentler sundunuz. Peki, ben size soruyorum: Millî ve manevi değerlerin dikkate alındığı Türkiye Maarif Modeli'nde mesela Alevi çocukların da manevi değerlerini dikkate alıyor musunuz? Ya da Süryani çocukların ya da Kürt çocuklarının manevi değerlerini de dikkate alıyor musunuz? Kök değerlerden bahsediyorsunuz, e, kök değerler içerisinde, mesela Ahmed-i, Hani var mı? Fakiye Teyran var mı? Ya da Baba Tahir-i Üryan var mı? Düzgün Baba var mı? Sormak istiyorum, bizim kök değerlerimiz... Çünkü Türkiye bir cennet, bir bahçe, halklar bahçesi. Her halktan insan var. E, madem sağlıklı kişilik için bizim kök değerlerimize ihtiyacımız var, o zaman neden biz Ahmed-i Hani'yi çocuklarımıza anlatamıyoruz? Niye Düzgün Baba'yı anlatamıyoruz? Bütün değerlerimizi neden müfredatın içerisinde toplayamıyoruz. Ha, bence toplanmaması gerekir hiçbir değerin. Ama eğer bir değerden bahsedip diğerinden bahsetmiyorsak o zaman sağlıklı kişilik yapısına biz hizmet etmiyoruz. E, bu neye sebep oluyor? Çocuğun ihmal ve istismarını arttırdığını söylediniz. O zaman biz temelde bir şeyleri yanlış yapıyoruz diye vurgulamak istiyorum.

Şimdi, bir başka mesele: Siz şiddetin yordayıcılarından bahsettiniz. Şiddetin yordayıcıları konusunda size katılıyorum. Şiddet döngüsü konusundaki yaklaşımınıza da çok katılıyorum yani şiddetin şiddeti doğurduğunu, şiddeti şiddet gören kişilerin, istismara uğramış kişilerin... Bunu bilindik... Ya, her zaman bilinen, en doğrusu değildir. Bilinen, güvenli olan ne yazık ki bazen kötü davranışlar da olabiliyor ve bu, bu noktaya bizi sürüklüyor olabilir. Bu bakış açısına ben katılıyorum, şiddet yordayıcılarını araştırıyor olmanızı da gerçekten çok keyifle dinledim o kısmı. Bir komponent daha eklemek istiyorum ama bu şiddetin yordayıcıları meselesinde. Şiddet ve toplum, makro sistem içerisinde bir çocuğun sosyolojiden, toplumdan bağımsız olmadığını gösterir. Eğer biz siyasetimizin dilini kurarken, iktidar siyasetin dilini kurarken nefret suçu üretiyorsa, kadına yönelik nefret suçu, mülteciye yönelik nefret suçu, farklılıklara yönelik bir ayrımcı söylem üretiyorsa biz bunun yansımalarını okuldan görüyoruz. Nereden biliyorum? Söyleyeyim: Ben çocuklarla, mülteci çocuklarla çalışırken psikolog olarak, ne zaman ki mültecilere yönelik iktidarda bir şiddet söylemi ya da muhalefette bir şiddet söylemi olsa çocuklar okullarda daha çok akran zorbalığına maruz kalıyordu. Dolayısıyla, bizim barışın dilini inşa etmemiz, bizim en başta siyasetin, en başta yetişkinlerin ortak yaşamı, birlikte yaşamı inşa etme noktasında değerli adımların atıldığı bugünde, bunu sahiplenmesi, güçlendirmesi, barışı en çok da çocuklar için var etmesi gerekiyor. Çünkü şiddet birbirini doğurur, şiddet birbirini var eder. Bizler çatıştıkça, bizler barışı inşa edemedikçe ne yazık ki, bunu çocuklardan da bekleyemeyiz.

Okulların güvenli bir yer olduğunu söylediniz ve dediniz ki: "Okullar güvenli ama başka etmenler var, çocuklar bu yüzden şiddeti öğreniyorlar." Okullar güvenli değil. Ne yazık ki, okullar güvenli değil. Okulların kapısının önünde uyuşturucu satılıyor. Bakın, sizi götürebilirim yani. Gözümle gördüğüm, ihbar ettiğimiz, bir şeyin yapılmadığı durumlar var yani uyuşturucuyla... En başta okulların güvenli bir hâle gelmesi için Sayın Vekilim önerdi, güvenliğin sağlanıyor olması gerekir, okul kapılarında uyuşturucunun satılmıyor olması gerekir. Akran zorbalığı, bir kere okulların güvenliğini en çok tehdit eden meselelerden biri. Okul içi şiddet diye bir gerçeklik var. Akran zorbalığı bugün çocuklardaki ruh sağlığı bozukluklarının en birinci etmenlerinden biri. Dolayısıyla, biz okullarda hem güvenliğe dair hem akran zorbalığına dair hem okul içi şiddete dair sizin çalışmalarınızı merak ediyoruz. Bu arada, Türkiye'de okula katılımın artırılması için Şartlı Nakit Transferinin Etkisinin Güçlendirilmesi Projesi'nden bahsettiniz, 14 ilde olduğunu söylediniz. Ben bu illeri de merak ediyorum, sormak istiyorum. Zaten 19 milyon öğrenci olduğundan ve bu rakamların yetersiz olduğundan bahsetti, geliştirilmesi gerektiğinin vurgusunu da bir kez daha yapmak istiyorum. Bir de ÇEDES Projesi'nden sorumlu müdürlükler de burada Hayat Boyu Öğrenme, Ortaöğretim Genel Müdürlüğüyle ilgili müdürlükten arkadaşlarımız da burada. ÇEDES'le ilgili pek çok şeyden bahsedildi. Ben, ÇEDES projelerinin, çocuklara, okullara Ülkü Ocaklarını ya da okullara imamları, tarikatları, cemaatleri değil, Türk Psikologlar Derneğini, TODAP'ı, DER-MEZ'i, Psikolojik Danışmanlar Derneğini, çocuklarla çalışan, çocukların gelişimi için çalışan derneklerle, kurumlarla ortaklaşması gerektiğini düşünüyorum çünkü okullar, eğitim, siyasal şeyler değiller, siyasal yapılar değiller ve orayı siyasileştirmek, hiçbirimizin işine yaramayacak şeyler, ne çocukların işine yarayacak ne bizim işimize yarayacak şeyler. Dolayısıyla, olabildiğince oraları bağımsız, tarafsız, pedagojiye uygun bir şekilde donatmamız gerekiyor. ÇEDES Projesi'ni çok konuştuk yani çok fazla şey de söylendi, ekstra bir şey söyleyip boğmak istemiyorum ama ÇEDES Projesi yıllar sonra, hem MESEM hem ÇEDES yıllar sonra, işte, çocuğa karşı işlenmiş suçlar içerisine girebilecek kadar ciddi unsurları içerisinde barındırıyor. MESEM'lerden bahsetti Suat Hocam, detaylı girmek istemiyorum.

Kabaca söyleyeceklerim bunlar ama şunu da ekleyeyim: Sizin verilerinize göre, 2023 yılında bir rehber öğretmenin ortalama 500 ila 700 öğrenciye hizmet ettiği söyleniyor. Ben size soruyorum sadece, siz bir psikolojik danışman olarak: Ya, bu mümkün mü? Yani bu, o psikolojik danışmanının 700 ya da 500 öğrenciye hizmet veriyor olması mümkün değil. Yani bu insani değil, bu ahlaki değil, bu vicdani değil ve bir de artan intihar oranlarından bahsediyoruz. Bakın, biz ÇİM ziyareti yaptık, daha önceki ÇİM ziyaretlerinde de bu mesele ortaya çıktı. ÇİM'e en çok başvuru okulların açıldığı zamanda yapılıyor. Niye? Çünkü orada rehber öğretmenler var ve çocukların oradaki özel hayatlarına, gelişimlerine, yaşadıklarına dair veri alabiliyorlar. Dolayısıyla rehber öğretmenler çok kritik bir noktada duruyor. Bir proje vardı, okul ve sınıf öğretmenlerinin de... Bahsetmişti Vekilimiz, AKP Vekilimiz, bir kadın arkadaşım. O proje önemli bir proje, dinlemek, duymak da istiyoruz burada fakat acilen bir şeylerin yapılması gerekiyor. Biz Bolu gibi "çocuk katliamı" olarak nitelendirebileceğimiz bir felaketten geçtik. O bir çocuk katliamıydı çünkü sömestirdeydi çünkü okulların tatil olduğu dönemdeydi çünkü çocuklar orada belki de bütün okul yoğunluğunu, stresini atmak için oradaydı ve yarısı çocuk olan kayıplar yaşadık. Dolayısıyla, buna yönelik okullarda bir çalışma başlatıldı ama böyle, ölümü anlatan, normalliğini anlatan konuşmaların çıktığı videoları da izledik. Dolayısıyla, Bolu depremi için sizlerin bir çalışması var, onu da dinlemek isteriz, neler yaptınız? Ama afet bölgelerine de buradan geçiş yapayım. Afet bölgelerinde okullaşma oranı çok düştü. Kız çocuklarının erken evliliği çok yükseldi, erkek çocuklarının işçileştirilmesi arttı. Dolayısıyla, afet bölgelerinde Millî Eğitim Bakanlığının üzerine düşen çok ciddi yükler var, çok ciddi görevler var. Bu noktada ne aşamadayız deprem bölgeleriyle ilgili? Onu da sormak istiyorum ve teşekkür ediyorum.