| Komisyon Adı | : | SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU |
| Konu | : | İş Kanunu ile Türkiye İş Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/597) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 16 .02.2016 |
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Teşekkür ederim.
Şimdi daha netleşti Sayın Bakanım. Teşekkür ederim ama şunu da unutmayın Sayın Bakanım: Biz hakikaten dersimizi çalışarak geliyoruz. Birazdan size ne demek istediğimi anlatacağım. Sizin verilerinize göre, TÜİK verilerine göre, kadının iş hayatındaki oranı, çalışan kadın oranı düşüyor, son üç yılda düşüyor. Bunu bütçe görüşmelerinde de sizin kitapçıklarınızdan arkadaşlarımla tartıştık. Yani şu anda iş alanı dışında bulunan kadın oranı yüzde 73. İstihdam edilen kadın oranında ciddi anlamda, ciddi sayılabilecek anlamda, yüzdelerde düşüş var. Bunu ben söylemiyorum, siz söylüyorsunuz.
Şimdi diyorsunuz ki: ""Ben kadınların iş yaşamına girmesini istiyorum."" Bu güzel bir şey, niyet iyi çünkü düşüyor kadının iş yaşamındaki oranı sizin verilerinize göre. ""Bir şeyler yapmam lazım."" diyorsunuz ve kalkıyorsunuz, böyle bir özel istihdam bürosuyla bunu yapmaya çalışıyorsunuz ve 2'nci maddede evde çalışmayı öneriyorsunuz. Bu, kadının iş hayatındaki varlığını yok edecektir çünkü bu şekilde yaptığınız zaman, özel istihdam büroları aracılığıyla gelecek olan işçiler, iş güvencesi olmadığı için, mecburen 3 işçinin yaptığı işi 2 kişi yapacak, mecburen yapacak bunu. İş güvencesi olan insan biraz daha rahat olacak, biraz daha yasal haklarını isteyecek ama iş güvencesi olmayan işçiler, kadınlar 3 kadının işini 2 kadın yapabilecek. Bir de toplumsal geleneklerimizi de dikkate aldığımızda, kocası, babası da ""Kızım, ne işin var gidiyorsun? Otur evinde, bak dikiş dik, böyle evden, uzaktan çalışma sistemi de varmış."" dediği anda siz kadını eve hapsedeceksiniz. Bunlar bizim endişelerimiz. Eğer ""Haksız."" diyorsa kadın arkadaşlarım, tartışabiliriz, haksız da olabiliriz ama benim gördüğüm bu, arkadaşlar. Eğer bunda bir yanlışlık varsa oturalım, el birliğiyle bunun doğrusunu bulalım. Biz, kadının sadece çalışma hayatında değil, sosyal, siyasi hayatta da mutlaka en az erkekler kadar önde olmasını istiyoruz ama bu sistem kadını geri götürecek.
Şimdi, bakın Sayın Bakanım, bu işi 2009 yılında bu Hükûmet yasalaştırdı. Arkadaşlarımın da söylediği gibi Abdullah Gül bunu veto etti. Neden veto etti? Bir bakmışsınızdır, muhakkak bakmışsınızdır. Ben de baktım. O kadar güzel anlatıyor ki, diyor ki: ""Bak kardeşim, benim Anayasa'ma göre eşit işe eşit ücret vermeniz gerekir."" Yani 2 insan aynı iş yerinde aynı işi yapıyorsa bu insanların nereden geldiğinin bir önemi yoktur, aynı parayı almalılar. Peki, ben size şimdi sorayım: Ben geçici işçi olayım, siz de asıl işçi olun. Siz bir fabrikada çalışıyorsunuz ve 4 bin lira maaş alıyorsunuz. Beni de kiraladılar, asgari ücretle 1.300 lira alıyorum. Aynı fabrikada, aynı çatı altında, aynı atmosferi soluyarak aynı işi yapıyoruz; siz 4 bin alıyorsunuz, ben 1.300 alıyorum. ""Ben bunu bunun için veto ediyorum çünkü siz eşit işe eşit ücret vermiyorsunuz, Anayasa'daki eşitlik hakkını ihlal ediyorsunuz."" dedi. Şimdi siz bana deyin ki: ""Efendim, biz öyle bir madde koyacağız ki buraya, bu işçi istihdam bürosundan gittiğinde..."" Bakın, biz ruhuna karşıyız, kesinlikle karşıyız ama bize ""Kardeşim, Ahmet'in yanına Mehmet'i gönderdiğim zaman aynı parayı alacak."" derseniz bu, bir nebze bizi ve kamuoyu vicdanını rahatlatabilir. Bir nebze... Ama asla, kesinlikle tatmin etmez. Neden? Adamı gönderdiniz oraya üç ay çalıştı. Hadi Ankara'nın Çankaya'sında bir iş buldunuz, gönderdiniz. Üç ay sonra Mamak'a gitti, üç ay sonra Nallıhan'a gitti; Ankara içinde. Yahu bu adamın bir evi yok mu kardeşim? Bu adamın bir çocuğu yok mu? Bu adam bu çocuğu okula göndermeyecek mi? Bu adam evini barkını her defasında... Kaplumbağa mı bu gittiği yere evini götürsün? Böyle bir şey yok. Yahu bir insanın bir düzeni vardır, bir hayatı vardır. Yarın sabah uyandığınızda milletvekili olup olmayacağınızı bilmemek gibi bir şeydir bu. Sabah uyanacağınız, ya Allah ya Bismillah; acaba ben bugün gene milletvekili miyim, yoksa bugün beni başka bir yere mi geçici görevlendirdiler? Bugün ben müşavir miyim, müsteşar mıyım belli değil. Böyle bir şey olmaz Sayın Bakan, böyle bir şey olmaz. Sizin için de geçerli. ""Yarın sabah uyandığımda acaba Bakanlığım elimden gider mi?"" diye bir düşünce... O koltuğa âşık olmadığınızı biliyorum ama emek ediyorsunuz, diyorsunuz ki: ""Ben bu işi yapacağım, görevimi yapayım. Belli bir süre ben bu işi aldım, emek ediyorum."" Ama işçiler için bunu söylemiyorsunuz. Diyorsunuz ki: ""Bir ay orada çalış, bir ay orada çalış; bir gün patronun bu olsun, bir gün patronun bu olsun; bir gün patronun rakı içsin, bir gün patronun cumaya gitsin."" Ya böyle bir şey insanın ruhsal yapısını altüst eder Sayın Bakanım. İnsanların yaşam tarzlarını bizim bu şekilde ihlal etmeye gerçekten hakkımız yok ve bu sistem bir süre sonra yürümez hâle gelecek ve olmayacak.
Yine sizin tabiriniz: ""Kamyonun üstünde giden insanlar ölmesin istiyoruz."" Ya bunu kim ister? Ama bana ""On dört yıldır tek başıma iktidarım. İsteyip de çıkaramadığım bir tek kanun yok ama ben kamyon üstündeki ölümleri on dört senede önleyemedim."" diyorsunuz.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Öyle demeyin.
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Ne diyeyim? Evet, önleyemediniz. Evet, keşke önleseydiniz, keşke. Ama bu dakika... Hadi, ""Benim çok acil, daha acil işlerim vardı, bugün bunu yapacağım."" diyorsunuz; e vallahi, yöntemi bu değil, gene yöntemi bu değil. Bu sefer, ölenler belki Türk olmayacak, Suriyeli olacak; değişen bir şey gene olmayacak. Çünkü insanoğlu yapısı gereği doymaz ve bencildir, ancak akıl, bilgelik gelirse biraz nefsine hâkim olabilir. Onun dışında, insan kadar bencil bir yaratık daha dünyada yoktur. Niye bunu söyledim? Çünkü insanlar para kazanmak isteyecekler, özel istihdam bürosundan bir vatandaşımızı alıp da çalıştırmak yerine o Suriyelileri kamyona koyup çalıştıracaklar. Yani bizim yaptığımız bu iş yine bir işe yaramayacak hiçbir şekilde.
Diyorsunuz ki: ""Güvenceli bir iş."" Ya, bakın, bu kadar laf saydım, Allah aşkına, biriniz deyin ki ""Bunun bana güvencesi var."", biriniz deyin ki ""Ya, bu gerçekten güvenceli."" Hani demin Tur Hanım konuşurken söyledi ya, oradan bir ses geldi ""Ya, 'güvenceli' yazıyor orada."" ""Güvenceli"" yazıyor değil mi şunun başında? Sen onu okumadın ya. Şurada kalın kalın ""güvenceli"" yazmışlar. Ya, bunu kim yazdı Allah aşkına ya? Ya güvencenin ne demek olduğunu bilmiyor ya da bizimle dalga geçiyor. Kim yazdı bu yazıyı ""güvenceli"" diye? Allah aşkına, bunun neresi güvenceli? Sayın Bakan, siz kendiniz diyorsunuz ki: ""Bunlar bunlar geçicidir."" Siz kendiniz diyorsunuz ki: ""Biz özel istihdam bürosundan alıp esnek çalıştıracağız."" Yani adamın işi arttı, bir sipariş aldı üç aylığına oraya gidiyor, paketleme örneğini verdiniz, doğru. Ya, hangi patronun böyle kalkıp da yoldan geçerken birdenbire işi artar? Hayır, yok öyle bir şey artık. İşini belli, planlı bir şekilde artırır, büyür, buna göre de istihdamını sağlar. Bu gerçekten önemli. Güvenceymiş, ne güvencesi?
Şimdi siz, Sayın Bakanım, bu özel istihdam bürosuyla... Diyelim ki siz özel istihdam bürosu açtınız, ben de işçinizim. İkimizin arasında nasıl bir hukuk var? İş hukuku var, değil mi? İş Kanunu geçerli; siz patronsunuz, ben işçiyim. İkimizin arasındaki iş akdini hukuken bağlayan kanun İş Kanunu'dur. Peki, güzel, siz beni kiraladınız diyelim ki Müsteşarınıza ya da işte bir yere kiraladınız, benim oraya gittiğimde sizin patron olarak beni gönderdiğiniz iş yeriyle nasıl bir hukuki bağınız var? Borçlar Kanunu, Ticaret Kanunu. Peki, benim başıma bir iş geldi, acaba ben Borçlar Kanunu'na göre mi hakkımı arayacağım, İş Kanunu'na göre mi hakkımı arayacağım? Gönderdiğiniz yerde benim başıma bir iş geldi, bir kaza geçirdim, sakat kaldım. Patron diyecek ki bana: ""Kardeşim, senin patronun ben değilim ki, senin patronun Sayın Soylu, git, derdini ondan ara."" Sen diyeceksin ki: ""Kardeşim, ben aracıyım, seni gönderdim, o adam gerekli tedbirleri almamış, sen sakat kalmışsın. Git, derdini oradan ara."" Ben şimdi, hangi hukuka göre hakkımı arayacağım? Beni ortada bırakıyor bu sistem Sayın Bakan. Öbürü hiç olmazsa, kamyonda öldüğü zaman -Allah korusun, olmasın böyle bir şey ama- para toplanıyor, gariban götürülüyor, bir şeyler yapılıyor ama burada kimse ""Çalışıyor bu adam, devlet bakıyor."" diye vallahi billahi yüzüne bile bakmaz. O yüzden, büronuz ile müşteri arasında sizin ticaret hukuku, büronuz ile işçi arasında İş Kanunu geçerli. Bu muğlaklık, bu bulanıklık asla giderilemeyecek.
İşverenleri de uyarıyorum: Sizin de başınız belaya girecek. Bu kanundan öyle çok mutlu olmayın, ""Biz onaylıyoruz."" filan dediniz ya demin, onaylamayın kardeşim bu kanunu, vallahi onaylamayın, başınız ağrıyacak çünkü gelecek olan işçi sizin işinizi sahiplenmeyecek, ""Lanet olsun, çocuğuma ekmek götürmek zorundayım."" diye gelecek. Gönülsüz iş ya karın ağrıtır ya diş. Bunu da patronlar unutmasınlar. O yüzden, işçinize sahip çıkın, işçinizin hakkını verin, işçiler de iş yerine sahip çıksın. Bakın, biz bunu çok yaşadık; işçiler, inanın bana, patrondan daha çok iş yerine sahip çıkarlar. Neden? Çünkü patron batarsa işçi ölür ama patronun o fabrikası batarsa mutlaka bir yerde ya bir gayrimenkulü vardır ya başka bir fabrikası vardır ya bir güvencesi vardır, hayatını kurtarır. O fabrikanın batmaması için o işçi işine dört elle sarılır, sizi sevdiğinden değil, işini kaybetmemek istediğinden. Ama şimdi diyor ki: ""Ben üç aylığına gelmişim ya, bana ne işverenin işinden, batarsa batsın."" Ve benim üretimim düşecek Sayın Bakan.
Bu iş neresinden tutarsanız tutun her tarafı pis bir değnek hâline geldi. İşçi memnun mu? Vallahi değil ""Kiralığım ben."" diyor. İşveren memnun kalacak mı? Vallahi memnun kalmayacak çünkü işçi gönülsüz çalışacak. Peki, siyasetçiler memnun mu? Değil, sabahtan beri, konuşma âşığı değiliz ya, vallahi memnun değiliz. Peki, niye bu işte ısrar ediyorsunuz? Getirdiniz geçen dönem, gene bu kadar itiraz ettik, bu sene ne olduysa sendikaların da sesi çok çıkmıyor, söyleyeceklerini söylediler... Ya, ben sendikaların yerinde olsam yemin ediyorum şuraya 10 bin işçiyi yığarım, getiririm Meclisin kapısına, Yani ""Hakkını ararım, hakkınızı arayın."" derim ya. Bu iş başka türlü olmaz.
LÜTFİYE İLKSEN CERİTOĞLU KURT (Çorum) - Akıllarına yattı demek ki. Siz bir işveren olun, bir kere de öyle düşünün, bunları konuşalım sonra.
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Haklarını arayacaklar ablacım, hakkını arayacak.
İşveren olanlar zaten dertlerini yeterince güzel anlatıyorlar. Bakın, güzel güzel...
LÜTFİYE İLKSEN CERİTOĞLU KURT (Çorum) - Hayır, işveren işçisine sahip çıkmak istiyor zaten...
BAŞKAN - İlksen Hanım, sözleriniz kayda geçmiyor.
AYTUĞ ATICI (Mersin) - İşveren işçisine sahip çıksın, geçici işçiye işveren de sahip çıkmaz Sayın Milletvekilim. ""Nasıl olsa geçici, bana ne."" diyecek, adını bile öğrenmez, ""Çocuğun var mı?"" diye bile sormaz.
LÜTFİYE İLKSEN CERİTOĞLU KURT (Çorum) - Adı ""geçici"" ama kalacak orada...
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Kalmaz, kalmayacak çünkü -çıkardığınız kanunu bilin- dört ay, üzerine iki, iki daha dört ay daha koyuyorsunuz, ondan sonra mümkün değil, zinhar o işe devam edemiyor. Yani böyle bir şey olmaz. Yani önünüzdeki tasarı diyor ki: ""Dört ay, artı bir dört ay daha en fazla."" Boşuna mı işveren dedi ki: ""Kardeşim, bu dört ay, artı dört ay yetmez."" ""Ne istiyorsun kardeşim?"" ""Daha da uzatın."" dedi. ""Al sana ömür boyu köle."" dedim ben de buradan. Yani, böyle bir şeyi yapamazsınız çünkü burada zaten adı ""geçici işçi"" bunun. Bu nedenle işçilerimizi vallahi billahi köleden beter ettik.
Bakın, bir başka örnek vereyim Sayın Bakanım: Diyelim ki sizin istihdam büronuz var -okudum kanunu- diyorsunuz ki: ""Asgari ücretin şu kadar tutarı teminat verilir."" Doğru mu Sayın Müsteşarım? Bir tutar var, 200 katı. Ben de 20 eleman çalıştırıyorum, çalıştırdım, paraları topladım, yallah dedim gittim, kayboldum. Olur mu olur, kaçtım; ne olacak? Söylediğiniz şey şu, devlet olarak, Çalışma Bakanlığı olarak yapacağınız şey şu bizim önümüze koyduğunuz evraka göre: Bir, ben önce bu şirketin SGK borcu var mı yok mu diye bakarım.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Okumamışsınız galiba ama şimdi üzülürüm...
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Hayır, bitirmeme izin verin, eksiğimi tamamlayın.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Ama birinci alacak, öncelikli alacak işçinin.
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Sayın Bakanım...
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Burada bu kanunda özellikle bu.
ÇETİN ARIK (Kayseri) - Kimden alacaklar bunu?
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Teminattan alacak ama o teminatın...
ÇETİN ARIK (Kayseri) - 200 asgari ücretliye de mi teminat vereceksiniz?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Tamam, işte, 200 kişi...
AYTUĞ ATICI (Mersin) - O teminatın...
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Sayın Bakanım, bu teminat zaten 400 bin lira. Bu istihdam bürolarında belki bin kişi çalışacak yani çekirdek parası gibi kalıyor. Üç aylık maaşını alamadığı zaman 2 trilyonun, 3 trilyonun karşılama şansı yok.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Arkadaşlar, 10 bin lira sermayeli bir şirketten bahsediyoruz.
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Ama bakın, ona göre işçiyi...
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Hayır, söylediğiniz için sordum, SGK dediğiniz için.
AYTUĞ ATICI (Mersin) - O zaman şunu deyin Sayın Bakanım: ""Evet, bunlar ufak tefek iş yerleri olabilir, ben çalıştırdığı işçi başına teminatını yükseltirim."" veya deyin ki: ""Ben devletim kardeşim, bu adam kaçtıysa güvencesi benim, işçinin parasını öderim."" Hiç olmazsa bunu deyin, bakın, bunu da demiyorsunuz. Yani, ha, bunu deseniz de biz mutlu olmayacağız yine tam anlamıyla ama hiç olmazsa bir kamburu kaldırmış oluruz. Yani, bizim ""alt komisyon, alt komisyon"" dememizin nedeni bu. Bakın, saat on buçuk oldu yani konuya ilgisi olan arkadaşlarımız da olmayanlar da çoğunluğu sağlamak üzere buradalar. Eminim, keyif alıyorlardır ama bu teknik konuları bizim alt komisyonda çok daha rahat konuşmamız gerekirdi. Belki Sayın Başkan tümü üzerindeki görüşmelerden sonra ikna olursa değerli milletvekilleri, bir oylama yapalım ve alt komisyona gönderelim. Göndermeyecekseniz de oylama yapalım, reddedin, kayıtlara geçsin Sayın Başkan, onu da sizden istirham ediyorum.
Peki, Sayın Bakanım, önemli bir soru: Bu özel istihdam bürolarına siz burada lisans vereceğinizi söylüyorsunuz yani tıpkı hastanelere verilen ruhsatlar gibi, ruhsat belli bir bedel karşılığında.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Var zaten şu anda.
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Tamam.
Peki, bu özel istihdam bürolarını yabancı şirketlerin satın almasına bir engel var mı? Yok, değil mi?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Kıymetli Dostum, şu anda bu yaptığımız, konuştuğumuz işi Türkiye'de yapan yabancı şirket var.
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Var, biliyorum.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Bir dakika... Hiçbirinizin sesi çıkmıyor. Şimdi biz bu ilişkiyi normalleştiriyoruz ve biz bu ilişkiyi kanunileştiriyoruz ve hukukileştiriyoruz. Sizin demeniz lazım ki: ""Siz millî bir adım atıyorsunuz. Size teşekkür ediyoruz."" Ve bu ilişkiyi bizim... Adam holding kurmuş, mevcut İş Kanunu'muza ait bir şekilde -arkadaşlar biliyorlar- şu anda 5 bin, 10 bin, 15 bin, 20 bin işçiyi bir yerde çalıştırıyor. Biz ona İş Kanunu'muzun içinde olduğu için bir şey yapamıyoruz, söyleyemiyoruz da çünkü bir holdingden bir holdinge -burada var on sekiz aya kadar- bir işçiyi başka bir yere devredebiliyor benzer iş olduğu için. Biz dönüyoruz, bunu da sistemin içerisine alan, bunu da kontrol edebileceğimiz, bunu da bizim kendi kontrol mekanizmamız içerisine alabilecek bir adım daha atıyoruz ki biz bu işlerin tamamını bir şekilde hem denetim içerisine alalım hem de kendi kaydımız içinde daha iyi tutabilelim. Yani, bütün yapmaya çalıştığımız... Siz onun zaten hakkını birkaç kez verdiniz, ""Siz de yanlış bir iş yapmak için yola çıkmış değilsiniz."" diyorsunuz, doğru. Biz bütün bunları görerek, bütün arkadaşlarımızla birlikte günlerden beri çalışıyoruz.
Evet, sendikalarımızın birtakım talepleri oldu, işverenlerimizin talepleri oldu ama bizim görevimiz burada bir hakemlik ortaya koyabilmek ve gücümüzün yettiği ölçüler içerisinde de bir sistematiğe bunu büründürebilmektir, yoksa...
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Sayın Bakanım...
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Kusura bakmayın...
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Hayır, estağfurullah, ben benim oluyorum yani çünkü sizin konuşmanız lazım bizimle, biz sizi konuşmaya teşvik ediyoruz.
Bakın, sizin bu direncinizi anlıyorum, lütfen Genel Kurula saklayın. Bakın, Genel Kurulda televizyon var, halk bizi izliyor. Orada bu direnci göstermenizi anlayışla karşılarım.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Direnç değil bu ya, karşılıklı konuşuyoruz Aytuğ Bey yani.
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Tamam, ben direnç hissediyorum. Bendeki algı yani bende oluşturduğunuz algı.
Size rica ediyorum, bu direncinizi Genel Kurulda gösterirseniz bunu siyasi olarak ben anlamlandırabilirim ama burada eğer gerçekten bir iş yapmaya çalışıyorsak nasıl ki siz kötü niyetli değilseniz biz de bu işi bloke etmek için, sırf bu iş için tutulmuş memurlar değiliz.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Estağfurullah.
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Ben kısa siyasi yaşamımda -içinizde benden çok daha kıdemli siyasetçiler vardır- buraya gelen, Komisyona gelen tasarıların, tıpkı sizin gibi konuşan sayın bakanların, ""Biz, herkesle konuştuk, her şeyi yaptık."" diyenlerin Genel Kuruldan çıktığı şekliyle o tasarıya baktığımda yüzde 50'den fazlasının değiştiğini gördüm, beş yıl gibi kısa bir hayat içerisinde. Bu ne demektir? Siz devletsiniz, o pencereden bakıyorsunuz. Elbette bakacaksınız, elbette sizin göreviniz devleti yönetmek, halk size bu yetkiyi verdi. Bizim de görevimiz sizi denetlemek ve hata yapmamanızı sağlamak. Bakın, hata yaptığınız zaman biz davul zurna çalarız, bunu siyaseten kullanırız ama halk zarar gördükten sonra bunun bir anlamı olmaz. Benim görevim sizin hata yapmanızı önlemektir. Ben bunları burada konuşacağım. Buna rağmen hata yaparsanız bunun adı taammüden, bilerek ve isteyerek bu yanlışı yapmak demektir; bunun adı artık taksir değildir. Neden? Çünkü biz size bunları anlattık. Artık bunun adı bilerek, isteyerek, taammüden bunun sonuçlarına katlanacak şekilde adım atmış olmanızdır. Biz o zaman bunu kullanırız ama şu Genel Kuruldan çıkana kadar, biz sonuna kadar bunları size anlatmaya çalışacağız.
Biz bu Komisyonda, inanın bana, paçavraya dönen teklifler, tasarılar biliriz. ""Allah Allah, biz nasıl bunu düşünemedik."" diyen bakanlar biliriz. Siz o koltukta bugün oturuyorsunuz, dün başkası oturuyordu, yarın benim koltuğumda başkası... Ama değişmeyen, kök salmış kurumlar var, etrafınızdaki bürokratlar. Yani üst düzeyler siyaseten değişiyor, anlıyorum ama oradaki teknokrat ve bürokratlar işin ruhunu biliyorlar; bir de sendikalar. Allah aşkına bunları dinleyelim.
Bakın, siz de siyasetçisiniz ben de ama bu, siyasete kurban edilecek bir konu değil, bu çok önemli bir konu. Demin bir arkadaşım dedi ki -sanıyorum Cengiz Bey'di- ""3 tane patron, 3 tane işçi, 3 tane Hükûmet temsilcisi bir araya geldik, bu işi pişirdik."" dedi. Niye yapmıyoruz biz? Bir alt komisyona gönderemedik şunu ya. Ne olur yani, iki gün sonra çıksa bu kanun yani şey mi olur, yer mi yarılır? Zaten bütçe görüşülüyor, zaten şu anda Parlamento, Genel Kurul meşgul, zaten dolu. Ne yaparsanız yapın Sayın Başkan, sıra sayısını alacaksınız, koyacaksınız bir kenara, ""Benim Komisyonumdan çıkan ilk tasarı."" diyeceksiniz. Bu kadar. Vallahi gelmeyecek. Niye? Çünkü şu anda bir başka AR-GE görüşülüyor, arkasından bütçe görüşeceğiz. Bir ay daha bu kanun gelmez, kişisel verilerle ilgili tasarı var, bir ay daha bu kanun Meclise gelmez Sayın Bakan, gelmez.
Ya, Allah rızası için dedik ki size: İki, üç gün bunu, bırakın, taraflar birbirlerinin gözünü, kaşını yarıyor mu, ne yapıyorsa yapsın. Sayın Başkan beşer dakika süre verdi sendikalara, onlar aştılar ama biz saatlerce konuşuyoruz. Konuşması gereken taraflar onlar, işverenler ve işçiler; biz değil. Biz sadece onların hizmetkârı olacağız, diyeceğiz ki: ""Girin şu odaya, ne istiyorsanız yapın, buradan bir şey çıkarın. Size de iki gün süre veriyoruz, üç gün veriyoruz. Sonra anlaşamıyorsanız kusura bakmayın, ben siyasetçiyim, gereğini yaparım, siyasi sorumluluğunu da taşırım."" Bunda niye inatlaşıyorsunuz bizimle? Yani bu çok zor bir... Ha, acil bir şey olur, anlarım. Bazen vardır, Sayın Davutoğlu dedi ki: ""Yüz gün içinde şunu, şunu, şunu yapacağım. Halka söz verdim."" Eyvallah dedik, yani bizim de asgari ücret gibi, bizim de gerçekten çok önemsediğimiz kanunlardı, yani çok uzatmadık, hadi çıksın dedik ama burada böyle bir sözünüz de yok vatandaşa. Hükûmet programına koymuşsunuz. Ya, üç gün sonra olsun, ne olacak? Bizi şikâyet edin, deyin ki: ""Ya, muhalefet istemedi, üç gün gecikti."" Ama sağlam bir iş yapalım, doğru düzgün bir iş yapalım.
Benim sizden özellikle istirham ettiğim konu bu. Bakın, sizinle ayaküstü sohbetimizde dediniz ki: ""Ya, bir şey değiştirmedik ki. Bu nasılsa alt komisyona gitti, çalışıldı, çok enerji sarf edildi orada. Geldi, bir daha veto edildi, bir daha geldi. Ya, bir daha niye gitsin?"" Yani düşünüyorsun, evet, mantık böyle gerektiriyor. Öyle değil, bakın, çıkardım. 2009'u demiyorum, 2015 ve şimdi sizin getirdiğiniz 2016'daki farklar. Sadece farklardan birkaç tanesini okuyacağım:
""Geçici iş ilişkisi kurulacak hâller."" yazmışız 2015'te, hani kadük olanda. Şimdi 5 tane yeni madde ekleme. Hani bir ekleme yoktu, sadece kısıtlamalar vardı? Bakın, diyorsunuz ki: ""Ben buna ev hizmetlerini ekledim, efendim, işletmenin günlük işlerden sayılmayan ve aralıklı olarak gördürülen işlerde de bunu yaparım."" Sonra diyorsunuz ki: ""İş güvenliği bakımından acil olan işlerde veya üretimi önemli ölçüde etkileyen zorlayıcı nedenlerin ortaya çıkması hâlinde de ben geçici işçi kullanırım."" Ya, bir fikirdir; yanlıştır, doğrudur, tartışmamız lazım bunu ya. Yani bu doğru bir fikir de olabilir. Belki de siz bunun yanlış olduğunu anlayacaksınız veya deminden beri sendikacı arkadaşlarımın söylediği, işletmenin öngörülemeyen ölçüde işinin artması. Ne demek ""öngörülemeyen""? Bunu tartışmamız lazım, bu yepyeni bir kavram. Yepyeni bir kavram koyuyorsunuz literatüre ve diyorsunuz ki: ""Dönemsellik arz eden iş artışları hâlinde ben kiralık işçi kullanırım."" Bunların hiçbiri bizim 2015 yılında 24'üncü Dönemde tartıştığımız konular arasında yoktur Sayın Bakanım. Bunlar olmadığı için biz diyoruz ki: Yepyeni şeyler var, o yüzden bunu alt komisyona götüreceksiniz, götürmelisiniz.
Bakın, devam ediyorum. Geçici iş ilişkisiyle ilgili hükümlerde aykırılık olduğunda 2015 yılında işverene veya vekiline her bir işçi için ceza öngörmüşsünüz, burada kaldırmışsınız. Ya, bir gerekçesi vardır muhakkak. Yani biz işverenin düşmanı değiliz, kaldırmışsanız... Kaldırılmalı mı, kaldırılmamalı mı?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI MÜSTEŞARI AHMET ERDEM - Ayrı bir madde...
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Ayrı bir maddeye mi koymuşsunuz onu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI MÜSTEŞARI AHMET ERDEM - 7'nci madde oldu efendim o.
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Neyse yani ben gördüğümü söylüyorum. Ben ısrar etmem, yanlışsam başka yere koydum, belki gözümden kaçtı, olabilir. Benim iddiam yok ama demin saydığım 5 maddenin tamamı yenidir.
Veya mesela, daha önce özel istihdam bürolarının faaliyetleriyle ilgili diyorsunuz ki: ""T.C. vatandaşı olması gerekir."" Burada kaldırmışsınız. Niye? Bilmiyorum, benim işim değil, ben anlamam. Anlamadığım hâlde bu kadar konuşuyorum çünkü içime battı. Oturdum, çalıştım. Ya bir de anlayan arkadaşlarım olsa, onların daha çok bu işi konuşması lazım. Ben eğer bir saat konuşuyorsam bu arkadaşlarımın yirmi dört saat konuşması lazım. Sağlık konusunda ben yirmi dört saat konuşurum, diğer arkadaşlarım bir saat konuşular. Ama bizim size bunu anlatmamız lazım, sizin de elinizi vicdanınıza koyup ""Evet, ben bunu anladım ama benim müktesebatım, vicdanım, aklım bunu yapmamı emrediyor."" dersiniz, imzalarsınız. Siz de ""Vallahi, bilseydim bunu imzalamazdım."" demezsiniz yarın. Ben size bunları anlatmaya çalışıyorum.
Bu tasarıyla ilgili ikinci çok önemli konu: Özel istihdam büroları dışında evde çalışma sistemi Sayın Bakan. Bakın, evde çalışma sistemi tam bir felaket. Bunu muhakkak kayıt altına almamız lazım. Elbette, evinde üretim yapmak isteyen kadının da mutlaka önünü açmamız lazım, doğru ama bu şekliyle gelirse bu tasarı, inanın en başta çocuk işçiliği artacak. Annesi orada dikiş makinasında harıl harıl dikerken 10 yaşındaki, 11 yaşındaki kız çocuğu gelip annesine sürekli yardım edecek. ""Kızım yetiştiremiyorum, bugün okula gitmesen olur mu?"" diyecek annesi. Mecbur diyecek Sayın Bakan. İş almış, para kazanıyor. Ne yapsın? ""Kızım bugün okula gitmeyiver."" diyecek. Veya başka bir iş yapıyorsa o çocuk o evde çocuk işçi olacak. Buna vicdanınız el veriyorsa buyurun yapın ya, Allah yolunuzu açık etsin ama ben burada konuştuklarımı televizyonlarda da konuşacağım, gittiğim her yerde de konuşacağım. Burada yüzünüze söyleyeyim ki benim de içim rahat etsin. Bunu yapmayalım -ben çocuk doktoruyum- bunu çocuklara yapmaya hakkımız yok. Ayrıca, evde ne gibi işler yapılacağını bilmiyoruz. Evde acaba kimyasalla bir iş yapılacak mı, bir kök boyamasından tutun da kimyasal bir şey olacak mı? O çocuğun zarar göreceği, o annenin zarar göreceği bir şey... Çünkü, her eve ben iş sağlığı ve güvenliği elemanı gönderemeyeceğim ama o bir iş yerinde çalışsa o iş yerini kör topal da olsa denetliyoruz. Yani, bunu yaptığımız zaman... Bakın, demin dediniz ki ""Ya, bu kadar iş yapmaya çalışıyoruz, görün!"" Görüyoruz. Ayak topal. Biz diyoruz ki: Bakın, şu yöntemle kemik uzatılabilir, zor iştir, meşakkatlidir. Siz diyorsunuz ki: ""Kesin gitsin."" Hayır, o topal ayak tedavi olur. Yani, geçmişte bunlar vardı, görmediniz, sesiniz çıkmadı bu şeylere, uluslararası şirketler bunları alıyor, çalıştırıyor... Yasaya büründüremezsiniz. Yasa çıkmadığı sürece bunlar yasa dışıdır. Hiç olmazsa iyi bir hükûmet gelir, düzgün bir yasa çıkarır, bu işi toparlar. Ama mevcudu yasaya uydurmak... Aklım almıyor. Hayır, siz insanları yasaya uyduracaksınız, işi yasaya uyduracaksınız; yasayı işe uydurmak olmaz Sayın Bakanım. Siz yasaları işe uyduramazsınız. Nasıl ki Anayasa'yı yasalara uyduramazsanız... Olmaz. Siz akıllı insanlarla birlikte yasa çıkaracaksınız ve yapılan işleri bu yasaya uyduracaksınız, denetimini yapacaksınız. Siz diyorsunuz ki: ""Bunlar zaten oluyor. Yanlış. E ne yapalım, zaten oluyor? Ben bir yasa çıkarayım bari, bunları hiç olmazsa yasal yapayım."" Hayır, bu ayak topalsa kesemezsiniz. Olmaz, tedavi edeceğiz. Nasıl? Ya, bak bu kadar birikim var. Yol da göstermişiz, ""Böyle yapsak daha iyi olur."" demişiz. Sırf böyle her şeye karşı olmak için değil. Evde çalıştığınız zaman sadece o evin değil, binanın da sağlığını tehlikeye atarsınız. Ya, bunu yapmamalısınız. Yani, iş yerlerinin belli kuralları vardır, evin kuralı yoktur. O nedenle, kadın istihdamını da azaltan ve artık iş kazalarını eve taşıdığımız bir sisteme biz imza atmayacağız. Bunu Anayasa Mahkemesine de götüreceğiz, her yerde söyleyeceğiz. Yani, boşuna güç kaybetmeyelim, zaman kaybetmeyelim. Bu, Anayasa Mahkemesinden dönecek. Eğer Anayasa'ya saygısı varsa Anayasa Mahkemesinin... Bu, Anayasa'ya aykırı. Niye boşu boşuna zaman kaybedelim arkadaşlar ya? Bu kadar enerji kaybetmeye ne gerek var? Oturalım, bunu Anayasa'ya uygun bir şey yapalım, düzgün bir şey yapalım, biz de Anayasa Mahkemesine gitmeyelim, siz de oturun bu işi düzgün bir şekilde yapın, gururunu taşıyın. Bütün söylediğimiz şey bu.
Teşekkür ediyorum.
"