| Komisyon Adı | : | DIŞİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun, Türkiye'nin dış politikasında son dönemdeki gelişmeler hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 25 .02.2016 |
DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Çok değerli Başkanım, Komisyonun çok değerli üyeleri; öncelikle sizi şahsım adına ve çalışma arkadaşlarım adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli Başkanım, size ve Komisyona bu fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum. Esasen, sizin de söylediğiniz gibi Komisyon Başkanı seçildikten sonraki ilk görüşmemizde, sadece bir defa değil önümüzdeki süreçte, belli aralıklarla ya da siz ne zaman ihtiyaç duyarsanız Komisyona gelmek istediğimi ve dış politikayla ilgili gelişmeleri sizlerle paylaşmak istediğimi, arkadaşlarımızın da sorularını memnuniyetle cevaplamak istediğimi vurgulamıştım. O nedenle bu fırsatı bugün yakaladığımız için çok teşekkür ediyoruz.
Esasen, siz değerli Komisyon üyeleriyle, milletvekilleriyle, dış politikamızın hem gelişmelerini hem de perde arkası bazı gelişmelerini özellikle kapalı oturumlarda da her zaman paylaşmak isteriz. Sizlerin sorularını da samimi bir şekilde cevaplamak isteriz.
Bugün, Türk dış politikasının değil sadece, dünyanın odaklandığı yer Suriye. Suriye'de nasıl bir çözüm olur? Ne yapılabilir? Ateşkes nasıl sağlanabilir? En azından çatışmalar durdurulabilir mi? İnsani yardımlar ulaştırılabilir mi? Kuşatma altında, zor şartlar altında yaşayan insanlar var. Esasen rejimin yöntemlerinden bir tanesidir: İnsanları kuşatma altında tutarak -32-33'te Sovyetler Birliği'nde olduğu gibi- açlığa terk ederek öldürmek istiyor. Maalesef çok sayıda insan bu şekilde de yaşamını kaybetti. Tüm bunlara çözüm bulmak için uluslararası camiayla birlikte hareket ediyoruz, çaba sarf ediyoruz.
En son, 11 Şubatta Münih'te bir toplantı olmuştu, Uluslararası Suriye Destek Grubu toplantısı. Burada bir deklarasyonu kabul ettik, onayladık, dokuz saat süren bir müzakereden sonra. Bunun amacı şuydu: Öncelikle, bir an evvel çatışmaların durdurulması ve insani yardımların, bu kuşatma altında yaşayan insanlara bir an evvel ulaştırılması. Ve mümkünse bir an evvel kalıcı ateşkesin tesis edilmesi. Bu arada da siyasi müzakerelerin tekrar başlatılması. Bildiğiniz gibi daha önce müzakereler ocak ayının sonunda başlamıştı tekrar, bizim de katkılarımızla. Fakat, Rus hava saldırıları devam ettiği için, yine rejim güçlerinin belli gruplarla, İran'ın desteklediği Şii gruplarla, Hizbullah'la birlikte devam ettirdiği için herhangi bir müzakere ortamı oluşamamıştı ve kısa süre içinde De Mistura ara vermek zorunda kaldı, ara verirken de bunun gerekçesini kamuoyuyla paylaştı.
Tabii, tekrar başlatılması önemli. Çünkü, Suriye'de esas çözüm siyasi çözümdür. Tabii ki terör örgütleriyle mücadele devam etmeli ve kim olursa olsun, neye hizmet ederse etsin terör örgütleriyle mücadele edilmeli. Bundan sonraki süreçte zaten, ateşkes sağlanırsa da yine çatışmalar durdurulsa da Suriye'deki terör örgütleriyle mücadele devam edecek. Ama diğer taraftan siyasi çözüm arayışlarını da devam ettirmemiz lazım. Münih'teki bu toplantıdan sonra Uluslararası Suriye Destek Grubunun eş başkanları, aynı zamanda Güvenlik Konseyinin daimî üyeleri ABD ve Rusya, bunun nasıl uygulanacağı konusunda görüşmelerini sürdürdüler. Bu aşamada ortaya çıkan fikirler konusunda da sürekli ABD Dışişleri Bakanı Kerry ile de görüş alışverişinde bulunduk. Ve taslak ortaya çıkınca da metin bizlerle de paylaşıldı. Biz de katkılarımızı verdik ve bu anlaşmayı, açıklandıktan sonra da desteklediğimizi zaten beyan ettik, kamuoyuyla paylaştık. Şimdi, sıra geldi bunun uygulaması. Yani yarın gece, 26'yı 27'ye bağlayan gece çatışmalar durdurulacak.
Bu vesileyle, bir parantez açayım, sözlerimin başında unuttum. Çok değerli Başkanım, sizler de vurguladınız, bugünü yarına bağlayacak gece maalesef Hocalı'da bir katliam oldu ve Ermeniler 613 Azeri kardeşimizi, Azerbaycanlı kardeşimizi, özellikle de çocukları, kadınları çok vahşi bir yöntemle katlettiler. Bu vesileyle, oradaki tüm şehitlerimizi, hayatını kaybeden kardeşlerimizi rahmetle anıyoruz ve Azerbaycan halkına, Türk halkına da başsağlığı dileklerini ben de bir kere daha vurgulamak istiyorum. Bu sabah açıklamamı zaten Anadolu Ajansında yapmıştım.
Umarım, yarın gece çatışmalar durur ve siyasi müzakereler için bir ortam oluşur. İnsani yardımlar etkili bir şekilde aktarılır. O günden bu yana yani Münih'ten bu yana kısmen de olsa belli bölgelere insani yardımlar ulaştırıldı. Bunu izleme komitesi var, hem bundan sonra çatışmaların durdurulmasını izleyecek hem de insani yardımların ulaştırılmasını gözlemleyecek çalışma grubunun içinde Türkiye de var. İnsani konularda her zaman hassasız ve burada bu yardımların yerine ulaşması için de elimizden geleni yapacağız. Ama bunun uygulaması çok önemli yani Rusya'nın hava saldırılarını durdurması gerekiyor, rejimin saldırılarını durdurması gerekiyor, İran keza, burada milislerini durdurması gerekiyor. Muhalefet, bizim de kendileriyle diyaloğumuz devam ediyor, ilk açıklamalarında bu süreci memnuniyetle karşıladıklarını vurguladılar. Yani müzakereye hazır olduklarını da zaten daha önce göstermişlerdi. Tüm amacımız, Suriye'de kalıcı bir çözümün olması, müzakerelerin başlaması, siyasi dönüşümün gerçekleşmesi, on sekiz aylık geçiş hükûmetinden sonra Suriye halkının kendini yöneten insanları seçecek ortamın oluşturulması. Bizim bu sürece desteğimiz de samimi bir şekilde devam edecektir. Bunu bir kere daha vurgulamak isteriz.
Tabii, Suriye'de bizi ilgilendiren gelişmeler de oldu. YPG'nin burada muhalefete saldırması, aynı şekilde angajman kurallarımızın kullanılmasıyla ilgili YPG'ye de bir müdahalemiz oldu. YPG ile PKK arasında bir ayrımın olmadığını, ikisinin de aynı olduğunu, YPG'nin tüm kademelerinde PKK'lı teröristlerin olduğunu tüm belgeleriyle muhataplarımıza da veriyoruz, vermeye devam edeceğiz. Bazı Avrupa ülkeleri bu gerçeği görmeye başladı. ABD'den ne kadar çelişkili bilgiler gelse de YPG'nin de güvenilmez olduğunu özellikle Kerry'nin söylemesi önemli. Ama ABD'nin de bu konuda tam bir net tutum sergilemesi gerektiğini de sürekli söylüyoruz. Terör örgütleriyle iş birliği yapmak çocuk oyuncağı değildir, çok tehlikelidir, ateşle oynamak gibidir. O yüzden başka bir terör örgütüyle mücadelede, ideolojisi farklı diye diğer bir terör örgütüyle iş birliği yapmak hem zafiyettir, acizliktir, aynı zamanda da çok büyük bir yanlışlıktır. Bu düşüncemizi de paylaşıyoruz. Nitekim, terör örgütünün kimlerle iş birliği yaptığını da açık bir şekilde görüyoruz.
Tabii, mülteci krizi ya da sorunu, Suriye'deki ve Irak'taki durumun insani boyutu. Bunu da unutmamak lazım, göz ardı etmemek lazım. Biz Türkiye olarak bir taraftan insan kaçakçılarıyla mücadele ederken diğer taraftan bize sığınan insanlara topraklarımızı açıyoruz, gönlümüzü açıyoruz, onlara yardım yapıyoruz. 10 milyar doları aşan bugüne kadar bir yardım yaptık. Bugün, herkes Avrupa Birliğinden gelecek 3 milyar avroyu konuşuyor. Kimisi bunun sanki Türkiye'nin bütçesine gidecekmiş gibi yorumlar yapıyor, içeride ve dışarıda. Bu son derece yanlış bir değerlendirmedir. Bu para doğrudan mültecilere harcanacak, mülteciler için gerçekleştirilecek projelere harcanacak. Biz, öncelikler konusunda düşüncelerimizi paylaştık. Özellikle, sağlık, eğitim çok önemli. 700 bin civarında eğitim çağında Suriyeli var. Bunların 300 binine eğitim sağlayabiliyoruz, kamplarda ve bazı şehirlerde. Şu anda 400 bin gencin, çocuğun eğitime ihtiyacı var yani bir neslin kaybolmaması lazım. Diğer ülkelerde yaşayan Suriyelileri de düşünecek olursak yine Lübnan'da, Ürdün'de yani bir nesil maalesef bu şartlarda yok oluyor yani eğitimsiz bir nesil ortaya çıkıyor. O nedenle, eğitim, sağlık, geçici konut, barınma gibi konulara öncelik verilmesi gerektiğini söylüyoruz. Avrupa Birliğiyle de bu düşüncelerimizi paylaştık.
Biliyorsunuz, çalışma izni verdik Türkiye'de yaşayan Suriyelilere. Özellikle, istihdam yaratıcı, eğitime yönelik projelere de, iş garantili eğitim dâhil istihdam yaratıcı projelere de destek vermek gerekiyor ki bu insanlar çalışsınlar, kimseye muhtaç olmasınlar ve dilencilik yapmasınlar.
Türkiye'de yaşayan Suriyelilerin sürekli suça bulaştığı ya da Avrupa'da "Gelirse suça bulaşır." anlayışı da doğru değildir, bu da haksızlıktır. Şu anda Gaziantep'in nüfusunun yüzde 18'i Suriyelidir. Kamplarda yaşayanları söylemiyoruz, şehirde. Bugüne kadar, Suriyelilerle ilgili hukuki işlem ya da yasal işlemin oranıysa yüzde 3'tür. Tabii yüzde 3'ün hepsinde Suriyeliler suç işlemiş diyemeyiz. Bazen kendi aralarındaki uzlaşmazlıklardan kaynaklanıyor, bazen de bizim vatandaşlarımızın onlara yönelik bazı eylemlerini kapsıyor. O yüzden, Suriyelilerin işlediği suç oranı yüzde 1 bile değil bir şehirde. O nedenle, onları da potansiyel suçlu gibi görmek de insani değil.
Irak'ta da maalesef durum hassasiyetini devam ettiriyor. Bugün Irak'ın iki problemi var. Bir tanesi, içinde bulunduğu durum yani DAEŞ'in topraklarını hâlâ işgal etmesi ve maalesef DAEŞ'e karşı da başarılı operasyonların yapılamaması. Bunun değişik sebepleri var. Irak'ın kurumsal, yeniden yapılanmış bir ordusu yok. Şii milislerle bunu devam ettiriyorlar ve Maliki'nin dışladığı kesimlerin güveni ve desteği henüz sağlanamadı, onlara yönelik dışlanma politikaları devam ediyor. Bağdat ile Erbil arasındaki problemler devam ediyor. Maalesef Abadi, her ne kadar istese de bu konularda ciddi adımlar atamadı. Diğer taraftan, güçlü bir ordusu olmadığı için desteğe ihtiyacı var. Biz hem peşmergeye eğitim desteği veriyoruz hem de Başika'daki kampta Araplara, Kürtlere, Yezidilere, Hristiyanlara ve Türkmenlere, ihtiyaç duyan herkese ayrım yapmaksızın eğitim çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Her 2 kampta da yaklaşık 2.500'er kişiye bugüne kadar eğitim verdik. Bu eğitip donattığımız insanların da koalisyonla birlikte DAEŞ'e karşı operasyonlarda etkin olması için desteğimiz de devam ediyor.
Ama Irak'ın yaşadığı başka bir sorun var, mali sorun. Çok ciddi bir mali kriz içinde maalesef. Şu anda hem Erbil'de hem de Bağdat'ta bu kriz hissediliyor. Aralarındaki anlaşmazlığın sebeplerinden bir tanesi de bu. Çünkü petrol gelirleri dâhil diğer konularda ya da Kürtlerin bütçeden alması gereken pay alınamıyor. Bu konuda uluslararası camiaya da sürekli çağrıda bulunuyoruz ki yani Irak'ın da bu şekilde çaresiz bırakılmaması gerekiyor. O nedenle biz de elimizden gelen desteği sağlıyoruz. Uluslararası camianın bir an evvel buna çözüm bulması gerekiyor. En son PKK'nın petrol boru hatlarına yaptığı saldırıdan sonra petrol akışında da bir aksama oldu ki bu borularla gelen petrol, biliyorsunuz ki Türkiye piyasalarına değil uluslararası piyasalara da gidiyor, biz burada transit ülkeyiz. Tabii ki kendi ihtiyacımız olanı da alıyoruz.
Bizi yakından ilgilendiren konulardan bir tanesi de Rusya'yla olan ilişkilerimiz. Rusya'yla uçak düşürme hadisesinden bu yana ilişkileri düzeltmek için samimi gayretlerimiz oldu ama Rusya'nın tabii, Suriye'deki müdahaleleri de bölgeyle olan sorunlara farklı bir boyut kazandırdı. Özellikle de sivillere, hastanelere yönelik saldırılar yeni göç dalgalarına sebep oldu. Bizim sınırımıza çok sayıda insan geldi. Bunların bir kısmını aldık, bir kısmını da kontrollü bir şekilde alıyoruz ya da hemen sınırın diğer tarafında gerekli ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Ama biz Rusya'yla ilişkileri düzeltmek için olgun bir tavır sergiledik. Kendisine güvenen, çağdaş bir devlet gibi davrandık. Rusya'nın duygusal tepkilerine ölçülü cevaplar verdik. Rusya'nın bize yönelik aldığı kararlara karşılık vermedik, attığı adımlara karşılık vermedik. Sabırla, ilişkilerimizin düzelmesini bekliyoruz. Bu sabah Anadolu Ajansında katıldığım programda da açıkladım: Belgrad'da Lavrov'la görüşürken Rusya'ya bu süreçten çıkabilmek için ortak bir çalışma grubu kurma teklifinde de bulundum ve o gün kendi aramızda, bunu basınla paylaşmayacağımız konusunda hemfikir olduk. Fakat epeyce bir zaman oldu 3 Aralıktan bu yana ve maalesef bir cevap gelmedi. Münih'te Lavrov'a tekrar sordum, Putin'den herhangi bir cevabın gelmediğin söyledi. Doğal olarak tabii Putin'e sorması gerekiyordu. Ben de Belgrad'da bu öneriyi getirirken o anda bir cevap beklemiyordum. Bu ortak çalışma grubunun amacı, bizim önerimize göre, bir yerde toplanıp bu krizden nasıl çıkabiliriz? bu Türkiye-Rusya ilişkilerini nasıl normalleştirebiliriz? Bu konuda kafa yorması ve önerilerle bize gelmesiydi. Fakat henüz maalesef, dediğim gibi, bir cevap gelmedi. Lavrov'a da artık bunu basınla paylaşabileceğimi Münih'te de söyledim. O nedenle, herhangi bir sözümüzü tutmama gibi bir şey de söz konusu değil. Çünkü bizim bu konulardaki tutumumuz, ilkesel tutumumuz her zaman nettir.
Avrupa Birliğiyle ilişkilerimize gelecek olursak. Son zamanlarda Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde bir ivme kazandık ama biz Avrupa Birliğine ve ülkelere hep şunu söylüyoruz: Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerine tekrar bir ivme kazandırdık, bir yol haritamız var ama bunun kısa vadeli olmaması gerekiyor, sonuç odaklı olması gerekiyor. Göç konusundaki iş birliğimizden rahatsız değiliz. Göç konusunun başka ilişkilerimizin diğer boyutlarına vesile olmasını da yadırgamıyoruz, doğaldır. Ama "Sadece göç konusunda Türkiye'ye ihtiyacımız var, o nedenle Türkiye'yle belli adımlar atalım, ondan sonrasına bakarız." anlayışının yanlış olduğunu söylüyoruz. Bizim Avrupa Birliğine olan ihtiyacımızı biz hiçbir zaman gizlemedik. Öyle olmasaydı zaten, ihtiyacımız olmasaydı, buna stratejik bir perspektiften bakmasaydık üye olmak istemezdik, müzakerelere başlamazdık. Ama Avrupa Birliğinin de bize olan ihtiyacını gizlememesi gerekiyor. Dün de ihtiyacı vardı, bugün ihtiyacı var, yarın her zamankinden daha fazla ihtiyacı olacak. O nedenle bu siyasi kaygılardan kurtularak, ön yargılardan kurtularak, bu vesileyle sonuç odaklı bir yol haritası üzerinde ilerlememiz lazım. Bu yıl atmamız gereken adımlar var. Göç konusunda zaten adımlar atıyoruz. Geri kabul anlaşması, ekim ayında gerçekleştireceğimiz vize serbestisi, vatandaşlarımızın Schengen ülkelerine vizesiz seyahat etmesini sağlamamız gerekiyor. Bu konuda mutabakatı sağladık.
Ekonomi konularıyla ilgili bir komisyonumuz vardı işleyen. Özellikle bu ABD'yle TTIP görüşmelerinden sonra bu mekanizma daha da iyi işledi. Fakat biz, bunun gümrük birliği anlaşmasının güncellenmesine yol açmasını istiyoruz ve bu konuda da bir mutabakatımız var. Gümrük birliği anlaşması 1995'lı yıllarda bir avantajdı ama bazı unsurları dezavantajdı. Şimdi, Türkiye ekonomisi büyüdükçe ve üyeliğimiz geciktikçe bu dezavantajın ağırlığını hissediyoruz ekonomi üzerinde. O sebeple gümrük birliğini de güncellememiz gerekiyor. Burada en önemli husus, bazı ihraç ettiğimiz ürünlerin önündeki engellerin kalkmasının yanında, Avrupa Birliğinin üçüncü ülkelerle imzaladığı muhtemel -TTIP dâhil- serbest ticaret anlaşmalarına Türkiye doğrudan dâhil oluyor. Yani Türk ürünlerine de o serbest ticaret anlaşması kapsamında gümrükler kalkıyor. Şu anda Türkiye, Avrupa Birliğinin imzaladığı üçüncü bir ülkenin ürünlerine gümrüğü sıfırlıyor ama o üçüncü ülkenin böyle bir yükümlülüğü yok. Bunun da dezavantajları var ama diğer taraftan yeni fasıllar açmamız gerekiyor. Sadece 17'nci Fasıl yetmez. Beş tane fasıl üzerinde konuşuyoruz. Bunlardan iki tanesi çok önemli. 23 ve 24'üncü Fasıllar, yargı, temel haklar, özgürlük, güvenlik gibi birbirine bağlı ve Türkiye'ye yönelik birçok eleştiriyi de kapsayan. Biz bu konularda müzakereye hazırız, yükümlülüklerimizi yerine getirmeye hazırız. Yol haritamızın içindeki yükümlülüklerimizi nasıl yerine getirmek için çaba sarf ediyorsak, korkacağımız da hiçbir şey yok ama Avrupa Birliği de samimi olsun. Zaten bu iki faslın gayriresmî açılış kriterlerini de yerine getirmiş durumdayız. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı, İnsan Hakları Kurumu, ombudsmanlık müessesinin kurulması gibi attığımız adımlarla altı tane gayriresmî açılış kriterini yerine getirdik.
Niye gayriresmî diyorum? Çünkü henüz Avrupa Birliği resmî bir şekilde bu açılış kriterlerini bize bildirmediği için gayriresmî diyorum ve bu fasılların açılmasının şöyle bir önemi var: Uzun sürüyor, zorlu. Şu anda Romanya ve Bulgaristan gibi ülkeler kaç yıldır Avrupa Birliğine üye ama bu fasılların kapanış kriterlerini daha yerine getiremediler. Avrupa Birliği bu anlayışla Karadağ'la ilk bu fasılları açtı mesela. Yani Sırbistan'la bir fasıl açtı, o da Kosova'yla ilişkilerini düzelttiği için dış politikayla ilgili. Fakat gerçek anlamdaki müzakerelere artık Avrupa Birliği bu iki fasılla başlıyor ki uzun zaman alıyor ve zor konuları içeriyor.
Hepimizin yakından takip ettiği Kıbrıs konusuna da değinmek istiyorum. Bu sene Kıbrıs'ta bir çözüme kavuşacağımızı umut ediyoruz. Bu atmosferin var olduğunu defalarca söyledik. Bu sadece iyi niyet gösterisi değildir, temenniden ibaret değildir. Gerçekten iki taraf müzakerelerde önemli mesafeler katettiler. Önemli yaklaşımlar var, anlaşmalar var. Yönetimle ilgili bile bazı hassas konularda bazı anlaşmalara vardılar fakat henüz çetrefilli sorunlar da var. Bunlardan bir tanesi mülkiyet konusu, tabii ki sınır meselesi. Ayrıca güvenlik ve garanti meseleleri var ki bunlar müzakerelerin en sonunda değerlendirilmesi gereken şeyler. Biz Türkiye olarak müzakere sürecine destek veriyoruz. KKTC'yle yakın iş birliğimiz devam ediyor ama güven arttırıcı adımlara da destek veriyoruz, tedbirlere de destek veriyoruz. İki tarafın kendi aralarında vardığı anlaşmalar, güven arttırıcı tedbir bakımından anlaşmalar dâhil her türlü adıma destek veriyoruz.
Geçtiğimiz günlerde muhalefet partisi AKEL'in genel sekreterini -yani genel başkanı oluyor- Türkiye'ye davet ettim, İstanbul'a davet ettim. Hem Sayın Başbakanımız AK PARTİ Genel Merkezinde kendilerini kabul ettiler. Ben de kendisiyle görüştüm. Bir akşam yemeğinde de bir araya geldik. Muhalefet partilerinin de desteği önemli. KKTC'de çözüm konusunda hemen hemen bir konsensüs var, olumlu bir atmosfer var. Zaten Kıbrıs Türk halkı 2004'te de çözüm istediğini referandumda göstermiştir. Şu anda Rum tarafında bir seçim var, mayıs ayında bir seçim olacak ve Rum tarafı seçimden sonra bu anlaşmanın, çözümün referanduma gitmesini önerdi. KKTC tarafı da bunu anlayışla karşıladı. Ama arzumuz, daha da fazla gecikmeden, haziran ayında, seçimden hemen sonra bir an evvel gerçekleşmesi. Umarım, bu sene Kıbrıs sorununda kalıcı bir çözüm... Tabii kalıcı bir çözümün çerçevesi belli. Zaten 11 Şubat ortak deklarasyonunda da var, iki kesimliliğe dayanan, siyasi eşitliğe dayanan bir kalıcı çözüm.
Diğer taraftan, komşu ülkelerle ilişkilerimizi düzeltmek için çaba sarf ediyoruz. Bunlardan bir tanesi İran. İran'la bölgesel konularda aynı düşünmediğimiz sır değil ve kendilerine de açık bir şekilde söylüyoruz. Özellikle Suriye konusunda, Irak konusunda aynı düşünmüyoruz. Bunu da kendi aramızda da konuşuyoruz ama diğer taraftan İran'ın üzerindeki ambargoların kalkmasından da memnuniyet duyuyoruz. Bu nükleer silahlanma konusunda varılan anlaşmayı da memnuniyetle karşıladığımızı zaten açıklamıştık. İran'ın üzerindeki ambargoların kalkması İranlı kardeşlerimizin de yararına, bölgenin istikrarı ve ekonomik kalkınması için de faydalı.
Biz ikili ilişkilerimizi bu sene de geliştirmek için müsteşar yardımcıları düzeyinde ilk toplantımızı gerçekleştirdik. Ankara'ya geldiler ve Sayın Başbakanımız ziyaret edecek. İran tarafı tarih önerilerinde bulundu. mart ayı içinde ama tam işte Avrupa Birliğiyle gerçekleştireceğimiz zirve zamanına denk geldi. O nedenle yeni bir tarih için görüşmelerimiz devam ediyor. O ziyaretten hemen önce Dışişleri Bakanı Cevad Zarif Türkiye'ye gelecek ve Ruhani, İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesine katılacak, 13-14 Nisan tarihinde düzenlenecek ve hemen arkasından -İran'la da biliyorsunuz, ilişkilerimizi stratejik düzeye çevirmiştik- Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyimiz var. Ortak Bakanlar Kurulu şeklinde gerçekleştirilen bu toplantının üçüncüsünü Türkiye'de gerçekleştireceğiz. Ruhani bu toplantı için gelecek.
Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerginliğin azaltılması için de son derece objektif bir tutum sergiliyoruz. İki tarafa da çağrılarda bulunuyoruz. Zaten bölgemizde çok sayıda kriz var. Başka bir krize de ihtiyacımız yok. Bu konuda da başından beri dengeli bir tutum sergiledik ve bu tutumumuzu sürdüreceğiz.
Tabii ki Suudi Arabistan'la da ilişkilerimizi Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi çerçevesine yükselttik, kararı aldık, anlaşmayı, gerekli mutabakat zaptını da yine Kralın Türkiye ziyareti çerçevesinde burada imzalayacağız. Kral Selman zirveye katılacak, İslam İşbirliği Zirvesine, ondan önce de gelip resmî devlet ziyaretini gerçekleştirmek istiyor hemen önce.
Birleşik Arap Emirlikleri'yle de ilişkilerimizi belli bir noktaya getirdik. Esasen, ikili düzeyde hiçbir sorunumuz yok fakat Mısır konusundaki tutumumuzdan dolayı bir hassasiyet oluşmuştu. Aslında iki gün önce Abu Dabi'de olacaktım fakat son dakikada ikimizin de programına uymadığı için... Telefonla da Dışişleri Bakanı kardeşim Abdullah'la görüştüm. Çok kısa süre içinde yeniden bir tarih belirleyeceğiz, resmî ziyaretine icap edeceğim ve Abu Dabi'yi en kısa zamanda ziyaret edeceğiz.
Yine Katar ve diğer bölge ülkeleriyle de ilişkilerimizi en iyi düzeyde sürdürüyoruz. Filistin konusundaki hassasiyetimiz bellidir. Bu konuda Harem-i Şerif'e yönelik saldırıları uluslararası platformda da gündeme getiriyoruz, ikili düzeyde de gündeme getiriyoruz ama diğer konularda, Filistin'e yardım konusunda da hassasiyetimiz mevcut. Bugüne kadar Filistin'e 500 milyon dolara yakın yardım yaptık ama 200 milyon dolar civarında da bir taahhüdümüz vardı. Öyle görünüyor ki, ortaya çıkan projelere baktığımız zaman bu rakamı da aşacağız, 2015-2017 yılları arasında bu rakamı da aşacağız. Maddi yardım, insani yardımlar konusunda da hassasiyetimiz devam edecek.
İsrail'le ilişkilerimizin normalleşmesi için de görüşmeler devam ediyor. Üç şartımızdan bir tanesi özür, yerine gelmişti. Tazminat ve yine Filistin'e, Gazze'ye göndereceğimiz yardımların önündeki engellerin, ambargoların kalkması konusundaki görüşmeler devam ediyor. Bugünlerde görüşmeler daha da sıklaştı. Özellikle 1 Kasım seçimlerinden sonra İsrail'in bu konudaki arzusunu, kararlılığını daha da fazla görmeye başladık.
Libya'daki mutabakatı, siyasi anlaşmayı destekledik ama her şey bitmiş değil henüz. Sarac, geçici Başbakan, kabinesini belirledi iki defa ama önce reddoldu, şimdi ikinci kabinede güven oyu alacak. Umarım, en kısa zamanda güven oyu alır. Trablus'taki çatışmaların durdurulması dâhil -oradaki milisler arasındaki çatışmaların durdurulması- insani yardımlar, ekonomik kalkınma, orada DAEŞ'le mücadele, güvenlik güçlerinin oluşturulması ve bunlara eğitim verilmesi dâhil, yine geçici hükûmetin görevi bir yıl içinde ülkeyi seçime hazırlamak, yeni anayasa -biz Türkiye'de başaramıyoruz ama- yapma konusunda uluslararası kurumlarla birlikte demokratik kurumların güçlenmesi dâhil Libya'ya da bundan sonraki süreçte desteğimiz devam edecektir.
Değerli Başkanım, mutlaka arkadaşlarımızın soruları da vardır. O nedenle, ben, fazla sözlerimi uzatmak istemiyorum ama gerek Afrika açılım politikamız gerekse Latin Amerika açılım politikamız çok başarılı bir şekilde devam ediyor. Uluslararası örgütlerdeki mevcudiyetimiz ve aktif görevlerimiz de artarak devam ediyor. Sadece zirvelere ev sahipliği yapma değil, birçok inisiyatiflere de eş başkanlık yapıyoruz, önemli roller alıyoruz, barış için arabuluculuk dâhil, medeniyetler arası ittifak dâhil, bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz.
Latin Amerika ve Afrika'ya olan ilgimiz devam ediyor. Sayın Cumhurbaşkanımızla da Latin Amerika'yı ziyaret etmiştik. Yine bu ayın sonunda batı Afrika ülkelerinİ ziyaret edeceğiz.
Bu yıl içinde Amerika'yla da üst düzey karşılıklı ziyaretlerimiz -her ne kadar Amerika seçim yılında olsa da- devam edecek. Sayın Başbakanımızın bir ziyareti olacak, Sayın Cumhurbaşkanımız Nükleer Zirve çerçevesinde Washington'u ziyaret edecek. John Kerry'nin bana daveti var. Ben de ikili ziyaretimizi gerçekleştirmek üzere bu yılın uygun bir zamanı içinde yine Amerika'ya gideceğim. Amerika'yla bazı konularda görüş ayrılığımız olabilir ama bizim önemli bir müttefikimizdir, model ortağımızdır. Önemli olan görüş ayrılığı olduğu noktalarda da samimi bir şekilde bunları paylaşabilmek ve birbirimizi anlayabilmektir ama terör konusunda, yani teröre destek ve terörle mücadele konusundaki hassasiyetleri de korumamız lazım.
Ben çok teşekkür ediyorum. Memnuniyetle arkadaşlarımızın sorularını cevaplamak isterim Değerli Başkanım.