KOMİSYON KONUŞMASI

KAYIHAN PALA (Bursa) - Sayın Başkan, Komisyonun değerli üyeleri, değerli milletvekilleri, Sayın Sağlık Bakanlığı bürokratları ve sayın medya mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bakın, bugün karşımızdaki Sağlık Bakanlığı bütçesi ne toplumun sağlık gereksinimlerine ne de sağlık çalışanlarının özlük haklarına yetecek bir bütçe; bütçeden sağlığa ayrılan pay yetersiz ve her defasında söylüyoruz, bütçe dağılımında sağlığa öncelik verilip verilmemesi siyasi bir tercih ve o yüzden... Merkezî yönetim bütçesinden en az yüzde 10 Sağlık Bakanlığına aktarılmalı ama şu anda aktarılan pay yüzde 6,9 ve artış oranı yalnızca yüzde 39 ve tabii, Cumhurbaşkanlığı Hükûmetinin bir tercihi bu. Sağlık Bakanlığının kendi slaytıdır bu ve burada görüyorsunuz, faiz dışı harcamayla kıyaslandığında kamu sağlık harcamaları özellikle 2009 krizinden sonra ciddi bir azaltılmayla karşı karşıyadır. Dolayısıyla toplumun sağlığını korumak, geliştirmek ve tedavi etmek açısından çok yetersiz bir bütçeyle karşı karşıyayız.

OECD ülkeleri içerisinde sağlığa en düşük payı ayıran Türkiye, yüzde 3,7; OECD ortalaması yüzde 9. Bu bütçeyle gerçekten toplumun ihtiyaçlarına yanıt vermek mümkün değil ve üstelik bu kadar dar bir bütçenin de yükü ağırlıklı olarak yurttaşın sırtında. Bakın, merkezî yönetim bütçesinin bizdeki oranı 2021'de yüzde 29, OECD ortalamaları yüzde 38 ve cepten harcamalar epeyce bir artış gösteriyor, yüzde 16 civarından -birazdan göstereceğim- yüzde 19'a çıktı. Bu arada, biliyorsunuz, geçen Çalışma Bakanına sorduk, yanıt veremedi; 9,4 milyondan fazla yurttaşın genel sağlık sigortası prim borcu olduğu nedeniyle sağlık hizmetlerine erişimle ilgili ciddi sorunu var. Bu da TÜİK'in verisi, cepten sağlık harcamalarının 2022'de yüzde 19'a yükseldiğini gösteriyor; bu, OECD ortalamasının epeyce üzerinde.

Bütçe dar ama bütçenin dağıtımındaki tercihler de yanlış; siz bütçenin yarısından fazlasını hastanelere veriyorsunuz. Bu, kabul edilebilir bir şey değil. Tedavi hizmetlerini bu kadar öncelemek, sağlık piyasası yaratmak, sağlık sermayesine kaynak aktarmaktan öteye gitmez. Bakın, görüyorsunuz, OECD'de hastanelerin oranı bütçeden yüzde 39, bizde yüzde 53, dün yayınlanan yeni rapora bakarsanız yüzde 55. Dolayısıyla bu tercihin kendisi de yanlış. Tabii, niye yanlış? Çünkü ortada sağlık hizmetlerinin ticarileştirilmesi anlamına gelen bir Sağlıkta Dönüşüm Programı var. Bu arada Sağlık Bakanlığı bürokratlarına gerçekten sormak isterim, defalardır söylüyorum: Bakın, 2023 istatistik yıllığı -neredeyse kasımı bitireceğiz- hâlen yayınlanmadı. Buradaki verileri yayımlamaktan niye çekiniyoruz acaba? Anlamak mümkün değil. Soru önergeleriyle bazı veriler soruyoruz, onlara yanıt yok. Bir tanesini örnek vereyim: Beyaz kod sayıları. 3 defa soru önergesi verdim, hiçbirinde yanıt yok. Neden bu yanıtları vermekten bu kadar çekiniyoruz? Belki de şundan: Bakın, özel hastane sayısı Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde yüzde 111 artmış, yatak sayısı bunun 3 katı kadar, yüzde 345 artmış. Neden? Özel sektör daha fazla kâr elde etsin, bir sermaye birikimi ve kâr maksimizasyonu yaratılsın diye bu sistemin özel bir telaşı, özel bir anlayışı var oysa Dünya Sağlık Örgütü dahi özel sektörün daha verimli olmadığını kanıtlarıyla ortaya koyuyor.

Bakın, Sağlık Bakanlığı hastane yataklarının bölgeler arasında ciddi eşitsizliği var; Güneydoğu Anadolu'da yüz binde 15, Doğu Karadeniz'de neredeyse bunun 2 katı kadar, yüz binde 27. Ben cumartesi, pazar Muş ve Bitlis'teydim; bunun ne kadar acı sonuçları olduğunu bizzat oradaki yurttaşlardan da öğrenme olanağımız oldu maalesef. Bu arada nüfusu en yüksek 10 ile baktığımızda gerek hasta yataklarının gerekse de yoğun bakım yataklarının dağılımında ciddi problemler var. Bakın, ben Bursa Milletvekiliyim, burada görüyorsunuz, 10 bin kişiye düşen yoğun bakım yatak sayısı Bursa'da yalnızca 4.8; Gaziantep'te 7,6 iken. Bu kadar eşitsizlik nedendir, gerçekten bunun anlatılması lazım. Yatırımlara neden kaynak aktarılmıyor, neden yurttaşın sağlığı önemsenmiyor, bunun burada çok ciddi tartışılması lazım. Ben her gün Bursa Milletvekili olarak ya yoğun bakım yatağı ya bir devlet hastanesinde yatak aramak zorunda kalıyorum. Bunu defalarca dile getirdiğimiz hâlde maalesef çözüm yok.

Bu arada, Sağlık Bakanlığının sisteminin dirençli bir sağlık yapısı da yok. Hatırlayın, Hatay'da, maalesef, depreme dayanıksız olduğu bilinen hastanelerde hizmete devam edildiği için hem hastalar hem sağlık çalışanları hayatlarını kaybetti. Bakın, TMMOB'ın raporları var -geçen yıl da sormuştuk, soru önergeleriyle sorduk, hiçbirine yanıt yok- orada şöyle bir iddia var, diyor ki: "Hastanelerden bazıları fay hattının bizzat üstündedir." Buradan tekrar soralım: Hangi hastaneler bunlar? Yurttaşın bilmeye hakkı var. Bir fay hattının üstündeki hastaneden kim hizmet almak ister. Bu doğru bir yaklaşım değil.

Şimdi, yenidoğan çetesini çok konuşuyoruz ama bunu konuşurken kök nedenleri üzerinden konuşmazsak, sorunun nereden kaynaklandığını bulmazsak bu sorunlar sürüp gider. Yoğun bakım yataklarının özel hastanelere göre dağılımına bakın, erişkinde yüzde 31, çocukta yüzde 9, yenidoğanda yüzde 54. Bu arada, yenidoğan yoğun bakım yatak sayısının en yüksek olduğu yer İstanbul ancak tam tersi olarak Sağlık Bakanlığının yenidoğan yoğun bakım yatağı sayısının en düşük olduğu yer İstanbul. Biraz sağlık yönetimi bilenin başka hiçbir şeye ihtiyacı yok, şu verilere baktığında buradan nasıl olumsuz sonuçlar çıkabileceğini çok rahatlıkla görebilir. Bunu görmeyen, buna göz yuman herkes, maalesef, bu sorumluluğu üstlenmek zorundadır.

Sorun yalnızca yenidoğan yataklarıyla sınırlı değil. Bakın, eğer soruşturma komisyonu alanını genişletirse göreceksiniz, özel hastanelerle ilgili, hemodiyaliz üniteleriyle ilgili, yoğun bakım yatakları ve diğer alanlarla ilgili ciddi problemler var. Buradan şunu sormak lazım: Örneğin, eski bakanlardan, Adalet ve Kalkınma Partisinin bakanlarından birinin hastanesi bile yoğun bakım yataklarını bir şirkete, kişiye devretmiş yasa dışı olarak. Bu bilindiği hâlde neden göz yumulmuştur? Bunu mutlaka tartışmak lazım.

Bakın, hemodiyaliz cihazlarının dağılımına; resmî raporlar, Sağlık Bakanlığının raporları ne diyor: Türkiye'de kronik böbrek hastalığının en yüksek görüldüğü yerlerden bir tanesi Güneydoğu Anadolu Bölgesi. Ne beklersiniz? Sağlık Bakanlığının hemodiyaliz cihazlarının dağılımı da ağırlıklı olarak orada olmalı oysa en düşük oran maalesef Güneydoğu Anadolu'da. Batı Karadeniz'de bu 1 milyon kişiye 161 iken Güneydoğu Anadolu'da yalnızca 74 civarında. Bu arada, Burdur'da devlet hastanesinde hemodiyaliz cihazına girmek üzere gelen hastalara maalesef, Sağlık Bakanlığının göz yumduğu, ciddiye almadığı bir yapım hatası yüzünden antifriz verildiği ve hayatlarını kaybettiklerini de unutmayalım. Dolayısıyla, çete ve sıkıntılar meselesine bakarken çok daha geniş bir perspektiften bakmak lazım.

Değerli Komisyon üyeleri, koruyucu hizmetlere ayrılan pay çok yetersiz. Hatırlarsanız, 2023 bütçesinde yüzde 28,6 ayrılıyor diye çok eleştirmiştik, bu rakamın yetersizliğinden dem vurmuştuk ancak anlaşılmaz bir şekilde, 2024'te bunu önce yüzde 27'ye, 2025 bütçesinde de yüzde 26,8'e indiriyorsunuz. Ya, bu, anlaşılmaz bir şey. Siz bu ülkede insanların tedavi edilmeden önce sağlığının korunmasını neden önemsemiyorsunuz, sağlığının geliştirilmesini neden önemsemiyorsunuz? Çok açık söyleyeyim bir halk sağlıkçı olarak: Bunu kabul etmek mümkün değil. Önce insanlar hastalansın, sonra özel hastanelere gitsin, özel hastane sahiplerine ve sermayeye para kazandırsın diye mi uğraşıyoruz? Bu, kabul edilebilir bir şey değil. Bunun tam tersi olarak da görüyorsunuz, tedavi edici hizmetlerin payı da yüzde 69'lardan yüzde 72'ye kadar çıkartılıyor. Böyle giderse birkaç sene içerisinde bütçenin yüzde 80'ini buraya aktarmak gibi bir yaklaşım karşımızda olacak oysa bakın, bilimsel araştırmalar kanıtlamış, tedavi edici sağlık hizmetlerinin sağlığı belirlemedeki rolü düşük. O yüzden, koruyucu hizmetlere, geliştirici hizmetlere kaynağı aktarmak gerekir, bu tercihiniz çok yanlış.

Bakın, bütçe sınırlı, Sağlık Bakanlığına ayrılan bütçe sınırlı, bir de bu sınırlılık içerisine götürüp şehir hastanelerine bütçenin yüzde 10,3'ünü, 104,6 milyar lirayı veriyorsunuz. Bu nasıl kabul edilebilir ya! Hepsi bittiğinde 18 tane olacak hastane için bütçenizin yüzde 10'unu verirken geri kalan yüzde 90'ından azını da 933 tane devlet hastanesine, 973 tane toplum sağlığı merkezine, 28 binin üstündeki aile hekimliği birimine, 3.420 acil yardım istasyonuna ve 855 binin üstündeki sağlık çalışanlarının özlük haklarına aktarıyorsunuz; bu kadar büyük eşitsizlik kabul edilebilir mi? Buradan bu bütçeyi hazırlayanlara söyleyeyim: Eğer şehir hastanelerine bu 104,6 milyar ayrılmasa, bunun yerine, Sağlık Bakanlığında bugün iş isteyen, kadro bekleyen insanlar istihdam edilecek olsa 150 binden fazla istihdamın parasıdır bu; buradaki rakamlar çok açık. Bir yanda 150 binden fazla insanı dışarıda tutup 3-5 tane sermaye kesimine, küresel sermayeye kaynak aktaran bir yaklaşım benimsenmektedir; bunu kabul etmemiz mümkün değil.

Değerli Komisyon üyeleri, bakın, önümüze gelen bütçeye göre şehir hastanelerinin yalnızca günlük maliyeti 286 milyon TL ve burada şehir hastanelerine, özellikle döner sermaye bütçesinden aktarılan hizmet alımları söz konusu bile değil. Hatırlayın, geçen sene burada Sayın Fahrettin Koca oturuyordu ve bizim "Şehir hastaneleri çok büyük yük getiriyor." dediğimiz iddialarımızı başka bir boyuta taşıdı ve hatırlarsanız -ben Türkiye'de şehir hastanesi konusunda çıkan ilk kitabın editörüyüm, yıllardır bu işlerle uğraşıyorum- biz diyorduk ki "Türkiye'de şehir hastanelerinin maliyeti çok yüksek; bu, 80 milyar doların üstünde." ve o zaman Adalet ve Kalkınma Partisinden bazı milletvekili arkadaşlarımız çok abarttığımızı, böyle bir maliyetin olmadığını söylüyordu. Öyle değil mi? Ama geçen sene Sayın Bakan ne dedi? Bakın, kendi slaytı, gösteriyorum, dedi ki: "Şehir hastanelerinin yirmi beş yılda aslında maliyeti 322 milyar euroydu." Tekrar ediyorum: "Şehir hastanelerinin maliyeti 322 milyar euroydu." Ya, bu kadar büyük bir maliyet getirecek bir sistemi Türkiye'ye nasıl getirirsiniz? Üstelik -birazdan göstereceğim- yatak doluluk oranınız yüksek değil, yatak kullanma alanınız çok yüksek değil, nüfusunuz o kadar yaşlı değil; buna rağmen bu kadar yüksek bir kaynağı aktarmak gerçekten, yalnızca sermayeye kaynak aktarmakla açıklanabilir, bunun başka bir açıklaması maalesef yok. Üstelik Avrupa Komisyonu bu kamu-özel iş birliği yönteminin doğru bir yöntem olmadığını, maliyet etkin olmadığını da raporlamıştır; bunu da bilginize sunayım.

Bakın, yalnızca yüksek maliyeti sorun değil -Sayıştay raporunu hepinizi incelediniz- Sayıştay raporunun büyük bir bölümü şehir hastanelerindeki usulsüzlüklere, yolsuzluklara ayrılmış durumda, yani burada aşı ve antiserumla ilgili bazı bölümler de var ama çok fazla sayıda şehir hastanesiyle ilgili bulgu var ve birkaç tanesini sayım isterseniz: Örneğin kira ödemelerinin hatalı muhasebeleştirilmesi, maliyetlere ilişkin değerleme yapılmaması, miktara bağlı hizmetler için taahhüt edilen tutarların nazım hesaplarda izlenmemesi, taşınırların Malzeme Kaynak Yönetim Sistemi'ne kayıtlarının yapılmaması, nihai tamamlama süreçlerinin yürütülmemesi, yer teslimi yapılmadan -dikkatinizi çekiyorum- inşaat işlerine başlanması, yaptırılmayan, yapılmayan imalatlar için revizyon yapılmaması ve bunlar için hizmet değişikliğine gidilmemesi, eksik ölçüm bedelleri; çok daha fazla sayıda Sayıştayın saptadığı saptamalar var.

Değerli Komisyon üyeleri, bakın, bunlar Sayıştayın saptamaları. Sayıştay bile bu kadar önemli saptama yapmışken bu kamu-özel iş birliği yöntemiyle yöntemin sürdürülmesinde ısrar edilmesi kesinlikle doğru bir tutum değil.

Tabii, sağlık alanında Sağlıkta Dönüşüm Programı'yla ilgili sorunlar yalnızca hastaneler ve şehir hastaneleriyle sınırlı değil; birinci basamakta da aile hekimliği sistemine de büyük sorunlar var. Bakın, şu sağdaki kitabı -Sağlık Bakanlığı sisteminden indirebilirsiniz- 2011'de yayınlandı Sağlık Bakanlığı "2023 yılı vizyonumuza göre bizim aile hekimi başına düşecek nüfusumuz 2 bin kişi olacak." dedi 2011'de ve şimdi, siz 2025 yılı hedefi için 2.800 kişi diyorsunuz, üstelik geçen yıl ayrıntılarıyla ortaya koyduk Türkiye'de bu hedefe ulaşabilecek sayıda hekim olmasına rağmen soru şu: Neden? Neden aile hekimliği sistemini doğru düzgün işleyen bir sistem biçimine dönüştürmek istemiyorsunuz? Eğer orada bir kapı tutucu sistem yaratırsak buradan özel sektöre gitmeyi azaltırız ve onların kârları azalır diye mi düşünüyorsunuz? Bu da kabul edilebilecek bir şey değil.

Yine bütçeye bakıyorum, aile sağlığı merkezlerinin giderlerinin Sağlık Bakanlığı tarafından sağlanmasına ilişkin bir bütçe yok; çoğunda personel yok, grup elemanları için bir istihdam olanağı yok, aşı sıkıntısı var -Sayıştay da buna değinmiş- bir türlü aşı sağlanamıyor, iş bırakmalarla ilgili aile hekimliği çalışanlarından kesinti yapılıyor ve bu nereye aktarılıyor, nasıl harcanıyor belli değil ve kanser taramalarıyla ilgili sorun var, mamografi randevuları fazla açılmıyor, HPV aşısı için bütçe ayrılmıyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye sağlık sisteminin gerçekten ciddi bir performans düşüklüğü sorunu var. Bakın, bütün Avrupa Birliği üye ve aday ülkeleri içerisinde en yüksek bebek ölüm hızı bizde. Yenidoğan çetesiyle daha fazla gündeme geldi, soru önergesi de verdim çünkü 2000 yılında hem bebek ölüm hızı hem çocuk ölüm hızı artmış. Bunun için Bakanlıktan bana gelen yanıtta "deprem" deniliyor. Hayır, deprem değil, TÜİK'ten depremde ölenlerin sayısını alıp hesapladığımızda deprem bölgesindeki 11 ilden 10'unda yine bebek ölüm hızında artışı gördük ve üstelik de buradan soralım, 51 ilde artış olmuş bebek ölüm hızında ve çocuk ölüm hızında yani 51 ilde de mi bir deprem oldu? Bakın, yalnızca İstanbul'u koyuyorum, Sayın Valiye de gösterdim, 2020 yılından itibaren İstanbul'da bebek ölüm hızında ciddi bir artış var -Bugün Bakan koltuğunda oturan sayın Memişoğlu o zaman İl Sağlık Müdürüydü- ve bizim mevzuatımıza göre her bir bebek öldükten sonra bunun raporunun hazırlanması lazım. Ne oldu bu raporlar, niye göz yumuldu? Yıllardır artıyor bebek ölüm hızı; bu, kabul edilebilir bir şey değil. Türkiye'de bebek ölüm hızı ve çocuk ölüm hızının artması maalesef Sağlık Bakanlığının büyük bir utancıdır.

Sağlık hizmetlerine erişimle ilgili ciddi sorunlar var; az önce söyledik, prim borcu olanlar hizmete erişemiyor, randevu almak çok zor, özellikle aile planlaması araçlarında karşılanmayan gereksinim sorunu var. Bakın, şu ekran sürekli karşınıza çıkıyor ve ben iki gündür bu ekranı sürekli olarak hem hafta sonu gittiğim Muş ve Bitlis'te hem de seçim bölgemde değişik branşlarda görüyorum: "Aradığınız klinikte alınabilir uygun randevu bulunamamıştır." Bu, kabul edilebilir bir durum değil. Eğer siz merkezî sistemden değil de gidip yüz yüze randevu alacaksanız, işte, size Uşak'tan bir örnek, sekiz ay sonrasına tiroit ultrason randevusu verildi. Sayın Memişoğlu, bu sizin branşınız, kabul ediyor musunuz bir kanser hastasına sekiz ay sonrasına randevu verilmesini? Açık söyleyeyim, bu uygun bir durum değil. Tabii, böyle olunca da sizin kendi ölçümlerinizi bir kenara bırakın, dünyanın ölçümlerine baktığımızda, Türkiye'de memnuniyet sağlık alanında giderek azalıyor. Hatırlarsanız, geçen yıl yüzde 62 diye göstermiştim, yine OECD ülkelerinin ortalamasının çok gerisindeydi, şimdi bu rakam yüzde 53'e kadar düştü ve böyle giderse daha da düşecek. Neden? Çünkü yurttaş hastalandığında ya gücü yetmediği için ya uzaklık nedeniyle ya da randevu alamadığı için sağlık hizmetlerine erişemiyor. Peki, ne oluyor? Acil servise başvuruyor. Dünyada olmayan bir şey icat ettiniz; acil serviste yeşil alan. Bunu uluslararası bir kongrede söyleseniz yüzünüze gülerler. Böyle bir şey olmaz. Acil, yalnızca acil hizmetler için vardır.

Yine, bir önceki Bakanın açıklamasına göre 2023 yılında acil servislere 150 milyondan fazla başvuru olmuş. Bu şu demek: Türkiye'de 100 kişi başına yılda 177 başvuru. Peki, OECD ortalaması kaç? Yalnızca 27. Değerli Komisyon üyeleri, bu kabul edilemez; bu, birçok açıdan kabul edilemez. Bir an şöyle düşünün, gerçekten acil olan bir hastanız var ve gittiniz, acil olmayanlar yüzünden ona geç bakılıyor. Bunu kim kabul edebilir? Ayrıca, burası maalesef şiddete de uygun zeminler hazırlamaktadır.

Bakın, ben bir makale yazdım, şöyle bir cümle kurdum: "Sağlıkta Dönüşüm Programı'yla birlikte Türkiye, dünyada nüfusundan fazla acil başvurusu olan tek ülke." Lancet editörleri önce bir tereddütte bulundular, sonra araştırdılar ve bu cümle aynen The Lancet'te yayımlandı. Böyle bir şey olabilir mi? Nüfusundan fazla acil başvurusu olan tek ülke.

Karşılanmayan aile planlaması ihtiyacı çok yüksek ve giderek artıyor. Bu arada, Efes Selçuk'ta hayatını kaybeden çocukları yalnızca Aile Bakanlığı üzerinden değil, Sağlık Bakanlığının sorumluluğu üzerinden de tartışmamız gerektiğini vurgulamak isterim.

Önümüze gelen bütçede 2025 yılında kişi başına hekime başvurunun 12'ye çıkartılacağı hedefleniyor, OECD ortalaması 6,8. Neden bu kadar fazla doktora başvurmayı hedefliyoruz? İsveç'te yılda 3 defa başvuruyor insanlar, bizim nüfusumuz daha genç. Dolayısıyla...

ORHAN YEGİN (Ankara) - Hedef değil, tahmin.

KAYIHAN PALA (Bursa) - Hedef, önümüzde, bakın, buyurun, hedef.

Bunu zamandan sayarsanız çok memnun olurum Sayın Başkan.

Dolayısıyla, bizim, hekime başvuruyu artırmak değil, sağlık sisteminin verimliliğini arttırmak üzerine bir plan yapmamız gerekir ama maalesef, yine, dünyayla kıyaslanamayacak kadar yüksek bir şiddet söz konusudur sağlık alanında. 2013 yılındaki Meclis Araştırması Raporu'nda yazan 66 önerinin neredeyse hiçbiri hayata geçirilmemiştir ve bu konudaki soru önergelerimize de Sağlık Bakanlığı maalesef yanıt verememektedir.

Az önce dedim, verimliliği artırmamız lazım. Yatak doluluk oranımız bütün OECD ülkeleri içerisinde en düşük ve 2019'a göre kıyaslandığında daha da düşmüş oysa bunun yani sağlık ekonomisi açısından yüzde 75'lere kadar çıkarılması gerekir.

Şimdi, yenidoğan çetelerini tartışırken kök nedenlere bakacaksak, örneğin, 2007 yılından itibaren istikrarlı bir şekilde özel hastanelerdeki kaba ölüm hızının neden arttığını da mutlaka incelemeli, tartışmalı, masaya yatırmalıyız. Türkiye, nüfus başına en çok tomografi çekilen ülkelerden bir tanesi ve bunlar bazı devlet hastanelerinde taşeron şirketler eliyle sunulduğu için ciddi problemler var; örneğin, kadınlara prostat, erkeklere uterus raporları gönderiliyor. Bursa'da şu anda bununla ilgili ciddi iddialar, hatta ölüme yol açma iddiaları var. Bakın, çeteler ve sıkıntılar söz konusu olduğunda bunları yok saymayalım. Her bir yurttaşımızın sağlığı bizim için çok önemlidir.

Kronik hastalıklarla mücadele çok yetersiz; bir örnek vereceğim: Şeker hastalığı; dünyada on yılda şeker hastalığı görülme sıklığının 2 katına çıktığı tek ülkeyiz ve burada verileri görüyorsunuz, erişkinlerde yüzde 7'lerden yüzde 14,5 'a çıktı. Bu, kabul edilebilir bir şey değil. Hani temel koruma önlemleri, hani birincil, ikincil koruma önlemleri? Bu arada, daha önce de söylemiştik, Bakan söz vermişti; bu Tip 1 diyabetli çocukların sensörleri hâlen bir geri ödeme sistemine alınmış değil. Madem söz veriyorsunuz, söz tutulmak için verilir; bu sözlerin mutlaka yerine getirilmesi lazım.

Kalite göstergelerine baktığımızda en önemlilerinden biri, iskemik inme nedeniyle otuz gün içinde sağ kalımdır; görüyorsunuz, Avrupa Birliği ortalamasından çok yüksek ve kanser tarama programları yetersiz ve kaçınılabilir nedenlere bağlı ölümler Türkiye'de çok yüksek hem önlenebilir hem de tedavi edilebilir ölümler söz konusu olduğunda. Tütün kullanma sıklığı çok yüksek; görüyorsunuz, giderek de artıyor, kadınlar çok yüksek bir kullanmayla karşı karşıyalar. Sağlık Bakanlığının bulaşıcı hastalıklarla ilgili hedefleri tutmuyor; kızamık bunun en tipik örneklerinden bir tanesi ve sıtmadan halen Türkiye maalesef arındırılamadı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Sayın Pala, iki dakika ek süre veriyorum.

KAYIHAN PALA (Bursa) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Şimdi, Değerli Komisyon üyeleri, sağlık çalışanlarının temel talepleri hâlen karşılanmış değil. Bakın, dört tane temel taleplerini sıralıyorlar: Bir, can güvencesi istiyorlar -ki bu kadar temel bir talep olur mu?- iki, iş güvencesi istiyorlar; üç, gelir güvencesi istiyorlar; dört, mesleki bağımsızlık istiyorlar. Bu taleplerin yerine getirilebilmesine dönük bütçede bir düzenleme maalesef yok. Taleplerden bir tanesi, en düşük aylık gelirin yoksulluk sınırının üzerinde olması -sanırım hepimiz bunu kabul ediyoruzdur- aylık gelirin tamamının emeklilik dönemine yansıması ve çalışan sağlığı ve güvenliğiyle ilgili önlemler alınması; bütçede maalesef bunları göremiyoruz.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Hepsiyle ilgili düzenlemeler yaptık.

KAYIHAN PALA (Bursa) - Birazdan siz konuşurken o düzenlemeleri ben de görmek isterim gerçekten çünkü o düzenlemelerin olmadığını sağlık çalışanları sürekli eylem yaparak gündeme getirmek zorunda hissediyorlar.

"Giderlerse gitsinler." diye bir politika tutturuldu; burada görüyorsunuz, ciddi bir yükseliş var ve en son, 2023 yılında Türk Tabipleri Birliğinden iyi hâl belgesi alanların sayısı 3 bini geçti.

Değerli Komisyon üyeleri, sağlık bir ekip işi yani bir an karşılıklı oturduğumuzu unutup bu ekip işine nasıl katkıda bulunabileceğimize bakalım. Bakın, sizlere de gelmiştir, bana yalnızca şu üç günde 5 binden fazla başvuru geldi istihdam edilmeyi bekleyen sağlık çalışanlarıyla ilgili ve bunlar arasında fizyoterapistler, diyetisyenler... Saymayayım.

ALİ KARAOBA (Uşak) - Psikologlar.

KAYIHAN PALA (Bursa) - Bunların daha fazla istihdam edilmesi için ivedi olarak bir çabaya ihtiyaç var. Bu bütçe bu çabayı karşılayabilecek bir bütçe değil, bütçeyi mutlaka o hâle getirmemiz lazım. Ayrıca, sağlıkta derin eşitsizlikler var, bu eşitsizlik haritası hepimiz için utanç kaynağıdır; Türkiye'nin bir bölgesini sanki başka bir yermiş gibi algılatan bu eşitsizlikten kurtulmamız lazım.

Sayın Memişoğlu, bir an önce istifa edin, bu yük hem sizin için hem Sağlık Bakanlığı için çok büyük bir yüktür.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.