KOMİSYON KONUŞMASI

SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakanımıza ve heyetine bütçe çalışması için de teşekkür ederek başlamak istiyorum.

Evet, bir yıl aradan sonra tekrar beraberiz, geçtiğimiz yıl birçok arkadaşımızla hem eleştirilerimizi dile getirdik hem de birtakım öneriler sunduk. Önerilerimizin çok fazla dikkate alınmadığını yine bütçede görüyoruz, eleştirilerin de çok fazla dikkate alınmadığını gördük. Yine bu yıl aynı şeyleri, benzer şeyleri söylemeye devam edeceğiz. Elbette birçok bakanlık kendi... Yani bakanlıkların tamamı kendi işlerini yapıyorlar; bu kadar bürokrat, çalışan boş durmuyor bir yıl boyunca ama Aile Bakanlığı kırılgan grupları direkt hedef alan, onlara odaklanan bir Bakanlık olduğu için yaptığı, eksik yaptığı her iş maalesef, toplumda sosyal yaraların daha genişlemesine neden oluyor. Dolayısıyla burada eleştirilerimizi de önerilerimizi de dikkate almak toplumun faydasına, sizin faydanız olacaktır.

Biz Asu Hanım'ın söylediği bu elektronik kelepçeyle alakalı -belki Bakanlık bilgi verecektir ama- 25 Kasım günü İçişleri Bakanlığından bir brifing almıştık, orada şöyle bir ifadede bulundu İçişleri Bakanımız, dedi ki: "Bizim elektronik kelepçede sayı sıkıntımız yok. Elektronik kelepçe kararları mahkemelerden çıkıyor, bize gelen tüm kararları biz uyguluyoruz. Diğer elektronik kelepçeler farklı bakanlıkla takip edilirken kadına yönelik şiddetteki kelepçeler İçişleri Bakanlığı takibinde." Bu olumlu bir gelişme. Burada işte, bizim sorgulamamız gereken acaba bu hâkimler elektronik kelepçe kararı verirken hangi kriterlere göre veriyor? Demek ki burada çok zor kriterler var ki... Bugün, mesela, işte, vereceğim oranı söyleyeyim: 40 binin üzerinde tedbir konulan kadınımız var, bu belki yıl sonuna kadar 50 bini bulacak, ortalama çünkü böyle oluyor. Bu 40 bin kadından yıl içerisinde sadece 800'ü için bir elektronik kelepçe uygulaması yapılıyorsa demek ki burada çok katı bir değerlendirme kriteri var. Buna Sayın Bakanımız öncülük ederse bizler de belki bu konuyu tekrar gündeme getirerek bu meselenin çözümüne belki birlikte bir katkı sağlamış oluruz.

Evet, kadınlarımızın, maalesef, kendilerini güvende hissetmediği bir zamandan geçiyoruz. İlk on ayda 276 kadınımızı kaybettik ve bunların 35'i maalesef tedbir kararları varken cinayete, katliama kurban gitmiş kadınlarımız. Evet, elbette şiddet meselesi, cinayetler meselesi sadece sizin Bakanlığınız değil, sadece Adalet Bakanlığı değil, bütün kurumların bir arada olması gereken, birbirlikte hareket etmesi gereken bir mesele. Burada şunu görüyoruz, bir seferberlik hâlinin olmadığını görüyoruz aslında. Ben hatırlıyorum, 6284 sayılı Yasa çıktığında, tüm kurumlar, yani burada Millî Eğitimden Millî Savunma Bakanlığına, aklınıza gelebilecek her bir kurumu bir seferberlik hâlinde, sivil toplumu da içine katarak, bu kanunu anlatma seferberliğine düşmüştü. Şimdi, ben, yine bu konuda bir seferberlik hâli ihtiyacı olduğunu ve sizin öncülüğünüzde tüm kurumları koordine edecek bir çalışmanın yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Bu şiddet meselesinde es geçtiğimiz bir konu var, şiddet uygulayanların birçoğunda -bunu, tabii, sivil toplumun ve akademinin araştırmalarından görüyoruz- bağımlılıklarla ciddi bir ilişki kuruluyor burada. Şimdi, bu bağımlılık meselesini biz bu evlilikler öncesinde tespit edemez miyiz? Elbette edebiliriz. "Evlilik ehliyeti" dediğimiz bir konu var. Bu evlilik ehliyetinde, evlenmeden önce istediğiniz sağlık raporlarında bağımlılık konusunda da eğer bir kriter konulursa en azından yani belli oranda azaltmaya yönelik bir adım daha atılmış olur. Ben bu konuyu da dikkatinize tekrar sunmak istiyorum.

Şiddeti meşrulaştıran etkenlerde sürekli televizyon yayınlarından bahsediliyor ama televizyon yayınlarından bahsedilirken hep sadece diziler kapsamında bir değerlendirme yapılıyor; tamam, bu haklı. Peki, işte, adına "gündüz kuşağı" denilen ama bizim "skandallar kuşağı" dediğimiz bu kuşakların acaba dokunulmazlığı nedir ki -yani devletin en üst mercisinden aşağıdaki bürokratına varana kadar- maalesef bu konuya dokunulmuyor. Yani bunun üzerinde bir çalışma için -RTÜK'e çok baskılarımızla- RTÜK bir adım attı ama onun dışında siyasi iradenin bu konuda maalesef çok geride kaldığını görüyoruz.

Şimdi, kadınların iş gücüne katılım meselesini, evet, bir bireysel özgürlük meselesi olarak görürüz ama ekonomimize de pozitif katkı olarak da görüyoruz. Şimdi, 2002 yılıydı, yüzde 27,9 seviyesindeydi ve bu yıllarda olması beklenen hedef yani geçtiğimiz yıl aslında yüzde 41'di iktidarımızın hedefi. Maalesef, şu an rakam nedir? Yüzde 35,1 kadınların iş gücüne katılma oranı. Peki, bu 3 yaş altı çocuklu olan kadınlarda kaç bu oran? Birden yüzde 26'ya düşüyor arkadaşlar. Yani zaten genel olarak katılımda dünya ortalaması yüzde 52 iken biz bunun çok gerisinde, yüzde 35'lerdeyiz; bir de 3 yaş altı çocuğu olanlarda yüzde 26'lık bir iş gücüne katılım var. Bu, bizim önümüze ne çıkarıyor? Kadınların, maalesef, çocuk bakım konusunda yeterli desteği alamadıkları gerçeğini ortaya çıkarıyor.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Öyle yorumlanmak istenirse...

SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Pardon?

ORHAN YEGİN (Ankara) - Öyle yorumlanmak istenirse, evet.

SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Evet, yani burada kreşler meselesi, siyasi tartışmalara, ideolojik meselelere kurban edilecek bir durum olmamalı, bu konuda herkes elinden geleni yapmalı.

Şimdi, maalesef, birçok alanda çocuklar mağduriyet yaşıyor, çocuk yoksulluğumuz yüzde 30'lar düzeyinde; bu da beraberinde çocuk işçiliği gerçeğini ortaya çıkarıyor. Yani "çocuk" ve "işçilik" kelimelerini yan yana getirerek "Biz de çocukken çalıştık." diyerek yüksek tolerans gösterilmesi bu meseleye, çocuğun en temel hakkını aslında ortadan kaldırıyor. 5-17 yaş arasındaki çocukların 720 bini eğitim hayatından koparılarak çalışmak zorunda kalıyor. Son on bir yılda, arkadaşlar, 671 evladımızı iş cinayetlerinde maalesef kaybettik. Türkiye'de yani evet, emek ucuzluyor ve bu, beraberinde çocuk işçiliğini getiriyor; üretim çarklarını ayakta tutan bir argüman olarak maalesef çocuklarımız görülüyor.

Yine, şehirlerimize gittiğimizde anne ve babalar hepimizin yakamıza yapışıyor uyuşturucuyla, kumarla alakalı. Bakın, son iki aydır Mecliste -ben de birisi olmak üzere- aileleri parçalayan, intiharlara sebep olan kumar ve bahis konusunda sürekli önergeler veriyoruz ve sürekli de ret yiyoruz. Yani devlet eliyle kumar meşrulaştırıldı diyoruz, tabana yayıldı diyoruz; bunun için gelin, bir şeyler yapalım diyoruz. "Bu iktidar döneminde kumarbaz nesiller yetiştirildi." denilmesin istiyoruz ama gerçekten bizi rahatsız ettiği kadar sizi rahatsız etmiyor mu, ben gerçekten merak ediyorum.

Yine, kaybolan çocuklarımız var. Diğer arkadaşlarımız da bahsettiler, 2016'dan beri açıklanan bir veri yok yani TÜİK verilerine göre, 2008-2016 arasında 104 bin çocuğumuz kayıp ama o tarihten sonra açıklanan bir veri olmadığı için bir yorum yapamıyoruz. Şimdi, ama böyle bir vaka var, demek ki burada alacağımız tedbir de var. Bütün yaşadığımız meseleler dünyada da yaşanıyor ve özellikle Amerika'da kullanılan AMBER Alert sistemiyle, kaybolan çocukların hızlıca bulunmasını sağlayan teknolojik çözümler var. Yani bunları bir an önce devreye almamız gerekiyor. Bilgiyi saklamakla bu sorun ortadan kalkmıyor, sorunu yok sayamıyoruz ve burada gidilecek çözüm yollarını birlikte aramak durumundayız. Bu teknolojik çözümler de bizim elimizi kolaylaştıran, elimizi güçlendiren çözümler; bunların bir an önce hayata geçirilmesini öneriyoruz değerli arkadaşlarımıza.

Evet, istismar meselesine hiç girmiyoruz bile. Gerçekten yani 2023 yılında güvenlik birimlerine getirilen çocukların yüzde 45'inin maalesef istismar mağduru olduğu kaydedilmiş ve bu çocukların çok ciddi bir oranı kız çocuklarımız. Son üç yılda istismara uğramış 85 bin çocuğumuzdan bahsediyoruz. Tüm bu çözüm önerilerimizi hep birlikte uygulamaya geçirebiliriz, yeter ki meselenin varlığını inkâr etmeyelim.

Evet, hep söylüyorum, Türkiye'nin bir nüfus problemi var. Nüfus projeksiyonlarına baktığımızda doğurganlık konusunda ciddi bir sıkıntı içerisinde olduğumuz ortada. Aile destek programlarıyla desteklemeye çalışıyor Avrupa bunu, onunla da başaramazsa göçmen politikalarıyla çözmeye çalışıyor. Tabii, bizim ülkemizde bir göçmen fobisi olduğu için bizim bunu en doğal şekilde destekler olmamız gerekiyor. Şimdi, burada bazen şöyle bir yanılgıya düşüyoruz arkadaşlar: Evet, ekonomik koşullar hakikaten kadınların doğurganlıklarını etkiliyor mu? Etkiliyor, bugün onu görüyoruz. Yalnız şu yanılgıya da düşmeyelim: Önce refah toplumu olalım, sonra doğum hızı kendiliğinden gelir. Hayır arkadaşlar, refah toplumlarında kadınlar çocuk doğurmazlar. Evet, biz şimdiden ülkemize özgün bir doğum teşvik politikasını hayata geçirmek zorundayız. Vaktinde alınmayan her tedbir, geçici düşüncelerin kalıcı kararlara dönüşmesine yol açar. O eşik geçildikten sonra da izlenecek politikalardan sonuç almak neredeyse imkânsız oluyor; işte İskandinav ülkeleri ortada. Yani yirmi yıl sonra nüfusumuz dinamizmini kaybettikten sonra en erken alınacak tedbirin bize dönüşü otuz kırk yıl olacak. Bizim böyle bir vakit kaybına maalesef vaktimiz yok.

Şimdi, gençlerin derdine derman olacak bir çare olarak geçen sene Aile ve Gençlik Fonu kurulmuştu ve 150 bin lira kredi desteği verilecekti. Pilot çalışması deprem bölgesinden başladı. Bundan kaç gencimiz faydalandı? Diğer illerimize bu çalışma ne zaman gidecek? Bu yıl kaç gencimizin istifade etmesi planlanıyor? Bunları bütçede göremediğimiz için size sormak durumundayım. Evet, bir evliliğin, en mütevazı evliliğin maliyeti neredeyse 600-700 bin lira arasında gözüküyor. Bu sadece küçük bir destek mahiyetinde bile olsa önemlidir ama bunun yayılması gerekir. Şu ana kadar bununla ilgili bir sonuç alamadık.

Şimdi, evet, bizim açımızdan nüfusun bir diğer sorunlu kısmı nüfus yaşlanıyor. Görüyoruz ki 2040 yılında 65 yaş üzeri nüfusumuz yüzde 10'dan 16'ya çıkacak ve yaşlıların, bakıma muhtaç hâle gelen ailelerin bakımı ciddi bir sorun hâline gelecek. Şimdi, burada hep öneriyoruz, hâlâ bu konuda bir adım atılmamış. Bakım güvence modelini hayata geçirmek zorundayız arkadaşlar. Yani sosyal yardım niteliği taşıyan bakım ödeneklerinden ziyade yoksulluktan bağımsız olarak her bir bakıma muhtaç vatandaşımız adına bir hak olarak hizmetlerin yürütülmesi için primli ödemeler sistemine sosyal bakım sigortasını mutlaka dâhil etmek durumundayız yoksa önümüzdeki on yıllarda sosyal güvenlik sistemi de altından kalkamayacağı bir yükün altına girmiş olacak. Bu konu, yaşlılar konusu Bakanımızın kendi alanına girdiği için ben kendisinden bu konuda destek istiyorum.

Yaşlılar konusuna Sayın Bakan sözlerinde çok önem atfetti ama bütçede ayrılan payın düştüğünü görüyoruz. Yani "Yaşlılara yönelik politikalarda bir daralma mı yaşanacak?" diye de açıkçası insan bir endişeye kapılmıyor değil.

Engellilerimizle alakalı yine çok meselemiz var ama engellilerin ataması meselesi... Sayın Bakanımız geçtiğimiz günlerde bir soru önergesine cevap verirken kamuda engelli kotalarının doldurulmadığını söylemişti. Madem engelli kotası dolmamış, yeni bir kota ihtiyacına bile gerek kalmadan neden şu an bir atama yapılmıyor, bu konuda bir çalışmanız var mı? Lütfen, engellilerimize buradan belki bir müjdeyle çıkabilirsiniz diye rica ediyorum.

Onun dışında, Sayın Bakanım, engellilerin ihtiyaç duyduğu tıbbi malzeme ve protezlerin temininde ciddi bir sorun yaşanıyor, her gün mail kutularımıza geliyor. Sağlık Bakanlığı Uygulama Tebliği gereği karşılanamayan kısımlar var ve bu aileler cidden zor durumdalar. Bunların ihtiyaçlarının kurumlarca ya da gelir düzeyi düşük bireyler için sosyal yardımlaşma vakıfları tarafından karşılanması bir çözüm olarak sunulabilir mi? Sağlık Bakanlığında bu konuda bir yol katedemedik, sizden bu konuda destek bekliyoruz.

Şimdi, bu, aslında Çalışma Bakanımızla sürekli konuştuğumuz bir konu, belki de şu sıralar yani bir yıldan fazladır ben bu konuyu sürekli gündeme getiriyorum; aile bütünlüğü meselesi. 696 sayılı KHK'yle 4/D'li işçi kapsamında çalışmaya başlayan kamu işçilerimizin tayin hakları yok biliyorsunuz. Bunu her seferinde gündeme getiriyoruz, bir çalışma var mı yok mu bilmiyoruz ama iktidarımızın her konuşmasına aile bütünlüğünden başlarken böyle bir sosyal yaraya kayıtsız kalmasını açıkçası ben bir türlü uyumlaştıramıyorum. Bu aileler ne yapsınlar mesela? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine mi gitsinler? Aileler parçalanıyor, boşanmalar yaşanıyor; bu şekilde binlerce insan var. Burada tek istisna adliye, askeriye gibi kurumlarda çalışanlar için böyle bir tayin hakkı verildi. Bu da çok ciddi bir ayrımcılık değil mi? Yani güvenlik bürokrasisi çalışanları ve bir de kadına şiddet konusunda tedbir kararı olanlar var tabii ki. Bu kadar uluslararası sözleşmeye, Anayasa'mızın aile bütünlüğünü koruma maddesine rağmen bu konuda maalesef bir adım -dokuzuncu yılına giriyoruz- hâlâ atılmış değil değerli arkadaşlar.

Şimdi, yoksullukla ilgili, Bakanlığınızın neredeyse tamamı bu konuyla hemhâl olmuş diyelim, Bakanlığın yarı bütçesinden fazlası sosyal yardımlaşmaya ayrılıyor. Hani "Sosyal Yardımlar Bakanlığı" denilse yeri ama elbette burada size bir şey söylemeyeceğiz, bu ülkenin ekonomisinin bir sonucu, burada Maliye Bakanıyla birlikte oturuyor olsaydınız daha fazla şey söyleyebilirdik. Yani yoksullukla mücadeleyi.... Aslında burada da neyi görüyoruz? Yoksulluğun önlenmesinden ziyade yoksulluğun etkilerini bir nebze de olsa üzerinize düşen vazife olarak hafifletme noktasında bir misyon üstlendiğinizi görüyoruz. Şimdi, 2017 yılında 3,2 milyon hane sosyal yardım alıyordu, bu yüzde 52 arttı, 5 milyona çıktı yani nüfusun neredeyse yüzde 14'ü, 15'i sosyal yardıma muhtaç hâlde yaşıyor. Elektrik faturaları talepleri dört yılda 4 kat arttı. Daha acısı, projeksiyonlarda görüyoruz ki 2027 yılında da bu taleplerin düşmeyeceği yönünde bütçe planlamasında; demek ki bir iyileşme öngörülmüyor, ekonomide söylenen makro verilerin buraya yansımayacağını anlıyoruz bu şekilde yani "enerji yoksulluğu" diye de bir kavram hanelerimizin içine girmiş durumda. Bu bize neyi gösteriyor? Ekonomik reformlar yerine geçici desteklerle sorunları sürekli öteleyen bir politikanın devam ettiğini gösteriyor. Burada şu da var arkadaşlar: 2023'te yüzde 61,1 gibi olağanüstü bir orandı yoksullukla mücadeleye ayrılan pay, 2025'te yüzde 53,98'e geriliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Sayın Ün, devam edin.

SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Tabii, bu oran yine de çok yüksek ama burada hepimizin dikkatini çeken mesele, yardım alan hane sayısı artıyor, bütçeden ayrılan pay ise azalıyor yani kişi başına düşen yardımlarda bir gerileme var; bu da yoksulluğun maalesef daha fazla derin bir yoksulluk ağı içerisinde, bir yoksulluk döngüsü içerisinde devam edeceği noktasında bizi daha fazla endişeye sevk ediyor.

Ben, Sayın Bakana ve heyetine yaptıkları çalışmalar için teşekkür ediyorum, sağ olun.