KOMİSYON KONUŞMASI

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Ben konuşmama başlamadan önce, biraz önce Aytuğ Bey'le ilgili karşılaştığımız meseleyi tekrar bir değerlendireyim. 6'ncı sayfada yani 7'nci maddenin hemen üzerindeki 6'ncı maddenin sondan ikinci bendinde çok açık bir şekilde şöyle yazıyor: "Herhangi bir nedenle özel istihdam bürosunun kapanması halinde ise geçici işçi çalıştıran işverene bu durumun tebliğ edilmesi ile geçici iş ilişkisi sona erer. İş ilişkisinin devam etmesi durumunda, geçici..."

AYTUĞ ATICI (Mersin) - Neresi Sayın Bakanım?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - 6'ncı sayfa, 6'ncı maddenin sondan ikinci fıkrası. Sizde önce gerekçe olabilir, ana metinde.

"Geçici işçinin iş ilişkisinden kaynaklanan alacakları, 17 nci maddenin üçüncü fıkrasının (b) bendine göre alınan teminattan Kurumca öncelikli olarak ödenir." Buradaki ayrım şu, ondan sonra hemen konuşmama geçeceğim: Yani, eğer, kendisi kapatıyorsa ilk önce bilgi dâhilinde kapatıyordur bu, vergi dairesi ve SGK alacakları ödenir, sonra işçi alacakları ödenir ama başka bir durum söz konusu olmuşsa ilk önce işçiye müracaat edilir ama bu tabii arada bir detay, bu detayı da şimdi arkadaşlarımız şey yapıyorlar.

AYTUĞ ATICI (Mersin) - Sayın Bakanım, kapanması durumda değil, devam etmesi durumunda.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Aslında bizim de, sizin de söylediklerimiz aynı ama orada da...

Hayır, kendi isteğinin dışında kapanması durumda.

AYTUĞ ATICI (Mersin) - "İş ilişkisinin devam etmesi durumunda..." diyor Sayın Bakanım.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Yok, yok, o ayrı bir şey.

AYTUĞ ATICI (Mersin) - "İş ilişkisinin devam etmesi durumda..."

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Değil "işverenle devam etmesi..."

Bakın, Aytuğ Bey, diyor ki, o işverene, o iş devam eder o kapansa da, bürodan işverene geçer ama buradaki alacakları, bürodan kaynaklanan alacakları kurumun teminatından ilk önce onlara ödenir.

AYTUĞ ATICI (Mersin) - Peki, neyse...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Şimdi, öncelikle katkı yapan bütün milletvekillerimize, Komisyonumuzun tüm üyelerine, ayrıca sivil toplum örgütlerimize ve sendikalarımıza ve çok Kıymetli Başkanımıza çok teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum.

Tabii, 21'inci asır bizim için çok farklı başladı ve biz 1990'ları belki siyasetin kabahatiyle değil ama karşı karşıya kaldığımız birçok faktörle ıskaladık. Iskalamamız iyi mi oldu? İyi olmadı Türkiye için. Çünkü soğuk savaş dönemi bitmiş ve bütün dünya kendine ait bir yeni bir süreç başlatmıştı. Türkiye'de bir taraftan ekonomik kriz, diğer taraftan terör, diğer taraftan 28 Şubat, diğer taraftan deprem derken 1990'lı yıllarda hakikaten çok sıkıntılı bir süreç yaşadık ve on yılda kendi yapılanmamızı tam anlamıyla ortaya koymamız gerekirken ve özellikle soğuk savaş dönemi sonrası Türkiye'nin penceresine konan fırsatı değerlendirmesi gerekirken maalesef değerlendiremedik. Acaba bize 21'inci yüzyıl ne getirecekti? Bu çok önemliydi bizim için de, bizi izleyenler için de, milletimiz için de. Biz 21'inci yüzyıla Allah'a şükür iyi başladık. Çok derdimiz vardı, dertlerimizden bir tanesi şu: Türkiye çok travmayla karşı karşıya kaldı ve maalesef bu travmaların önemli bir bölümünü hep halının altına süpürdü, bunu da beraber yaşadık. Türkiye'de Kürtlük meselesi, Alevilik meselesi, dindarlık meselesi, köylülük meselesi, bunların hepsi halının altına süpürüldü. Biz bunların hiçbiriyle yüzleşemedik ve bu siyasetin de, Türkiye'nin de önünde çok ciddi bir engel oluşturdu. Bir karar vermeliydi Türkiye 21'inci asrın başında. Ya bunlarla yüzleşerek yola devam etmeliydi ya da çok büyük bir sıçrama yapıp artık bunları tarihin behrinde bırakıp bir hafıza "reset"lemeye ihtiyacı vardı. İkincisini yapmak ütopik bir şeydir, milletler tarihleriyle vardır. Türkiye bir taraftan bunlarla yüzleşti, çok önemli bir adım attı -bu çok tehlikeli bir şeydir- halının altından bunların hepsini çıkardı. Bu memlekette herkesin bir derdi var, bu cumhuriyeti hep beraber kurduk ama öyle bir noktayla karşı karşıya kaldık ki, bakın silsileyle söyleyeceğim: İlk önce Şeyh Sait meselesiyle, onu bahane ederek Kürtleri ötekileştirdiler; iki, İskilipli Atıf ve İstiklal Mahkemeleriyle dindarları ötekileştirdiler; üç, Dersim meselesiyle Alevileri ötekileştirdiler ve Adnan Menderes'in idamıyla bu milletin evlatlarına siyaset sınırı koydular. Böyle bir tablo var. Şimdi, biz ne yapmalıydık ki gelişmiş ülkeler ile Türkiye'yi rekabet konumuna getirebilecek hem zihnî bir berraklığı hayal etme, tasavvur edebilme gücünü ortaya koymalıydık?

Şimdi, şunu söylemek istiyorum: Türkiye bu fırsatı -işte biraz önce Özgür Bey de anlattı- yine iktidarıyla muhalefetiyle birlikte bazen tartışarak, bazen yüksek seviyede demokrasinin içerisinde çatışarak, bazen uzlaşarak, bazen uzlaşmayarak çözmeye çalıştı. Çözdü mü? Benim kanaatim şudur ki: Türkiye, bu konuda demokrasinin içerisinde atılabilecek en büyük mesafeyi ortaya koydu. Çünkü benim bir sözüm var, söylemek isterim, bu söz bana aittir, özür dileyerek, edep ederek söylüyorum: Bu topraklar dünyanın en pahalı topraklarıdır ve bu arsa dünyanın en pahalı arsasıdır. Bu arsanın üzerinde siyaset yapmak da, değişim ortaya koyabilmek de çok zor bir iştir, kolay da değildir. Bunu hangi alanda yaparsak yapalım, hangi noktada da ortaya koyarsak koyalım ve biz bu toprakları yönetmek için çaba sarf ederken bu kabiliyetimizi azaltmak isteyenler de muhakkak olacaktır ama Türkiye Büyük Millet Meclisinin bakışı, bu tip komisyonların bakışı her zaman bu milletin kendi lehine olmuştur, olmaya da devam edecektir. Farklı düşünceler içerisinde olabiliriz, bu da çok normal zaten; farklı cephelerden de bakabiliriz, bu da çok normal ama günün sonunda yapacağımız özette, şunu söylemeliyim ki, hepimizin, bu memleketin insanının daha rahat yaşayabilmesi ve bu memleketin insanın yarına ümitle gidebilmesini sağlamak lazım. Ben İstanbul'da Sirkeci'den Gaziosmanpaşa'ya kadar 11 kere arandığımı biliyorum. Bugün, böyle bir Türkiye yok. İnsanların kimliklerine göre minibüslerden aşağıya indirildiğini, yağmurda bekletildiklerini biliyorum. Bugün, böyle bir Türkiye de yok. Ve yine ifade etmeliyim ki bugün geldiğimiz noktada biz, örneğin, rejim tartışması yapmıyoruz artık yani Türkiye, bir rejim tartışması içerisinde değil, çok normal bir tartışmanın içerisinde, sistem tartışmasının içerisinde: Başkanlık sistemi mi olur, parlamenter sistem mi olur; "Başkanlık sistemi olursa siz şuna gitmek istersiniz, şöyle yapmak istersiniz." veya "Biz daha iyisini yapmak isteriz..." Türkiye, her gün, attığı her adımla normalleşiyor. Bu travmalardan sonra normalleşmek kolay mı? Elbette kolay değil, zor ama biz bu zoru başarıyoruz ve bugün karşı karşıya kaldığımız durum da tedirginliklerimizden, endişelerimizden, geçmişte yaşadıklarımızdan, biraz önce verdiğiniz örnekler gibi, iyi olduğunu zannettiğimiz ama bize başka türlü algılarla farklılaştırılan meselelerden oluşuyor belki de.

Şimdi, bu ülkenin bir zengin olma muradı var. Biz zenginliği sadece bireysel yaşantımız, toplumsal standartlarımız en yükseğe çıksın diye istiyor değiliz. Zenginliği biraz da şunun için istiyoruz: Geçmişte yaşadığımız travmalarla bir daha karşılaşmayalım diye istiyoruz, dayanıklı olalım, kendi adımıza ifadelerimizi ortaya koyabilelim diye istiyoruz, başka hiçbir şey için değil. Bir de değerlerimiz var. Bu değerlerini insanlar istediği gibi yaşayabilsinler. Bu topraklarda hep o oldu, bu toprakların teminatı da o. Belki bu toprakların bu kadar dayanıklılığa aşılı olmasının sebebi de o, bu kadar meselelerle karşı karşıya kalması. Ve yine kendi tecrübemi söylemek istiyorum: Belki de dünyada çok az ülke bu kadar demokrasiyi hak etmiştir. Biz demokrasinin bedelini ödedik. Oysa bize çocukken hep "Bu ülkedeki insanlar demokrasiyi hak etmiyor." dediler ve bugün, eğer biz zenginleşmek istiyor isek elbette ki bu, bizim, kapital sistemin bütün baskılarını veya bize yaptırmak istediklerini kabul etmemiz anlamına gelmez. Şu Bakanlığa geldiğim iki buçuk aydan beri, her birimizin hayatımızın düsturu olan, insanı meta görmeyen, rakamlar arasına sıkıştırmayan, onun bir varlık olduğunu ve onun tam anlamıyla birlikte de üretimin bir parçası olmadığını düşünen bir anlayışla hareket ediyorum. Bizim çalışma arkadaşlarımız da öyle hareket ediyor. Eğer bu kanunda veya ortaya koyduğumuz bu öneride, burada... Biz de bir anadan doğduk, siz de dokuz ayda doğdunuz, biz de dokuz ayda doğduk. Şimdi, bunu şunun için söylüyorum: Sorumluluklarımız var, bu görevlerimiz bittiği zaman döneceğimiz yerler var. Başında ifade ettim, elbette ki sendikalarımızın büyük tecrübeleri var, elbette ki muhalefet partilerimizin de büyük tecrübeleri var ama dünya, istihdam konusunda kendisinin daha iyi bir noktaya gelebileceği uygulamaları ortaya koyuyor. Bir taraftan yaşlanma problemimiz var; Türkiye'nin de var, diğer ülkelerin de var. Bir taraftan meslekleşme problemimiz var, becerilerimizi geliştirme problemimiz var; Türkiye'nin de var, diğer ülkelerin de var. Bir taraftan 55 yaş üstü insanların istihdamda olmasının zorunluluğunu artık yavaş yavaş oluşturma mecburiyetimiz var; Türkiye'nin de var, gelişmiş ülkelerin de var, ayrı değiliz. Ve Avrupa Birliğinin oluşması, sınırların ortadan kalkması, kişi başına gelir seviyelerinin yükselmesi, refahın yükselmesi, teknolojinin gelişmesi, bilgi toplumuna geçilmesi, hepsi bizi etkiliyor şu anda ve biz hepsinden etkileniyoruz ve bu çalışma hayatımızın disiplinini, bir şekilde, olduğu gibi değiştiriyor. Tedbir almak zorundayız, buna ait de bir süreç ortaya koymak zorundayız. Elbette ki tüm bunlar, üzerinde çalıştığımız yasayı bir iki defa Türkiye Büyük Millet Meclisine getirdi. Bağlılıklarımız var: Milletimiz, çalışanlarımız, sendikalarımız, siyasi partilerimiz. Çalışma hayatının dinamikleri, uymak istediğimiz kurallar var: Avrupa Birliği, ILO normları. O dünyadan da kopmak istemiyoruz ama bütün bunları bir araya getirmek durumundayız.

Şimdi, kadın istihdamını artırmak zorundayız. Bu bizim Ulusal İstihdam Stratejimizin en önemli ayaklarından bir tanesi. Engelli istihdamını artırmak zorundayız. Genç istihdamını artırmak zorundayız. İstihdam-eğitim bağlantısını kurmak zorundayız ki kuruyoruz, daha bu sene, 2015 yılında 370 bin kişiyi, bu konuda, eğitim-istihdam ilişkisi içerisinde bir programa dâhil ettik. Sosyal koruma-istihdam ilişkisi yani insanları sosyal korumadan alıp istihdamın içerisine koymak zorundayız, bu da bir problem. Çalışma hayatının esnekliğini de bugün söylüyor değiliz. Mesela, bir arkadaşımız "Bu, sizin programınızda yok, vaatlerinizde yok." dedi. Bir sayfada değil birkaç sayfada var, hem "esnek çalışma" diye var hem kadın bölümünde var hem genç bölümünde var. Biz esnek çalışma olarak bunu önermişiz. Nasıl önermeyelim? Bu bizim Ulusal İstihdam Stratejimizin en önemli 4 maddesinden biri. Bu var. Özel istihdam bürosu bunun içerisinde bir araç yani bunu sağlayabilecek bir araç. Bu bizim iddiamız. Bizim "özel istihdam bürosu" dediğimiz büro zaten var, varlığı var yani. Bunu sağlayabilecek, gerçekleştirebilecek, bize araçsallık yapacak bir yapı olarak orada duruyor ama esas itibarıyla esnek çalışma modeli yani katı çalışmanın biraz daha esnek çalışmaya dönmesi gibi.

Tekrar söylüyorum: 6 Ocak ve 29 Ocakta sosyal diyaloğu topladık 2 defa. Yaklaşık 8 defa teknik komite toplandı -veya 7 defa- karşılıklı konuşuldu. Bu, yaklaşık bir aydır, bir buçuk aydır kamuoyunda zikrediliyor. Biz seçimden önce siyasi parti mensupları olarak -her biriniz aday oldunuz, aday olduk- gücümüz yettiğince, her birimiz kendi alanlarımızla, ilgili olduğu alanlarla ilgili bunları milletimize zikrettik ve anlattık.

Şunu söylemek istiyorum tekrar, örneğin, kadın istihdamı konusunda oranları söyleyeyim: İş gücüne katılma oranı 2008 Kasımda 24,5; 2009 Kasımda 26,4; 2010 Kasımda 27,5; 2011 Kasımda 28,3; 2012 Kasımda 30,2; 2013 Kasımda 30,4; 2014 Kasımda 30,5; 2015 Kasımda 31,6. İstihdam da 21,3'ten 27,5'lara, 28'e kadar gelmiş. Yani, burada istikrarlı bir artış var. Kayıt dışı da yüzde 52'den, demin söyledim, yüzde 32,6'ya düştü. Ama, başka bir şey var. Bizim bu sistemde bunu getirebileceğimiz yer burası. Eğer biz bu esnek çalışmayı ortaya koyamazsak bu kayıt dışı istihdamı aşağıya alabilecek bir tabloyu sergileyemeyeceğiz. Yani, çok minik minik aşağı düşüşler olacak, belki sistem yorulacak ve artık kayıt dışı istihdamla mücadele etmekten yorgun olduğu için uğraşamayacak. Yani, böylece, sistem yorgunlaşacak. Onun için, bunun metotları var. Biz bunun metotlarının oluşturucusu değiliz. Dünya buna ait çalışmalar yapmış ve en nihayetinde, esnek çalışmayla ilgili bir "Kayıt dışını düşürürüm." diyor; iki "Özel politika gerektiren grupları bu işin içerisine katarım." diyor. Yani, yeni bir çalışma disiplini var. Üç ay, dört ay çalışmak istiyor insanlar, sekiz ay çalışmak istemiyor; trekking yapıyor, yurt dışını geziyor veya okumak istiyor, master yapıyor, doktora yapıyor ama bir taraftan da bunu elde etmek istiyor. Bizim sosyal hukuk devleti olarak temel görevimiz, bunun sosyal güvenlik sistemi içerisinde olmasını sağlamak. Bugün, kadınlar evde çalışıyor mu? Elhak çalışıyor. Bugün, tarım işçileri sosyal güvenlikten yoksun bir şekilde çalışıyorlar mı? Siz de ben de biliyoruz ki çalışıyorlar. Bugün, gençler iki aylık, üç aylık, dört aylık işlerinde sosyal güvenlikle beraber mi çalışıyorlar? Belki çok az bir kısmı, bu da piyango gibi bir şeydir. Bütün bunların tamamı, yukarıdan aşağıya hepsini sayabilirim... Biz burada yeni bir sistem oluşturmuyoruz. Burada, bu masanın etrafında biraz önce anlatıldığı gibi, oluşturulmuş bir İş Kanunu var, bu İş Kanunu çerçevesinin içerisine, tamamen bu İş Kanunu'nun kurallarına dâhil olan, her türlü temel kuralına dâhil olan, kayıt dışında şu anda varlığı devam eden işlerin bir bölümünün adına "esneklik" diyerek işin içine katıyoruz. Güvencesi nerede? Biraz önce anlattıklarımda. Bir taraftan diyoruz ki özel istihdam bürosuna: Eğer istismar edersen hııı! Bir taraftan diyoruz ki işverene: Eğer sen orada çalışan kadının, orada emsal işçi olarak çalışan kişinin kreş hakkını kullandırmazsan, onun servis hakkını kullandırmazsan, yemek hakkını kullandırmazsan hııı! Yani, güvence derken daha bir sürü sayabilirim. Eğer bu gelir işinde, iş sağlığı ve güvenliği konusunda sen buna eğer bunu öğretmezsen, eğer sendika temsilcisine "Bak, buraya bir adam geldi." demezsen hııı! Veya kalkar "Kardeşim, ben açık iş ilan ediyorum." dersen ve bu açık işi ilan ederken ilk önce oradaki geçici işçiye bunu bildirmezsen yine ona uyarı. Bunun güvencesi burada.

Daha ötesi var. Bakın, biz "İşbaşı Eğitim Programı" diye bir program uyguluyoruz. Bunu hep beraber uyguluyoruz. Parlamenter sistemde iktidar kadar muhalefet de yetkindir, varlık sebebi bu zaten. Bakın, bunu hep beraber uyguluyoruz. İşbaşı eğitiminden biz şunu anladık, anladığımız şudur işbaşı eğitiminden: Bir tecrübe ettik, dikkat edin, bu tecrübeden sonra biz bunu bir yıla çıkardık; altı aydı bu, bir yıla çıkardık. Ne tecrübe ettik ki biz bunu bir yıla çıkardık, derdimiz neydi? Derdimiz şu: Biz, işbaşı eğitimiyle karşı karşıya kalan bireylerin, altı ay içerisinde, verdiğimiz işbaşı eğitiminden dört-dört buçuk aylık, beş aylık zaman zarfı içerisinde yüzde 70'inin o işte daimî bir işçi olduğuna yönelik bir çıktımız oluştu. Bu, bizim istihdam açısından çok önemli bir süreç olarak önümüzde duruyor. Aman bir fırsat yakaladık dedik çünkü istihdamı genişletici bir süreç arıyorduk.

Şimdi, bakın -geçen gün bir yerde konuşurken ben "İtalya" dedim, "İspanya" diye yazmışlar- İtalya'da -krizde şu anda- en temel problem uzun süreli işsizlik, aşamıyorlar ve bunu aşabilmek için yaptıkları en önemli işlerden bir tanesi, bu kısa süreli geçici işçi kontratlarını -elinde bir geçici işçi kontratı var kısa süreli- uzun süreliye döndüren işletmelere ciddi bir şekilde teşvik veriyorlar. Eğer "Sen bunu uzun süreye döndürürsen ben seni şunlar, şunlar, şunlardan istifade ettireceğim." diyor. Şimdi, bu tip çalışma yöntemleri bir taraftan istihdam alanı açarken bir taraftan da şu çok nettir ki tüm kırılganlıklara karşı ciddi bir koruma, muhafaza oluşturuyor. Ya, bu bizim oluşturduğumuz bir şey değil. Sadece istihdam konusunda, işbaşı eğitimi konusunda bir tecrübeyi yansıtarak söyledim.

Şimdi, şu çok nettir: Yani, burada bizim karşı karşıya kaldığımız süreçte biz... Bunu anlayışla karşılarım, sendikalarımızı anlayışla karşılarım, muhalefet partisi milletvekillerimizi anlayışla karşılarım, burada özellikle acaba bir istismar edilir mi kaygısı olmasını. Bu, bizim de kaygımız. Zaten bu yapının tamamını oluştururken biraz da kısmamızın -bence haddinden fazla kısmamızın- temel sebeplerinden bir tanesi, bunun istismar edilmesinin bile tartışılmasının önüne geçmektir yani zihinlerde böyle bir şey olmamasıdır. Ama şunu söyleyeyim: Bakınız, dünyada da bu sürelerin önünü açmışlar, gidiyorlar. Biz kısıyoruz, tamam ama dünyada da bu sürelerin önünü açmış, gidiyorlar çünkü çeşitli tecrübeleri var. Bunlar, bu yöntemler sosyal meseleler. Muhakkak ki deneme yanılma yoluyla biraz bu konulardaki tecrübelerini ortaya koyacaklar ama Türkiye'de şimdi öyle şeyler burada, çok doğal olarak, kaygı olarak, endişe olarak dile getiriliyor ki -biz daha bunu denemedik- yani 10 milyonluk bir yapıyı ilgilendirmesi bunun mümkün değil çünkü çok sınırlı bir şey bu. Çok basit. Yani Türkiye'de 22 milyon civarında şu anda aktif çalışan insan var. Avrupa'da 1,8 ortalama, Amerika'da 2,2 ortalama, onların da kendi adlarına çeşitli kısıtları var, kısıtları yok. "İnşaat meselesinde niye kısıtınız yok?" diyorsunuz, çok doğru. İnşaat meselesinde bizim "asgari işçilik" diye bir sistematiğimiz var, onu da bırakın kayıt dışılığını tam tersi kayıt fazlalığı var. Yani mecburen oraya belli sayıda insan yapmak durumunda. Yani mesela bizim bazı uygulamalarımız ile -çok haklısınız- Avrupa'daki bazı uygulamalar birbirinden farklılık arz ediyor.

Şunu elbette ki söylemek gerekir: Bizler sekiz-sekiz buçuk saattir, dokuz saattir -Sayın Başkanımız söyledi- burada çok öğrenerek dinliyoruz. Ama elbette ki bir kategorik farklılık var, bu da doğru. Yani bu kategorik farklılığı da görmüyor değiliz, siz de görüyorsunuz, biz de görüyoruz. Yani farklı düşünüyoruz, belki de onun için zaten farklı fırkalardayız, farklı partilerdeyiz, farklı düşüncelerdeyiz. Ama o kadar derin bir kategorik farklılık var ki, bunu bir taraf olarak söylüyor değilim. Bu kategorik farklılığın bir günde, iki günde, bir alt komisyonda bir arada olabilmesi mümkün değil, çok zor bir şey bu. Ha, burada sendikalarımızla muhakkak ki örtüşemediğimiz taraflar olabilir, bizim bu konuda birtakım düzeltmeler yapma konusunda böyle katı bir tutumumuz yok.

Yani 10 işçinin altında bunu niye düşündük? Küçük ve orta boy işletmelere hareket kabiliyeti sağlayabilmek için düşündük. Buradaki işçi sayısı belli, yüzde 28'i toplam oranın; orada da sadece 1 maddede bunu verdik, verdiğimiz madde çok net ve açık. Ancak öngörülemeyen bir şekilde bir artış söz konusu olursa... Başka bir madde de yok, bir önceki şeyden... Sayın Atıcı onları saydı, 4-5 maddede farklılık var, onların hepsi aynıdır, hiçbiri birbirinden farklı değil. Yani öngörülemeyen de aynıdır, işlem hacminin artması da aynıdır, öbür işletmenin içerisinde bulunmadığı farklı işler...

AYTUĞ ATICI (Mersin) - 2015'e göre, 2015'te getirdiğiniz yasaya göre...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Muhakkak ama dışarıda konuşurken benim bahsettiğim aslında bir çerçevenin içerisindedir, bir fark dediğim o farktır.

Onun için, burada 2014'te, 2015'te bu yasa çok tartışıldı, kamuoyunda da tartışıldı, her tarafta tartışıldı ama şunu çok net bir şekilde ifade etmek istiyorum: Elbette ki eksik olabilir, maddelere geçince bunlar tartışılacaktır ama bu o kadar çok tartışılmış ki, o kadar her maddesiyle ilgili sendikalarımız, o kadar her maddesiyle ilgili siyasi partilerimiz donanım içerisinde ki ve o kadar herkesin kafasında buna ait şekillenmeler oluşmuş ki. Yani bu diyelim ki yüzde 1,5-2'lik bir alan oluşturan ve o alanı oluşturup oluşturmayacağını da ne sizin bildiğiniz ne bizim bildiğimiz... Biz de bilmiyoruz. Ama onun üzerine geçme ihtimali hiç yok. Neden hiç yok? Böyle bir alan açmıyor bu.

Bu açıdan, şunu ifade etmek istiyorum ki: Tabii Komisyonun vereceği karar bizim için mühim bir karardır, önemli bir karardır, hem alt komisyon kararı hem devam etme kararı mühim bir karardır. Muhakkak ki Komisyonun vereceği bu karara uymak da bizim temel görevimizdir.

Ama şu çok nettir ki, bir cümle daha var, yani İŞKUR bu işi yapmalı mı yapmamalı mı? Yani elimizde inove ettiğimiz bir marka var, bu markanın da içini şişirmeyelim. Bakın, çok net söylüyorum, bu markayı daha yeni büyütüyoruz, bir bebek gibi büyütüyoruz bu markayı ve inovasyon özellikle var olan kurumlarda çok zor bir şeydir. Şu anda 2016 yılında İŞKUR yaklaşık 1 milyon işe aracılık edecek ama İŞKUR sözleşme imzalamaz. Biz İŞKUR'a burada bir sözleşme imzalama yetkisi vermeye çalışıyoruz. İŞKUR sözleşmeci bir kuruluş değildir. İŞKUR istihdamı artırıcı, politikaları buna göre yönlendirmeye çalışan ve biraz önce söylediğim Ulusal İstihdam Stratejisi içerisinde kalan ve burada kendi konumunu ortaya koyan bir kuruluştur ama eğer biz buna bir sözleşme ayracı getirdiğimiz andan itibaren İŞKUR bir iş holdingine döner ki bu kendi esasından ayrılır.

Biz, kolay kurum oluşturmuyoruz, bakın, kolay kurum oluşturmuyoruz ve bu oluşturduğumuz kurumları da hep beraber iyi muhafaza etmek zorundayız. Büyük devletler, büyük ülkeler köklü kurumlarıyla beraber adımlarını atarlar, köklü gelenekleriyle beraber adımlarını atarlar. Yani bunu elbette ki hep birlikte sağlamak durumundayız.

Ben öncelikle verilecek kararın hayırlı olmasını temenni ediyorum hem çalışma hayatı için hem de buradaki ortaya koyacağımız süreçler için. Tekrar katkılarınızdan dolayı, Sayın Başkanımız başta olmak üzere, bütün Komisyona teşekkür ediyorum, çok sağ olasınız.