Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/278) ve 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/277) ile Sayıştay tezkereleri a) Cumhurbaşkanlığı b) Millî İstihbarat Teşkilatı c) Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ç) İletişim Başkanlığı d) Diyanet İşleri Başkanlığı e) Devlet Arşivleri Başkanlığı f) Millî Saraylar İdaresi Başkanlığı g) Savunma Sanayii Başkanlığı ğ) Strateji ve Bütçe Başkanlığı h) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ı) Yatırım Ofisi Başkanlığı i) Dijital Dönüşüm Ofisi Başkanlığı j) Finans Ofisi Başkanlığı k) İnsan Kaynakları Ofisi Başkanlığı |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 29 .11.2024 |
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın vekiller, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve değerli bürokratlar; hoş geldiniz.
Kısaca birkaç şey söylemek istiyorum ben de. Şimdi, bu bütçe üzerine, Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerine çok konuşulabilir "Şurası fazla, burası az." vesaire denebilir fakat ben genel olarak baktığımda buradaki rakamları ve bu dağılımı konuşmaktan daha çok sistemin kendisini konuşulması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu kadar merkezî bir sistem yaratıldığı zaman bunun bütçesinin ucuz olması mümkün değil. Yani dünyanın neresine gidip bunu yapsanız pahalı bir bütçeyle karşı karşıya kalırsınız. Dolayısıyla, içindeki meblağları tartışmak, oranları tartışmak yerine sistemin kendisini konuşmanın daha faydalı olduğu kanaatindeyim. Yani bu kadar merkezîleşmiş bir iktidarın, bir iktidar odağının bütçesinin daha az masraflı olmasını düşünmek mümkün değil.
Şimdi, dolayısıyla, biraz bunun üzerine birkaç şey söylemek istiyorum. Yani "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" adı verilen sistemdeki merkezîleşme anlayışında bir sorun var, asimetrik bir yapı çıkardı ortaya. Yani Türkiye açısından baktığımızda çeşitli kurumlar açısından değerlendirdiğimizde, yargı, yürütme, yasama açısından değerlendirdiğimizde ortada asimetrik bir yapının olduğunu görüyoruz. Bu asimetrik yapı sorunlu bir yapı aslında. Bunun sizler de farkındasınız. Yani "Bu sistemi revize etmek gerekir." derken Sayın Erdoğan aslında asimetrik olduğunun farkında olarak bunu söylüyor. Yani bütün gücü, imkânları bir yere toplama anlayışı sorunlu. Yani bu İngilizlerin "absolute power" dedikleri "mutlak iktidar" anlayışında bir sorun var ve maalesef Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi aslında mutlak iktidar anlayışını ortaya çıkarmış vaziyette. Bunun biraz tartışılması gerekiyor. Ben buna ilişkin birkaç şey söylemek istiyorum.
Bu sistemin, hani siz "revizyon" diyorsunuz yani irrasyonel yanları da var. Bu sistemin demokratikleşmeye ihtiyacı var, esas sorun buradan kaynaklanıyor. Türkiye'nin demokratikleşmeye ihtiyacı var esas itibarıyla. Şimdi, hangi sistem olursa olsun bizim yaklaşımımızı söylemeye çalışacağım birinci olarak. Bizim yaklaşımımız şu: Başkanlık sistemi dünyanın başka yerlerinde yok mu? Var. İşte en gelişmiş olanını Amerika'da görüyoruz. Demokratik bir başkanlık sistemi, demokrasi yanı önemli, kuvvetler ayrılığını görüyoruz, denge denetleme mekanizmalarını görüyoruz. Önemli olan, başkanlık sisteminin olmasından daha önemlisi, bunun demokratik olması toplum ve ülke açısından baktığımızda. Aynı şeyi yarı başkanlık sistemi için de söyleyebiliriz. İşte, en bilinen modeli Fransa modelidir. Orada da kuvvetler ayrılığı, denge denetleme mekanizmaları açısından baktığımızda benzer durumu görüyoruz. Orada da yarı başkanlık sistemi ama demokratik bir yarı başkanlık sistemi. Dolayısıyla, önemli olan hangi sistem olacaksa -tabii ki parlamenter demokrasi açısından da aynı şey geçerli- bizim için önemli olan yanı bunun demokratik olması. "Demokratik olması." derken de birkaç özerkliğe değinmek istiyorum. Bir, katılımcı yanının işlemesi, müzakereci bir anlayışa dayanıyor olması ve tabii ki kuvvetler ayrılığının işliyor olması, tabii ki denge denetleme mekanizmalarının işliyor olması ve hukukun üstünlüğünün var olması; esas mesele bu. Şimdi, bunlar olduğu zaman, bu saydıklarım olduğu zaman bu sistemin başkanlık sistemi, yarı başkanlık sistemi ya da parlamenter demokrasi olmasının artık bir önemi kalmıyor toplum açısından baktığımızda. Şimdi, buradaki sorun bu esas, burada tartışmamız gereken meselenin bu olduğunu doğrusu düşünüyorum.
Şimdi, bütün dünya da bir eğilim var yani bu yeni de çıkmadı ortaya yani 20'nci yüzyılın son çeyreğinde gelişmeye başladı, sonra, işte, 21'inci yüzyılda da görüyoruz bunu. O da birtakım, yani her şeyi merkeze toplamak, merkezîleştirmek yerine, merkezdeki bazı yetkilerin yerele devredilerek yerellerin güçlendirilmesi anlayışından söz ediyorum. Bu önemli bir şey. Neden önemli? Yani birincisi, yerellerin, yerel yönetimlerin demokratikleşmesi ve güçlenmesi anlamına geliyor. Yerel demokrasinin, yerinden demokrasinin, yerinden yönetimin güçlenmesi anlamına geliyor. Bu, aynı zamanda katılımın artması ve yerelde de müzakere imkânlarının ve mekanizmalarının gelişmesi anlamına geliyor. Bizde ise bu eğilim tam tersine işlemiş vaziyette. Hâlbuki Türkiye gibi büyük bir coğrafi yapıda -yani yüz ölçümü olarak söylüyorum- her şeyin merkezde çözülmesi aslında çok irrasyonel bir sonuç ortaya çıkarıyor. Hem pahalı bir sonuç ortaya çıkarıyor hem de irrasyonel bir sonuç ortaya çıkarıyor, demokratik olmayan bir sonuç ortaya çıkarıyor. Hâlbuki bu kadar büyük bir coğrafi yapıda olması gereken, tabii ki bazı yetkilerin merkezde olması gerekir ama bazı yetkilerin de -bunların hangisi olması gerektiği elbette ki tartışılabilir- yerele devredilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi anlamında önem taşıyor. Dolayısıyla, bugün Türkiye'deki eğer sistemi sizin deyiminizle revize etmek, bizim deyimimizle demokratikleştirmek meselesini konuşacaksak -ki konuşulması gerekiyor- o zaman bütün bunların hepsinin ele alınıp değerlendirilmesinde fayda olduğunu doğrusu düşünüyoruz.
Şimdi, demokratikleşme deyince, tabii, Orhan Bey diyecek "Yine etnik sos kattınız işin içine." Sataşmayacağım Orhan Bey. Evet, demokratikleşme deyince kaçınılmaz olarak Türkiye'nin tarihsel, toplumsal bir sorunu var: Kürt sorunu ve bu Kürt sorununun demokratikleşmeyle biz iç içe geçtiğini düşünüyoruz. Yani Türkiye demokratikleşirse Kürt sorununu çözer, çözümü doğrultusunda adımlar atar, Kürt sorununun çözümü doğrultusunda adımlar atıldığı ölçüde Türkiye demokratikleşir. Yani bu birbirinin içine geçmiş içkin olan konular ve birbirini besleyen konular. Dolayısıyla, demokratikleşme dediğimiz zaman bizim aklımızın önemli bir yerinde Kürt sorununda barışçı ve demokratik bir çözümün gerçekleşmesi yer alıyor tabii.
Şimdi, geçmişine baktığımızda Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Kürt sorunu yerel bir sorun gibiydi ağırlıklı olarak fakat bugün artık yerel bir sorun olmaktan da çıktı. Yani Türkiye sınırları içindeki bir sorun olmanın ötesinde bölgesel bir sorunu hâline geldi, hatta daha ileri gitti, küresel güçlerin de içine dâhil olduğu bir süreç durumuna geldi. Dolayısıyla, bunun hem yerel hem de bölgesel çözümlerinin gerçekleşmesi, yaratılması gerekiyor.
Bu ne demek oluyor? Baktığımızda, Türkiye sınırları açısından baktığımızda yerel çözüm açısından, biraz evvel sözünü ettiğim işte demokratikleşme, yerel demokrasinin gelişmesi gibi konuları tartışarak adımların atılması gerekiyor. Elbette ki Kürt halkının özgün birtakım taleplerinin değerlendirilmesi, ana dili vesaire gibi, ana dilinde eğitim gibi taleplerinin konuşulması, değerlendirilmesi gerekiyor. Buna benzer kültürel haklar açısından, kimlik hakları açısından atılması gereken adımlar var; bu, işin bir yanı. Fakat bir bölgesel çözüme de ihtiyaç var. Bu neden önemli?
Şimdi, vaktim tabii yeterli değil fakat biraz bu bütçe tartışmalarında bunu değerlendirdik, hem Dışişleri Bakanlığında hem diğer bakanlıklarda da konuştuk, özellikle Dışişlerinde konuştuk. Orta Doğu'da çok önemli bir döneme girildi yani bu dönem, çok büyük riskleri de barındıran bir dönem, tehditleri de barındıran bir dönem ama çok önemli imkânları da içeren bir dönem. Dolayısıyla, Kürt sorununun bölgesel çözümü açısından meseleye bakmak kaçınılmaz bir şey hâline geldi artık. Bunu, kastettiğimi zamanım çok yetmeyeceği için detaylı bir şekilde açamayacağım ama Genel Kuruldaki tartışmalarda da bunu elbette ki konuşacağız. Bu bölgesel çözüm açısından baktığımızda, Türkiye'nin bölgede önemli bir yeri olduğunu biz düşünüyoruz, sizler de bunu düşünüyorsunuz kaçınılmaz olarak. O da şu: Bölgedeki Kürt halkı açısından bakarsak İran, Irak, Suriye, hangi parçasını değerlendirirsek değerlendirelim, Türkiye'nin her zaman yeri başkadır. Dikkatin buraya doğru döndüğü, bütün parçalar açısından, orada yaşayan halklar açısından hem ekonomik, ticari gelişmişliği, kültürel durumu açısından böyle bir özelliği vardır. Şimdi, Türkiye, aslında bölgede güçlü bir model ülke olmak istiyorsa, bunu yapmanın yolu, esas itibarıyla demokrasi açısından, hukukun üstünlüğü açısından model bir ülke hâline gelmesi. Şimdi, burada işte bölgesel çözüm de gündeme geliyor. Yani Kürt sorununda bölgesel adımlar atılacaksa eğer o zaman Türkiye'nin bu konudaki kendi iç sorunlarını da çözerek bu model ülke olma adımını atması gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun lütfen Sayın Oluç.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Burada da kilit bir mesele var. Bu kilit mesele, aslında, bizim şimdi icat ettiğimiz bir mesele değil, tarihsel bir yanı var bu kilit meselenin yani hem cumhuriyet öncesine de baktığımızda, Cumhuriyet Dönemi'ne de baktığımızda bunu görüyoruz. Buradaki kilit mesele, bölgesel olarak baktığımızda, sadece Türkiye açısından değil, Türk-Kürt ittifakının kurulup kurulamayacağı meselesidir, kilit mesele bizce bu. Eğer Türkiye attığı adımlarla, geliştireceği politikalarla, alacağı önlemlerle, demokratikleşmesiyle bir Türk-Kürt ittifakının zeminini güçlendirirse, bu sadece Türkiye sınırları açısından değil, baktığımızda bütün kürdistan coğrafyasını da kapsayan bir şekilde yani diğer Irak, İran, Suriye'yi de kapsayan bir biçimde ve Orta Doğu'da çok önemli adımlar atılmasının mümkün hâle gelebileceğini düşünüyoruz. Dolayısıyla, böyle bir dönemde tabii ki yeni bir anayasa tartışması, tabii ki yeni bir toplumsal sözleşmenin yaratılması, tabii ki demokratikleşme ve bununla birlikte hem Türkiye'nin içindeki hem de bölgedeki Kürt sorununun çözümü doğrultusunda adım atma çok belirleyici bir noktaya geldi. Dedim, tarihsel fırsattır; bu tarihsel fırsatı, bu momenti, bu konjonktürü heba etmemek ve kaçırmamak gerekiyor çünkü gerçekten Orta Doğu'da, sadece Orta Doğu'da değil ama Orta Doğu bu aşamada dünyanın bu bölgesindeki en büyük paylaşım mücadelelerinin, savaşının gerçekleştiği yer olmak durumunda, şu anda öyle bir şey yaşıyoruz.
Sayın Başkan, toparlıyorum, son bir cümle, izin verirseniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim.
Böyle bir bölgede yapılması gereken ve gerçekten bu fırsatın kaçırılmaması gereken bir andayız. Hani "an" derken bunu bir haftada, iki haftada öyle çözelim diye söylemiyorum elbette ama bu bir süreçtir. Bunun ikliminin yaratılması, bu demokratik ve politik iklimin ortaya çıkması, bunun hem Türkiye sınırları açısından hem bölge açısından baktığımızda imkânlarının geliştirilmesi önem taşıyor. Yani ben bu Cumhurbaşkanlığı bütçesi vesilesiyle bu konuyu bir kez daha dile getirmek istedim çünkü bu kadar büyük tehlikelerin, savaş tehdidinin ve büyük bir çürümenin yaşandığı bir bölgede, aslında hepimiz açısından baktığımızda, bölgede yaşayan bütün halklar açısından baktığımızda böyle adımların atılması ve bu imkânın iyi değerlendirilmesi hepimiz için iyi olacaktır diye düşünüyorum. O açıdan, hani bir kilit kelime olarak, kavram olarak "Türk-Kürt ittifakı" üzerinde durmak istedim.
Teşekkür ediyorum.