Komisyon Adı | : | BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU |
Konu | : | Amasya Milletvekili Hasan Çilez, İstanbul Milletvekili Mustafa Demir ve 88 Milletvekilinin Köy Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2691) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 21 .11.2024 |
GÜLCAN KIŞ (Mersin) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum öncelikle.
Evet, bugün görüşmekte olduğumuz kanunun adı Köy Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi. Şöyle bir bakıyoruz, kanun 24 maddeden oluşuyor, "Köy Kanunu" diye görüştüğümüz kanun teklifi, sadece 1 maddesi köylerdeki sorunu çözmekle alakalı bir kanun teklifi. Geriye kalan maddelere baktığımızda, Anayasa'ya aykırılıklarla dolu içerikte olan maddelerle karşı karşıyayız ve aynı zamanda, maddelerin neredeyse çoğu da yerel yönetimlerin yetkilerinin merkeze alınmasıyla alakalı ve Bakanlığa devriyle alakalı, çok ince nüanslarla bunu sinsice gerçekleştiren bir kanun teklifiyle karşı karşıyayız. İleriki süreçlerde nasıl bir yetki karmaşası ve işlemler yapılırken vatandaş ile yerel yönetimler arasında ve Bakanlık arasında nasıl bir sorun yaşanacağını bugünden sizinle paylaşabiliriz ve çok net de görebiliyoruz.
Şimdi, Sayın Başkan, ben maddeler üzerinden gideceğim ama her madde üzerinde konuşmayacağım. Gökan Zeybek Başkanımız çok detaylı açıklamalar yaptı, çok kıymetli bilgiler verdi, kendisine teşekkür ediyoruz.
Bu, gecekonduyla ilgili olan maddede ben dün de açıklamamı yapmıştım; kaçak yapıların yıkımıyla ilgili yazılı bir sürece bağlanması konusu görüşülüyor. Ancak zaten mevcut uygulamalarda mahkemeler kaçak yapı yıkımlarının yürütmeyi durdurma kararını verebiliyorlardı. Bu düzenleme aslında yasalaşırsa hukuki süreçlerin daha da karmaşık bir hâle geleceğini tahmin ediyoruz. Ayrıca, tebliğden sonra vatandaşa verilen bir on beş günlük süre var. Bu sürenin de vatandaşın bu konuda itirazlarını yapma ya da bu konuyla ilgili görüşmelerini yapma süresi olarak kısa bir süre olduğunu da buradan değerlendirmekteyiz. Bunun hukuki bir karmaşa yaratacak düzenleme olduğunu da buradan belirtmek isterim.
Şimdi, 5'inci maddeyle devam etmek istiyorum ben. Bu düzenlemeyle, daha önce kamulaştırma ortaklık payıyla oluşturulmuş alanlarda kamulaştırma yükü kaldırılmak istenmektedir. Umumi ve kamu hizmet alanlarının bedelsiz şekilde kamuya devri kulağa güzel gelen bir çözüm gibi sunulsa da bu düzenleme, vatandaşın mülkiyet hakkını hiçe sayarak devletin ekonomik yükünü vatandaşa yıkmaktadır. Özellikle emsal transferi gibi uygulamalar, planlama ilkelerine aykırılık yaratmakta ve adaletsiz sonuçlar doğurmaktadır. Kısa bir örnek vermek istiyorum: Örneğin, İstanbul Beşiktaş'ta 3 bin metrekare bir arsa üzerinden yapılacak emsal transferi, yüksek arsa değeri nedeniyle ciddi bir eşitsizlik de yaratacaktır. Bu tür uygulamalarda belirlenecek olan kriterlerin açık ve net bir şekilde tanımlanması gerekmektedir. Riskli yapılar ve düşük yoğunluklu alanlar gibi öncelikli bölgelerin dikkate alınması gerektiğini burada da vurgulamak istiyoruz.
Kanun teklifindeki 6'ncı maddeye baktığımızda, daha önce eğer imar planlarında sosyal donatı alanları eksik kalıyor ise bu alanlar hazine parsellerinden tamamlanırdı. Ancak şu an iktidar olarak yapmak istediğiniz, hazine parsellerini vatandaş parseli olarak görüp imar planlarından sonra oluşan parselleri sattığınız için kanunda düzenleme istemektesiniz. Aslında bu maddenin en açık ifadesi de budur Sayın Başkan. Ayrıca, burada KOP parsellerinin kamulaştırma işlemleri önceden kurumlar tarafından yapılmakta iken şimdi belediyelere bu yükü yıkmaktasınız. İdarelere de şunu söylemektesiniz: İmar uygulamasında vatandaştan eksik bir alım yaptıkları zaman, ikinci uygulamayı bedel olarak yapmalarını öneriyorsunuz. Burada "Vatandaşın kısıtlı parselinden gelen parayla bedelini öde." diyorsunuz ve burada da yerel yönetimler ile vatandaşı karşı karşıya getirmek gibi bir durum gündeme gelmektedir. Burada yine bir örnek vereyim: Benim bir parselin var, aynı zamanda belediye bunu zamanında kamulaştırma yapmamış, okul alanı olarak kalmış. Siz şunu söylüyorsunuz: "Ben kamulaştırma yapmam Bakanlık olarak. Belediye ise bu konuyla ilgili yakın çevresinde yeniden imar uygulaması yaptırsın, çevresinde yer alan diğer parsellerden bedel alsın, sana versin." Bu maddeyi, direkt, belediyeler ile vatandaşı karşı karşıya getirerek devletin tüm kurumlarını da bu işten sıyırma maddesi olarak düşünmekteyiz.
Değerli milletvekilleri, burada...
MUSTAFA DEMİR (İstanbul) - Bu doğru değil. Kayıt altına alıyorum da bu doğru değil yalnız, yanlış bilgi.
GÜLCAN KIŞ (Mersin) - Uygulamada bunlarla çok net karşılaşacağız Sayın Milletvekilim, bu konuda çıkardığımız sonuç bu.
Kanun teklifindeki 7'nci maddedeki değer artışı konusuyla alakalı da arsa değer artışından alınan payın yüzde 90'a çıkarılmasını öngörmekteler. Bu oran, malikler üzerinde aşırı bir yük oluşturmakta ve mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengeyi malik aleyhine bozacak şekilde düzenlenmiştir. Mahkeme kararları böyle bir oranın orantısız bir sınırlamaya neden olduğunu ve malikin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak bu teklif, mahkemelerin daha önce verdiği iptal kararlarına rağmen yine aynı şekilde önümüze getirilmiş durumdadır.
Ayrıca, toplanan payların paylaşımı konusunda da adaletsizlikler dikkat çekmektedir. Burada yüzde 15'lik kısmın Maliye Bakanlığına aktarılması... Bu geliri oluşturmak için tüm süreci yöneten belediyeler açısından da eşitsizlik olduğunu düşünmekteyiz. Bu vesileyle, mahkemeler tarafından iptal edilen bu düzenlemenin yeniden teklif edilmesinin gerekçesinin de açık bir şekilde cevabını bekliyoruz. Bu maddeyle, mülkiyet hakkı ve kamu yararı arasındaki denge malik aleyhine bozulmakta, adaletsiz bir yapı ortaya koyulmaktadır. İptal edilen düzenlemelerin revize edilmeden tekrar gündeme getirilmesi, vatandaşların haklarını korumaktan uzak bir anlayışı da temsil etmektedir.
Teklifin 9'uncu maddesinde Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığına tanınan geniş yetkiler, yerel yönetimlerin özerkliğini ciddi bir şekilde zayıflatmaktadır. Bakanlığa verilen bu yetkilerle her tür ve ölçekteki fiziki planların, çevre düzeni planlarının ve imar planlarının yapılması, değiştirilmesi ve onaylanması yetki merkezi idareye devredilmektedir. Ayrıca, başvuru tarihinden itibaren iki ay içerisinde ruhsatlandırma yapılmaması durumunda da resen ruhsat verme yetkisi de Bakanlığa tanınmaktadır. Bu durum, yerel yönetimlerin planlama ve uygulama süreçlerinden tamamen dışlanmasına sebep olacaktır. Bunu da siyasi bir karar olarak düşünmekteyiz.
Anayasa Mahkemesinin daha önce iptal ettiği düzenlemelerin neredeyse aynısı bu teklifte yeniden karşımıza çıkmaktadır. Özellikle bu geniş yetkiler mülkiyet haklarını ihlal etmekte, yerel yönetimlerin karar alma mekanizmalarını da devre dışı bırakmaktadır. Bu karar yerel yönetimlerin özerkliğini zayıflatırken merkezî idarenin artan kontrolü halkın çıkarlarına nasıl hizmet edecektir? Onu da buradan sormak istiyorum.
Bu maddeyle yerel yönetimlerimiz işlevsiz hâle getirilirken merkezî idareye sınırsız bir yetki tanınması ve Anayasa Mahkemesinin kararlarını göz ardı eden bu düzenleme halkın mülkiyet haklarını ve dava açma özgürlüğünü de ciddi bir şekilde sınırlandırmaktadır.
Teklifin 10'uncu maddesinde 2004-2009 yılları arasında kurulmuş elektronik haberleşme istasyonlarının kule ve direkleri için özel düzenlemeler getirilmektedir. Ancak bu düzenlemeler Anayasa’nın kanunların geriye yürümezliği ilkesine açıkça aykırıdır. Geçmişte yapılan bu istasyonların izin ve ruhsat süreçlerine yönelik getirilen istisnalar mevcut yasal düzenlemelerle de çelişmektedir ve idari ya da yargısal süreçte devam eden dosyaların etkilenme durumu da çok net değildir, bunu da buradan netleştirme konusunda bir açıklama beklemekteyiz. Anayasa Mahkemesinin iptal kararında açıkça belirtilmiş olan hukuk devleti ve hukuki belirlilik ilkelerinin bu düzenlemede karşılanmadığı görülmektedir. Bu maddede getirilen istisnai hükümlerin halkın mülkiyet haklarını ve dava açma özgürlüklerini nasıl etkileyeceği de net bir şekilde ortaya konulmalıdır. Ayrıca, bu düzenlemeyle hangi idari ya da ticari çıkarların korunmak istendiğini de buradan sormak istiyoruz.
BAŞKAN ADİL KARAİSMAİLOĞLU - Gülcan Hanım, 26 madde var; hepsini tek tek...
GÜLCAN KIŞ (Mersin) - Yok, çok az maddede konuşuyorum, hepsinde konuşmuyorum.
BAŞKAN ADİL KARAİSMAİLOĞLU - Toparlarsak iyi olur.
GÜLCAN KIŞ (Mersin) - Komisyon üyesi olarak bunları ifade etmemiz gerekiyor.
BAŞKAN ADİL KARAİSMAİLOĞLU - Siz buradasınız nasıl olsa.
GÜLCAN KIŞ (Mersin) - Çünkü halk adına, yerel yönetimler adına çok önemli bir yasayı tartışıyoruz.
BAŞKAN ADİL KARAİSMAİLOĞLU - Evet, sıkıntı yok.
GÜLCAN KIŞ (Mersin) - Bunu zamanla sınırlandırmanın da doğru olmadığını düşünüyorum. Biz bunları ifade etmedikçe bazı olaylardan da kendimizi geri çekmiş oluruz, bunların doğru olmadığını düşünüyoruz. Sayın Başkan, biraz sabrınıza ihtiyacımız var.
11'inci madde de yenilenebilir enerji yatırımları kapsamında rüzgâr ve güneş enerjisi santrallerinde yapı denetimi süreçlerini tamamen devre dışı bırakmakta. "Süper izin" olarak adlandırılan bu düzenlemede "Bürokratik süreçlerin hızlandırılması ve yatırımcı maliyetlerinin düşürülmesi hedeflenmektedir." deniyor ancak halkın can ve mal güvenliğini hiçe sayan bir anlayışı da yansıtmaktadır. Yapı denetim süreçlerinin ortadan kaldırılmasının bu santrallerin güvenliği, çevresel etkileri ve uzun vadeli sürdürülebilirliği açısından ciddi sorunlara yol açacağını da düşünmekteyiz. Özellikle rüzgâr ve güneş enerjisi gibi stratejik sektörlerde güvenlik ve kalite standartlarının denetim dışı bırakılmasının telafisi mümkün olmayan kazalara ve çevresel zararlara neden olacağını da buradan belirtmek istiyorum.
Bu düzenlemenin dikkat çeken bir diğer boyutu ise yerli firmaların talepleri yıllardır görmezden gelinirken yabancı sermayeye yönelik kolaylıkların hızla hayata geçirilmesinin istenmesi. Dışişleri Komisyonunda yaklaşık bir yıldır bekleyen Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri Hükûmeti Arasında Enerji ve Doğal Kaynaklar Alanında Stratejik Ortaklık Çerçeve Anlaşması ile bu düzenlemenin bağlantısı açıkça sorgulanmalıdır. Bunun bu anlaşmayla bir bağlantısı olup olmadığını da sizlere sormak istiyorum. Rüzgâr ve güneş enerjisi gibi kritik alanlarda yapı denetimi süreçlerinin kaldırılmasıyla stratejik bir sektörün geleceğinin de riske atıldığını buradan belirtmek isterim.
Yapı denetim ücretleri ve küçük ölçekli inşaatlarla ilgili çalışmaları, denetim firmalarının bazı sorunlarını ve soruları ben buradan birkaç soruyla sizlere iletmek istiyorum. Yüzde 3,5 oranına kadar olan geniş artış aralığına kimin karar vereceği netleştirilmelidir, Bakanlık yetkili olacaksa bu konuda bu husus açıkça belirtilmelidir. Küçük ölçekli inşaatlar için yüzde 3,5 oranı yerine daha makul bir oran belirlenmeli ve bu oran düzenlemede açıkça yazılmalıdır; örneğin, yüzde 2,5 gibi bir oran üzerinden çalışılabilir. Geniş artış aralığı yerine her 100 metrekare için sabit bir oran belirlenmesi daha adil ve uygulanabilir bir sistem de sunacaktır. Küçük projelerde yapı sahibi ile yapı denetim firması arasında oluşabilecek çıkar ilişkilerini de nasıl denetlemeyi düşünüyorsunuz?
Ayrıca, bu düzenlemede "Çevre ve Şehircilik Bakanlığı" ibaresinin yer alması da çok dikkat çekiyor. Bakanlığın adı değişmiş olmasına rağmen bu ibarenin hâlâ kullanılması teklifin yeterince özenle hazırlanmadığını ve teknik eksiklikler barındırdığını da buradan göstermektedir.
Gelelim en önemli maddemize: Çevre Ajansı ve yetki düzenlemeleriyle ilgili olan 19, 20, 23 ve 24'üncü maddelerimiz. Teklifte Türkiye Çevre Ajansına özel şirketlerle ortaklık kurma yetkisi verilmesi çevre politikalarımızın ticarileştirilmesinin açık bir göstergesidir ve önünün açılmasıdır. Bu ortaklıkların Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yapılacak olması sürecin şeffaflıktan ve kamu yararından uzak bir anlayışla yürütüleceğini göstermektedir. Anayasa Mahkemesinin daha önce verdiği iptal kararlarına rağmen Ajansın görev ve yetkilerinin yönetmeliklerle belirlenmeye devam etmesi hukuki belirlilik ilkesine de aykırıdır. Yönetim Kurulu çalışma esaslarının yönetmelikle düzenlenmesi ise yasama yetkisinin devredilmesi anlamına gelmektedir. Söz konusu maddeler Ajansın faaliyetlerinin net bir çerçevede tanımlanmadığını; aksine, bu yetkilerin sermaye odaklı, kullanıma açık bir alan oluşturduğunu göstermektedir. Görev tanımlarındaki soyut ifadeler ve özel şirketlerin dâhil edilmesi Ajansın kamu denetiminden uzaklaşacağını ve çevrenin korunması için üstlenmesi gereken sorumlulukları yerine getirmeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır. Dışarıda bir şirket kurulması ve bu şirketin Çevre Ajansının görevini gerçekleştirilmesi halk adına ciddi sorular doğurmaktadır. Bu şirketin faaliyetleri nasıl denetlenecek? Sayıştay bu şirketi denetleyebilecek mi? Kurulacak şirketin mali yönetimi ve karar alma süreçleri şeffaf olarak vatandaşlarla paylaşılacak mı? Kamu kaynakları kimlerin kontrolüne devredilecek? Çevre Ajansı kendi yapabileceği işleri neden özel bir şirket aracılığıyla gerçekleştirme çabası içerisine girmektedir? Tüm bu sorular teklifte yeterince açıklığa kavuşturulmamış ve halkın kaynaklarının geleceği hakkında ciddi endişeler de yaratmıştır.
Ayrıca, madencilik faaliyetleri için ormanların yok edilmesi, Kaz Dağları, Akbelen Ormanları ve Munzur Dağları gibi eşsiz doğal alanların tahrip edilmesi doğanın ve halkın haklarını hiçe sayan bir anlayışın sonucudur. Bu projelerden kimler, ne kadar fayda sağlıyor? Hangi çıkar grupları bu politikaların arkasında? Halkın ortak mirası olan ormanlarımız, su kaynaklarımız ve biyoçeşitliliğimizin birkaç şirketin kâr hırsına teslim edilmeyeceğini de buradan belirtmek istiyoruz. Doğaya karşı yapılan bu tür politikalar yalnızca bir çevre sorunu değil, aynı zamanda toplumsal bir adalet problemidir. Böylesi politikaların sürdürülebilir olmadığını ve doğayı, insanları, ülkenin geleceğini de tehdit ettiğini de açıkça belirtmek istiyoruz
BAŞKAN ADİL KARAİSMAİLOĞLU - Teşekkür ederiz.
GÜLCAN KIŞ (Mersin) - Bu konuyla ilgili sormak istediğim birkaç soru var: Çevre Ajansının özel şirketlerle yapacağı ortaklıkların kamu çıkarını gözettiğini nasıl garanti ediyorsunuz? Ajansın faaliyet alanları neden net bir şekilde tanımlanmamıştır? Bunların bu kanunda net bir şekilde tanımlanmasını sizlerden rica ediyoruz. Ayrıca, mahkemenin iptal kararında belirtilen hukuki belirlilik kriterleri neden bu düzenlemelerde karşılanmamıştır? Bu düzenlemede görmemekteyiz. Kurulacak olan şirketin kim olduğunu sizden açık ve net bir şekilde söylemenizi beklemekteyiz. Çevre Ajansının kendi yapabileceği işlerde neden özel bir şirketle ortaklık yapma ihtiyacı duymaktasınız?
BAŞKAN ADİL KARAİSMAİLOĞLU - Teşekkür ederiz.
GÜLCAN KIŞ (Mersin) - Burada sonuç olarak şunu söylemek istiyorum: Bu kanun teklifinin vatandaşlarımızın mülkiyet haklarını kısıtlayan, yerel yönetimlerin özerkliğini zayıflatan, rant odaklı bir anlayışın ürünü olduğunu düşünmekteyiz. Bu teklif çevre politikalarını ticarileştiriyor, teklifte kamu kaynaklarını özel sektör çıkarlarına da teslim eden bir anlayış olduğunu düşünüyor, bu eleştirilerimizi ve önerilerimizi dikkate almanızı öneriyoruz.
Çalışmalarınızda da başarılar diliyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN ADİL KARAİSMAİLOĞLU - Teşekkür ederiz.