KOMİSYON KONUŞMASI

İZZET ÇETİN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar, Sayın Bakan, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin değerli temsilcileri, değerli basın emekçileri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, konuşmama geçmeden önce, bir soru sormak istiyorum, bilginiz dâhilindedir herhâlde: Özgür Suriye Ordusunun eğitimi ve denetimiyle ilgili olarak ABD'den bugün Türkiye'ye bir heyetin geleceği ve bu heyetin Türkiye'de temaslarda bulunacağı Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay tarafından açıklandı. Bu hangi amaçla geliyor? Özgür Suriye Ordusunu biz mi eğiteceğiz, ABD'liler mi eğitecek? Eğitilecekler nasıl seçilecek? Ne olacak? Yani, Türkiye'nin bu konudaki tutumu ne olacak? Belirsizlik egemen açıklamalarda. Bu konuya bir açıklık getirmenizi ve bilgilendirmenizi rica ediyorum.

Değerli arkadaşlar, tabii, Millî Savunma bütçesini görüşüyoruz. Görüşmelerimizde eğer Türk Silahlı Kuvvetlerinin özellikle Millî Savunma Bakanlığının bütçesine bakarsak sadece Millî Savunma Bakanlığı ve Savunma Sanayii Müsteşarlığının bütçelerini görüşüyoruz gibi gözüküyor ama "savunma harcamaları" denildiği zaman, bu kalemde gözükmeyen özellikle, Millî Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Savunma Sanayii Müsteşarlığı, Savunma Sanayii Destekleme Fonu, Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumuna bütçeden transferler, köy korucularının maaşları, "gizli hizmet giderleri" dediğimiz bazı mal ve hizmet alımları, Başbakanlık örtülü ödeneğinden Kullanılan kalem. Son zamanlarda örtülü ödenekten Millî Savunmanın da çok küçük de olsa bir kalem olarak kullandığı rakam gözüküyor. TÜBİTAK'ın savunma sanayiyle ilgili AR-GE çalışmaları, üst kredi geri ödemeleri yani FMS, ana para, faiz ve merkezî yönetim kurumları için ödenen faizler ve KKTC'ye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne askerî amaçlı yapılan yardımlar da bir bütün olarak alındığında esasında 2015 bütçesinin savunma ve güvenlik harcamaları için 35,5 milyar TL'lik bir kaleme ulaştığı ve 22 milyar 764 milyon lira olarak açıkladığınız bütçenin çok çok üzerinde güvenlik ve savunma harcamaları kaleminin bulunduğu, bunların da büyük bölümünün personel giderleri olduğu bir gerçek. Tabii Silahlı kuvvetlerimiz özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri yakın zamana kadar daha kapalıydı, giderek gerçekten çok hırpalandı, çok örselendi, şeffaflaşma adına yapıldı belki bunlar ama böyle bir kurumun bu hâle getirilmesi hiç yakışık almadı. Biraz evvel Sayın Akçay da söyledi, Ergenekon, Balyoz ve yakın zamandaki casusluk davalarında hapis yatanların yaşadıkları olayları şimdi -hapis yatan onlar- cemaate yıkmaya çalışarak AKP'nin başta da dönemin Başbakanı şimdinin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Ben bu davanın savcısıyım." diye üstlendiği rolü görmezden geliyor. Başbakan Erdoğan da cemaati hedef göstererek savcılığını üstlendiği davadan sıyrılmaya çalıştı Başbakanlığı döneminde. Şimdi "Cemaatin bu işlerde parmağı var, Erdoğan ve AKP'nin yok." demek olayların gerçek yüzünü görmemek ve göstermemektir. Hele Ergenekon, Balyoz ve bunun gibi davalarda hapis yatıp çıkanların bu son dönemde uğradıkları haksızlıkların kamuoyunun vicdanını sızlattığını siz de biliyorsunuz. Yani bizim Silahlı Kuvvetlere yönelik olarak Sayın Arınç'ın "Orduevinden de bir ordu komutanının alınabileceği artık, Türkiye'de -bunu 2008'de söylüyor- halkın gözünün önüne gelmiştir. Türkiye iyi bir noktaya gidiyor. Bu sıkıntılar, sancılar bir taraftan doğum sancısıdır, bir taraftan bağırsakların temizlenmesidir." ifadesi ve Erdoğan "Fildişi kulelerde oturanlar Ergenekon çetesiyle yaptığımız mücadelemizden rahatsız oldu, her şeye rağmen bu mücadeleyi sürdüreceğiz." diyor 18 Mart 2008'de.

Şimdi, bütün bunlar yaşanmışken Erdoğan'ın da, AKP'nin de, her siyasi pisliğini cemaat örtüsü ile kapatma hastalığı başladı, kendisini AKP ya da Cumhurbaşkanı "Bizim evdeki paraları da cemaat sıfırladı, oğlum Bilal masumdur." noktasına gelecek neredeyse. Bunların kabul edilebilir davranışlar ve söylemler olması mümkün değil.

ADNAN KESKİN (Denizli) - Geldi ya...

İZZET ÇETİN (Ankara) - Geldi. Yani, kabul edilebilir olması mümkün değil.

ADNAN KESKİN (Denizli) - Niye aklıyorsun yani?

İZZET ÇETİN (Ankara) - Aklamıyorum.

Şimdi, Sayın Bakan bunun doğrudan doğruya alakası var. Küçük bir fıkra anlatayım: Bir gün Nasrettin Hoca bir zenciyle hamama gidiyor. Adam birkaç sabun tüketiyor. Bizim Hoca diyor ki: "Ya, vallahi senin boyayana helal olsun, ne güzel boya kullanmış." Gerçekten Ergenekon, Balyoz ve Silahlı Kuvvetler üzerine yaptıklarınızı ne kadar sabunla, deterjanla yıkasanız da aklayamazsınız Sayın Bakan. Öyle o kadar o konuda kirlisiniz.

Şimdi, Sayın Bakan, gerçekten ben Türk Silahlı Kuvvetleri içinde uzun yıllar çalıştım, sendikacılık yaptım, o kurumun gözbebeği gibi korunması gerektiğini bilenlerdenim. Onun için de Silahlı Kuvvetlerin içinde bulunduğu, düşürüldüğü durumdan son derece rahatsızım yani arkadaşım da az evvel söyledi "İyi ki bu orduyla savaşa girmemişiz." söylemi bile Silahlı Kuvvetlerin ne hâle getirildiği konusunda düşündürücü bir söylem. O nedenle pek kolay değil. Ama ben bütçeye dönmek istiyorum. Sayın Bakan, siz konuşmanızın 15'inci sayfasında MİLGEM savaş gemilerinin hizmete girdiğini söylüyorsunuz. Oysa burada Heybeliada savaş gemisi Eylül 2011'de, Büyükada gemisi de Eylül 2013'te hizmete girdi, yani envanter kayıtlarına girdi; yeni girdi gibi gösteriyorsunuz. Tabii onu okuyunca ben bir başka olaya baktım, bu bana gene, MİLGEM konusunda dönemin Başbakanı Erdoğan'la yandaş iş adamı Kalkavan arasındaki konuşmaların basına yansıyan bölümlerini getirdi aklıma ve Savunma Sanayii Müsteşarlığınca yapılan bir ihale yani MİLGEM ihalesinin iptalinden sonra özellikle 3 milyar dolarlık havuzlu çıkarma gemisi ihalesinin Kalkavan'a verilmesi basına "Büyük balığı yakaladı şeklinde." yansımıştı. Yani, bu ihale nasıl verildi? Savunma Sanayiindeki ihalelerin nasıl yürütüldüğü konusunu bir gözler önüne sermek gerekiyor. Gerçekten Silahlı Kuvvetler şeffaf olacak, olsun, ona bir şeyimiz yok ama son zamanlarda özellikle Bakanlığınız döneminde, bu dönemde, Savunma Sanayii Müsteşarlığının vermiş olduğu ihalelerin büyük bölümünün sayıları 200 civarında iktidarınıza yakın, partinize yakın iş adamlarına aktarıldığı artık herkes tarafından bilinen bir gerçek. Yani, Türk Silahlı Kuvvetleri istediği savunma ürününü nerede, nasıl kullanacağını ve ihtiyaçlarının ne olduğunu Savunma Sanayii Müsteşarlığına bildiriyor. Müsteşarlık da firmalara çağrıda bulunarak yeterliliklerini ispatlamalarını, ardından da teklif vermelerini istiyor. Firmaların verdiği teklifler Müsteşarlığın Kara, Hava, Deniz Kuvvetleri daire başkanlıklarında değerlendirildikten sonra Savunma Sanayii İcra Komitesine sunuluyor. Her yıl iki defa toplanan Savunma Sanayii İcra Komitesine dönemin başbakanı başkanlık ediyor ve son kararı o veriyor. Erdoğan'ın yanında masada, Başbakanken, Millî Savunma Bakanı olarak siz, Genelkurmay Başkanı kimse o ve Savunma Sanayii Müsteşarı bulunuyor. Büyük ihalelerde karar bu toplantıda veriliyor. Şimdi, "şeffaflık" diyoruz, "Silahlı Kuvvetleri şeffaflaştıralım." diyoruz da Kamu İhale Kanunu'ndan ve diğer şeylerden böyle sanki bağımsız, böyle karanlık bir biçimde ihaleler veriliyor ve bu 3 milyar dolarlık ihale de aynı yöntemle verildi.

Şimdi, Sayın Bakan, süre tabii çok kısa, ben özellikle girmem gereken konuları bir bir not ettim ama hepsine değinebilmemin olanağı yok ama yine arkadaşlar değindiler. Şimdi, son zamanlarda özellikle IŞİD'in kullandığı silahların Makine ve Kimya Endüstrisi damgalı mühimmatlar olduğu basına da yansıdı, bu tartışıldı da. Şimdi böyle olunca ister istemez Afyon'daki...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İZZET ÇETİN (Ankara) - ...o 25 askerimizin yaşamını yitirdiği patlamayı da acaba orada bir envanter hesaplaması gibi bir büyük, oradan silahlar gitti, bir şeyler oldu da böyle bir şey mi oldu diye insan düşünmeden kendini alamıyor.

Bakınız "Suriye ve Irak Kürdistan bölgesine gerçekleştirdikleri kanlı saldırılarda tüm dünyanın tepkisini çeken IŞİD terör örgütünün elinde Makine ve Kimya Endüstrisi damgalı mühimmat olduğu ortaya çıktı. IŞİD üyelerinin elindeki MKE damgalı mühimmat bulunduğuna yönelik bilgiler IŞİD militanlarının Erbil'de ABD güçleri ve peşmergelerle girdikleri çatışmalarda elde edildi." Yine bir başka şeyde haberler aynı şekilde. "Bombalı saldırıda da aynı mühimmatlar kullanıldı." deniliyor.

Şimdi bu IŞİD militanlarına, biz bu mühimmatları hangi kaynaktan, nasıl gönderdik, verdik? Şimdi, Özgür Suriye Ordusunu eğitmeye kalkıyoruz Amerika'yla ortak. Yani, Türkiye'nin güvenliği, diğer komşu ülkelerin iç işlerine müdahale ederek onlara muhalif olanları silahlandırıp, giyindirip kuşandırıp kendilerini iç savaşta tutarak mı sağlanacak, yoksa barışla mı? Yani, bize Mustafa Kemal Atatürk "Yurtta barış dünyada barış" diye bir büyük şiar bıraktı; onunla mı sağlanacak? Gerçekten, Hükûmetiniz döneminde neredeyse son zamanlarda özellikle altını çizerek söylüyorum, kalın harflerle söylüyorum; on iki yıldan bu yana yapılan bir sürü karanlık ihaleyi, birtakım yasa dışı işlemleri savaşla kapatma gibi bir noktaya geldi Türkiye, neredeyse bir savaş çığırtkanlığı noktasına taşındı. Silahlı Kuvvetlerimizin buna hazır olmadığını siz de biliyorsunuz. Türkiye'yi bir savaşa bulaştırmaktan uzak durunuz Sayın Bakan. Türkiye'nin, ne Silahlı Kuvvetlerimizin böyle bir savaşa taraf olması söz konusu...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çetin, lütfen toparlayın.

İZZET ÇETİN (Ankara) - Şimdi, Sayın Başkan, özür dilerim, bir iki nokta daha var.

BAŞKAN - İki dakika daha süre veriyorum, sözü uzatmayın.

İZZET ÇETİN (Ankara) - Tabii, astsubaylarla ilgili sıkıntılara arkadaşım değindi ama özellikle "uzman erbaşlar" dediğimiz ve 90'lı yıllarda başladığınız, 20-25 yaşındaki gençleri Silahlı Kuvvetlere alıp, arkasından posası çıkınca da kapının önüne istifaen ya da mobbing uygulayarak, zorlanıyor... Şimdi, onların sayıları on binlerle ifade ediliyor. Kapı kapı bütün milletvekillerini dolaşıyorlar, kamu kurumlarına yatay geçiş yapabilmek için buralarda dolaşıyorlar. Yani Silahlı Kuvvetler gerçekten bir bütün, subayı, astsubayı yani astsubaylar ile subaylar aynı görevi yapmış olsalar bile sırf rütbeleri nedeniyle birbirinden farklı ücret alıyorlar, subaylar belli tazminatları alırken aynı makamdaki astsubaylar alamadığı gibi, uzman erbaşlar daha kötü konumda. Erler... İntiharların büyük bölümü araştırıldığında mobbingden, kötü muameleden vesaireden kaynaklı olduğu gözüküyor yani Silahlı Kuvvetlerin demokratikleşmeye ihtiyacı var ama "demokratikleşme" dediğimiz zaman, elbette kendi yapısı içerisinde bu biraz zor. Bir yerden başlamak gerekir. Nereden başlamak gerekir?

Bakın, sivil memurlara -657'ye tabi sivil memurlar diyelim onlara- yani asker olmayan sivil memurlara sendika hakkını yasakladık, sonra Anayasa Mahkemesi ve uluslararası kurumlar bunu serbest bıraktı. Şimdi, o konuda bir ihtiyaç var, o konuda bir kanun teklifi verdik. Silahlı Kuvvetlerin kendine has özellikleri olduğu için onların iş kolunun büro iş kolu olarak belirlenmesi hem kurumu sıkıntıya sokar, Bakanlığı hem de o memurları sıkıntıya sokar. Nasıl işçilerde savunma sanayi ayrı bir iş kolu olarak belirlenmişse, memurlar için de öyle bir iş kolunun belirlenmesine ihtiyaç var, bu bir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çetin, lütfen toparlayın.

İZZET ÇETİN (Ankara) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

İkincisi de gerçekten memurların özlük hakları da diğer kurumlardakilerle kıyaslandığı zaman geride. Tabii, işçilere ilişkin de pek çok sıkıntı var. Onları zaman içerisinde soracağız.

Yalnız, ben, çok özel olduğu için söylüyorum, Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumumuza bağlı Barutsan Roket ve Patlayıcı Fabrikası Müdürlüğünde sıklıkla patlamalar ve iş kazaları olmaya başladı. O konuyu birkaç kez yazılı olarak da sordum, verdiğiniz cevap tabii ki kurumdan gelen cevap. Gidip gördüm, inceledim, önceki yıl da 2 işçi orada yaşamını yitirdi bir kazada. Orası her zaman bazı iş kazalarına gebe. O nedenle, gerekli iş sağlığı, güvenliği önlemlerinin alınması zorunlu gözüküyor orada.

Bir başka önemli konu da, Sayın Bakan, gerçekten bizim bu bedelli askerlikle ilgili, arkadaşım tabii ki bizim şeyimizde... Parti olarak "Fakirlerin de yararlanabileceği, parası olanların değil, fakirlerin de yararlanabileceği bir yapıya kavuşturularak kaçak, asker kaçağı sayısının indirilmesi sağlanmalı." diyoruz ama eğer Silahlı Kuvvetler profesyonel orduya geçmediği sürece "vatan görevi" deyip -askerlik hizmeti bir yıla kadar düştü- devam edecekse, benim şahsi düşüncemi söyleyeyim, partimden bağımsız, İzzet Çetin olarak söylüyorum, "bedelli askerlik" diye bir düşünce olmamalı çünkü fakir bunu ödeyemiyor, bedava, onu bir hizmet karşılığı yapamadığınıza göre parası olan parasını verecek, fakir fukara çocuğu da gidip "vatan borcu" deyip orada canını verecek. Bu eşitsizliği kabul edebilmenin olanağı yoktur.

Gündeminize de zaman zaman geliyor, "Yakın zamanda böyle bir şey yok." dediniz ama çok sıklıkla söylediğiniz bir cümle, "Efendim, biz bunu Genelkurmay Başkanıyla görüşüp Silahlı Kuvvetlerimizin görüşünü aldıktan sonra kesinleştireceğiz." diyorsunuz. Bunlara gerek yok. Türkiye'de eğer bu yasalar yurttaşlara eşit olarak uygulanacaksa zengin, fakir ayrımını ortadan kaldırınız, bedelli uygulamasından vazgeçiniz.

Teşekkür ediyorum.