KOMİSYON KONUŞMASI

NAMIK TAN (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, Dışişleri Bakanlığımızın değerli mensupları, Komisyona katılan sayın milletvekili arkadaşlarımız ve danışmanları, değerli basın mensupları; bugün Dışişleri Bakanlığı ve bağlı birimlerinin bütçelerini görüşeceğiz. Bu görüşmemizi tarihin sıradan bir döneminde yapmıyoruz, dünyanın tüm dikkatinin, özellikle bizim de parçası olduğumuz Batı devletleri ailesinin, NATO müttefiklerimizin dikkatinin kuzeyimizde ve güneyimizde süregiden 2 savaşa odaklandığı tarihsel bir anda burada toplanmış bulunuyoruz. Ayrıca, günümüzde tek küresel süper güç statüsünü koruyan Amerika Birleşik Devletleri'nde başkanlık seçimini bir dönem arayla yeniden Trump'ın kazandığı, yine benzer biçimde Avrupa Birliğinin lokomotif ülkelerinden tarihsel ve ekonomik bağlarımızın derin ve güçlü olduğu Almanya'da da şubat ayında yapılacak seçimlerde iktidarın Hristiyan demokratlara geçmesinin beklendiği bir dönemeçteyiz. Bu gelişmelerin yanı sıra, kitlesel yasa dışı göç sorununun hem parçasıyız hem geçiş güzergâhı konumundayız. İklim kıyametini görüyoruz, yaşıyoruz ama hazırlıklı değiliz. Yapay zekâ devrimini maalesef zamanında sanayi devrimini ıskaladığımız gibi kaçırmakta olduğumuz izlenimini veriyoruz. Dolayısıyla sıradan bir dönemde ve durumda değiliz. Deyim yerindeyse, aklımızı bir an önce başımıza almakla yükümlüyüz.

Değerli arkadaşlar, üyesi olduğumuz "Batı devletleri ailesi" ifadesini özellikle kullandım. Zira, Türkiye Cumhuriyeti NATO müttefiki olduğu gibi, Avrupa Konseyi kurucu üyesi ve Avrupa Birliğinin de resmen aday ülkesidir. Türkiye'nin çağdaş uygarlıklar düzeyini yakalama hamlesi cumhuriyetten önce başlamıştır ama o doğrultuda en önemli sıçramayı da muazzez hatırasını her zaman saygı ve minnetle yâd ettiğimiz Büyük Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetle gerçekleştirmeyi başarmıştır. Esasen, bugün karşı karşıya bulunduğumuz pek çok sorunun temel nedeni de cumhuriyetimizin hangi tarihsel gelişiminin uzantısı olarak kurulduğunu yadsımamızda, organik kimliğimizle sürekli kavga etmemizde, âdeta bir kişilik bölünmesinin semptomlarını dış politikaya yansıtmamızda saklıdır. Gerçekçi olalım, aynaya bakalım; imalatı bozuk, mali yapısı zayıf bir fabrikanın pazarlama departmanı ne denli girişken ve becerikli de olsa o işletme iflasa mahkûmdur. Liyakatsiz aşçıların çalıştığı, üstelik kaynak yetersizliğinden dolayı ucuz malzeme kullanan bir mutfakta lezzetli yemek pişmesi mümkün değildir. Kaldı ki hariciye devletin pazarlama departmanı da değildir. Bunu böyle zannedenler lafla peynir gemisinin yürüyemeyeceğini bir gün idrak etseler bile yitirilen zamanı ve kaynağı geri getirmek çok maliyetli olacaktır.

Dış politikanın yurttaşı pek ilgilendirmediği, seçim sonuçlarına pek etki etmediği söylenir. Ancak dış politikanın yurttaşı ilgilendiren tarafı cebinde taşıdığı pasaportun gücü, vizesiz yahut kolaylıkla vize alarak seyahat edebildiği ülke sayısıdır. Bugün insanlarımız, iş insanlarımız, bilim insanlarımız, sanatçılarımız, üniversite öğrencilerimiz bile Avrupa Birliği ülkelerine vize alamıyor, ayrımcılığa maruz kalıyor. Dünyada pasaportların gücü endeksinde düştüğümüz küme adalet, özgürlük, ekonomi alanlarında düştüğümüz hangi kümeyse onunla aynı. Al, ver, kısa günün kârı zihniyetiyle sığınmacılar konusunda Avrupa Birliğine ne taviz verilirse verilsin vize mengenesi sıkılmaya devam ediliyor. Dünyada vatandaşlarımızın bir zamanlar gördüğü saygının çok uzağında muamelelere maruz kalması, dış politika tercihlerinizin ya da politikasızlığınızın ülkemizin itibarını nereden nereye getirdiğinin apaçık göstergesidir.

Sözlerime başlarken ifade ettiğim üzere, kuzeyimizde Rusya'nın Ukrayna'yı işgal girişimiyle başlayan savaş sürüyor, güneyimizde ise Hamas'ın 7 Ekimde yaptığı kitlesel terör saldırısına İsrail'in orantısız, hatta soykırıma varan askerî yanıtıyla başlayan savaş artık Lübnan, Suriye ve Irak'taki hedefleri de kapsayarak genişliyor. Aynı bağlamda, İsrail ile İran arasındaki gerilim ise karşılıklı saldırı ve misilleme döngüsüyle açık çatışmaya dönüşmüş durumda. Biz her iki meselede de çözüme katkı sunar görünüyoruz ancak yalnızca görünüyoruz. Oysa etkin değiliz ve sözümüze kulak veren de yok, bir bakıma kendimiz çalıp yine kendimiz oynuyoruz. Dış politikamız kargacık burgacık bir el yazısı gibi okunaksız çünkü devletler arası ilişkilerde cumhuriyetimizin özenle biriktirdiği en önemli sermaye olan güvenilirlik, öngörülebilirlik, tutarlılık ve sağduyuya dayanan sermayeyi hovardaca heba ettik. Stratejimiz yok, gündelik taktiklerle vaziyeti idare ediyoruz. Tuttuğunuz dilekleri alt alta yazdığınızda ortaya çıkan dilekler listesi kendiliğinden bir strateji demek değildir. Strateji belirlerken ne yapmayı, nereye varmak istediğinizi ulusal çıkarlarınız doğrultusunda kararlaştırırsınız, bunu yaparken imkân ve kabiliyetlerinizin ne olduğu konusunda en azından kendinize karşı dürüst olursunuz, mümkünü makulde ararsınız, doğruyu gerçeğin üzerine kurgularsınız, kim olduğunuzu ve nerede durduğunuzu aklınızdan çıkaramazsınız, poz kesmez, pozisyon alırsınız. Bu basit ölçütlere göre ele alırsak, Ukrayna ve Filistin dosyalarında önceliklerimizin ne olduğu anlaşılmıyor. Her iki savaşın da durmasını istediğimizi, barış istediğimizi yineleyip duruyoruz. Kimse çıkıp da savaşın devam etmesini istediğini söyleyebilecek değil hâliyle. Her iki savaşın da saldırgan tarafı belli, saldırganlar saldırmaktan vazgeçerlerse savaş bitecek. Demek ki barış ancak saldırganlar durmaya ikna edildiklerinde ama onun da ötesinde veya sonrasında savaşı başlattıkları tarihteki sınırlarına geri çekilmeye razı olduklarında bitecek. Öyleyse saldırganlar nasıl durdurulacak? Savaşan taraflara önce durun, aranızda konuşmaya başlayın, biz de size konuşma zemini, ortamı, olanağı sunalım çağrısında bulunmanın da olumlu, hatta zorunlu bir ilk adım olduğu ileri sürülebilir. Bu düzenlemeye erişmek için hiç yoktan iyi değil midir? Öyleyse o yönden bakalım.

İlk örnekte, Ukrayna 2014'te Kırım'dan başlayarak bugüne dek işgal ettiği Ukrayna topraklarının tamamını elinde tutmak niyetinde. Ukrayna'nın NATO'ya ve Avrupa Birliğine üye olmasına da karşı Batı'nın desteğinin zayıflaması ya da o izlenimin edinilmesi bile yalnızca hâlen işgal edilmiş bölgeleri değil Kiev'i de yeniden namlunun ucuna koyacak. Bizim tutumumuz nedir? Sayın Bakan 21 Ekimde Ankara'da mevkidaşı Andriy Sibiha'yla düzenlediği ortak basın toplantısında Ukrayna'nın stratejik ortağımız olduğunu belirtti. Ki bu özellikle savunma sanayisindeki iş birliğimiz bakımından önemli ve doğrudur. Ayrıca, Türkiye 32'si NATO müttefiki 57 ülkenin Amerika Birleşik Devletleri'nin girişimiyle kurduğu Ukrayna Savunma Temas Grubunun da üyesidir. Hemen iki gün sonra, 23 Ekimde, bu defa Cumhurbaşkanı Erdoğan BRICS Liderler Zirvesi için gittiği Kazan'da Rus mevkidaşı Putin'le görüştü. Dönüş yolunda S-400 hava sistemlerinin diğer paketiyle ilgili olarak, kendi deyişiyle, bizim "Birileri ne der, ne diyor." gibi bir kaygımızın olmadığını belirtti, BRICS'in NATO'ya, Avrupa Birliğine alternatif teşkil etmediği anlamında ifadeler kullandı. Geçen gün Brezilya'daki G20 Zirvesi'nden dönüşünde ise bu defa Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa'nın Ukrayna'ya uzun menzilli silah sevkiyatına tamamen karşı olduğumuzu belirtti. Biz, bu arada, hâlen BRICS'e resmen üyelik başvurusu yapıp yapmadığımızı dahi bilmiyoruz. Hatırlayacaksınız, Sayın Fidan 10 Eylülde nihayet beş yıl aradan sonra Avrupa Birliğinin Genişletilmiş Gayriresmi Dışişleri Bakanlığı Toplantısı'na katılmıştı. BRICS üyeliğimiz konusunu işte o toplantı dönüşünde dolaşıma sokmuştu. Aradaki bağlantıyı kurmak herhâlde gözlemciler açısından zor değil. İşte "okunaksız dış politika" dediğimiz budur. Bu yalpalamalar çalım sanılıyor, değildir; iki ata aynı anda binmeye kalkışmak denge siyaseti sanılıyor, değildir. Sayın Bakan ha bire "liderler diplomasisi" diyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan'a methiyeler dizmeyi görev benimsemiş. Oysa, liderler diplomasisi demek, kimseye hesap vermeden başına buyruk davranmak, mesela gidip Rusya'dan 2,5 milyar dolara S-400 hava savunma sistemi alıp sonra Türkiye'yi F-35 programından arttırmak, F-16 ve Eurofighter uçak alımında da düşkün duruma sokmak, bölgemizdeki şu kıyamet gibi ortamda hava savunma sistemsiz bırakmak değildir.

İkinci örnek Filistin konusu. Bir hafta önce Sayın Bakan verdiği bir mülakatta, Gazze'ye yönelik insanlık dışı saldırılara bir baba olarak yaklaşımına ilişkin soruyu rahatlıkla "Ben bir savaştayım." diye yanıtlayabiliyor. Ben de bu kürsüden Sayın Bakana sormak isterim: Sayın Bakan, siz Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanısınız, dolayısıyla siz dünya için bizzat Türkiye Cumhuriyeti demeksiniz, ağzınızdan çıkacak her söz bütün bir ulusu bağlar. Biz savaşta mıyız? Savaştaysak hangi ülkeyle, kimin yanında, ne uğruna, ne zaman savaşa girdik? Savaş kararı alınacak yer burası yani yüce Meclisimiz değil midir? Siz ne ara Meclisimizden habersiz olarak bir yerlere savaş ilan ettiniz?

Filistin meselesinde o denli Hamas yanlısı olduk, o denli Filistin meselesini Hamas davasına eşitledik ki sözümüz duyulmaz, dinlenmez, ciddiye alınmaz oldu. İşi Hamas'ı Kuvayımilliye'yle bir tutmaya, Hamas'ın Anadolu'yu savunduğunu iddia etme dek vardırdık. Bu arada İsrail'le 10 milyar dolarlık ticareti durdurduğumuzu iddia ettik. Nasıl olduysa Filistin'e olan ihracatımız ise bir anda İsrail'le durdurulan ihracat rakamını yakaladı. İsrail ordusunun teçhizatı için iktidara yakın iş insanlarının sattığı Türk mallarını "Filistin'e gidiyor." diye istatistiklere kaydettirerek Filistin davasına katkı koyamıyorsunuz.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Bühtan ediyorsunuz, öyle bir şey yok.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Hatibimiz konuşuyor arkadaşlar, hatibimizin sözünü kesmeyin.

YUNUS EMRE (İstanbul) - Laf atma, sözünü kesme, sıran gelince konuşursun; sözünü kesme!

NAMIK TAN (İstanbul) - Bu ikili oyuna şahit olup dile getirenlere de var gücünüzle bağırıp çağırıyorsunuz. Lakin bağırmakla haklı çıkılmıyor ne yazık ki.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Bir şey söylemeyelim mi?

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Söylemeyin, söylemeyin arkadaşlar; Sayın Bakan cevap verecek.

YUNUS EMRE (İstanbul) - Söylemeyin.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Değerli arkadaşlar, sakin olalım.

NAMIK TAN (İstanbul) - Öte yandan, bu meselenin İsrail-İran gerilimi boyutunu görmezden gelemeyiz. Nedense Amerika Birleşik Devletleri'nde Trump'ın Başkan seçilmesini, bölgemizde Netanyahu Hükûmeti kadar sitayişle karşılayan sadece AKP Hükûmeti oldu. Trump'ın İsrail'e kayıtsız şartsız desteğinin süreceği ve İran'a karşı yaptırımları arttıracağı herhâlde ortada. İsrail İran'ın Orta Doğu'ya uzanan kollarını Lübnan ve komşumuz Suriye'de kesiyor artık, diğer komşumuz Irak'ta da İran destekli milisleri vurmaya başladı. Bu resme bakarak savaşa dalmanın, selden kütük kapmaya kalkmanın zamanının geldiğini umarım kimse düşünmüyordur. Dallarında olgunlaşan meyvelerin kucaklara düşeceğini sanmak da ölümcül bir hata olacaktır. Hayatta olmadığı gibi dış politikada da "Hepsi bir arada hem de bedava." formülü geçerli değildir. Tarihimize bakıldığında Sarıkamış'tan ayrı, Çanakkale'den apayrı dersler çıkarılır.

Kıbrıs ve Yunanistan dosyalarında artan bir hareketlilik görüyoruz. Bakın, bugün mavi vatandan ne Dışişleri Bakanı ne Cumhurbaşkanı söz ediyor. Zira, Yunanistan'la Ege'de bahar yaşanıyor. Bu fena mı, kötü mü? Asla. Kurucu liderinin bütün dünyaya "Yurtta sulh, cihanda sulh." mesajını miras bıraktığı bir millet komşularıyla dalaşmayı değil, bölgesinde ve dünyada bir barış timsali olmayı hedefler. Sadece Yunanistan değil tüm komşularımızla barış içinde yaşamak Cumhuriyet Halk Partililer olarak en büyük dileğimizdir. Ama harcanan zaman ve kaynak ile yitirilen itibarın hesabını kim verdi, kim verecek? Atılan taş ürkütülen kuşa değdi mi? Her zaman, her konuda tek başınıza siz mi haklısınız? İşte, az önce değindiğim tutarsız yaklaşımların güzel bir örneğini mavi vatan konusunda İsrail ve Mısır'ın Yunanistan'la tek cephe olarak karşımızda birleşmesinde gördük, Dedeağaç'ın bugünkü hâline gelmesinde de gördük. Devletler arası konuları bir sistem içinde bütün olarak değil, raflardan keyfinize göre çekip masanıza açtığınız dosyalar olarak görürseniz bu yanlışlıklar kaçınılmaz olur.

Değerli arkadaşlar, biz kabul etmesek de Avrupa Birliğinin yolu Kıbrıs'tan geçiyor. Avrupa Birliği gerçek bir stratejik körlükle, bundan yirmi yıl önce adanın güneyindeki yönetimi tüm adayı temsil eden bir devletmiş gibi üyeliğe kabul etmişti. 15 Kasımda kuruluş yıl dönümünde Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel'in ziyaret ettiği Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni ise aradan geçen yıllarda bizden başka hiçbir devlete tanıtamadık. Çözüme yönelik Birleşmiş Milletler parametreleri, özetle, iki toplumlu, iki bölgeli ama yeni bir federasyon öngörüyor. Bizim bunu tek taraflı çöpe atıp iki devletli bir çözüm önerisiyle yola çıkmamız yahut anlaşılması güç bir "eşit egemenlik" kavramı geliştirmemiz muhataplarımız, müttefiklerimiz nezdinde ikna edici olamıyor. Kol bükerek çözümsüzlüğü çözüm tanıtıp zamana oynayarak yol almaya çabalamak da yine dış politikamızın bütünlüğünü bozuyor.

Ege'de ise geleneksel tutumumuz, buranın coğrafi kendine özgülüğünden ötürü uluslararası hukuk yani taraf olmadığımız Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi uygulanamayacağı için karşılıklı oturup siyasi çözüme ulaşmaktı. Hazır Miçotakis hükûmeti güçlü kamuoyu desteğine sahipken ve şimdi o yönde çaba gösterilirken uluslararası hukuk temelli savlar geliştirmek de bir başka çelişki. Genel olarak Kıbrıs'ta ve Yunanistan'la çözüm arayışlarımız da birbirleriyle metodik bakımdan yine çelişkili.

Diğer 2 komşumuz Suriye ve Irak'ta da askerî varlığımız bulunuyor. Kimse terörle mücadeleye karşı çıkıyor değil ancak siyasal hedefi belirsiz askerî harekâtların diplomatik sonuçlarının orta ve uzun vadede kazanım olmadığını herhâlde öğrenmiş olmalıyız. Yayılmacı olmadığımızı "irredantist" olmadığımızı yani başka ülkelerin toprağında gözümüz olmadığını, revizyonist olmadığımızı sürekli yineliyoruz. O zaman sürekli Osmanlı İmparatorluğu vurgusunu neden yapıyoruz arkadaşlar? Yeri gelmişken belki unutanlara anımsatmak gerekir, biz bu cumhuriyeti şehitlerimizin kanlarıyla sulanan bu topraklarda kurduk. Komşumuzdaki devletlerse o zaman savaştığımız dönemin emperyal güçleri Fransa, İngiltere tarafından manda düzeniyle bahşedildi. Sömürge ve manda düzeni sona ererken bu devletler bağımsız oldu. Nasıl Balkan devletleriyle Atatürk döneminden bu yana akılcı ilişkiler geliştirmeye uğraştıysak, kuşkusuz, Orta Doğu devletleriyle de rasyonel, güncel temeller üzerinde ikili ilişkilerimiz olmalı. Bu ilişkilerin uydurma bir ortak geçmiş alıntısı üzerine inşa edilemeyeceği artık anlaşılmalı.

Çekingen davranmaya gerek yok. Suriye ve Irak deyince herkesin aklına "terörle mücadele" adı altında Kürt meselesi geliyor. Genel Başkanımız "Kürtlere Türkiye Cumhuriyeti devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum." derken eşit, anayasal yurttaşlık ve demokrasiyle taçlanmış cumhuriyeti hedef gösteriyordu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Tan, süreniz doldu.

İki dakika ilave süre vereceğim, toparlayın lütfen.

Buyurun.

NAMIK TAN (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Ama siz içeride Esenyurt Belediyesine kayyum atamak gibi ceberrut hamlelerin peşinde koşar, hukuksuz ve Anayasa'ya aykırı uygulamalarla güç gösterisinde bulunmaya kalkarsanız, emin olunuz, sizin Suriye ve Irak'ta aklınızca kurmaya kalktığınız o derme çatma oyundan da bu memlekete hayır gelmez.

Bu bağlamda, strateji yoksunluğuna, okunaksız politikalara, çelişkili yaklaşımlara bir örnek daha verelim: IKB Başkanı Neçirvan Barzani Irak'taki seçimlerin hemen öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Ankara'da kabul edildi. Ardından, bu defa Ulaştırma Bakanı Uraloğlu Irak, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar'dan mevkidaşlarıyla Kalkınma Yolu toplantısına katıldı. Paylaşılan haritaya bakıyorsunuz, yol Irak Kürdistan bölgesini baypas ediyor; Suriye-Irak sınırını izleyerek Habur yerine, hâlen olmayan Ovaköy'e bağlanıyor. İşte, âlemi sersem sayan bu uyanıklıklardır bizim itibarımızı azar azar ufalayan.

Somali'de, Libya'da dünya haritasını sanki bir rulet masası olarak görüp büyük ikramiye peşinde girişilen serüvenleri saymıyorum bile. Libya'ya askerimizi gönderiyorsunuz, birliklerimizin hukuki statüsünü netleştiren anlaşma da tam beş yıl sonra, daha geçen hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonuna geliyor. 2024 Şubat ayında Somali'yle tartışmalı bir anlaşma imzalıyorsunuz. Henüz Türkiye Büyük Millet Meclisine intikal etmeden, Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi marifetiyle Meclisten yetki alıp deniz kuvvetlerimizin Yemenli Husilerden Somalili korsanlara, Etiyopya-Somali çekişmesinden Somali'de devam eden radikal dinci teröre kadar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Tan, teşekkür ediyorum.

Süreniz doldu.

NAMIK TAN (İstanbul) - Müsaade ederseniz bitiriyorum, iki paragrafım kaldı.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Herkese aynı uygulamayı yapıyorum Sayın Tan. Bütün bu milletvekillerimizin...

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Selamlamasını yapsın, selamlayacak.

CAVİT ARI (Antalya) - Cümlesini tamamlasın Sayın Başkan.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Bir saniye değerli arkadaşlar...

Komisyonumuza gelen değerli milletvekillerinin, değerli arkadaşlarımızın hepsi uygulamalarımızı biliyor. Ben farkındayım, bana buradan hatırlatmanıza gerek yok. Sayın Grup Başkan Vekilleri, Sayın Tan, Sayın Büyükelçimiz, hepsi uygulamalarımız biliyor, ben bunu size yapsam hepsine yapmak zorundayım, istirham ediyorum.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Hayır, bırakın, cümlesini bitirsin.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - İki dakikayı onun için verdim Sayın Türeli.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Hayır, yarım dakika verelim, bir şey olmaz.

AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Tamam, benim beş dakikamı veriyorum ben Sayın Tan'a.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Bankoğlu, lütfen oradan...

NAMIK TAN (İstanbul) - Sayın Başkanım, üç paragrafım kaldı.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun.

NAMIK TAN (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Uluslararası hukuku bir kenara bıraktık. Kendi Anayasa'mızı ve kanunlarımızı çiğneyerek, Türkiye Büyük Millet Meclisini baypas ederek gerçekleştirdiğiniz bu askerî maceraların sonuna kadar karşısında olacağız. Dikkat ederseniz, Sayın Bakan, dış politikada bu kadar ciddi konularda konuşurken, hepinizin sırtında ağır bir sorumluluk olduğu bilinciyle, kişisel ithamlardan özenle kaçındım. Dilerim bu içten uyarılarımıza kulak tıkamazsınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NAMIK TAN (İstanbul) - Aslında, gönül isterdi ki Sayın Bakanı Türkiye Büyük Meclisinin Dışişleri Komisyonunda düzenli olarak dinleyebilelim, görüşlerini mülakatlarını ve basın toplantılarını tarayarak çözümlemek zorunda kalmayalım. Nitekim demokrasimizin ve profesyonelliğin de gereği budur.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.