KOMİSYON KONUŞMASI

CEYLAN AKÇA CUPOLO (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Son notunuza bir yorum olsun diye söyleyeceğim: Batman'da Kürtçe kreş kapatılıyor ama İstanbul'da Saint Benoît kapatılmıyor, İtalyan okulları kapatılmıyor, İspanyol okulları kapatılmıyor, oranın coğrafyası galiba İspanyol coğrafyası, o yüzden bir şey olmuyor.

İSKENDER BAYHAN (İstanbul) - Yo, onlar sömürge...

CEYLAN AKÇA CUPOLO (Diyarbakır) - Evet, doğru söylüyorsunuz İskender Bey.

Sayın Bakan, hoş geldiniz. Sizi burada ağırlamak güzel. Geçen seneden bu yana sizin de beyazlarınız artmış, bizim de saçlarımızda beyazlar artmış; hepimizi yaşlandıran bir bölgede yaşıyoruz. Umarız ki, hepimizi yaşlandıran bu bölgede, ekonomideki irrasyonel politikalardan vazgeçiş gibi dış politikadaki irrasyonel politikadan vazgeçme eğilimi devam eder diye umuyoruz. Çünkü 2013'ten 2023'e kadar olan süreçte izlenen dış politikayı anlamak pek mümkün değil. Örneğin, işte, Mısır'da Mursi ve Müslüman Kardeşler'le sürdürülen ilişkilerin bir anda bıçak gibi kesilmesi, ardından Kaşıkçı dosyasının devri, ardından S-400 ve F-35 çelişkileri, ardından Suriye'de ÖSO gibi gruplarla ilişkilerin sürdürülmesi, ardından "rehine politikası" diye belirlenen yabancı ülke vatandaşlarının Türkiye cezaevlerinde tutularak, bunların diplomatik pazarlık malzemesine dönüşmesinden vazgeçilmesi; iyi bir işaret olarak görmek istiyoruz, daha iyi bir çizgiye gidildiğini düşünmek istiyoruz.

2023'ten bu yana bu dinamiğin değiştiğini tekrar not ederek başlamak istiyorum konuşmaya. Çünkü dün, işte, bütün bu dış politikayı değerlendirmek isterken "Neye benziyor?" diye anlamaya çalıştım. James Joyce'un "Finnegans Wake" diye bir tane kitabı var, edebiyat mezunu olanlar bilir. "Finnegans Wake" James Joyce'un tamamen, böyle, onun da ne yazdığını bilmediği, "stream-of-consciousness" denen bir akımla, farklı dillerde, farklı kültürlerde, farklı kelimelerle, aklına ne geldiyse yazdığı ve şu güne kadar henüz kimsenin anlamadığı bir kitap. O yüzden dış politikanın 2013-2023, 2023'ten 2024'e geldiği bu savrulmayı, bu değişimi de Joyce'un bu meşhur eseriyle açıklayabiliyorum ancak. Umuyorum ki sizin de konuşmanızın başlığı olan "Belirsizlikler çağında kararlı ve güçlü Türk dış politikası" bizi "Finnegans Wake"ten alır, daha anlaşılır bir çizgiye getirir.

Dışişleri Bakanlığının bütçesinin Savunma Bakanlığından daha az olmasını tartışmalı ve çelişkili buluyoruz. Hele ki sizin de dediğiniz gibi belirsizlikler çağının sürdüğü bu dönemde. Güvenlik odaklı bir politika sürdürüyor Türkiye, tamamen güvenlikçi, bütün sınırlarını, bütün çevresine güvenlik çerçevesiyle bakıyor. Zaten, yine bir örnekleme yapacağım, edebiyat okuduğum ne kadar anlaşılıyordur böylece, sürekli metafor kullanıyorum. Örneğin, bir şeyin içindeki en yoğun malzemeyi anlamak istediğinizde baktığımızda ilk maddeye bakarsanız, işte "su" der, atıyorum "glikoz" der. Türkiye'nin de dış politikasının ana malzemesi belli ki güvenlik ve savunma. Bunun olmasını üzücü buluyoruz çünkü "Daha Adil Bir Dünya Mümkün" diye kitap yazan bir Cumhurbaşkanının yönettiği bir kabinenin dış politikasının daha barışçıl, daha diplomasiyi hedef alan, daha çok ara bulucu, çatışmaları çözen bir yerde durmasını umardık. Örneğin, Afrika'yla ilgili de Sayın Emine Erdoğan'ın kitapları var, Afrika seyahatlerinden bahsettiği kitap. Mesela, Afrika'da keşke bu kadar defans anlaşması yapacağımıza oranın kalkınması ve altyapısının yükselmesiyle ilgili anlaşmalar yapsak.

ABD'yle ilişkilerin yeni bir döneme girdiğini herkes okuyor, herkes bu değerlendirmeyi yaptı. Geçen gün James Jeffrey'nin bir röportajını, Podcast'ini dinliyordum, orada diyordu ki: "Yeni Trump yönetimi geldiğinde artık Erdoğan ve Trump arasında insan haklarıymış, hukukun üstünlüğüymüş, efendime söyleyeyim demokrasiymiş gibi uyduruk terimlerle konuşmanın hiç lüzumu yok. İki lider de birbirine dürüst olacaklar. Bu işleri umursamadıklarını söyleyecekler ve her şey daha kolay ilerleyecek." Bunu çok problemli buluyorum. "Daha Adil Bir Dünya Mümkün" kitabının yazarına, James Jeffrey'nin hele ki Washington çevresinde "..."(*) diye bilinen bir adamın böyle demesini problemli buluyorum. Umarım bir düzeltme gelir Dışişleri Bakanlığından "Hayır, biz insan haklarını, hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi önemsiyoruz." diyebilir.

Bu belirsizlik çağında, Türkiye'nin netleşme olasılığı taşıdığı, netleşme olasılığını barındırdığı bazı meseleler var. Berdan Başkan sağ olsun bahsetti, bu mesele, işte Kürt meselesi. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana İran'la, Irak'la, Suriye'yle Türkiye'nin kurduğu bütün ilişkiler güvenlik bazlı oldu ve bu güvenlik ana tehdit olarak Kürt meselesi olarak gitti. Yani şu anda da Irak'la yapılan mutabakat metnine, yapılan o memorandumlara baktığımızda hepsi tamamen güvenlik çerçevesiyle yine gidiyor, Kürtlere bir tehdit bakış açısıyla bakan bir dış politika. Özellikle yakın komşularla böyle bir perspektif yürüyor. Yine, ABD'yle ilişkileri bu kilitliyor, AB'yle ilişkileri bu kilitliyor; hâliyle bu belirsizliği gidermenin bir yolu var. Yani Türkiye'nin bu süreçte, bu belirsizlik sürecinde iki ayak üzerinde, iki bacağı üzerinde sapasağlam durmasının bir imkânı var. Dış politikada birçok ülke, özellikle işte çok kutuplu bir dengenin oluştuğunu söylüyor. Namık Bey çok iyi bir değerlendirme yaptı, dedi ki: "Dünyanın her yerinde çeşitli dengeler değişiyor, ekonomik koridorlar değişiyor." Bu değişimler olurken herkesin içte bir ayağının sağlam durduğu... Ve yine İngilizce bir kelime kullanacağım, Kürtçe kullanınca uyarı yiyorum, Anayasa uyarısı geliyor, "pivot" diye bir kelime var. "Pivot" işte bir ayağınız sağlam, diğer ayağınızla pergel gibi geziyorsunuz ve daha rahat geziyorsunuz. Ama Türkiye'nin "pivot" yapmak istediği bu süreçte bir ayağını sağlam tutup diğer bacağına sürekli sıkan bir dış politika var. Bu sıktığı bacağı da Kürt meselesidir, Kürt hakikatidir. Şimdi diyoruz ki biz: Eğer Türkiye bu dengelerin yeniden oturduğu, yeniden düzenlendiği bu uluslararası maratonda kazanmak istiyorsa o zaman bacağına sıkmayı bıraksın ve buna kalıcı, sakin bir çözümle yaklaşmalı diyoruz.

İki kutuptan çok kutuplu bir dünyaya geçiyoruz. G-20 zirvesinden sonra Brezilya Devlet Başkanı Lula'nın yaptığı açıklama çok önemliydi. Sayın Cumhurbaşkanı da bu toplantıya katıldı ve orada neoliberal küreselleşme politikalarının artık dünyayı çözümsüz bir noktaya sürüklediğini, iki kutup arasında, iki devletin, işte Rusya-ABD arasında giden bu düzenin dünyanın kalanını daha dengesiz bir sürece sürüklediğini, o yüzden de çok kutuplu bir dünyanın daha iyi bir seçenek olduğunu söylemişti. Açlıktan bahsetmişti, işte, iklim krizinden bahsetmişti. Bunların hepsini yine dış politikada, ne yazık ki, iklim krizi, sanıyorum 20'li sayfalara doğru giderken görüyoruz. Keşke bu da daha öncelikli politikalarınız içinde olsa.

Yine, bu sunumunuzu okurken bir kısmına yetişebildim, Türkiye'nin İran politikasının olduğunu anlamadık biz. Türkiye İran'la ilgili ne düşünüyor? İran'la savaşın kaçınılmaz olduğu, İsrail'in orada çatışmayı büyüteceği söyleniyor. Türkiye bu durumda ne yapacak? Nasıl a, b, c, d planları var? Suriye politikası ne? Niye Esad'la normalleşiyorsunuz da Kürtlerle normalleşmiyorsunuz? Siz çok az şey söylediniz Suriye'yle ilgili ama Sayın Cumhurbaşkanının açıklamalarından biliyoruz, dedi ki: "Bizim yakında o bandı doldurmamız çok mümkün." dedi. Bu çok pahalı bir şey, hele ki bu kadar ekonomisini toplamaya çalışan... Plan ve Bütçe Başkanı şahididir bunun, bu bütçeyi yönetirken eminim ki o da görmüştür bütçedeki boşlukları. Bütçeyi bu kadar tartışırken, yoksulluğu bu kadar tartışırken Türkiye'nin Suriye'ye gireceği, Rojava'ya gireceği, orada yeni bir böyle işgal sürecini genişleteceği bir süreçte bunun masrafını düşünebiliyor muyuz? Daha az masrafsız olan çözüm orada. (*) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi. Örneğin, Mazlum Abdi sık sık "Türkiye'yle hiçbir sorunumuz yok, onlarla barışmakla ilgili hiçbir sorunumuz yok. İyi bir komşu olabiliriz, iyi bir partner olabiliriz." diyor. "Bize saldırılmadığı sürece bizden o tarafa doğru hiçbir şey gitmedi." dediği hâlde illaki bu çözümsüzlükteki ısrardan vazgeçmenizi umuyoruz.

BRICS gibi yapıların içinde var olma çabasını anlıyoruz ama bunun arkasındaki akılcı anlayışı anlayamıyoruz. Bence toplum da anlamıyor, o yüzden soruyorlar "Niçin BRICS'in bir parçası oluyoruz?" diye. Türkiye, AB'yle ticari hacmi bu kadar genişken, AB'yle ticari ilişkilerine bir nevi zarar verebilecek bu üyeliğe hangi mantıkla yaklaşıyor? Açıklarsanız, ikna olursak bunun da desteğini verebiliriz.

Bizim parti olarak genel paradigmamız çerçevesinde biz bölgesel ve küresel olarak demokratik ulusların inşa edilmesi gerektiğini, farklı kimliklerin bütün parlamentolarda temsil edilmesini ve barışçıl bir dış politikayı savunuyoruz. Size de yalnızca bu öneriyi yapabiliriz; daha barışçıl bir politika izlemenizi, daha ara bulucu bir politika izlemenizi istiyoruz. Daha az savunma, daha çok adil dünya için adım atılmasını bekliyoruz ve Dışişleri Bakanlığının özellikle temsilcilik sayısının bu kadar arttığı dönemde bazı firmaların "temsilcilik ofisi" gibi davranmamasını umuyoruz. Buralarda -dediğim gibi- o yereldeki halklarla daha çok ilişki kuran bir şekilde kendini konumlandırmasına ve bir an önce Türkiye'nin kendi o Kürt bacağına sıkmamasını umuyoruz.

Tekrar teşekkür ediyorum.

Saygılarımla.