KOMİSYON KONUŞMASI

SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Teklifin geneliyle ilgili görüşlerimi kısaca özetlemeye çalışacağım. Birincisi, teklifin ilk maddesini incelediğimiz zaman kazuistik bir yöntemle yazıldığını görüyoruz; bunun doğru bir yöntem olmadığını düşünüyorum. Burada bulunan herkes hukukçu, ben de hukukçuyum; bir hukukçu yönünden dahi böylesine kazuistik bir maddenin kaleme alınışındaki anlamını tespit etmekte güçlük yaşıyorum. Muhakkak ki biraz daha özenli bir çalışma gösterilirse daha kısa ve daha yalın bir ifadeyle bu hüküm kaleme alınabilir.

İkincisi, bu hüküm yönünden bir çelişkiye dikkat çekmek istiyorum. Dokuzuncu yargı paketi kapsamında o paketin, teklifin 4’üncü maddesiyle hukuk mesleğine giriş sınavlarının kapsamı genişletilmişti ve oradaki ana gayenin de hukuk mesleğinin icrasındaki kaliteyi yükseltmek olduğu belirtilmişti yani sözüm ona güçleştirici bir düzenleme vardı.

Şimdi, bu iki hükmü birlikte değerlendirdiğimiz zaman bakın, sadece arada ay farkı var, birini temmuz ayında burada görüştük, diğerini şu anda ekim ayında görüşüyoruz. Burada kolaylaştırıcı bir düzenleme var, dolayısıyla bu teklif metinleri hazırlanırken bir kafa karışıklığının hâkim olduğunu görüyorum. Amacımız hukuk mesleğinin kalitesini mi yükseltmek yoksa çok sayıda hukukçuya küçük, küçük, küçük ekmek yaratmak mı? Bu metinler kaleme alınırken hukukun bir bütün olarak düşünülmediği kanısındayım. Bu da bize bir şeyi daha kanıtlıyor; böyle torba kanun yapma metoduyla hareket ettikçe aslında birbiriyle çelişen, hukukun bütünlüğünü bozan pek çok norm yürürlüğe girmiş olacaktır.

Bununla bağlantılı olarak benim cevap vermekte zorlandığım başka bir husus daha var. Bütün kamu hukuku işlemlerinin, kanunlar ve onları izleyen işlemlerin amaç unsuru kamu yararı olmalıdır. Şimdi, böyle torba kanunlar bakımından ben hangi kamu yararının gözetildiğini tespit etmekte güçlük çekiyorum. Bir kere, bunu siz de belirttiniz, 12 ayrı kanun üzerinde değişiklik getirdiğini söylediniz teklifin. Dolayısıyla metnin tamamı bakımından hangi kamu yararı gözetiliyor; ben bu soruya cevap arıyorum, cevap verilmesini bekliyorum. Dahası, tek tek maddeler yönünden de bakın, ay farkıyla buradan geçen hükümler yönünden çelişkili düzenlemeler ortaya çıktığına göre bunlardan hangisi kamu yararına yöneliyor? Eğer kamu yararı hukuk mesleğinin icrasını kalite bakımından yükseltmekse güçleştirici düzenlemeler lazım. O zaman doğru olan, temmuzda kabul ettiğimiz hüküm. Eğer doğru olan, çok sayıda hukukçuya kolay elde edilir imkân yaratmaksa o zaman doğru olan bu. Hâliyle bu kafa karışıklığının giderilmesi gerekiyor ve bu bağlamda bir kez daha belirtmek istiyorum: Torba kanun yapma metodu derhâl terk edilmelidir.

Şimdi bir başka hususa daha değinelim. Şu anda toplumu çok canevinden vuran ciddi sorunlar yaşıyoruz. Bu yenidoğan çetesi herhâlde insan olan herkesin yüreğini yaralayan bir olay. Böylesine ciddi olaylar dışarıda vuku bulurken… Bakın, 5 Ekimde İstanbul'da surlarda bir genç kızın kafası kesildi, annesinin önüne atıldı, bir başka genç kız aynı gün aynı fail tarafından öldürüldü. Narin’in cinayeti ve Rojin’di zannedersem Van Gölü kıyısında bulunan genç kızın ismi, onun öldürülmesi. Bu bize bir şey söylüyor: Türkiye'de çok ciddi bir şiddet sorunu var ve bu şiddet, herkesin yaşama hakkını ortadan kaldırmış durumda. Şimdi, genellikle kadınlara dikkat çekiyoruz; doğru, şiddetin hedefi kadınlar ama ben yakın çevremdekilerden gayet iyi şunu biliyorum: Artık erkekler de kendilerini güvende hissetmiyorlar. Dolayısıyla bu kadar ciddi problemler yaşanırken bizim burada yıllardan beri noterlerde zaten kredi kartıyla yaptığımız ödemelere yasal mesnet sağlamak üzere şu hükmü getiriyor olmamız neye benziyor biliyor musunuz? “Bizans düşerken meleklerin cinsiyeti var mı yok mu, varsa erkek mi kadın mı?” tartışmasını yapmak kadar bana abes görünüyor; bilmiyorum, diğer arkadaşlarım bu fikrime katılıyorlar mı.

Şimdi, bununla bağlantılı bir başka maddeye değinmek istiyorum. 16'ncı maddeyle ilgili bütün arkadaşlarımız fikirlerini söyledi, ben de ilk turda söylemiştim fakat bu vesileyle Sayın Turan Özer’in bugün verilmiş olan bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararından bizleri haberdar etmesinden dolayı kendisine teşekkürü bir borç biliyorum, çok önemli bir karara dikkat çekti. Bu vesileyle de bu madde bakımından bir başka Anayasa’ya aykırılık sorununa değinmek istiyorum. Biliyorsunuz, siz mesleğiniz gereği gayet iyi biliyorsunuz; Türkiye, 1989 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını kabul etti yani şu anda Türkiye, uluslararası ortamda bu kararların bağlayıcılığını kabul etmiş, bunun gereklerini yerine getirmeyi taahhüt etmiş bir ülke pozisyonunda. Zaten 90'ıncı maddeye 2004'te yapılan değişiklik de Adalet ve Kalkınma Partisinin tasarrufu olarak karşımıza çıktı ve biz bundan dolayı da Adalet ve Kalkınma Partisini çok övdük. Neden? Çünkü yapılan bu Anayasa değişikliği Türkiye'de insan hakları standardını, demokrasi standardını güçlendirmeye matuf bir değişiklik diye. Fakat şimdi bu 16'ncı maddeye baktığımızda, zaten Anayasa’ya aykırılık sorunu var bu hükümde çünkü Anayasa'mızın 13'üncü maddesi bütün temel hak ve hürriyetleri sınırlayan düzenlemelerin ölçülülük ilkesine uyması gerektiğini ve hakkın özüne dokunmaması gerektiğini söylüyor. Hâlbuki 16'ncı madde bakımından getirilen düzenleme öyle bir düzenleme ki hem ölçülülük ilkesini ihlal ediyor hem hakkın özünü. Hangi hakkın özünü? İfade hürriyeti ve ondan mülhem olan bütün hakların özünü ihlal ediyor, bunlara dokunuyor.

Şimdi, çok eminim ki arkadaşlarımız şöyle bir savunmaya girebilirler yani “Türkiye Cumhuriyeti devletinin güvenliğini göz ardı mı edelim?” diyebilirler. Ben burada hemen Anayasa’nın 15'inci maddesine atıfta bulunmak istiyorum. 15'inci madde; savaş, seferberlik ve olağanüstü hâle ilişkin bir düzenleme. Bu düzenleme ne diyor bize? Diyor ki: “Savaş hâlinde, seferberlik hâlinde, olağanüstü hâllerde dahi temel hak ve hürriyetler kısmen veya tamamen durdurulurken riayet edilmesi gereken hususlar vardır.” Nedir onlar? Milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler, ölçülülük ilkesi ve hemen maddenin ikinci fıkrasında atıf verilen bazı haklar var, onlardan biri de ifade hürriyeti. Şimdi, hemen bir hususa işaret edeyim: Bu madde, Millî Güvenlik Konseyi rejiminin kabul ettiği bir maddedir yani askerî yönetimin tasarrufu olan bir maddedir. Bunu niye söylüyorum? Sık sık yeni anayasa taahhüdü zikredilirken askerî yönetimden miras olan Anayasa düzeninin ne kadar sıkıntılı hükümler içerdiği bize telaffuz ediliyor ama ben doğrusunu isterseniz her zaman askerlere, askerî müdahalelere eleştiri getirmiş bir kişi olarak şu madde bağlamında bu hükmü kaleme alan Millî Güvenlik Konseyi üyelerine şükranlarımı sunuyorum. Çünkü bakınız, onların asker olarak en çok gözettikleri husus millî güvenlik olduğu hâlde bu kadar önemli koruma alanları sunmuşlardır haklar ve hürriyetler için. “Ölçülülük ilkesi” demişler, “milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler” demişler, “ifade hürriyeti” demişler. Yani biz bugün şu kanunu yaparken 1982 yılının gerisinde bir düzenlemeye imza atmış olacağız ve gerekçesi ne olacak? Millî güvenliğin, devletin güvenliğinin korunması olacak ki ben bunun hiç inandırıcı olmadığını söylemek isterim. Dolayısıyla bu hükmün tekliften çıkarılması yönünde diğer milletvekili arkadaşlarımın beyan ettikleri bütün gerekçelere katılıyorum ve bu hükmün metinden çıkarılması gerektiğini bir kez de ben ifade etmek istiyorum. Kaldı ki biliyorsunuz, Anayasa'mız 2’nci maddesinde hukuk devleti ilkesine yer veriyor ve bu ilkenin unsurlarından biri de suç ve cezanın kanuniliği ilkesi. Hepimiz hukuk fakültesinde okurken ceza hukuku hocalarımızdan bu kavramın önemine dair çok şey dinledik, çok şey okuduk. Anayasa koyucu -bakın, askerler- bu kavramın önemine binaen hukuk devleti ilkesi için de zımnen mündemiç olmasıyla yetinmemişler, 38'inci maddede ayrıca ve açıkça demişler ki: “Suç ve cezalar kanuni olmalıdır.” Suç ve cezanın kanuniliği ilkesine ayrıca ve açıkça referansta bulunmuşlardır.

Şimdi, getirilen bu maddeye bakalım, 16'ncı maddeye. İçerdiği fevkalade soyut, müphem, muğlak kavramlarla bu aslında yargı kuruluşlarına çok ciddi bir takdir yetkisi tanımakta. Dolayısıyla, aslında, bu hüküm kapsamında kanunla suç yaratılmıyor, bizzat kanun koyucu eliyle suç yaratma yetkisi yargı kuruluşlarına devredilmiş oluyor. Şimdi, sizlerin de takip ettiğini düşünüyorum, Ömer Faruk Gergerlioğlu kararında Anayasa Mahkemesi özellikle suç ve cezanın kanuniliği ilkesini çok sarih olarak ifade etti ve bu bağlamda yargı kuruluşuna takdir yetkisi tanınamayacağının çok net ifadelerle altını çizdi. Buna rağmen, ortaya çıkan hak ihlali sebebiyle Can Atalay, açtığı her iki bireysel başvuru davasında aynı hususu çok yalın olarak ifade etti; suç ve cezanın kanuniliği ilkesi, bu ilkenin Anayasa’da nasıl zikredildiği, hukuk devleti bakımından taşıdığı önem ve bu yetkinin yargı kuruluşu tarafından kullanılamayacağına dikkat çekti. Hâliyle, 153'üncü maddenin açık hükmü karşısında bu da aslında bağlayıcı bir nitelik taşıyor.

Şimdi, sabahtan beri hep bütün devlet organ ve makamlarının her türlü tasarrufunda hukukun üstünlüğünü, Anayasa’nın üstünlüğünü dikkate alması gerektiğinden bahsediyoruz. Bu bağlamda, bir kez daha ifade etmek isterim, eğer teklifin 16'ncı maddesi bu biçimiyle burada kabul edilirse, Genel Kurula sevk edilir ve orada da aynı şekilde kabul edilirse buradan çok ciddi bir Anayasa’ya aykırılık sorunu doğuracak.

Bu vesileyle bir hususa daha işaret edeceğim. 5 Ekim günü 2 kişiyi öldüren, adı “Semih” olan fail vesilesiyle gazetelerde okuduğumuz bir habere referansta bulunmak istiyorum. Haber şöyleydi: Kökleri dışarıda olan “involuntarily celibate” yani gönülsüzce bekar kalanlar veya zorunlu bekarlar derneği… Nedir bu derneğin mahiyeti? Mahiyeti şu: Herhangi bir vesileyle evlenmemiş olan veya kız arkadaşı olmayan erkeklerin oluşturduğu bir örgüt. Bu örgüt, kadınlara karşı düşmanlığı kendi arasında yaygın hâle getiriyor, kadınlara karşı şiddet eylemlerini teşvik ediyor ve bu “Semih” adı verilen fail de aynı gün içinde 2 kadını öldüren fail de bu örgütün bir elemanı ve üstelik çok popüler bir elemanı. Neden bunu zikrettim? Anayasa’mızın ifade hürriyetini düzenleyen 26'ncı maddesi bu hürriyetin sınırlayıcı kavramlarından birinin suçla mücadele olduğunu söylüyor. Keza, tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesi de suçun önlenmesi gerekçesiyle ifade hürriyetinin sınırlanabileceğini düzenliyor. Hâliyle, eğer biz gerçekten ülkemizin güvenliğini, gençlerimizin varlığını ve geleceğini düşünüyorsak şimdi ifade hürriyetini böylesine ölçüsüzce sınırlayan bu 16'ncı maddeyi tekliften çekelim; onun yerine, benim bahsettiğim, kökleri dışarıda olan bu örgüt ve benzerleriyle nasıl mücadele edebiliriz, gençlerimizi bu örgütlerin tuzağından nasıl koruyabiliriz, ona odaklanalım. Eğer bunu yaparsak Anayasa’nın bize yüklemiş olduğu yasama yetkisini layıkıyla yerine getirmiş oluruz; aksi hâlde, ben yasama yetkisinin Anayasa’nın 14'üncü maddesine aykırı bir biçimde kullanıldığını yani bu yetkinin kötüye kullanıldığını düşünüyorum.

Çok teşekkür ederim sabrınız için.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Teşekkür ediyorum Sayın Özbudun.