KOMİSYON KONUŞMASI

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın vekiller, Sayın Bakan; hoş geldiniz.

Bugün yapacağımız konuşmalarda ve tartışmalarda esas olarak muhatabımız tabii ki siyasi irade; Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu konuda bir siyasi muhatabımız olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla dinleyecekleriniz de biraz o çerçevede ele alınması gereken konuşmalar olacak. Derdimiz siyasi iradenin kararlarıyla ilgili ve tabii ki bu siyasi iradenin kararları yanlış politikalara yol açtığı için, yanlış uygulamalara yol açtığı için kaçınılmaz olarak da Türk Silahlı Kuvvetleri bu yanlışlardan etkileniyor.

Şimdi, küresel siyasette çok ciddi bir tarihsel kırılma eşiğinde bulunuyoruz. Yani küresel siyaset açısından, gelişmeler açısından yakın tarihe bakacak olursak belki de en ciddi kırılma diyebiliriz. 2024'ün son günlerine girilirken aşağı yukarı öngörüldüğü gibi hem demokratik sistemler açısından hem de küresel istikrarsızlığı körükleyen çoklu çatışmalarla karşı karşıya kalınıyor. Birçok ülkede yeni yönetimler oluşuyor, seçimler var. Yeni yönetimlerle birlikte tabii ki yeni arayışlar ve yeni politikalar gündeme geliyor ve gelecek de. Bunların her birinin Türkiye'ye yönelik çok ciddi yansımalarının olduğu bir dönemden geçiyoruz. Orta Doğu'da hızlanan bir savaş ritmi var ve yerküreyi âdeta yerinden sallıyor bu savaş ritmi. "Üçüncü Dünya Savaşı başladı mı, başlamadı mı?" tartışmaları sürüyor. Sizin de bu konuda açıklamalarınız var ama âdeta savaşın aktif olarak yaşandığını söylemek de mümkün. Bu savaşlar sadece bölgesel dinamiklerle de sınırlı kalmıyor, geçmişte olduğu gibi büyük güçler arasındaki rekabeti, ittifakları ve küresel düzeni de doğrudan etkiliyor.

Geçenlerde CIA Direktörü ile İngiltere Dış İstihbarat Servisi (MI6) Başkanının Financial Times'da bir yazısı çıktı, ortak makaleleri çıktı, birlikte kaleme almışlar; diyorlar ki: "Dünya düzeni soğuk savaştan bu yana en büyük tehditle karşı karşıya." Şimdi, bu "en büyük tehdit" dedikleri genel görüntü, savaş ve etkileri elbette ki. Dünya düzeni içinde bir konumlandırma işlemi yapılmış. Eski NATO Genel Sekreteri Stoltenberg bu konuda dedi ki: "Güneyde Türkiye, kuzeyde Norveç ve Batı'da ABD olmadan Avrupa Kıtası'nın güvenliği imkânsızdır." Yani mesele Avrupa Kıtası'nın güvenliği aslında, Türkiye de bu konudaki aktörlerden bir tanesi olacak.

Şimdi, 2022'de başlayan Rusya-Ukrayna savaşı aktif olarak sürüyor. Bu savaş hem Avrupa güvenlik düzenini sarsmaya devam ediyor hem de küresel ekonomik dengeleri etkilemeye devam ediyor. Batılı ülkeler Ukrayna'yı askeri ve ekonomik açıdan destekliyor, biliyorsunuz. Rusya üzerinde yaptırımlar uygulanıyor ve enerji kaynakları Rusya'ya karşı âdeta silah olarak kullanılıyor. Son yapılan NATO toplantısı da bu açıdan oldukça kritikti aslında. Rusya neredeyse açık düşman olarak lanse edildi. Ukrayna'ya ise ciddi bir bütçe ek olarak ayrıldı. Şimdi, bu Ukrayna üzerinde bir gerçeğin altını çizelim ki dengeler biraz daha net olarak anlaşılır olsun. Bu savaş ABD'nin özellikle Avrupa üzerinde zayıflayan politik hattını yeniden güçlendirme savaşı olarak da şekillenmeye başladı. NATO üzerinden Avrupa'ya en somut müdahalesi ABD'nin Ukrayna cephesi oldu aslında.

(Uğultular)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Oluç, bir saniye...

Değerli milletvekilleri, salonumuzda bir uğultu var. Sayın Oluç konuşmasını yapıyor, dinlemekte zorlanıyoruz. Lütfen, buraya daha çok geliyor, belki olduğunuz yerden çok fark edemiyorsunuz. Bu uğultuyu keselim.

Değerli basın mensupları, değerli bürokratlar; herkes için geçerli bu.

Teşekkür ediyorum.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim.

Yaşanan aslında bir Rusya-Ukrayna savaşı olmaktan daha çok bir Rusya-NATO savaşı şeklinde cereyan ediyor. Çin de Rusya'ya destek veren bir ülke olarak hedefe konuyor ve Çin'in bu durumu karşısında yani "Sanki soğuk savaş yeniden dönüyor." "Yeni bir soğuk savaş yaratılmak isteniyor." gibi ifadelerin olduğunu biliyoruz Çin tarafının, oyunu gördüğünü anlatıyor aslında Çin. Burada bir parantez içinde bir şey belirtmek istiyorum, daha sonra tekrar döneceğim buraya: Türkiye'nin özellikle Rusya-Ukrayna arasındaki barış çabaları açısından elbette ki çok önemli, bunu herhangi bir şekilde küçümsemiyoruz ama bu barış çabalarının, bir ara bulucu olma çabalarının -daha önce de burada söyledim, Dışişleri Bakanına da bunu ifade ettim- aslında Lavrov'un yaptığı açıklamayla Rusya tarafında nasıl görüldüğü ortaya çıktı. Lavrov dedi ki geçenlerde: "Rusya'nın askerleri Ukrayna'da Türklerin verdiği silahlarla öldürülüyor. Dolayısıyla Türkiye'nin ara bulucu olması mümkün değil." İşte, yanlış politikalardan bir tanesi bu da. Hani, bunu da şimdi söyledim, tekrar döneceğim bu barış meselesine. Şimdi, bu Çin meselesi gerçekten önemli yani geçtiğimiz yıl Çin'de bir açıklama yapılmıştı, hatırlarsınız belki, onlar da demişlerdi ki: "ABD tüm dünyada barışın önündeki en büyük tehdittir." Çin aslında bu oyunu gördüğünü ifade etmiş oluyor fakat bir şey daha söyledi Çin, bu açıdan da önemli. 75'inci yıl dönümünün kutlandığı ulusal gün vesilesiyle yaptıkları açıklamada Çin Büyükelçisi ABD'de dedi ki: "Bizim jeopolitik taht oyunlarıyla işimiz olmaz." Yani demiş oldu ki: "Biz ABD ile böyle bir dünya hegemonyası mücadelesi peşinde değiliz." Yani böylelikle Çin pozisyonunu netleştirirken bir kez daha şunu görmüş olduk ki iki kutuplu dünyaya doğru çekiliyoruz siyasal alanda; bir taraftan NATO, öbür tarafta Rusya, Çin, Kuzey Kore gibi. Bunlar, tabii, öbür tarafta dediğim bir blok olarak şekillenmiş değil elbette ama "diğer taraf" olarak ifade ediliyor. Yani ABD yeniden bir güç tanzimine gidiyor ve yani şöyle düşünelim: NATO'ya İsveç ve Finlandiya'nın katılmasından sonra bu güç tanzimi devam etti ve devam edecek gibi de görünüyor. Şimdi, bu mesele tabii ki sadece askerî alandaki bir mesele değil, çok büyük bir enerji koridoru savaşı, paylaşım savaşı Orta Doğu'da yaşanıyor. Yani Hindistan'dan Suudi Arabistan'a, İsrail'den Kıbrıs'a, Yunanistan'a kadar uzayan bir IMEC ticaret yolu var, Türkiye'nin dışlandığı bir konu. Neden dışlandı? Yine yanlış dış politikalardan dolayı dışlandı, vurgulamış olayım. Onun karşısında geliştirilmeye çalışılan Irak üzerindeki ticaret yolu ise çok gerçekçi ve doğrusu güçlü bir alternatif olarak da kendini ortaya koymadı ama bu ayrı bir tartışma, şimdi bir kenara koyalım.

Dünyanın birçok bölgesinde bölgesel gerilimler, çatışmalar da yaşanıyor. Vaktimiz sınırlı olduğu için çok onun üzerinde durmak istemiyorum, esas olarak Orta Doğu üzerinde durmak istiyorum. Bu savaşın adı ne olursa olsun, üçüncü dünya savaşı mı, buna gidiş yolundaki bir savaş mı, ne olursa olsun, ağırlık merkezi Orta Doğu coğrafyası; bu, çok net olarak belli, görünüyor ve buradaki gelişmelerin hepsi küresel siyasette çok önemli bir yer tutuyor. Batı bu bölgeyi -genel olarak Batı'yı kastediyorum- "güvenlik" "enerji" ve "göç yolları" gibi kavramlar üzerinden esas olarak önemsiyor. Nedir manzara karşımızdaki, şu anda görünen? Suriye'de bitmeyen çatışmalar -Suriye politikasındaki yanlışlara biraz sonra değineceğim- İran'daki teyakkuz hâli, Irak'taki belirsizlik, hepsinin ortasında İsrail'in bir soykırım saldırısı Filistinlilere dönük olarak ve en son Lübnan.

Şimdi, güç dengelerindeki bu değişimler, yaşanan kaymalara baktığımız zaman aslında bir şeyi daha görüyoruz: Bu, biraz evvel sözünü ettiğim IMEC ticaret yolunda da bunun izlerini görüyoruz çok açık bir şekilde; siyasetin Orta Doğu'daki yeni güç alanları Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Suudi Arabistan ve Kuveyt olmaya aday. Sadece enerji açısından değil, aynı zamanda diplomasi açısından sürdürdükleri faaliyetler etkili aktörler hâline geldiklerini bir taraftan da gösteriyor; onların hem İran hem de İsrail'le geliştirdikleri ilişkiler buna dair çok ciddi emareler taşıyor.

Şimdi, Sayın Bakan, şöyle bir durum var: Gazze Şeridi'nde yaşanan bir soykırım yani herhâlde şimdiye kadar ölmüş insan sayısı 45 bine yaklaştı -tam rakamı bilmiyorum ama çok yüksek- yüz binlerce insan yaralandı. Lübnan'a devam eden saldırılar... Orada da ölümler artıyor yani 2 bin ila 3 bin arasında bir ölümden söz ediliyor, yaralılar var, 1 milyondan fazla insan yerinden yurdundan edildi. Bu çekirdek güç İsrail gibi görünüyor bu savaşta fakat tabii ki biliyoruz ki ABD ve Avrupa desteği bunun arkasında. Yani orada da Ukrayna'ya karşı NATO'nun savaştığı gibi Orta Doğu'da da bu meselenin İsrail'in... Çekirdek güç dedim, mızrağın ucu da diyebiliriz. Böyle bir durum ve İsrail'in temel motivasyonlarından birinin de Hint-Avrupa enerji koridoru yolunu açmak olduğunu biliyoruz. Biliyorsunuz, o Netanyahu'nun Birleşmiş Milletlerdeki "nimet haritası" diye gösterdiği haritadaki yol işte bu enerji koridoru yolu, Hint-Avrupa IMEC'ten bahsediyorum.

Ne yapmak istiyor şu anda İsrail? Bir taraftan soykırımı sürdürürken Hizbullah'ın bitirilmesi hedefleniyor yani İran'ı vekil güçlerinden izole ederek güçsüzleştirme politikası bir taraftan sürdürülüyor, bunu görüyoruz. Dündü yanlış hatırlamıyorsam, Lübnan'da adı verilmeyen bir bakanın "Amerika ve İran Hizbullah'ı askerî bir partiden siyasi bir partiye dönüştürme konusunda anlaştılar." diye bir açıklaması oldu. ABD bu açıklamayı yalanlamadı "Bir anlaşmaya varmak üzereyiz, yakınız ama daha varılmadı. Fark azaldı, bazı adımların atılması gerekiyor." dedi yani Lübnan kısmında birtakım sonuçlar alınmaya başlandı gibi görünüyor.

Şimdi, bütün bu tabloyu niye anlatmaya çalıştım? Evet, çok önemli fakat bu tablodaki en önemli mesele şu Sayın Bakan: Bu gelişmeler karşısında askerî yöntemlerle yapılabilecek çok bir şey yok. Bu gelişmeler karşısında esas itibarıyla siyasetin ve diplomasinin rol oynaması gerekiyor. Bunun altını özellikle çiziyorum yani neden derseniz, şimdi anlatmaya çalışacağım.

Bütün buraya kadar anlattıklarımın içinde dikkat ederseniz bir kelimeyi hiç kullanmadım; şimdi, bundan sonrasında o kelimeyi ve kavramı kullanacağım: Hiç Kürtlerden bahsetmedim Orta Doğu'da ama Kürtlerin Orta Doğu'da on milyonlarca insanı kapsadığını biliyoruz yani İran'daki Kürdistan eyaleti, Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi, Kuzey ve Doğu Suriye, elbette ki Türkiye sınırları içinde de 20 milyondan fazla Kürt yaşıyor.

Şimdi, bu dönemde, bu kadar ağır sorunların yaşandığı, bütün dünyada küresel açıdan baktığımızda yeni düzenlemelerin yapıldığı, Orta Doğu'da bir enerji koridoru ve paylaşım savaşının aslında kapıda olduğu koşullarda Türkiye'nin siyasi olarak yapması gereken -tarihsel olarak da baktığımızda bu böyledir, tarihi siz de iyi biliyorsunuz bu konuda- çok açık: Aslında Orta Doğu'da bir Kürt-Türk ittifakının kurulması gerekiyor, net olarak bunun altını çizeyim. Ancak ve ancak Türkiye'nin Orta Doğu'da en güvenebileceği, birlikte hareket edebileceği ve bu gelişmeler karşısında güçlü bir pozisyon geliştirebileceği politika Türk-Kürt ittifakı üzerinden şekillenebilir; tarihsel olarak da böyledir, konjonktürel olarak da böyledir.

Şimdi, peki, gerçekten bu konuda Türkiye bunun farkında mı, bizim farkında olduğumuz gibi? Ya da bunun olmamasının yaratacağı sorunların ve sonuçların farkında mı, bundan emin değiliz doğrusu. Ve şunu -niyetlerden bağımsız olarak bunu söylüyorum yani bütün parçalar için bunu söylüyorum- biliyoruz ama: Orta Doğu'daki dengeleri değiştirebilecek güç şu anda Kürtlerdir; Irak için de bu böyledir, Suriye için de böyledir, İran için de böyledir. Dolayısıyla, burada, bu ülkelerde yaşanacak gelişmeler karşısında Kürtlerin tavrı belirleyici olacaktır; Türkiye'nin bunu iyi değerlendirmesi gerekiyor, iyi görmesi gerekiyor ve Kürt meselesinin hem bölgesel olarak baktığımızda hem de Türkiye sınırları açısından baktığımızda çözülmesi açısından, Türkiye için, demokratik ve barışçı bir çözümle olması açısından önemli bir dönemde yaşadığımızı anlamamız gerekiyor.

Şimdi, Ankara önemli, bütün Kürt halkı açısından da Ankara önemli. Yani İran'da yaşayan, Irak'ta yaşayan ya da Suriye'de yaşayan Kürtler de gözlerini aslında Ankara'ya ve Türkiye'ye dikmişlerdir; tarihsel olarak da bunun önemi vardır, siyasal güçler dengesi açısından da bunun önemi vardır ama Ankara bunun farkında değil. Ankara, hâlâ geleneksel politikaların sürdürücüsü olarak Kürtlerin Orta Doğu'daki her türlü -hak kazanımları diyeyim en genel anlamıyla- hak kazanımlarının karşısında bir pozisyon geliştirme fikrinden ve politikalarından uzaklaşmış değil. Bu, ciddi bir sorun ve bu sorunun tabii ki tartışılması, konuşulması gerekiyor.

Tarihsel bir eşikteyiz, bu açıdan baktığımızda. Yeni dönemin henüz adı yok, adı konmamış vaziyette. Nasıl ve nereye doğru gideceği hakkında büyük belirsizlikler var, sizler de bunun farkındasınız. Herkes çeşitli senaryolar üzerinde çalışıyor, biz de herkes gibi politik olarak çeşitli senaryolar üzerinde çalışıyoruz ve bu eşiğin merkezi Orta Doğu. Türkiye açısından da önemi bu. Ben daha evvel sizin adınızı vererek arkanızdan konuşmuştum burada, şimdi yüzünüze söyleyeyim: Siz bir demeç verdiniz, orada "İsrail, Türkiye'ye saldırabilir." diyorsunuz. Ben, bunun doğru olduğunu düşünmüyorum doğrusu, bunu söylemiştim, "Katılmıyorum bu görüşe." diye. İsrail'in şu anda Orta Doğu'da çok büyük bir saldırganlığı olduğunun elbette ki farkındayız ama Türkiye'ye saldırması, fiilî olarak saldırması yani haddine de değil, öyle bir gücü de olmadığı kanaatindeyiz. Dolayısıyla, esas dikkatimizi vermemiz gereken şey, askerî meselelerden çok, siyasi ve diplomatik gelişmelerdir. Yani IMEC ticaret yoluna Türkiye'nin alınmamasını askerî yolla çözebilir misiniz? Çözemezsiniz. Başka örnekleri de vermek mümkün. O yüzden, mesele, enerji ve ticaret yolları arayışından yola çıkarak Orta Doğu'da yaşandığı için, yapılması gerekenin de esas olarak siyaset ve diplomasi olduğunu düşünüyoruz. Yoksa, Orta Doğu'da sınırların çekildiği hukuk değişmeye başladı. Bu, çok açık, görünüyor. Ve bunun sonunun nereye varacağı -dediğim gibi- henüz belli değil.

Şimdi, biraz evvel -zamanım da azaldı- dedim ki "Yanlış Suriye politikaları." Evet, yanlış Suriye politikaları nedeniyle bu iktidar "Şimdi nasıl döneceğiz buradan?" diye bir arayış içinde ama Suriye iç savaşına yanlış bir anlayışla, vekâlet savaşlarına boylu boyunca dalmış oldu. Ve bugün, o içine girilmiş olduğu süreçten nasıl çıkabileceğine dair elinde bir plan yok ve bu ciddi bir sorun olarak ortada duruyor, açıkça bunu söylemek gerekiyor. Dolayısıyla, bu Suriye savaşındaki yanlış politikalar olmasaydı eğer, o vekâlet savaşının parçası olunmasaydı eğer; "HTŞ" gibi, "El Nusra" gibi, "Ahrar-uş Şam" gibi, "El Kaide" artı çete örgütlerine lojistik ve manevi, maddi destekler verilmeseydi eğer bugün bu durumda olmazdı Suriye politikası ve çok başka bir yerde olurduk, başka şeyler konuşuluyor, tartışılıyor olurdu.

Şimdi, dolayısıyla yanlışın neresinden dönülse kârdır esas itibarıyla ve gerçekten bir barış diplomasisine ve saygınlık politikasına ihtiyaç var Orta Doğu'da. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Barışın sesi size hep uzaktan hoş geliyor ama yakındaki sesi de güzeldir yani Rusya ile Ukrayna arasında barış sağlamak iyi bir fikir, kesinlikle itiraz edeceğimiz bir şey değil ama uzağımızda ya da Filipinler'de Moro'yla ilgili barışı sağlamak iyi bir adım ama uzağımızda; Suriye burnumuzun dibinde, burada barışın sağlanması ve diplomasinin, politikanın öne geçmesi gerçekten büyük önem taşıyor ve sesi emin olun her türlü askerî operasyondan, her türlü askerî yatırımdan, her türlü savaş operasyonundan çok daha kulağa hoş gelen bir sestir barışın sesi, burnumuzun dibinde. Şimdi, rahmetli Demirel'in bir sözünü hatırlıyorum, o demişti ki: "Barışmasını bilmeyen kavga etmemeli." Türkiye barışmasını bilmeyen bir pozisyondan çıkmalıdır artık Sayın Bakan. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Sayın Başkan, üç dakika... Bir dakika da kesinti olmuştu.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Tamam, öyle diyorsanız...

Buyurun.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim.

Şimdi, hep konuştuk, konuşuyoruz sizler de biliyorsunuz, Orta Doğu'da 2 temel mesele var: Bir tanesi Filistin, bir tanesi de Kürt meselesi. Her ikisinde de ateşi ateşle söndürmenin mümkün olmadığını on yıllardır yaşadığımız bütün deneyimlerle gördük ve görmeye devam ediyoruz. Yani her acı yeni bir acıyı çağırıyor ve Orta Doğu halkları gerçekten bu acıyı hep birlikte yaşıyoruz dolayısıyla bu dönemin artık değişmesi gerekiyor. Böyle kritik bir eşikteyken, bütün dünya çalkalanırken Türkiye'nin burada bir barışçı hamlesine ihtiyaç olduğunu bir kez daha vurgulamış olayım.

İki dakika içinde de bir şeye değinmek istiyorum, Genel Kurulda bunu daha detaylı anlatma imkânım olur herhâlde. Bizim zaman zaman "Rojava" da dediğimiz kuzey ve doğu Suriye'de yaşayan insanlardan bahsetmek istiyorum. Milyonlarca insan yaşıyor orada, en son nüfus sayımı yapılmadığı için tam rakamı şu anda ben bilemiyorum ama 2020'de 5 milyonun üzerinde insan yaşadığı görülmüştü, şimdi daha çoktur. Orada Kürtler var, Araplar var, Türkmenler var, Süryaniler var, Çerkezler var, Ezidiler var, Ermeniler var ve bu bölge halklarının çoklu olarak bir arada yaşadığı; bu kültürü, bu kimliklerini birlikte geliştirebildikleri bir toplum yapısı var burada ve burada bir yaşam var Sayın Bakan. Bunu daha detaylı konuşacağım dediğim gibi Genel Kurulda ama burada bir yaşam var yani hayvancılık var, tarım var, petrol var, okullar var, imar var, sağlık var, gıda üretimi var, gıda sanayisi var, tekstil alanında sanayi var, akademi var, üniversite kurulmuş vaziyette yani burada bir hayat sürüyor, sizler de bunun farkındasınız. Niye bunları söylüyorum? Orada bir yaşam var, orada insanlar var, çocuklar, kadınlar, yaşlılar, gençler, erkekler var. Bakın, samanlıkta bir iğne bulacağız diye bütün samanlığı ataşe vermek diye bir politika olamaz, bir uygulama olamaz. Böyle bir anlayıştan vazgeçilmesi ve uzak durulması gerekiyor. Özellikle şunu söyleyeyim: İhtiyaç duyulan hukuktur ve demokrasidir, ihtiyaç duyulan hukuktur ve demokrasidir, bunun altını özellikle çizmek istiyorum. Çatışmayla, savaşla, işgal girişimleriyle, düşman olmakla, vekâlet savaşlarıyla, mezhep çatışmalarıyla sorunların üstesinden gelinebileceği kanaatinde değiliz. Bu dış politikada yanlışlardan uzaklaşmak gerekir ve gerçekten gelecek açısından baktığımızda...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Sayın Başkan, yarım dakika izin verir misiniz? Son cümlemi söyleyeceğim.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sözcülere veriyorum.

Buyurun.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, gelecek açısından baktığımızda zaman zaman herkese -ben buradaki vekilleri de kastederek söylüyorum- öfke baldan tatlı geliyor ama öfkenin bal olmadığını anladığımızda -hadi ben kendimi de katayım işin içine- iş işten geçmiş oluyor. Böyle bir durumla karşı karşıya olmamamız gerekiyor. Türkiye, Orta Doğu açısından baktığımızda, demokrasisi, hukuku, ekonomisi, ticareti, kültürel yapısı ve çoğulculuğu, Türkiye'deki bütün farklılıkları kapsayan ve onların özgür ve eşit bir şekilde yaşaması üzerine kurulmuş olan anlayışla, demokrasiyle, hukukla model bir ülke olabilir; böyle bir güce sahiptir ama yeter ki Türk-Kürt ittifakının hem Orta Doğu'da hem Türkiye sınırları içinde kurulmasının Kürt meselesinin demokratik, barışçıl çözümünün gerçekleşmesinin adımları atılabilsin.

Teşekkür ediyorum dinlediğiniz için.