KOMİSYON KONUŞMASI

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri, Değerli Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Sayıştay Başkanı, değerli bürokratlar, basınımızın değerli mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, geçen hafta içinde bir sunuş aldık, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı bütçenin tümü üzerine bize bir sunuş yaptı. Biz de bugün itibarıyla bu bütçe görüşmelerine başlıyoruz. Bu, uzun bir süreç olacak, ona hep maraton benzetmesi yapıyoruz.

Tabii, her zaman söylüyoruz, ben geçen sene bütçede, hatta ilk gününde, sizin sunuş yaptığınız zaman da usul üzerinde söz almışım ve usul üzerine aldığım sözde de bu Genel Ekonomik Hedefler ve Yatırımlar tablosunun, içinde tabloların olduğu raporun zamanında bize dağıtılmamış olmasının büyük bir eksiklik yarattığını söylemiştim. Aynı şey aslında (1/278) ve (1/277) esas numaralı Kanun Teklifleri 22/10/2024 tarihli 3'üncü Toplantı Tutanağı'na eklidir. (1/278) ve (1/277) esas numaralı Kanun Teklifleri 22/10/2024 tarihli 3'üncü Toplantı Tutanağı'na eklidir. 2025 yılı Cumhurbaşkanlığı yıllık programı için de geçerli çünkü burada çok ayrıntı var. Yani bugün eğer tümü üzerine konuşacaksak buradaki bilgiler en azından birkaç gün önce bizde olmuş olsaydı buradaki rakamlara bakarak daha sağlıklı bir görüşme sistematiği içinde olabilirdik. Tabii, sonraki bakanlık bütçelerinde bunları konuşacağız, bunları kullanacağız ama dediğim gibi yani bunların aslında önceden bize dağıtılması görüşmelerin sağlığı açısından önemlidir diye düşünüyorum. Önümüzdeki bütçe görüşmelerinde bunun olmasını, özellikle Plan ve Bütçe Komisyon Başkanı olarak sizden istiyoruz, talep ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, dün 29 Ekimdi cumhuriyetimizin kuruluşunun 101'inci yılını kutladık. Cumhuriyetimizin kuruluş yıl dönümünde Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, silah arkadaşlarını, Gazi Meclisimizin üyelerini, şehitlerimizi ve gazilerimizi saygıyla, rahmetle ve minnetle anıyorum. Cumhuriyeti yaşatmak, sonsuza kadar savunmak hepimiz açısından, bizler açısından son derece önemlidir, bunun bilincindeyiz, her zaman bu çerçevede hareket ediyoruz ve hareket etmeye devam edeceğiz.

Şimdi, tabii, Cumhurbaşkanı Yardımcısının sunuşu içinde biz aslında bir usul tartışmasını bu sene açtık ve dedik ki: Hem kesin hesap kanun teklifinin hem de Sayıştayın genel uygunluk bildiriminin bizim kesin hesap kanun teklifini görüşmemizi sağlıklı bir biçimde yapmamızı engellediğini söyledik, ortaya koyduk. Çünkü açıkçası 2023 yılı bütçesinin başlangıç ödenekleri ve yıl sonu ödenekleri arasındaki fark ne kesin hesap kanun teklifinde ne de Sayıştayın genel uygunluk bildiriminde yer alıyordu. Yani buralarda ödenek eğer artırıldıysa neye göre artırıldı, hangi hangi kanunlar çerçevesinde arttırıldı, ne tür kararlar alındı, bunlar nerelere harcandı? Harcamaları belki görüyoruz ama bunların hangi ödenek artırımında kullanıldığını, harcandığını görmüyoruz. Onun için aslında bunların sağlıklı biçimde olmasına ihtiyaç var. Geçen sene de söylemiştik, bu sene de önerimizi tekrarlayalım, aslında kesin hesap kanun teklifinin ayrı bir komisyonda görüşülmesi uygundur, doğru olan da budur. Tabii, bu, bir İç Tüzük değişikliği gerektiriyor ama geçen seneki önerimiz de şuydu: Bir alt komisyon kurulması. Çünkü biliyorsunuz, haziran sonunda yani haziran sonu veya eylül ortası olmak üzere kesin hesap kanun teklifinin Meclise gelişi daha erken, Sayıştay raporu da buna göre şey... Bu anlamda bir alt komisyon kurulabilir, bugünkü mevcut yapı içinde bu alt komisyon sağlıklı bir biçimde hem kesin hesap kanun teklifinin Sayıştay raporlarıyla birlikte hem Sayıştayın temel raporlarıyla -4 temel raporu- hem de aynı zamanda Sayıştayın kurumlar itibarıyla hazırladığı raporlar çerçevesinde görüşülmesine ihtiyaç vardır. Bugün sanıyorum bu konuya ilişkin bilgi alacağız çünkü bu konu çok önemli bir konu. Yani Sayıştayın genel uygunluk bildiriminin bizim sağlıklı bir biçimde 2023 yılı bütçe uygulama sonuçlarını görmemizi engellediğini söylemiştik. Bunun nerelere harcandığını bu anlamda ayrıntılı biçimde bilmek, ödenek artırımı varsa nereleri artırılmış, bu ödenekler nerelerden harcanmış, bunlar neden Sayıştayın genel uygunluk bildiriminde yer almadı; bunların hepsini de bilmek istiyoruz.

Şimdi, tabii, bugün ekonomi konuşacağız, bütçe konuşacağız. Türkiye ekonomisi ciddi bir ekonomik kriz içinde. Ekonominin büyüme hızının yavaşladığı, aynı şekilde işsizlik oranlarının yüksek seviyesini koruduğu, sadece dar tanımlı işsizlik anlamında söylemiyorum bunu aynı zamanda geniş tanımlı, atıl iş gücü açısından da söylüyorum. Diğer taraftan, gelir dağılımının bozulduğu, yoksulluğun arttığı ve enflasyonun bir türlü engellenemediği bir süreç yaşıyoruz. Aslında bütün bunların hepsi bize şunu gösteriyor, tabii ki ekonomide yaşanan sıkıntılar önemli ama ekonomi tek başına bir analiz yapma çerçevesinin ötesine taşınmalı diye düşünüyorum. Böyle baktığım zaman sadece ekonomide değil, ekonomide, sosyal alanda, siyasal alanda ciddi bir çöküş var. Türkiye'de ciddi bir kurumsal yapı çöküşü var. Temel kamu hizmetlerinde, eğitimde, sağlıkta bunların gittikçe piyasalaştırıldığını, parasallaştığını gördük ve en son ortaya çıkan "özel hastane çetesi, yenidoğan çetesi" dediğimiz olayda da gördük bunu. Yani bu sistemin, doğru bir sistemin kurulamadığı, sistemde büyük gediklerin olduğu, gerekli denetimlerin yapılmadığı ve bunun sonucunda Türkiye'nin ciddi anlamda bir kurumsal çöküşün içinde olduğunu görüyoruz. İstihdam piyasasındaki sorunlar devam ediyor, suç oranları yükseliyor, çeteler, mafyalaşma her tarafta, hayatın her alanında, şiddet gittikçe yaygınlaşmış durumda; kadına yönelik şiddetten çocuğa yönelik şiddete, çocuk istismarları yani bugün böyle bir yapının içindeyiz. Yani aslında bütün bu bütçeyi konuşurken bunları da konuşma ihtiyacı var. Neden Türkiye böyle bir kurumsal çöküş içinde? Neden bütün değerlerin yıprandığı, erozyona uğradığı bir durumla, bir portreyle karşı karşıya kaldı Türkiye? Bu, ayrıntılı bir biçimde ele alınması gereken bir konu. Bu çöküş, bu yozlaşma, bu çürüme çok ciddi anlamda bugün etkilerini göstermeye devam ediyor. Onun için tabii ki bütçe konuşacağız ama bütün bunların hepsinin konuşulmasına ihtiyaç var. Tabii ki bunların bütün ortaya çıkış nedenleri sadece ekonomik değil ama ekonomik, sosyal, siyasal, sosyolojik, bütün çerçevelerden, bakış açılarından bakarak Türkiye'nin neden bugün bu kurumsal çöküş içinde bulunduğunu ortaya koymamız gerekir.

Bugün bütçe konuşacağız, bütçe, bir kaynak dağıtım mekanizması. Bütçeler elbette teknik metinler ama aynı zamanda politik metinler, ekonomi politik metinler. Kaynakların kullanımı üzerine vergiler... Bütçede ne yapıyoruz? Sonuç itibarıyla devlet, bütçeleme yoluyla vatandaşın gelirinin bir kısmını vergileme yoluyla alıyor, el koyuyor ve bunu birtakım harcamalara tahsis ediyor. İşte burada vergiler, vergilerin kimlerden alındığı, hangi tür vergiler olduğu, harcamaların hangi alanlara yaplıdığı, bunlardan kimlerin yararlandığı konuları aynı zamanda ekonomi politik olan bir konudur, çerçevedir. Bu anlamda, bütçeler aynı zamanda zaten baktığımız zaman ikincil bir dağıtım mekanizması olarak da görülür, gelirin ikincil dağıtımına neden olur. Tabii, buradaki tercihler, hükûmetlerin de konuya nasıl yaklaştığını ve nasıl bir Türkiye tasarladığını, bu Türkiye içinde tercihlerini kimlerden yana kullandığını... Bu, aynı zamanda emek-sermaye ilişkisi açısından, sektörler açısından, bölgeler açısından sınıfsal bütün bu alanlarda, hepsinde geçerli olan bir şey. Yani bugün Türkiye'nin içinde yaşadığı sıkıntılar, bir türlü çözülemeyen, tekrar tekrar gündeme gelen yapısal sorunlar kader değil, bunlar sonuç itibarıyla, dediğim gibi, Türkiye'yi yöneten hükûmetlerin, iktidarların bilinçli tercihleri sonucunda ortaya çıkan konular. Bu yüzden de burada bu soruları hep soracağız. Bugün önümüzdeki Orta Vadeli Program -ki bütçenin de çerçevesini oluşturuyor, üç yıllık- ve bütçeler bu sorunları çözebilecek bir perspektife sahip mi? Yoksa dediğim gibi, geçmiş yılların bütçeleri gibi aynı şeyleri belli bir enflasyon oranında artırarak harcamaları, gelirleri, bu yapıları ciddi biçimde değiştirmeyerek, müdahale etmeyerek mevcudun korunması ve devam ettirilmesi üzerine mi oluşturulmuş; bunu görmek lazım.

Burada şunu söylemek isterim başlarken: Bütçe, bu sorunları, bu bahsettiğim, Türkiye'nin içinde bulunduğu kurumsal çöküşü, Türkiye'nin yapısal sorunlarını çözebilecek bir perspektife sahip değil. Orta vadeli program, bir istikrar programı; bir kalkınma programı değil ve çok ilginç olan, On İkinci Kalkınma Planı'yla olan ilişkisi de tamamen kesilmiş durumda. Hatırlarsanız, geçen sene bütçede görüşülürken bütçe öncesinde tam araya sıkıştırıldı, On İkinci Kalkınma Planı'nı da konuştuk ve orada ben kalkınma planı ile orta vadeli program arasında bir karşılaştırma yapmıştım çünkü On İkinci Kalkınma Planı 2024-2028 yıllarını -beş yılı- kapsıyor ama orta vadeli program onun üç yılını kapsıyordu, 2024-2026. Orada ben orta vadeli programın, o üç yıllık çerçevenin ve sonraki iki yılın aslında birbirinden kopuk olduğunu söylemiştim. Hatta şöyle de bir benzetme yapmıştım, hatırlarsınız, demiştim ki: Herhâlde OVP'yi başka bir kadro hazırladı, kalkınma planını başka bir kadro hazırladı çünkü ikisinin birbiriyle ilgisi yok. Bu sene gördük ki bu doğru, daha da doğru çünkü eskiden o beş yılın üç yılı OVP'ydi, şu anda bu sene bir yıl ileri gitti, dört yılı var, o dört yıl ile sonraki bir yıl arasında ciddi bir uyuşmazlık var, ciddi bir kopukluk var.

Bakın, kalkınma planında beş yıllık büyüme hızı ortalaması yüzde 5'miş. OVP'ye bakıyoruz, dört yıl içinde eğer OVP'deki hedefler gerçekleşirse ki onlar da çok mümkün gözükmüyor büyüme açısından, aşağı doğru büyüme inecek, yüzde 4,25 yani yüzde 5'e ulaşmak için... Hatta şöyle söyleyeyim: Çok yüksek büyüme hızı gerekiyor. IMF yeni açıkladığı raporunda 2024 yılı büyümesini Türkiye için yüzde 3'e çekti, 2025'i de yüzde 2,7'ye çekti yani böyle baktığımız zaman o zaman 2024, 2025, 2026, 2027 ayrı bir çerçeve, 2028'de ise belki yüzde 10'lar civarında bir büyüme olmalı ki ancak plan hedefi tutsun yani büyüme hızları aşağı doğru, planın altında. Fakat ilginç olan, millî gelir açısından, gayrisafi yurt içi hasıla açısından baktığımız zaman da tam tersi çünkü plana göre, 2028 yılında yani planın son yılında gayrisafi yurt içi hasıla 1 trilyon 589 milyar dolar olacaktı fakat şimdi bakıyoruz OVP'ye 1 trilyon 774 milyar dolar olacak da 2027'de ondan bir yıl önce. 2028'de kişi başına millî gelir 17.554 dolar olacaktı, şimdi OVP'ye bakıyoruz, bir yıl önce, 2027'de 20.420 dolar olacak. Şimdi bu nasıl olabilir? Bunun açıklaması nedir? Sıcak para, sıcak paraya dayalı yeni politikaya giriş, tekrar o politikalara dönüş, Türk lirasının değer kazanması çünkü sonuç itibarıyla millî geliri TL cinsinden hesaplıyoruz, sonra onu dolara çeviriyoruz. Oradaki dolar kuru, eğer dolar artmıyorsa yeteri kadar, enflasyonun altındaysa, o zaman ciddi anlamda işte buradaki rakamlar bu kadar şişkin gözüküyor yani büyüme hızı yavaşlıyor ama hem dolar cinsinden millî gelir hem de kişi başına millî gelir artıyor. İstihdam artışı kalkınma planında 4 milyon 984 bin kişiymiş yani ortalaması 997 bin kişi yani yaklaşık 1 milyon kişi diye söyleyelim. OVP'ye bakıyoruz, 3 milyon 309 bin kişi dört yılda, ortalama 827 bin kişi; istihdam aşağı doğru, istihdam artışı aşağı doğru iniyor. 2028'de kalkınma planındaki rakama ulaşmak için istihdamın 1 milyon 675 bin kişi artması lazım, tam iki katı ortalamanın ki mümkün gözükmüyor. Cari işlemler dengesi kalkınma planında 2028 yılında 2,8 milyar dolar açık. Tekrar söyleyeyim: 2,8 milyar dolar cari işlemler açığı öngörülmüş. OVP'ye bakıyoruz 2027 yılında, bir yıl önce 22,6 milyar dolar açık var, cari açık. E, ne olacak? Yani 2027'den 2028'e kadar 20 milyar dolarlık bir açık mı olacak?

Şimdi, tabii, bunları şunun için söyledim: Kalkınma planları önemli, beş yıllık bir perspektif. OVP de aslında bir anlamda onun da orta vadeli dilimlerini oluşturuyor ve yıllık programlar var ama ikisinin arasındaki ilişki kopmuş durumda yani kalkınma planı aslında çöpe atılmış durumda. Buradan şu da anlaşılıyor: Önümüzdeki orta vadeli programlar Türkiye'nin kalkınmasını sağlayacak programlar değil, sadece bir istikrar programı niteliğindeki programlar. Peki, şimdi OVP'ye baktığımız zaman neyi görüyoruz? Bir dezenflasyon süreci. Temel amaç dezenflasyon; enflasyon hızının aşağı düşürülmesi, enflasyonun kontrol altına alınması bir program dâhilinde. Bir istikrar programı, bir kalkınma programı değil ama Türkiye'nin kalkınmaya ihtiyacı var. Geçmiş yılların planlarına baktım ben, birinci plandan başlayarak hemen hemen bütün planlarda Türkiye'nin büyüme hedefi yüzde 7, hatta bazı yıllar yüzde 8 ama burada baktığımız zaman çok daha altında. Peki, bu dezenflasyon sürecine baktığımızda bu noktaya nasıl geldik? Yani durup dururken Türkiye "Bir dezenflasyon süreci, orta vadeli programda enflasyonu indirelim." demedi, bu da bilinçli bir tercihti. Bu, Cumhurbaşkanının "Faiz sebep, enflasyon neticedir." tezinin ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Hiç kendimizi aldatmayalım, dış dinamik falan değil. Tabii ki dış dinamik Rusya-Ukrayna Savaşı'nın, dünyada yükselen petrol fiyatlarının, emtia fiyatlarının etkisi olmuştur ama bunların etkisi son derece düşüktür. Türkiye'nin içinde bulunduğu kriz, bugünkü yüksek enflasyon Türkiye'nin uyguladığı yanlış politikadan kaynaklanmıştır. Yanlış ya da doğru, belki bilinçli olarak ekonomiyi hızlandırmak açısından verilmiş bir şeydir ama maliyeti çok yüksek olmuştur; ben ona "kaybolan yıllar" diyorum yani beş yıllık bir süreç bitti. Bakın, 2021 Eylül, 2023 Mayıs seçim sonrasına kadar yaklaşık iki buçuk yıllık bir dönem. Şimdi, yeniden enflasyonu tek haneye indirebilmek için yaklaşık iki buçuk yıllık bir sürecin daha istendiğini görüyoruz biz bu yapının içinde. Dezenflasyona ulaşmak için OVP'nin temel perspektifi nedir? İki şey üzerinde odaklanıyor: Bir; toplam talebi kısmak talep enflasyonu yönünden, o enflasyonist süreci ortadan kaldırmak, sıkı para politikası, sıkı maliye politikası ve sıkı gelirler politikası diyorsunuz, hepsinin uyum içinde olması gerektiğini söylüyorsunuz, talebi kısacak politikalar, böylece insanlar harcayamayacak, böyle enflasyon aşağı düşecek. İkinci olarak da yüksek faiz, o, yurt dışından da sıcak paraya dayalı bir ekonomi yaratıyor; sonuçta, döviz girişini Türkiye'ye cazip hâle getiriyor. Onun sonucunda dövizin girişi, dövizin baskı altına alınması, böylece maliyetlerin maliyet yönünden maliyet enflasyonunun bertaraf edilerek ikisinin içinde bir dezenflasyon sürecinin ortaya koyulması üzerine dayalı. Ama biraz önce söylediğim gibi, bütün bu süreç, bu, Cumhurbaşkanının "faiz sebep, enflasyon sonuç" tezinin Merkez Bankası tarafından uygulanmaya başlanması ve bugün gelinen nokta Türkiye'deki enflasyonun yükselmesi -yüzde 85'lere kadar çıktı, yüzde 19'du- döviz kurundaki yükselişler, gelir dağılımının bozulması, yoksulluğun artması ve yaygınlaşması aynı zamanda reel kesimi de ciddi anlamda etkilemeye başladı. Ekonomideki yavaşlama, büyüme hızındaki yavaşlama, sanayi üretimindeki negatif rakamlar bize bu şekilde olduğunu gösteriyor ama OVP döneminde bu devam edecek, OVP buna bu şekilde müdahale etmiyor çünkü OVP'nin temel perspektifi, dezenflasyon sürecini yürütebilmek; onun da belli aşamaları var, o aşamalara göre gidilmeye çalışılıyor. OVP kendi içinde tutarsız, mesela, çok ilginçtir; Türkiye'nin büyüme yapısı yurt içi talebe dayalıdır, daha çok özel tüketimin öncülük ettiği bir talep. Şimdi, OVP'ye bakıyoruz, ekonomide 2025-2026-2027 yıllarına yine yurt içi talebe dayalı çünkü dış talebin ya da net ihracatın hemen hemen hiçbir katkısı yok, sıfırlar seviyesinde. Cari açık, enflasyon; bunların hepsi kendi içinde tutarsız ve orta vadeli programda ciddi bir yapısal reform yok.

Şimdi, bütçeye geleyim... OVP'yi söyledim çünkü sonuç itibarıyla, bütçe bunun bir yıllık dilimini oluşturacak, gerçi üç yıllık bir perspektif de var burada ama özellikle 2025 yılına odaklanmak doğru olur. İlginç olan, bütçe açığı azalıyor, 2 trilyonun üstünden 1 trilyon 931 milyar liraya iniyor. Yıl sonu TÜFE yüzde 17,5, yıl sonu rakamını söylüyorum. Tabii, buralarda yıl sonu rakamını değil, ortalama rakamları almak lazım, orada da baktığımız zaman gayrisafi yurt içi hasıla deflatörü var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sürenizi açıyorum tekrar, Sayın Türeli.

Buyurun.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim.

Ekonomideki bütün fiyatların ortalaması yüzde 33,9; 34 diyelim yuvarlak hesap. Harcamalardaki artış enflasyon deflatörün altında yüzde 31,4. Aslında, baktığımız zaman, faiz dışı harcamalar daha düşük yüzde 28,9, faiz giderlerinde özellikle yüzde 50,2'lik bir artış var. İşte, bu politikanın da bir sonucu Türkiye'nin yeniden yüksek faizlerle karşı karşıya kalması. Personel giderleri yüzde 29,8 artıyor, sermaye giderleri yani yatırım binde 8 artıyor; bakın, bu da çok ciddi bir sıkıntı çünkü ekonominin büyümesi, ekonominin potansiyelini gerçekleştirebilmesi ciddi anlamda Türkiye'nin sermaye stokunun artırılmasına yani bunun için de yatırım yapılmasına dayalı. Burada yatırımların bu şekilde neredeyse sıfır seviyesine gelmiş olması ciddi bir problem yaratıyor.

KÖİ modeli devam ediyor. 2025 yılında 204,2; kamu-özel iş birliği modeliyle yapılmış köprüler, otoyollar, şehir hastanelerine verilecek para; 2025-2026-2027 toplamı 689,1 milyar lira. Tarımsal destekler 135 milyar lira, binde 2,2; biliyorsunuz, Tarım Kanunu'nun 21'inci maddesi bütçeden tarıma verilen desteğin millî gelirin en az yüzde 1'i olması gerektiğini hükme bağlamıştır. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, aslında siz biliyorsunuz, orada başka bir hesap yapıp bu rakamları daha yüksek göstermişsiniz ama onun içinde tarım yatırımları var, yatırımlar oraya konmaz yani o yatırımlar ayrı yerde sayılıyor, burada söylediğimiz aslında bir transfer yani bütçeden verilen direkt destek ve bu da geçen sene 91,6 milyardı, bu sene 135 milyar, millî gelirin de binde 2,2'si, yüzde 1 falan değil. Yani bunun içine alın kredi sübvansiyonlarını koyun, bunun içine tarımsal yatırımları koyun...

ERHAN USTA (Samsun) - 0,22

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Binde 2,2.

Bunun için, bu takım rakamları koyduğunuz zaman aslında bu olmuyor yani siz de bunu biliyorsunuz, buradaki çalışan arkadaş da bürokrasideki arkadaşlar da biliyor. Bu rakamları yüksek göstermek için bu şekilde oturup kredi sübvansiyonlarını, başka yerde sayılmış olan tarımsal yatırımları, tarım yatırımlarını -onlar var zaten sermaye giderleri içinde- buraya koyduk mu yanlış oluyor.

Sosyal yardımlar bütçenin yüzde 1'i. Uzun zamandır söylüyoruz, Türkiye'de aslında sosyal yardımlar yetersiz; OECD ortalaması yüzde 2,5; bu sene gene yüzde 1'di. Rakamları veriyorsunuz ama bunları orantılamak lazım.

Kur korumalı mevduatın ortaya çıkardığı zarar devam ediyor. En son Merkez Bankası Başkanı burada sunuş yaptığı zaman orada sorduk, rakamları tam alamadım ama Merkez Bankası bilançosu içindeki belli rakamlardan gittiğimiz zaman 300 milyar lirayı şu an itibarıyla geçtiğini görüyoruz. Geçen sene 830 milyar lira zarar ortaya koymuştu Merkez Bankası ki bütün kamu bankalarının, kamu özel bankaların, bütün finans kurumlarının çok yüksek kârlar yaptığı bir yerde Merkez Bankasının neden bu zararı yaptığı çok açık ve net ortadadır çünkü "Faiz sebep, enflasyon sonuç" tezinin ortaya konması 2021 Eylülde, 2021'in sonunda Aralık ayında Türkiye'yi kur korumalı mevduat sistemiyle karşı karşıya getirdi ve onun sonucunda çok yüksek zararlar ve bu devam ediyor hâlâ. Bir biçimde o zaman da söyledik bu âdeta bir saatli bombadır diye, çok ciddi bir problemdir ve bu da aynı zamanda bir servet transferidir çünkü Türkiye'deki mevduat yapısına baktığımız zaman elinde büyük çapta mevduat tutanların oranı çok düşüktür, 1 milyonun üzerinde mevduatı olanların toplam içindeki payı yüzde 1'den bile azdır.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Teknik olarak şu servet transferini bir anlatsanız da öğrensek.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Transferdir, biraz önce söyledim, çıkaralım onu, BDDK'nin...

ORHAN YEGİN (Ankara) - Teknik olarak duymak istiyorum.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Söyleyeceğim Sayın Yegin, söylüyoruz, söylerim.

Bakın, BDDK'nin rakamları var, beşli bir bölüm içinde, işte 10 bine kadar mevduatı olan, işte 10 bin-50 bin, 50 bin-250 bin, 250 bin-1 milyon ve 1 milyon üstü; böyle baktığımız zaman elinde büyük çapta parası olanların oranı son derece düşük.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Tüm kalbimle söylüyorum...

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Bitireyim konuşmamı, sonra konuşuruz.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Şu sermaye transferini teknik olarak, bilimsel olarak...

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Söyledim işte, söyledim.

AHMET VEHBİ BAKIRLIOĞLU (Manisa) - Merkez Bankası 833 milyar lira zarar etmiş, nereye gitti bu para?

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Sayın Yegin, konuşmamı bitireyim.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Servet transferini bize izah edin, gerçekten mutlu olacağım, anlamak istiyorum.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Değerli arkadaşlar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Konuşmamı bitireyim, Cumhurbaşkanı Yardımcısı da zaten sonrası cevap verecek, bunu ayrıca konuşuruz.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Türeli, süreniz bitti, mikrofonunuzu açıyorum bir daha.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Lütfen.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Toparlayın lütfen.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Bütün bunların hepsini, nerelere ne transferler var, vergiler... Şimdi vergiye geçeceğim, onların hepsini anlatalım.

Mesela, bakın, ne dedik? Yüzde 33,9; gayrisafi yurt içi hasıla deflatörü, vergi gelirlerindeki artış yüzde 46,5. Vergi yükü artıyor, merkezî yönetim bütçesi açısından söyleyeyim, 2021 yılında yüzde 16,1'miş -sosyal güvenlik primleri hariç, 16,1'miş- 2023'te yüzde 17, 2025'te yüzde 18,1. Kamu kesimi açısından da baktığımız zaman yüzde 24'lere ulaştığını görüyoruz; 2023'te yüzde 23'müş, şimdi yüzde 24,1. Dolaylı vergilere dayalı vergi yapısı devam ediyor; yüzde 35, yüzde 65. Yani ilginç olan şu: Bir taraftan harcamaların enflasyonun altında arttığı, bir taraftan da vergi gelirlerinin enflasyonun üstünde olduğu bir yapı var. Vergi harcamaları devam ediyor, hiçbir şey yapmadınız vergi harcamaları konusunda. 2025 yılında, istisna, muafiyet ve indirimler nedeniyle vazgeçilen vergiler 3 trilyon 5 milyar lira, 3 trilyon lira. Yani bakıyorsunuz, neredeyse bütçe açığının yüzde 50 fazlası, üstü. Yani bu model içinde, buradan şunu görüyoruz biz: Bu vergi gelirlerindeki artış devam ediyor. Bütün bu uygulanan modelin yükü zaten bu ülkede yaşayan milyonlarca insanın sırtındaydı ve bu devam edecek, bu daha da artacak. Bir vergi reformu ortada yok, ciddi bir vergi reformu yok. En son, biliyorsunuz, bundan önce bir kanun geldi, torba kanun, Savunma Sanayi Destekleme Fonu'na bir kaynak sağlama açısından, adına "vergi" denmedi, katılma payıydı ama bir çeşit vergiydi bu, orada kredi kartı limitlerinden bile para alınıyordu. Ondan sonra, tepkilerimiz üzerine, muhalefetin hem de aynı zamanda kamuoyu tepkileri nedeniyle geri çekildi. Bu, bize şunu gösteriyor: Ekonominin büyümesinde, ekonominin potansiyel üretiminde ciddi anlamda sıkıntılar var. Ekonominin, normal şartlar altında, Türkiye'nin büyümesi lazım, Türkiye'nin yüzde 6, yüzde 7'ler seviyesinde sağlıklı bir biçimde büyüyebilecek bir yapıya kavuşması lazım ama baktığımız zaman, bu önümüzdeki perspektif içinde, bu orta vadeli programda hem içinde bulunduğumuz yıl hem sonraki yıllarda bunlar yok. Bir taraftan, nüfus artış hızı hâlâ yüzde 1'lerin üzerinde, göç hâlâ devam ediyor. Böyle bir yapının içinde bunu sağlama ihtiyacı var ama orta vadeli programda ne diyor: "Sıkı para politikası, sıkı maliye politikası ve sıkı gelirler politikası" ve hem orta vadeli programda birtakım ifadeler var hem de Hazine ve Maliye Bakanının açıklamaları var. Bundan sonra, ücret ve maaş artışlarının beklenen enflasyona -gerçekleşen değil- göre olacağı söyleniyor. Tarım kesiminde, OVP'deki şeyi okuyorum size: "Tarımsal ürünlerin alım fiyatları program hedefleri de dikkate alınarak geçmiş enflasyona endeksleme davranışının azaltılmasına yardımcı olacak şekilde belirlenecektir." Tarım kesimi tasfiye oldu zaten, Türkiye hemen hemen bütün temel ürünlerde ithalatçı konumunda. Daha bu sene, içinde bulunduğumuz yıl da temel taban fiyatlar buğdayda, arpada, fındıkta, çayda -fıstık bu taban fiyat içinde değil ama- hepsinde maliyetlerinin altında fiyatlar belirlendi ve OVP diyor ki bize, bu hazırlanan program bize diyor ki: "Önümüzdeki dönemde geçmişe dönük endeksleme yaklaşımı ortadan kaldırılacaktır." OVP'de, tüketici kredilerinin dezenflasyon süreciyle uyumlu gelişmesinin sağlanacağı ifade ediliyor, kredi kartı limitlerinin gerçek gelirle uyumlu hâle getirileceği. Yani bu, şu demek: Vatandaşın gelirlerini kısmak, "Harcayacak para kalmasın, talep azalsın, böylece enflasyon yavaşlasın, enflasyonu kontrol altına alalım." İyi ama zaten bu politikaların yükünü bu ülkede yaşayan milyonlarca insan çekiyor.

Bakın, emeğin millî gelirden aldığı pay düşüyor, 2016'dan 2022'ye kadar 10 puan düştü, 2023'te EYT nedeniyle, kıdem tazminatlarıyla biraz yukarıya doğru çıkmış gözüküyor ama aşağı doğru indi. OECD'nin rakamları var, uluslararası kuruluşların, OECD ülkelerinde gelir dağılımında en bozuk ülkeler içinde Türkiye. Güvencesiz istihdam, yeni nesil çalışma modelleri var gene OVP'de; kısmi çalışma, işte, uzaktan, geçici süreli, kısa süreli. İyi ama hep şunu söylüyoruz biz: Bakın, gene aynı şekilde, istihdam piyasası zaten sağlıklı değil, ciddi anlamda bir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Tamamlayacağım.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Türeli, bir daha söz veriyorum. Lütfen toparlayın, diğer milletvekilleri de bekliyor.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Tamam Sayın Başkanım, tabii.

Yani zaten ciddi sorunlar var istihdam piyasası içinde. Biz, her zaman şunu söylüyoruz: ILO standartları, uluslararası çalışma standartlarına uygun bir iş hayatı, istihdam piyasası olması gerekiyor. Sendikalaşma oranları yüzde 15'lerde ki bunun bir kısmı da kamu sendikası, toplu sözleşmeleri yok yani grev hakları yok, böyle bir yapının içindeyiz. Bunun içinde, iş cinayetlerine baktığımız zaman - hemen hemen bütün alanlarda iş kazaları, ona "iş cinayetleri" deniyor artık, hiç kimse "iş kazası" demiyor- madencilikten tutun diğer bütün alanlara, inşaat sektörüne ciddi oranda artmış. Türkiye'nin ihtiyacı olan yeni bir kalkınma programı, Türkiye'nin büyüyeceği, ekonominin sağlıklı olarak büyüyeceği, yatırımların artacağı, istihdamın artacağı, ihracatın artacağı bir modele ihtiyaç var fakat bunu sağlayacak olan bu görüştüğümüz bütçe ve orta vadeli program değil çünkü biraz önce de söyledim bütçe zaten var olan, bozulmuş olan dengeleri düzeltmek üzerine kurgulanmamış, o bozulmuş olan dengeler daha da bozulacak bu sürecin içinde.

Biraz önce söyledim, vergi artışlarının ne kadar yüksek olduğunu ve bu mevcut yüzde 65'inin dolaylı vergilere, ÖTV, KDV gibi harcamalar üzerinden alınan vergilere dayalı olduğu yapı devam ediyor. Bu, var olan bugün Türkiye'deki sorunları arttırıyor. Bunu Türkiye'deki kurumsal çöküş, devlet yönetiminin bugün liyakatten uzaklaşmış olmasıyla bir araya getirdiğimizde, birlikte baktığımızda ortaya çıkan sorunu çok arttırıyor ve bugün Türkiye'nin içinde yaşadığı bu kriz, bu ekonomik kriz, sosyal kriz, siyasal kriz, etik ve ahlak krizi, bütün bunların hepsinin nedeni bu. Bütçeler bunu ortadan kaldırmak için ortaya konulmalı. Bütçeler bu dağılımları değiştirmeli. Bütçeler müdahale etme imkânlarıdır ekonomiye, sosyal hayata; bunu nasıl yapar? Bunu dediğim gibi, hem ülkenin büyümesini, kalkınmasını sağlar, millî geliri büyütür. Bir taraftan millî geliri daha adaletli paylaştırır, sektörel olarak belli sektörleri öne çıkartır, bölgesel olarak yapar. Sınıfsal dengeler açısından baktığımız zaman emek ve sermaye arasındaki sıkıntıyı, gittikçe emek aleyhine gelişen bu mevcut yapıyı değiştirir. Bunların hiçbirini değiştirmiyor bu bütçe, bu bütçede hiçbir şey yok.

Bana soruyorlar, seçmenlerimizle görüştüğümüz birçok yerde, insanlarla, vatandaşlarımızla karşılaştığımız zaman "Bu bütçede benim için bir şey var mı?" diyorlar. Ben de diyorum ki: "Bu bütçede sizin için hiçbir şey yok." Bu bütçe, geçmişte yapılmış bütçelerin bir benzeri. Sanki bir kriz içinde değilmişiz gibi, sanki hiçbir şey yokmuş gibi yine önümüze geçen seneki bütçenin hemen hemen benzeri geliyor. Ama şunu koyalım: O benzeri hiç değiştirmeseniz bile mevcut zaten dengesizlikleri artıran bu ekonomik yapı, o var olan dengesizlikleri daha da ciddi bir biçimde katlanılamaz bir hâle getiriyor. Bu yüzden de söylediğim gibi, burada aslında gerçekten Türkiye'nin sorunlarını çözecek -hem OVP'de de bunu görmedik, bütçede de görmedik- yapısal reformların yapılması, Türkiye'nin üretim ve ihracat yapısının, ithalata bağımlı olan yapısının ortadan kaldırılması; ciddi bir vergi reformunun, bir harcama reformunun yapılması... "Tasarruf tedbiri" dedik, ortada bir şey yok. İstihdam piyasasındaki sorunların çözülmesi, yeniden imalat sanayisinin Türkiye'de etkin olması çünkü o imalat sanayisi lokomotif sektördür. İşte, teknoloji yoğunluğuna baktığımızda yüksek teknolojili sektörlerin toplamdaki payı yüzde 3. Siz iktidara geldiğinizde de yüzde 3'tü, şimdi de yüzde 3. Daha çok düşük ve orta düşük teknolojili sektörlerde hafif yukarıya doğru bir çıkış var yıllar içinde. Bunların düzeltilmediği, bunların ortadan kaldırılmadığı bir yapının Türkiye’ye bir hayrı yok. O yüzden burada zaten bu görüşlerimizi belirtiyoruz, belirteceğiz hem eleştirilerimizi söylüyoruz hem de ne olması gerektiğini söylüyoruz. Burada söyledik, tekrar söyleyeceğiz, bu bakanlık bütçelerinde de söyleyeceğiz.

Türkiye'nin bugün içinde yaşadığı sorunların açık ve net biçimde ortaya konulması ve bunların nasıl çözüleceğinin hem politikalar perspektifinde hem tedbirler perspektifinde ortaya konulması önemlidir diye düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.